KURBAN VE BAYRAM

05 Ağustos 2024 11:45 Prof. Dr.Abdurrahman KÜÇÜK
Okunma
174
KURBAN VE BAYRAM

KURBAN VE BAYRAM

Prof. Dr. Abdurrahman KÜÇÜK

Allah, “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.”  buyurmaktadır. Kulluk görevleri arasına Allah’ın emrettiği her şey girmektedir. Dürüst olmak, helalı  haramı gözetmek, kul hakkına riayet etmek, komşuyu kollamak, fakiri  fukarayı düşünmek, çalışmak da; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kurban kesmek de kulluk görevlerindendir. İslam’da ibadetler, genel olarak, malla, bedenle, hem mal ve hem de bedenle olmak üzere üç kısma ayrılabilmektedir. Namaz, oruç, Allah’ın emir ve yasaklarının büyük bir kısmı bizzat insanın kendisiyle, nefsiyle ilgilidir, bedenîdir. Zekât, kurban ve benzeri hayırlar/sosyal ibadetler de mal ile yapılmaktadır. Hac; hem bedenî hem de malidir.
Kurban Bayramı, bizzat “kurban” ile ilgili olduğu için bu ismi almıştır.
Kurban; lügatte, kendisiyle Allah’a yaklaşmaya ve onun rızasını kazanmaya vesile olan “şey” demektir. Istılahi olarak örf de Allah’a yakın olmak için, mahsus bir vakitte kesilen muayyen bir hayvana delalet ederse de daha geniş manasıyla, Allah’a yakınlaşmak niyetiyle arz ve takdim edilen “herhangi bir şey”i ifade eder.  Genel anlamı ile “kurban”ın tarihi, insanın ve dinin tarihi kadar eskidir. Bu tarihî gelişim içerisinde kurban takdimi, çok değişik şekiller altında icra edilmiştir. Sadece “insan ve hayvan kesmek” suretiyle değil, çeşitli takdimeler sunmak yoluyla “kurban işlemi” yapılagelmiştir. Günümüzde, yeryüzünde var olan dinlerde, değişik kelimelerle ifade edilen, fakat inanılan “Yüce Varlık”lara yakınlaşmayı sağlama gayesine yönelik dinî bir fenomen olarak “kurban anlayışı” bulunmaktadır. İslam’ın dışındaki dinlerde bu anlayış, “kansız kurban” şeklinde ve belirli şeyleri (çiçek, tütsü, ekmek-şarap, pirinç pilavı gibi) sunma tarzındadır. Hâlbuki Allah, kulun Allah’a yaklaşmasını ve kul olduğunun şuuruna varmasını, malından fedakârlık etmesini sağlayıcı bir ibadet şekli olarak her ümmete/millete kurban kesmeyi meşru kıldığını şu şekilde belirtmektedir: “Her ümmete/millete, kendilerine rızık olarak verdiğimiz kurbanlık hayvanların üzerine Allah’ın adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. Sizin Tanrı’nız tekbir Tanrı’dır. Ona teslim olun. (Habib’im) Sen muti ve mütevazı olanlara müjdele.”
Yukarıda meali verilen ayetikerimede, görüldüğü gibi, Allah, her ümmete/millete kurban kesmeyi emretmiştir. Ancak insanlar, diğer emirlerde olduğu gibi, bunda da haddi aşmış, Allah’ın emirlerinde “tasarruf”a gitmişlerdir. İşi kolaya irca etmiş, basit şeylerle geçiştirmeye çalışmışlardır. Bir kısmı da kurban anlayışında aşırılığa kaçmış ve Allah’ın kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiği noktasına varmıştır. Bir kısmı “sembolik kurban” anlayışını benimsemiştir. Bu anlayışların benimsenmesinde insanların cimriliklerinin, canından yapabileceği fedakârlığı malından yapamamasının rolü büyüktür. Bunun için İslam, diğer hükümlerde olduğu gibi, bunda da “orta yolu” göstermiş, aslına uygun bir ibadet olarak ortaya koymuş ve şartlarını da bildirmiştir. İslam’da kurban; Allah’ın herhangi bir maddi veya manevi ihtiyacı için değildir. Bu, Allah’ın adına insanların menfaati için takdim edilir. Çünkü Allah, her şeyden müstağnidir. İnsanların ne malına ne de canına ihtiyacı vardır. Bunu da Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde açıklamaktadır: “Elbette kurbanlarınızın ne etleri ne de kanları Allah’a erişir. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır.”  Allah’ın bundan gayesi, yarattığı kulların itaatini ölçmesi, fedakârlık yapmaya alıştırması ve bu vesileyle insanların hem Allah’a hem de birbirlerine yaklaşmasıdır. Kurban takdim etmekle Müslüman, malından bir kısmını feda etme cesaretini göstermiş; böylece hem Allah’ın emrini yerine getirmiş hem takva sahibi olmaya çalışmış hem de ona manen yakınlaşmıştır. Dinler tarihinde, görebildiğimiz kadarıyla, insanların “doğru yol”dan uzaklaşmalarında ve “batıl”a sapmalarında cimriliklerinin, hasisliklerin ve mala düşkünlüklerinin rolü görülmektedir.
