Misak-ı Milli ve Milli Yemini Koruyan ve Yaşatan Tek Siyasi Parti olarak Milliyetçi Hareket Partisi

27 Mart 2025 13:16 Alp Giray ERDEMİR
Okunma
189
Misak-ı Milli ve Milli Yemini Koruyan ve Yaşatan Tek Siyasi Parti olarak Milliyetçi Hareket Partisi

Misak-ı Milli ve Milli Yemini Koruyan ve Yaşatan Tek Siyasi Parti olarak Milliyetçi Hareket Partisi
Av. Özmen Alp Giray ERDEMİR 
MHP MYK Üyesi

Türk milleti için hem millî bir program, hem tarihî bir ilham kaynağı hem de millî Türk devletinin kuruluşuna esas olan temel bir hukuk metni olan Misak-ı Millî’nin ilanının yüz beşinci yıl dönümündeyiz. Bu itibarla, ilanından yüz beş yıl sonra dahi Türk milletinin ve Türkiye’nin güvenliği için önemini muhafaza etmekte olan bu temel metni, millî yemini milletçe bir kez daha tekrar etmek ve toplumun tüm kesimleri tarafından hiçbir zaman unutulmamak üzere hatırlamak gerekmektedir.
Misak-ı Millî, her şeyden önce, bir istiklal ve istikbal yeminidir. Fahir Armaoğlu tarafından tanımlandığı şekliyle, “Türk’e millî şahsiyetini verme ve millî bir Türk devleti kurma mücadelesi hukuki ifadesini 28 Ocak 1920 tarihli Misakı Millî’de bulmaktadır. Fikrî temeli Atatürk tarafından hazırlanan ve esasları onun tarafından tespit edilmiş olan Misakı Millî, bilindiği gibi, Osmanlı Devleti’nin münhasıran Türklerle meskûn toprakları üzerinde Türk’ün millî devletini kurma andıdır.”
Bu andın değerinin anlaşılabilmesi için, ortaya çıktığı şartlarla birlikte ele alınması elzemdir. Zira Misak-ı Millî’ye giden süreç, insanlık tarihinin o güne kadarki en büyük savaşı olan 1. Dünya Savaşı’nın yahut bir diğer adı ile Cihan Harbi’nin ardında bıraktığı büyük yıkımla başlamıştır. Can ve mal kaybı itibariyle yaşanan büyük yıkımın dışında, galiplerin mağluplar üzerinde kurduğu veya kurmaya çalıştığı büyük tahakküm, bu harbin bir başka karakteri olmuştur. Mütegallibenin baskıcı ve sömürücü vasfı, Sevr’den önce, Mondros’un hemen ardından kendini göstermiştir.30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmış ve İngilizler mütarekenin 7. maddesini dayanak kılarak 8 Kasım’da Musul’a, 9 Kasım’da Çanakkale’ye, 13 Kasım’da İstanbul’a girmiştiler. 1920 yılının Ocak ayına kadar Antakya, Kilis, Tarsus, Adana başka birçok yerleşimle birlikte Çukurova bölgesi; Kars, Batum ve civarı, Antep, Maraş, Urfa gibi kentler, Antalya, Bodrum, Marmaris, Kuşadası dâhil Akdeniz kıyıları ve memleketin başka birçok köşesi galip İngiliz, Fransız ve İtalyan ordularınca işgal edilmiştir. Bütün bu işgaller arasında sosyopsikolojik olarak en yıkıcı etkisi olanlardan biri İtilaf kuvvetlerinin, “cümle mazlumun sığınağı” olan payitahtı işgali ise bir diğeri de şüphesiz, kısa bir süre öncesine kadar Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Yunanların 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgali idi. Bu şartlar altında Türkiye savaş esnasında kaybettiği topraklara ek olarak, savaş fiilen sona erdikten sonra, savaşmadan vatan topraklarının işgaline katlanmak