TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TURAN ÜLKÜSÜ

27 Mart 2025 13:20 Prof. Dr.Saadettin Yağmur GÖMEÇ
Okunma
16
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TURAN ÜLKÜSÜ

Prof.Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE TURAN ÜLKÜSÜ

Yirminci yüzyılın sonlarında, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla beraber bu ülke sınırları içerisinde yaşayan bazı Türk gruplarının bağımsızlıklarını kazanmalarına en çok sevinen Türkiye Türkleri oldu. Çünkü böylece, Avrupa’dan Amerika’ya kadar neredeyse dil ve kültürce birbirine yakın 300 milyondan fazla Türk’ün kucaklaşması gerçekleşti. Artık Türkiye Cumhuriyeti de dünyada yalnız olmadığını, arkasında her şeye rağmen muazzam bir Türk nüfusunun bulunduğunu hissetmişti. Fakat beceriksiz siyasetçiler yüzünden bir türlü bu büyük kitle bir araya getirilemedi. İnsanların duygularına hitap eden hamasi söz ve davranışlardan bir yere varılamayacağını da gördük.
Hâlbuki Türk-Turan Birliği için bu durum bir ilk adım olabilirdi. Bu bağımsızlık hareketleri ve bundan kaynaklanan başlangıçtaki birlik ruhundan yeterince yararlanılamadı. Cumhuriyetlerin ortaya çıkışı sırasında, Türkiye pek çok şeyde olduğu gibi ne yazık ki, bu konuda da hazırlıksız yakalandığından, Türk Dünyası ile irtibat noktasında da eksiklikler gözüktü. Atatürk ve Nihal Atsız gibi Türkçü-Turancılar Sovyet-Rus imparatorluğunun dağılacağını onlarca yıl evvel söylemelerine, rahmetli Alparslan Türkeş esir Türk kardeşlerimizle yeterince ilgilenilmediğini milyonlarca defa açıklamasına rağmen, o vakitler Türkiye’yi yöneten şahıslar utanmadan, sıkılmadan “hazırlıksız yakalandık” dediler. Devletin başında bulunan bu kişiler, Türk Milliyetçilerine bir zamanlar ütopist-faşistler dememişler gibi, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Kadar” ve “21. Asır Türk Çağı Olacak” diye birtakım sloganlar atarken en öndeydiler. İster-istemez bu sözleri kendileri açısından tehdit olarak algılayanlar da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uzun yıllar gözünü açamaması ve çevresiyle ilgilenmemesi için başına çorap örmekten de geri durmadılar.
Aslında bu kardeşlerimiz de Azerbaycan hariç, böylesine kolay bir hürriyeti beklemiyorlardı. Tabiki bu vakitlerde Türkiye’yi yönetenlerin de yukarıda değindiğimiz üzere samimiyetlerine bakmak gerekir. Yani yeni Türk devletlerinin ortaya çıkmasını ve birlikte hareket etmeyi gerçekten istediler mi, bu durum sorgulanmalıdır. Elbette onlar tarihin karanlıklarında yok olmaya mahkumdur. Ancak asil Türk milleti Mustafa Kemal’i, Atsız’ı, Elçibey’i, Alparslan Türkeş’i, Rauf Denktaş’ı daha şimdiden kalplerinin en derin yerlerinde sevgiyle anmaktadır.
Bu durumu bir kenara bırakacak olursak; Türk milliyetçilerinin şu aşamadaki ülküleri küçülmek değil, büyümektir. Yeni bir dünya oluşurken Türk ülkelerinin sınırlarını daha fazla nasıl genişletebiliriz, bunu düşünmek Turancılığımızın esas amacı olmalıdır. Atsız Beg’in tarifine göre Turancılık; “bütün Türkleri tek devlet halinde birleştirmektir”. Dolayısıyla Türkçü-Turancıların hedefi, gündelik iş ve politikalarla uğraşanlardan elbette daha büyük ve yücedir. Çünkü onların yapmaları gereken önemli işler vardır. Bu ise, asil Türk milletini bütün dünyada layık olduğu en saygın yere taşımaktır.