İslam, diğer inanç ve ibadet şekillerini batıl esaslardan ayıklayarak ıslah ettiği gibi, “kurban kesme” olayını da ıslah etmiş ve bunu “Rabb’in için namaz kıl, kurban kes.”  hükmüyle açıklamıştır. Mali bir ibadet olan kurban, şartları uygun olan hür ve mukim Müslüman’a vaciptir. Çeşitli bahanelerle kurban kesmeme, bir taviz olarak kabul edilebilir. Her şeyde olduğu gibi bundaki tavizler de başka tavizlere yol açar. Bunun için her Müslüman, tereddüde düşmeden, kendine kurban vacip olduğu kanaatine ulaşınca kesmesi faydasınadır. Çünkü onda hem Allah’ın hem de kulun hakkı vardır. Bu vesileyle insanlar birbiriyle kaynaşacak, zengin ile fakir aynı sofrayı paylaşacak ve Müslümanlar arasında manevi beraberlik, kaynaşma sağlanacaktır. Zaten bayramların hikmeti de budur.
Bolluk, bereket, rahatlık, sevinç ve neşe günü demek olan bayram; sevincin zirvesi, kaynaşma ve birlik hissini kuvvetlendirme vesilesidir. Bu, kurban ile coşturulmalı, hem Allah’ın hem de insanların rızasını kazanmaya bir yol olmalıdır.
Ne mutlu böyle bayram yapanlara, bayramın özelliğine uygun olarak bayram yapanlara ve nice böyle bayramlara ulaşanlara!

KURBAN BAYRAMI ÜZERİNE
Millet hayatında bayramların yeri ve önemi büyüktür. Bu bayramlar, dinî ve millî bayramlar şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Millî bayramlar; genellikle ya önemli bir tarihî olaya ya millî bir mücadeleye veya bağımsızlığın elde edilmesine dayandırılmaktadır. Millet olmada, geçmişi hatırlayıp geleceği değerlendirmede bayramlar köşe taşı görevi görmektedir.
Dinî bayramlar; ya o dinin kutsal kitabı veya dinin peygamberi tarafından konulmaktadır. Geçmişteki dinlerde de günümüzde yaşayan dinlerde de bayramlar yer almaktadır. Bu dinler içerisinde, her konuda olduğu gibi, bayramda da İslam’ın farklı yeri vardır.  Müslümanların kutladığı iki dinî bayram, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadise dayanmaktadır. Hz. Muhammed (sas), Medine’ye geldiğinde, oranın ahalisinin eğlendikleri, bayram yaptıkları iki günleri olduğunu görmüş ve bunun üzerine şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, size o ikisinin yerine, onlardan daha hayırlı iki gün verdi: Ramazan ve Kurban Bayramı.”
Kutladığımız iki dinî bayram bu hadis ile müjdelenmiştir.
Dinimizdeki bayram kelimesinin Arapçadaki karşılığı “id”(ıyd)dir. “Iyd” denilmesi, bu günlerin rahatlık ve sevinç günleri olmasındandır. “Iyd-i adha”, Kurban Bayramıdır. Kurban Bayramı, bizzat kurban ile ilgili olduğu için bu ismi almıştır.
Kurban, kendisiyle Allah’a yaklaşmaya ve Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan “şey”dir. Manen Allah’a yaklaşmak gayesiyle kesilen hayvanın adı da “kurban”dır.