zorunda bırakılmaktaydı. Haksız işgallere karşı Anadolu’nun birçok köşesinde yerel silahlı direnişler başlamış ve Kuvayı Millîye büyük Türk milletinin sinesinden teşekkül etmeye başlamıştı. İstanbul’da ise 23 Mayıs 1919’dan başlayarak Sultanahmet Mitingleri yüz binlerce kişinin katılımıyla tertip edilmekte ve bu haksız işgaller protesto edilmekteydi. Türk milleti, yaşadığı tüm sıkıntılara ve karşı karşıya kaldığı tüm haksızlıklara karşı direniş iradesini ve kurtuluş ümidini korumaktaydı. Birinci Sultanahmet Mitinginde Mehmet Emin Bey’in (Yurdakul) dile getirdiği “Biz bütün felâket ve musibetlere, her şeye karşı memleket ve milletimizin hayat ve necatından (kurtuluşundan) ümidimizi kesmeyelim. Bilelim ki, gökler fırtınasız, baharlar hazansız olmadığı gibi, hiçbir vakit insanlar da dertsiz kalmamışlardır. Istırap, beşeriyetin talihidir. Mağlubiyet her milletin hayatında mukadderatın elinden içtiği bir zehirdir. Lâkin fırtınalardan sonra parlak güneşler, hazanlardan sonra şu güzel çiçekler göründüğü gibi, dertlerden sonra da saadet günleri gelir. Eğer biz felâketten, mağlubiyetten ders almağı bilirsek, şüphe yok ki, bizim içtiğimiz zehir bir ilâç olacaktır.”  ifadeleri, Türk milletinin Millî Mücadele şeklinde tezahür edecek ümit ve iradesinin adeta bir yansıması idi.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa, anılan konuşmanın yapıldığı tarihten kısa süre sonra, 25 Mayıs 1919’da Havza’ya geçmiştir. 28 Mayıs 1919’da Havza Genelgesi ile işgallere karşı millî tepkinin sürdürülmesi gerekliliği kamuoyuna duyurulmuştur. 23 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresinde bir Heyet-i Temsiliye oluşturulmuş, yayımlanan beyannamede yer alan “Düvel-i itilafiyece mütarekenin imza olunduğu 30 Teşrinievvel 334 tarihindeki hududumuz dâhilinde kalan ve her mıntıkasında olduğu gibi Şarki Anadolu vilayetlerinde de ekseriyet-i kahireyi İslamlar teşkil eden ve harsî, iktisadî tefevvuku Müslümanlara ait bulunan ve yekdiğerinden gayr-i kabil-i infikak öz kardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskun memalikimizin mukasaması nazariyesinden bi’l-külliye sarf-ı nazarla mevcudiyetimize, hukuk-ı tarihiye, ırkiye ve diniyemize riayet edilmesine ve bunlara mugayir teşebbüslerin tervic olunmamasına ve bu suretle tamamıyla hak ve adle müstenid bir karara intizar olunur.”   ifadeleri ile vatanın bütünlüğü bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu ifade, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihteki sınırlara atıfta bulunarak bu tarihte Türk sınırları içinde kalan toprakların bir bütün olduğu ortaya konmuştur. Bu yüksek irade, Milli Mücadele için bir parola olmuş ve Türk milletinin yemini olan Misak-ı Millî’ye de temel teşkil etmiştir.Sivas Kongresi’nden sonra yayımlanan beyanname ile tekrar edilen bu millî parola, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelişinden sonra yaptığı konuşma ile somutlaştırılmıştır. Böylelikle Misak-ı Millî’nin yalnız sınırları