Herkesin bildiği üzere Türkiye’nin çevresinde bilhassa Avrupa Birliği ve Amerika’nın zorlamasıyla devletlerin yönetimleri değişiyor, yeni kukla idareler meydana getiriliyor. Bu plana göre Türkiye’nin de bölünmesi amaçlanmıştır ve Türkiye’nin ekmeğini yiyen, suyunu içen bazı gafiller de bilerek veya bilmeyerek bu oyuna alet olmaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin derhal bu pis kumpasa karşı tedbirler alması lazımdır. Bu da sineye çekilerek, her şeyi kabullenmek ve kadere bırakmak suretiyle olmaz. Öyleyse küçük kısır döngüler içinde karşımıza çıkacakları beklemek yerine, kendimize bir hedef ve politika belirlememiz gerekir ki, bunun çerçevesini çizecek kişiler de Türk Milliyetçileridir. Eğer zaman zaman hükümetlerimizin veya bazı siyasetçilerimizin söylediği gibi büyük bir devlet isek, bunun icaplarını da korkmadan ve çekinmeden yapmamız lazımdır. Önce kükreyip, sonra kedi gibi pısarak hiçbir yere varamayız. Böyle bir hâl Türkiye’nin itibarını iki paralık eder.
Devletimizin kurucusu büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk ve yine onun bıraktığı Türkçülük bayrağını devralan değerli fikir adamı Nihal Atsız, yıllar önceden Türkiye’yi saran tehlikeleri sezmişler ve Türk milletini uyarmış idiler. Mustafa Kemal son Kızıl Elmamız olan; “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak” ülküsünü bize söylerken, Atsız Beg de; “büyümek istemeyen devlet küçülmeye mahkûmdur” diyordu. İşte bu sebepten kutlu ülkümüzü hatırlayıp, ona göre hareket etmemizin zamanı gelmiştir. Türk’ün amacı daima cihan devleti kurmak ve bu suretle dünyanın nizamını sağlamaktır. Bu büyük ve ebedi devlet de Turan’dır. Yani Kızıl Elma, bugün bazı televizyon dizlerindeki gibi, Türk milliyetçilerinin gazını almaya yönelik basit bir şey değildir.
Türk-Turan birlikteliğini gerçekleştirebilmek için Türkiye dışındaki bütün Türkleri hesaba katmamız lazımdır. Ancak Türkiye 21. yüzyıla pekçok sıkıntılarla girerken, daha iyi gelecek vaadeden iktidarların hiçbirinin başarılı olamayıp, içerideki birtakım problemleri çözüme ulaştıramaması yüzünden, kendi dışındaki Türk soydaşları ile de ciddi ölçülerde yakından ilgilenemediğini hepimiz biliyoruz. Şu bir hakikattir ki; günümüzde Türkiye ne Azerbaycan, ne Kazakistan, ne Kırgızistan, ne Özbekistan, ne de Türkmenistan’da ağırlığını hissettiremiyor. Bağımsız olan Türk Cumhuriyetlerindeki nüfuzu gün geçtikçe azalan Türkiye’nin, diğer Türk topluluklarına zaten tesiri şu an mümkün gözükmüyor. Maalesef Batı Trakya’ya, Doğu Türkistan’a, Kırım’a, Kök Oguz Yeri’ne, Suriye ve Irak’taki Türkmenlere, Kafkasya’daki Karaçay-Balkarlara, kısacası hiçbirine yeterince yardım eli uzanamıyor. Bunun sebebi Türkiye’nin bugünkü siyasi ve ekonomik yapısının zayıflığıyla beraber hükümetlerin dış politikalarda gerektiği gibi kararlı duramamasından veya farklı tercihlere yönelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu farklı tercihlerin neler olduğunu da hepimiz biliyoruz. Şimdilik Kıbrıs Türkleri hariç Türkiye’nin milli bir politikasının olduğunu söyleyemiyoruz. Kıbrıs Meselesi de son zamanlarda bazı siyasetçiler tarafından neredeyse Türkiye’nin kamburu gibi algılanmaya başlandı. Sırf Avrupa’ya ve Rumlara iyi görünmek, ileride onlardan doğalgazı birazcık ucuza almak sevdasıyla, korkarız yakında Kıbrıs’ın bazı yerlerinden veya tamamından da vazgeçilebileceğine dair kokular burnumuza gelmeye başladı. 