Kurbanın tarihi, insanın ve dinin tarihi kadar eskidir. Kurbanın takdimi de çok değişik şekiller altında icra edilmiştir. Kurban, sadece “insan ve hayvan kesmek” suretiyle değil, çeşitli “takdimeler” sunmak yoluyla “kurban işlemi” yapılagelmiştir.
Günümüzde yaşayan dinlerde, değişik kelimelerle ifade edilen ve değişik uygulamalarla bağlanılan “Yüce Varlık”a yakınlaşmayı sağlamak için dinî bir fenomen olarak “kurban anlayışı” bulunmaktadır. İslam dışındaki dinlerde bu kurban, cansız kurban şeklindedir. Cansız kurban, çiçek ve benzeri şeyleri sunmaktır. İslam’da ise bu, büyük bir fedakârlığı gerektiren, malından tasadduku zorunlu kılan mali bir ibadettir.
Allah; Hacc suresinde her ümmete/ her millete kurban kesmeyi emrettiğini bildirmekte ; Kevser suresinde de verdiği nimetlere şükür olarak, insanlardan namaz kılmalarını ve kurban kesmelerini  istemektedir. Bu emirler doğrultusunda Müslümanlar, Kurban Bayramında kurban kesmektedir. İslam’ın diğer emirlerinde olduğu gibi kurban kesmeye de Türkler büyük önem vermektedir. Bayram sabahı, evlerin/apartmanların önü canlanmakta ve büyük bir coşku her yeri kaplamaktadır. Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lügati’t-Türk’te, XI. yüzyılda, Oğuzların Arapça “iyd” gününe “bayram” dediklerini ve bugünün “sevinç ve eğlence günü” olduğunu kaydetmiştir . Çin kaynakları, Göktürklerin beşinci ayın ikinci yarısında, Gök Tanrı’ya (Yüce Tanrı) kurban kesmek suretiyle büyük bir bayram yaptıklarını haber vermektedir.
İslam’ı kabul ettikten sonra bütün Türk boylarında, kurban kesme ve Kurban Bayramını canlı bir şekilde kutlama, önemli bir yer tutmuştur. Çünkü Türkler, İslam’a candan bağlanmış ve her hükmü en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. “Takva”da yarışmaya Türk milleti büyük önem vermiştir. Durumu müsait olanların yanında, durumu pek müsait olmayanların da kurban kestiğini çevrenizde görürsünüz. Mal ile yapılan fedakârlık, en büyük fedakârlıktır. İnsan canından verir, fakat mala gelince pek de cömert davranamaz.  Kurban takdim etmekle Müslüman kimse, malından bir kısmını feda etme cesaretini göstermiş olmaktadır. Böylece hem Allah’ın emrini yerine getirmiş hem takva sahibi olmaya çalışmış hem de Allah’a manen yakınlaşmıştır. Tarihte, insanların “doğru yol”dan uzaklaşmalarında, tevhitten sapmalarında cimriliğin, hasisliğin ve mala çok düşkünlüğün rolü olmuştur. İslam’da zekât, hac ve kurban ibadeti, insanın yardım ve fedakârlık duygularını güçlendiren ibadetlerdir. Bunlar, aynı zamanda Müslüman’ı olgunlaştıran ve “takva” sahibi yapan görevlerdir.  Bunun için Allah, kurban kesmeyi, “takva” ile açıklamıştır. Hacc suresinin 37. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Bu hayvanların ne etleri ne de kanarlı Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır.”
Müslüman, her ibadetinde ve davranışında olduğu gibi, “kurban”da da takvayı gözetmesi, Allah’ın rızasını ümit etmesi gerekmektedir. Bir Müslüman’ı diğerinden ayıran en önemli fark, “takva”dır. Üstünlük de “takva”da yatmaktadır.
“Takva” örneği sergileyecek bir gün de; Kurban Bayramı günüdür. Bugün, “ahde vefa”nın, “sılayırahim”in, ana baba saygı ve sevgisinin, kardeşlik duygusunun, komşuluk hak ve hukukunun, fakir ve fukaranın düşünüldüğü/gözetildiği gündür. Mali bir ibadet olan kurban kesmekle özdeşleşmiş olan Kurban Bayramının Türk milleti için, nice nice mutluluklara, ülkemizde ve dünyada kalıcı bir huzura ve sevince vesile olması dileğimizdir.