değil, metni de şekillenmeye başlamıştır: “Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye ile birlikte 27 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan Ankara’ya gelerek Meclisin toplanması için hazırlıklara başladı. Ankara’ya geldiğinin ertesi günü Ankaralılara hitaben yaptığı konuşmada millî dış siyaset anlayışını açıklamasının yanı sıra Misak-ı Millî sınırlarının nasıl olması gerektiğini de açık bir şekilde ifade etmiştir. Misak-ı Millînin ilanından yaklaşık bir ay önce Mustafa Kemal Paşa bu konuşmasıyla sınır tespitini yapmış, ileride ilan edilecek olan Misak-ı Millînin metni ile ilgili ip uçlarını vermiştir.” Bu süreçte İstanbul fiilen işgal altında olmakla birlikte, işgal kuvvetleri henüz İstanbul’un idaresine resmen el koymuş vaziyette değildi. Bu şartlar altında toplanan Meclis-i Mebusan 28 Ocak 1920 tarihinde toplanarak Millî Mücadele liderliği ve Mustafa Kemal Paşa tarafından zikredilmiş bulunan ilkeler ışığında bir milli yemini ve Türk milletinin kabul edebileceği asgari barış şartlarını oy birliği ile kararlaştırmıştır. 17 Şubat 1920’de, Meclis, bu kez bu kararın ilanı için toplanmıştır. Edirne mebusu Şeref Bey’in (Aykut) “Ahd-ı Millinin parlamentolara ve umum matbuata tebliğ edilmesini ve tercihan müzakeresini teklif eylerim.” şeklindeki teklifi kabul edilerek , 17 Şubat 1920’de, her bir maddesi alkışlar eşliğinde tek tek okunarak dünyaya ilan edilmiş ve ismi ile mütenasip biçimde vazgeçilmez bir milli yemine dönüşmüştür.  Misak-ı Millî’nin kabulü olan 28 Ocak 1920 tarihinden 17 Şubat 1920 tarihine kadar geçen sürede başlıca Millî Yeminin uluslararası kamuoyuna ve basına duyurulması için tercüme hazırlıkları yapılmıştır. Misak-ı Millî’nin ilanı, Millî Mücadele’den yana olan Vakit Gazetesinde “Ahd-ı Millî Programı”, İkdam Gazetesinde “Misâk-ı Millî Programı Sureti”, Tevhid-i Efkâr Gazetesinde “Meb’ûsân Meclisi’nde Millî Haysiyet Şahlanışı” şeklinde duyurulurken, Damat Ferit Paşa hükûmetlerine yakın olan Alemdar Gazetesinde “Meclis-i Meb’ûsân’da Ruzname Harici İttihadcı Pervasızlığı” şeklinde duyurulmuş, milli ve gayrimillî cephelerin ayrışmasında daha o günlerde bir turnusol kağıdı vazifesi görmüştür. Misak-ı Millî’nin dış basında da yansımaları olmuş, öyle ki, bu husustaki değerlendirmeler ilanından bir yılı aşkın süre geçtikten sonra dahi devam etmiştir. Söz gelimi, Sakarya Meydan Muharebesi’nden kısa süre önce, 5 Ağustos 1921 tarihinde, bugünkü adı “The Guardian” olan ve o tarihlerde “The Manchester Guardian” adıyla yayımlanan gazetede Türkiye ile anlaşma ihtimalleri tartışılırken “Ankara ‘Milli Misakı’” başlığı kullanılmış ve Misak-ı Millî “Milliyetçilerin uğrunda savaştıkları şartlar, hareketin ilk günlerinde hazırlanan ve Anadolu'nun iç kesimlerinde toplandıktan kısa süre sonra Büyük Milli Meclisi tarafından kabul edilen ‘Misak-ı Milli’ adlı kısa bir belgede somutlaşmıştır.” ifadeleri ile Misak-ı Millî, Türk milliyetçilerinin milli programı olarak tanımlanmıştır. 