Türkiye Cumhuriyeti idarecilerinin tarihi görevini veya sürekli dillendirilen ağabeylik vazifesini artık yapmayacaklarını söylemeleri  bile bizce bir hatadır. Türk milleti bu coğrafyalarda tarihte mevcuttu, bugün de vardır. Milletlerarası siyasetlerin ortaya konmasında Türkiye faktörünün hesaba katılmadan hiçbir işin olmayacağını Türk politikacıları bir şekilde bütün cihana duyurmalıdırlar. Çünkü meseleler dünyanın binlerce km uzağından kalkıp gelen ülkelerinden daha çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Elbetteki Türkiye Cumhuriyeti bütün Türk Dünyasının ağabeyidir. Bu görevi de asla şu veya bu gerekçelerden ötürü bırakamaz. Türk Dünyasının önderi Oguz Türkleridir. Oguz uyursa diğerleri de uyur. Oguz ayağa kalkarsa bütün Türkler ayağa kalkar. Ama herşeye rağmen baştaki idareciler zaman zaman birbirleriyle ters düşse de, bütün Türkler kardeştir. Ve bu kardeşliği herkes canlı tutmak zorundadır.
Türk-Turan Birliği için illa da Türk ülkelerinin sınırlarının bir, bayraklarının tek olması da gerekmez. Düşünelim bir kere, Birleşmiş Milletlerdeki herhangi bir oylamada bütün Türk Cumhuriyetlerinin hepsinin bir anda evet ya da hayır oyu kullandığını; bundan daha güzel Türk birliği veya Turan olur mu?
Son günlerde yine dışarıdan kaynaklı olarak, Türkiye’nin bir federasyona dönüştürülmesine matuf yeni Osmanlıcılık veya ikinci, üçüncü cumhuriyet ya da eyalet sistemi gibi birtakım zırvalar işitmekteyiz. Her şeyden önce bunu dillendirenler bilmiyorlar ki, Osmanlıcılık da bir vakitler denendi ve başarılı olmadı. Geçmişte bazı Osmanlı Devleti ileri gelenleri ve fikir adamları ülkenin parçalanmasının önünü almak gayesiyle Osmanlıcılığı ortaya atmışlar ise de, yine de Osmanlı Devleti içindeki azınlıklar buna aldırış etmeyerek, buldukları desteklerle ilk fırsatta kendi milli devletlerini kurmuşlardı. Bugünün bazı tarihten habersiz sözde entelektüellerinin Osmanlı’yı tam bir federasyon yapısına haiz devlet sanmaları bir yana, güçlü olduğu devirlerde daima merkeziyetçi bir sistemi kullanan Osmanlı ve diğer Türk devletleri ne zaman ki, bölgesel idarelere, beylere, valilere fazla yetki tanımış derhal buralarda kopmalar olmuştur. Eğer bu “cahil entellektüeller” tarihe bir bakarlarsa bunu çok iyi göreceklerdir. Ama mesele üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir ki, herkesin de anladığı gibi burada bağcı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil Türk milletidir. Dolayısıyla birtakım kendini bilmezlerin sanki dünyayı yeniden keşfeder gibi tekrar Osmanlıcılık, bölgesel idarelerin güçlendirilmesi veya federasyon gibi fikirleri gündeme getirmelerinin arkasında farklı maksatların olduğu açıktır. Unutulmamalıdır ki, her bölgesel yönetim veya federasyon bir gün bağımsızlığını ilan eder. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler buna göz yumarlarsa er veya geç Türk devleti parçalanır. İkinci veya üçüncü cumhuriyet teranecilerinin de amacı budur. Milli devlet yapısını zayıflatıp, bölgesel idareleri güçlendirip, devlet içinde bir devlet öngörenler kimin kayığına bindiklerini, kime hizmet ettiklerini ya bilmiyorlar ya da biliyorlar ama ses çıkarmıyorlar.