KURBAN BAYRAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Milletlerin en güzel anları bayramlarda ifadesini bulmuştur. Bayram; dert ve sıkıntıların unutulduğu, neşe ve sevincin coştuğu, ana baba ve yakınların bir araya geldiği, komşuluk hukukunun gözetildiği ve kaynaşmanın sağlanmaya çalışıldığı gündür. Müslüman olan milletlerin, bir yıl içinde, böyle iki bayramı vardır. Bunlardan biri, ramazan ayının sonunda kutlanan Ramazan Bayramıdır. Diğeri bu bayramdan iki ay on gün sonra kutlanan Kurban Bayramıdır. Kurban Bayramı adını, bu bayram günlerinde, Allah rızası gözetilerek, kesilen ‘‘kurban’’lardan almaktadır. Kurban, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan ve onun rızası için kesilen bir hayvana ad olmaktadır.
Kurban Bayramı, Ramazan Bayramından farklı bir özellik taşımaktadır. Çünkü bu bayramda kesilen ‘‘kurban’’, her Müslüman’a değil sadece zengin Müslüman’a vaciptir. Bundan dolayı mali bir ibadettir. Ancak bir kısım insanlara vacip olan kurbanda, maddi durumu iyi olmayan ve kurban kesemeyen kimsenin de hakkı vardır. Bu ibadet vasıtasıyla zengin ile fakir kaynaşmakta ve birbirinin kazanacağı sevabı paylaşmaktadır. Dolayısıyla kurban, ictimai /toplumsal bir olgu özelliği taşımaktadır.
Allah, Peygamberi’ne, ‘‘Doğrusu biz, sana, pek çok nimet verdik, O hâlde Rabb’in için namaz kıl, kurban kes.’’   diye emretmektedir. Hz. Muhammed’in (sas) şahsı muhatap alınan ve hususilik ifade eden bu çeşit emirlerde, umumilik bulunmakta ve bütün Müslümanlar için emir ifade etmektedir. Hatta bir başka ayet’te ‘‘Her ümmete/millete, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine onun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.’’  denilmektedir. Bundan sonraki ayette, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, başlarına gelene sabreden, namaz kılan, kendilerine rızık olarak verilenlerden sarf eden kimselerin müjdelenmesi istenmektedir.  
Kur’an; kurbanlık deve ve sığırları Allah’ın insanlara nişaneleri olduğunu, onlarda hayır bulduğunu, keserken Allah’ın adının anılması gerektiğini, onlardan yiyebileceğini, isteyene de istemeyene de verilebileceğini bildirmektedir.  
Yukarıdaki ayetlerde kurbanın hükmü belirtilmekte ve namazla beraber zikredilmektedir. Namaz ferdî bir ibadettir ve bedenîdir. Kurban mal ile yapılan bir ibadettir. Ancak ferdî olmasının yanında cemiyete yönelik bir tarafı da bulunmaktadır. Bu iki ibadet, insanın ‘‘kulluğu”nu ölçmeye yarayan bir ‘‘ölçü’’dür. Her ikisi de kulu Allah’ a yaklaştırmaktadır. Namaz, ‘‘Müminin miracıdır.’’ hadisine göre, kulu Allah’a yaklaştırmakta ve onunla buluşturmaktadır. Kurbanda da aynı özellik bulunmaktadır. Yine namaz bedenî fedakârlığın ölçüsü, kurban da mali fedakârlığın ölçüsüdür. Her ikisinde de gösterişten uzak olarak yapılması lazımdır.
Yüce Allah (cc) kurbanla neyin murat edildiğini şöyle açıklamaktadır; ‘‘Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. “  (Allah için yapılan gösterişten uzak amel ve ibadet, iyi ve güzel işler). Müslüman, her ibadetinde olduğu gibi, bundan da, ‘‘takva’’yı gözetmesi, Allah’ın rızasını ümit etmesi gerekmektedir. Zaten bir Müslüman’ı diğer Müslüman’dan ayıran en büyük fark da ‘‘takva’’da yaratmaktır. Çünkü Allah, insanları, bir kadınla bir erkekten yarattığını, onları milletler ve kabileler hâline koyduğunu bildirmekte ve üstünlüğün ancak “ takva” ile olduğunu açıklamaktadır.  