Böylelikle tüm dünyaya ilan edilmiş bulunan Misak-ı Millî, “İstiklal Harbi’miz sırasında Türk milletinin maksatlarını özetleyen ve Millî Mücadelenin başından sonuna kadar değişmeyen bir programın adıdır.”  Bu program yalnız Meclis’te ve idari sınıfta değil, memleketimizin her bir köşesinde milletin kalbinde bir yankı uyandırmış ve işgale karşı direnişte, istiklal kararlılığında, istikbal tasavvurunda bir milli program olarak Kurtuluş Savaşı boyunca esas alınmıştır. Misak-ı Millî’nin tüm milletçe kurtuluşa esas alındığına dair sayısız emsalden biri Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’dan önce, 3 Haziran 1922’de TBMM’de okunan bir telgrafta açıkça görülmektedir. “Ankara'da B. M. M. Riyaseti Celilesine” başlığı ile Bozaniç eşrafından Mehmet Ali, Hüsnü, Emin ve Mehmet Efendilerin gönderdikleri telgrafta yer alan “Sevgili İzmir, Edirne, Bursa'mıza saldıran hunhar düşmanın mavi paçavrasını istemeyiz. Misakımillî haricinde yapılacak herhangi bir sulhu istemeyiz. Bu uğurda al bayrağın gölgesinde öleceğiz. Yaşasın hakkı uğrunda fedayı canı cana minnet bilen Ulu Türk Milleti.” İfadeleri , Misak-ı Millî’nin Türk milletinin kalbinde ve zihninde yarattığı aksisedayı açıkça ortaya koymaktadır.B u inançla zafere taşınan Kurtuluş Savaşı’ndan yıllar sonra, bugün dahi Türk milletinin tüm değerleri gibi Misak-ı Millî’yi de baş üstünde taşıyan ve vazgeçilmez bir yemin olan milli bir hukuk metni olarak kabul eden tek siyasi hareket Milliyetçi-Ülkücü Hareket ve bu yemini yaşatan ve tüm dünyaya her daim hatırlatan lider, Lider’imiz Sayın Devlet Bahçeli’dir. Genel Başkan’ımız Sayın Devlet Bahçeli’nin, 08.01.2019 tarihli TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşmalarında “Türkiye Fırat’ın doğusunu-batısını emniyete alacak, esenliğe ulaştıracak kudrete haizdir. Milli şuur diridir, Misak-ı Millî’nin anıları hala tazedir. Biz bitti demeden hiçbir şey bitmez, tamam demeden hiçbir hain gün yüzü göremez, göremeyecektir.”  ifadeleri ile Misak-ı Millî’yi Türkiye’nin güvenliği ve terör karşıtı mücadelesi bağlamında ele alarak Türk Milletinin dikkatine tekraren sunmuşlardır.
Anadolu’nun güvenliğinin Misak-ı Millî merkezli ve milliyetçi bakışla ele alınmaksızın sağlanamayacağı, yine Genel Başkanımız Devlet Bahçeli tarafından “Kılıçdaroğlu biliyorsa söylesin, Ortadoğu’da olmadan, Libya’daki kanamayı dindirmeden, Misak-ı Millî emniyet ve esenliğe kavuşturulmadan Anadolu’da nasıl tutunacağız?”  sözleri ile vurgulanmış, aynı bağlamdaki “Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli haritasının son sınırından başlayacaktır. Bu nedenle Türkiye komşu coğrafyalarda nerede bir kanayan yara varsa oradan bulunmalı, tehdit ve tehlikeler kaynağında yok etmelidir.”  sözleriyle millî güvenliğin Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında hiçbir varlık göstermeyerek değil, aksine aktif bir politika ile sağlanabileceği ve bu noktada temel noktalardan birinin Misak-ı Millî’nin güvenlik ve esenliği olduğu açık biçimde ilan edilmiştir. Misak-ı Millî, Ülkücü Hareket ve Milliyetçi Hareket Partisi için yalnız tarihi bir metin değil, zulme karşı, mazlumun yanında bir milli duruşun da ilham kaynağıdır: “Kimin ne dediğinin bir önemi yoktur, millet ne istiyor, milli haklarımız neyi gerektiriyor ona bakarız, ilhamımızı tarihten, itibarımızı ecdadımızdan, itimadımızı da imanımızdan alırız. Mazlumların dostuyuz, 100 yıllık maziye sahip Misak-ı Millî’nin sevdalısıyız; zalimlerin, hainlerin, iç ve dış hasımların sonsuza kadar dimdik karşısındayız.”  Bu millî duruş, Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye için kararlılıkla uyguladığı ve uygulanmasını sağladığı aktif dış politikanın da Misak-ı Millî ışığında Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmesini sağlamaktadır. Nitekim Sayın Genel Başkanımızın ifade ettikleri üzere “Tarih bize diyor ki, mücavir topraklarda, komşu ülkelerde önü alınamamış krizler, iç kargaşa ve çatışmalar bir virüs gibi yayılıp eninde sonunda ülkemize bulaşacaktır. Misak-ı Millî’nin koordinatlarına muvafık şekilde Türk savunma alanı oluşturuyoruz. Bu savunmayı yapamazsak, bu savunmada tereddüt edersek, herkesi uyarıyorum ki, Anadolu’yu veririz, Anadolu’yu teslim ederiz.”