Güçlü Türkiye’nin yaratılması çerçevesinde ve dünyada saygı duyulan bir kuvvet olması için, en azından 16. asırdan bu yana denenmemiş tek milli ülkü Turancılık kalmaktadır. Tabiki bizim dışarıdan besleme aydıncıklarımız, Cumhuriyet kurulduğundan beri ne zaman insiyatifi elimize alıp, tek başımıza bir güç olduğumuzu ve etrafımıza doğru genişleme fikirlerimizi gün yüzüne çıkarsak, yine Turancılığa mı soyunduk, bazı şeyleri kazanmak sevdasıyla elimizdekileri de mi kaybedeceğiz diye korku tellallığı yapıyorlar. Böylece büyüme ve genişleme düşüncelerimiz her seferinde Amerika ve Avrupa’nın büyük devletlerince içimizdeki dönme ve hainler vasıtasıyla engellenmektedir.
Günümüz itibarıyla Türkiye, Hrıstiyan Ortodokslar, Arap ve Fars milliyetçiliği, şovenist Rus yayılmacılığı, Kürt ve Rum saldırganlığıyla çevrildiği gibi, Kuzey Kıbrıs’tan Türkiye uzaklaştırıldığı takdirde dört-bir yandan kuşatılmış olacak. Denizlere en uzun kıyısı bulunan ülkelerden biri konumundaki Türkiye, belki ileride bu açık sulara ayağını dahi sokamayacak. Adalar Denizindeki toprak parçalarını Yunanistan’ın birer birer işgali, buralara kendi bayrağını dikip, silahlandırması bunun bir göstergesidir. Türk hükümetleri hâlâ bunun farkında değiller veya kafalarını kuma sokarak problemleri görmezlikten geliyorlar. Dolayısıyla Türkiye, Ön Asya’da merkezinde kendinin olduğu bir güç odağı kurmak zorundadır. Türkiye kuşatılıp, kımıldayamayacak duruma getirildiği takdirde bunun acı sonuçları mutlaka Türk Cumhuriyetlerini de etkileyecektir. Hepsi aşağı-yukarı Asya’nın ortasında, bir kara devleti olan Türk Cumhuriyetlerinin dünyaya açılan kapılarından biri ve en güvenlisi Türkiye’dir. Bu yüzden Türkiye gibi bir müttefik onlara da gerekli olduğu bir yana siyasi, kültürel ve ekonomik birliktelik bütün Türkler için zaruridir.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu’nun kesişme noktasında bulunan Türkiye’nin çıkarları son yıllarda, sürekli ABD ve AB ile ters düşmektedir. Bölgeye yönelik yatırımlarda bu ülkelerin Türkiye’yi değil, İsrail ve yeni bir yardımcı olarak Kürtlerle iş birliğine girmeleri ve buna binaen de bölücü Kürt faaliyetlerine destek vermeleri, Türkiye ile Batı arasındaki problemleri çözülmez hale getirmektedir. Akdeniz ve Balkanlarda yaşananlar, Orta Doğu ve Kafkaslarda doğrudan Türkiye’yi alâkadar eden meselelere karışmaması yolunda Türkiye’yi tehditleri Türk insanını Amerika ve Avrupalılara karşı kinlendirmektedir. Bu yüzden Orta Doğu’nun, adı geçen ülkeler tarafından kontrolünün engellenmesi Türkiye için hayatidir. Yani Türkiye yönünü sadece Batı’ya çevirerek, AB’ne gireceğim sevdasıyla pek çok şeyi görmezlikten gelme hatasından artık dönmelidir. Bu, şimdi son zamanlarda daha iyi anlaşılmaktadır. Avrupa Birliği hayali Türkiye’nin gözünü kör etmiş durumdadır. Avrupa Birliğine girmeden de bugün dünyada pek çok ülke gayet mutlu ve rahat yaşamaktadır. Biz, esasında Avrupa’da dine ve ekonomik çıkara dayalı bu birlikteliğin uzun sürmeyeceğini düşünüyoruz. Yakın zamanda Avrupa’da menfaat ve liderlik çatışmalarının doğacağına ve bu birliğin dağılacağına inanıyoruz. Kaldı ki, Türkiye’nin hali hazırda milli kültüründen uzaklaşmadığı müddetçe bu siyasi oluşuma girmesi de mümkün gözükmemektedir. Zaten AB’nin Türkiye’den istediklerine şöyle bir bakacak olursak, çoğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli birliğini yok edici şeylerdir. Dolayısıyla Türkiye, Karadeniz Ekonomik Topluluğunda olduğu gibi, işi yüzüne-gözüne bulaştırmadan kendisinin harekete geçirebileceği alternatifleri aramalıdır.