Müslüman Türk milleti; Kurban Bayramını ‘‘takva’’ örneği sergileyeceği bir gün olarak görmekte ve yerine getirtmeye gayret göstermektedir. Bu bayramlar, ahde vefanın, sılayırahimin, ana baba sevgisinin, kardeşlik duygusunun; komşuluk hak ve hukukunun, fakir ve fukaranın düşünüldüğü/gözetildiği günlerdir. Yılda iki defa tekrarlanan bugünler, iyi değerlendirilmeli ve aslına uygun kutlanmalıdır. Ayrıca bayramlar, saygı ve sevginin yaşanır kılınmasının, iyi örneklerin sergilenmesinin, örf ve âdetlerimizin canlandırılmasının, dargınlıkların ve kırgınlıkların giderilmesinin fırsatıdır. Bu fırsatlar, iyi değerlendirilmelidir.
‘‘Bir millet, kendini değiştirmedikçe Allah, o milleti değiştirmez. ’’

BAYRAMLARIN HATIRLATTIKLARI
Bayramın ilk günü bayram namazı ile başlamakta ve coşkulu bir şekilde devam etmektedir. Apartmanlarda, sokaklarda ve yollarda bir canlılık bir bereketlilik gözlenmektedir. Bu; bir ay tutulan ramazan orucunun bir mükafatı gibidir. Bayram; bolluk, bereket, rahatlık, sevinç ve neşe günü demektir. Milletlerin hayatında önemli yeri olan bayramlar, dinî ve millî karakter taşımaktadır. Her milletin iyi ve kötü günleri vardır. İyi günler, sevinç ve neşe; kötü günler üzüntü ve yas kaynağıdır. İyi günlerin hatırası bayramla noktalanmıştır. Bugünler bayramlarla hatırlanmakta ve yaşatılmaktadır. Her dinî ve millî bayramın, bir geçmişi bir hatırası ve hatırlattıkları vardır. Milletler, hatıralarıyla geçmişe, hayalleriyle de geleceğe bağlanmaktadır. Milletlerin hayatında her bayram, binadaki bir tuğla yerindedir. Millî bayramlar; büyük bir mücadeleden sonra kavuşulmuş olan bir mutluluğu ve yapılan ortak bir mücadelenin zaferini gündeme getirmekte, varılmış olan durumun ve ortamın kıymetinin bilinmesini hatırlatmaktadır. Dinî bayramların da bir geçmişi bir başlangıcı ve kutlanmasında sunduğu mesajlar bulunmaktadır. Müslümanlarca kutlanan iki dinî bayram, bilindiği gibi, Ramazan ve Kurban Bayramıdır. Ramazan Bayramı, ramazan ayının bitiminde; Kurban Bayramı da Ramazan Bayramından iki ay on gün sonra kutlanmaktadır. Bu bayramlar ve kutlanması, Peygamber’imiz Hz. Muhammed’in Medine’ye geldiğinde, ora halkının eğlendikleri ve bayram yaptıkları iki günleri olduğunu görmesi üzerine söylediği bir hadisine dayanmaktadır.
Bugünlere bayram denilmesi, onların bir sevinç, neşe ve ferah günü olmasındandır. Bayramlar; Allah’ın birçok ihsanının ve nimetlerinin tecellisidir. Kur’an, Hz. İsa’nın Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünü bir bayram olarak gördüğünü şöyle belirtmektedir: “Meryemoğlu İsa, Allah’ımız, Rabb’imiz üzerimize gökten bir sofra indir ki bize ve bizden sonrakilere bir bayram ve senden açık bir delil olsun dedi.”   Hristiyanlarda olduğu gibi Yahudilerin hatta diğer din mensuplarının sevinç günlerinin hatırasına kutladıkları bayram günleri vardır. Ramazan ve Kurban Bayramları da Müslümanların kutladıkları bayramlardır. Bu iki bayramın da kendine özgü özellikleri bulunmaktadır. Ramazan Bayramının özelliği; Müslümanların tuttukları bir aylık ramazan orucundan sonra kutlanmasıdır. Bu bayram, ayetlerden ve hadislerden çıkarılmıştır. Gerçi ramazanın her iftar vakti bir muhasebe durumundadır, bir bayram hüviyetindedir. Çünkü oruç, mükâfatı çok büyük olan ve mükâfatını bizzat Allah’ın üzerine aldığı bir ibadettir. Bunun için her gün; affedilme, temizleme ve sevinç günüdür. Hele ramazanda Kadir Gecesi gibi bir gecenin olması ayrı bir sevinç kaynağıdır. Bugünler; insanlara, muhasebe yapmaya, kendini sorgulamaya imkân vermekte hatta Allah’tan af dileyerek, kötülük ve günahlarından kurtulmayı ümit ettiği günlerdir. Kalben temizlenme anlayışına kavuşma ümidiyle insan, rahatlamakta ve temizlenmektedir. Mümin kimse, bir aylık ramazanda bazı güzel alışkanlıkları, güzel davranışları kazanmış kimseler olarak bayrama ulaşmaktadır. İnsanın edindiği güzel alışkanlıkları devam ettirmesi, edindiği disiplinli yaşayışı sürdürmesi ramazanın kazançlarından olmalıdır. Ramazan ayı boyunca aç kalmanın, susuzluğun, nefsi arzulardan fedakârlık etmenin karşılığı bayram gibi görülmelidir. Bayramdan sonra da ramazandan kazanılan disiplin devam ettirilmelidir. Helalinden kazanma, helal ve doğru düşünme ile iradeyi güçlendirme, yalan ve riyadan uzak durma, gıybet ve kötü zandan kaçınma, fitne ve fesada düşmeme hayatın bütün safhasına yayılmalıdır. Bunları alışkanlık hâline getiren insanlardan oluşacak toplum, ideal toplum hâline gelecektir. Allah’ın istediği de böyle bir toplumun oluşması, ferdî ve toplumsal sorumluluklara sahip insanların sayısının artmasıdır.  XVI-XVII. yüzyıllarda yabancı seyyahlar, Türklerin bayramlarını anlatmakta ve Türklerin bayramda nelere dikkat ettiklerine yer vermektedir. Onlar, Türklerin bayram günlerinde birbirlerinden özür dilediğini, her cuma gününde af talebinde bulunduklarını anlatmaktadırlar. Türklerin, düşmanını affetmeyen veya en azından öyle görünmeyen kimselerin günah işlediklerini kabul ettiklerini, affa yanaşmak istemeyenlerin görünmemeye çalıştıklarını seyahatnamelerde altı çizilen hususlardandır.
Bayram günleri, barışma, helalleşme günleridir. Birbirine küs olan, birbiriyle konuşmayan, birbirine darılmış olan kimselerin barışması için bayramlar iyi bir fırsattır. Küskün kalmak, küskünlükte ısrar etmek kimseye fayda getirmez ve getirmemektedir. Ayrılmış, kopmuş, bulunduğu kitleyi terk etmiş olanların muhasebe yapmasına ve bir araya gelmesine, bayram gerekçe oluşturmalıdır.

KURBAN, HAC VE İMTİHAN
Kurban Bayramının ilk gününde; sokaklar, parklar ve bahçeler insanlarla doludur. Bir tarafta bayramlaşmalar, diğer yandan kesilen kurbanlar ve etrafındaki kalabalık dikkati çekmektedir. Çünkü arife günü, bunun göstergesidir. Kurban Bayramı olunca, yanında iki “ibadet” yerine getirilmektedir. Bunlardan birisi farz olan hac diğeri de vacip olan kurban kesmektir.  Kurban, kendisiyle Allah’a yaklaşmaya ve onun rızasına kazanmaya sebep olan “şey” demektir. Kurbanla mümin, malından fedakârlık etmekte ve onunla Allah’a yaklaşmaya çalışmaktadır. Bu bir fedakârlık, bir “imtihan”dır. Bu imtihan Hz. İbrahim ile başlamaktadır. Çünkü Hz. İbrahim’in çocuğu olmamıştır. O da Allah’tan salihlerden olmak üzere bir evlat istemiştir. Allah, Hz. İbrahim’in dilediğini kabul etmiş ve ihtiyar yaşına rağmen ona bir oğul vermiştir. Bunun üzerine üst üste rüyasında oğlunu boğazladığını görmüştür. Hz. İbrahim bunu oğluna (İsmail) açmıştır. Oğlu da babasına sana ne emrediliyorsa onu yap ve beni sabredenlerden bulacaksın diyor. Baba Hz. İbrahim, oğlunu kurban etmek üzere yatırıyor. Bıçağı vuracağı zaman Allah, kurbanlık hayvan gönderiyor. Hz. İbrahim, oğlunun yerine, hayvanı kurban ediyor. O günden itibaren kurban kesmek vacip bir ibadet oluyor .  Kur’an, Hz. İbrahim’in bu kıssasını naklediyor ve Peygamber’imizin şahsında Müslümanlara, bir imtihan vesilesi olarak kurban kesmesini emrediyor.  İslam’da belli bir zaman ve şarta bağlı ibadetler üç kısımdır. Biri mal ile, diğeri can (beden) ile, üçüncüsü de hem mal hem can ile yapılır. Hac, hem mal hem beden ile; kurban, mal ile yapılandır. Namaz, oruç gibi ibadetler de sadece bedenen yapılan ibadetlerdir. Günümüzde her toplumda, değişik kelime ve şeylere, “Yüce Varlığa”, Allah’a yakınlaşmayı sağlama gayesinde yerine getirilen “kurban anlayışı”na rastlanmaktadır. İslâm’ın dışındaki dinlerde bu, “kansız kurban” şeklindedir. “Kansız kurban”dan kasıt, sunulan takdimelerdir. İslam’da kurban, açık ve net şekilde bildirilmiştir. Kur’an’da Allah’ın her topluma/ her “ümmete” kurban kesmeyi emrettiği belirtilmektedir.”
İlgili ayetlerde Allah, her dinde ve her millete “kurban”ı emrettiğini bildirmektedir. Ancak onların diğer emirlerde olduğu gibi bunda da tasarrufa gittikleri, işin kolayına kaçtıkları anlaşılmaktadır. Bunun için onlar, çiçek, mum, yiyecek ve içecek gibi şeyleri “kurban” olarak sunmuşlardır. Bu, “sembolik kurban” anlayışını doğurmuş ve fedakârlıktan kaçınmaya yol açmıştır. İslam, kurbanı da aslına uygun hâle kavuşturmuş ve “imtihan vesilesi” kılmıştır. Zengin olanlara kurban kesmeyi tavsiye etmiştir.  Kurban, bir “imtihan”dır. Maldan fedakârlık edebilme imtihanıdır. Çünkü Allah, kurban ile neyi murat ettiğini şu ayet ile açıklamaktadır: “Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaktadır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır.”  Burada da Allah “takva”yı esas almıştır. Takva da gösterişten uzak, samimiyetle yapılan amel ve ibadetlerdir. Müslüman’ın her hareketinde, işinde, davranışında ve ibadetinde olduğu gibi kurbanda da “takva”yı gözetmesi gerekmektedir. Bir Müslüman’ı diğerinden ayıran fark da “takva”dadır.
Bayramlar da “takva” örneğinin sergileneceği günlerdendir. Kurban Bayramı kesilen kurbanlarla, yapılan sohbetlerle, sunulan dualarla “kul”u Allah’a yaklaştırmaktadır. Bunun yanında bu bayramlar, “kul”u kula da yaklaştırma özelliği taşımaktadır. İnsan, yakınlarını, komşularını, eşini, dostunu ve darda olanları düşünerek, onları ziyaret ederek bu yakınlaşmayı gerçekleştirmektedir.  Bayramlar, sevgi, neşe günüdür. Kardeşlik duygularının coştuğu insanların birbirini affettiği, birbirini kucakladığı günlerdir. Bugünleri iyi değerlendirmek gerekmektedir. Zaten insanlar ya acı günlerde veya neşeli günlerde kaynaşma zemini bulmaktadır. Hem acı günleri hem sevinç günleri barışın, kaynaşmanın ve dostluğun sağlandığı günlerdir. Bugünler, insanların nefis muhasebesi yapmasına, kendi kendini ve başkalarını değerlendirmesine, makul olanı yakalamasına fırsat tanımaktadır. Bu fırsatlar; hem şahsımız hem ülkemiz hem milletimiz hem de insanlık için iyi değerlendirilmelidir. Bu, özellikle Türk milletini yükseltme ve ileriye götürme ülküsünü taşıyanlar için bir fırsat olmalıdır. Çünkü her toplumun/her milletin değişiklik yapması ve iyiye doğru gelişme kaydetmesi kendi elindedir.   Bu durum bir hadiste de şu şekilde formülleşmiştir: “Her millet, layık olduğu şekilde idare edilir.”