TÜRK MİLLETİNİN BİRLİĞİ /
BÜTÜNLÜĞÜ KİMİ, NİÇİN RAHATSIZ EDİYOR?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KÜÇÜK
Bu yazı Küçük'ün "İSLAMLIK VE TÜRKLÜK" isimle eserinde daha önce yayımlanmıştır"
a. Konuya Genel Bir Giriş /Bakış
Anadolu’nun ve Balkanların X. Yüzyıldan itibaren Türkler tarafından yeniden fethedilmesi ve İslamlaştırılması ile beraber Türkleştirilmesi; “Batı Dünyası” tarafından tarihin hiçbir döneminde hazmedilmemiştir. Bundan dolayı kendi aralarında paramparça ve “kanlı bıçaklı” olmuş Hıristiyanlık Dünyası, Malazgirt Zaferi ile Sultan Alparslan’ın Anadolu’da ilerlemeye başlaması üzerine, aralarındaki inanç, ibadet, gelenek, görenek ve uygulama farklılıklarını bir kenara bırakabilmişlerdir. Birbirine “düşman” bu Batılı Hıristiyanları bir araya getiren sebep; Müslüman olmuş ve İslam’ın öncülüğünü üstlenmiş Turanî kavimlerden Türklerin Anadolu’ya yeniden gelmesi ve onlar vasıtası ile İslâm’ın Hıristiyanlığın bütün kalelerine yerleşmesidir. Yeniden gelmeden kastımız, Anadolu’da ve Ortadoğu’da, Balkanlarda ve Avrupa’nın bazı yerlerinde bulunup Hıristiyanlığı kabul etmiş veya başka dinin etkisinde kalmış toplulukların, Orta Asya /Türkistan kökenli Türk olmalarıdır. Anadolu’da, Orta Doğu’da ve Balkanlar’da Türk varlığının geçmişinin MÖ.5000’li yıllara kadar dayandığı geçmişte olduğu gibi günümüzdeki yeni araştırmalarla da ortaya konulmuştur/ konulmaktadır. Anadolu’da, Orta Doğu’da ve Balkanlar’da var olan “Türk kültürü” ortak paydasının ortaya çıkarılması ve “Türk kimliğinin belirginleşmesi de; Türkistan’dan İslâm’ın kabulünden sonra gelen “Yeni Göç Dalgası” ile tetiklenmiştir. Bu Göç Dalgası ile; yıllarca baskı altında kalmış, Hıristiyan olmalarına rağmen hâkim Hıristiyanlardan (Roma, Bizans gibi) ve diğer dinleri benimsemiş hâkimlerden (Pers, Hint, Çin gibi) baskı ve zulüm görmüş, bir kenara itilmiş Anadolu sakinleri Türklerin hâkimiyetinde ve onların sahip olduğu “Türk Kimliği” altında toplanmışlardır. Türk Kimliğinin ve üstünlüğünün kabul edilmesinde; Türkün Hoşgörüsünün, adâlete ve ehliyete dayalı yönetim anlayışlarının rolü olsa da asıl sebep Anadolu’da, Ortadoğu’da ve Balkanlar’da bulunan bütün kavimlerin-hangi dinî inançta ve hangi yönetim altında olursa olsun-Turanî olarak adlandırılan Türklere kendilerini şöyle veya böyle mensup hissetmesinin, örf ve adetleri yönünde çok büyük benzerliklerin görülmesinin rolü büyük önem taşımıştır. Bundan dolayıdır ki o topluluklar; Hıristiyan Bizans’ın yanında değil Müslüman Türk olan Sultan Alparslan’ın yanında yer almışlardır. O dönemde Anadolu’da, Ortadoğu’da ve Balkanlar’da olan boylar/topluluklar; Sümerlerden, Medlerden, Haldilerden, Urartulardan, Kimmerlerden ve Ermenilerden “Türk Soylu/Türk Boylu” kavimlerdendir. Günümüzde “Kürt” olarak nitelendirilenler de “Türk Soylu/Türk Boylu” kavimlerdendir, 7 bin yıllık “Türk Ağacının dallarından biridir. Zaten Yenisey / Elegeş Anıtı’nda “Kürt El-Kan Alp-Urungu…..” (=Kürt İl-Hanı Alp-Urungu…) ifadesi herhalde o yazıtta tesadüfen yer almamıştır. Bu durum, 19.Yüzyıla kadar da böyle bilinmiş ve Batılılarca yapılan araştırmalardaki ortak paydalar ve ortak özellikler ile ortaya konulmuştur. Batılı bazı araştırıcılar, ortak paydalar yanında ayrıldıkları noktaları yani bizim nüanslar/ küçük farklılıklar ve güzelliklerimiz olarak gördüğümüz noktaları da tespit etmiş; bu küçücük farkları “bulduk(!)” sevinci ile yola çıkmış, nüansları artırma / makası açma yolları üzerine kafa yormuş ve mahallinde yapılacak araştırmalara ağırlık vermişlerdir. Bunun için Enstitüler kurmuş, bölgenin nüanslarını, mahallî dil ve lehçelerini bilen elamanlar yetiştirmeye çalışmışlardır. Yetiştirdikleri elemanları, 1695’li yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya göndermişlerdir. Onların hedefi Türk kavminin “Kürt Oymağı” kabul edilen Kürtleri Hıristiyanlaştırıp kendi yanlarına almak, Müslüman Dünya’da “gedik açmak” ve Türkleri geldikleri Orta Asya’ya / Türkistan’a geri göndermektir. Müslüman Türklere karşı 174 yıl devam eden Haçlı Savaşları bunun için yapılmıştır. Hemen hemen bütün “Batı dünyasının katıldığı bu Haçlı Savaşları sonuç vermeyince yeni arayışlara, Türkleri/Müslümanları içten çökertme arayışlarına, “Sıcak Savaşlar”da başaramadıklarını “soğuk savaş Dönemi”nde başarmaya girişmişlerdir. Misyonerlik; bu sürede düşünülen ve geliştirilen yöntemlerden/yollardan biri olmuştur. Modern Misyonerler’in hedefinde hep Türk Milleti hep Türkiye hep Müslüman Dünya olmuştur. Müslüman Dünya’nın da Türk Dünyası’nın da “omurgası” Türkiye’dir. Omurga kırılırsa/çökertilirse bedenin ayakta kalması ve dik durması mümkün değildir. Bunun için özün yakalanması ve “omurga”nın çökertilmesi gerekli görülmüş; böylece ana bünyede çöküntü oluşturmak ve “surda gedik açmak” için ilk seçilen topluluk olarak; Türk uruğu/boyu olan ve nüansları bulunan “Kürtler” seçilmiştir. Hâlbuki Kürtler; o günkü şekli ile Selçuklu, Karahanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Osmanlı adı altında toplanmış Türk Milleti’nden ayrı bir millet değildir ve Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Millet ve Türk milleti anlayışının anlaşılması/açılması; bu konunun aydınlanmasına ışık tutmakta, birliği bozmak isteyenlerin kimler olduğunu ve hedeflerini ortaya koymaktadır. Birkaç yıldan bu tarafa ülkemiz gündemine önemli konular girmiş bulunmaktadır. Bu konular; Türk Milleti’nin varlığını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tekliğini tehlikeye koyacak nitelikler taşımaktadır. Çünkü ülkemizi diğer ülkelerden, milletimizi diğer milletlerden ayıran Türk, Türk Milleti, Türkçe, Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Andı, İstiklâl Marşı, Türklük Şuuru, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ülkesiyle ve Milletiyle bölünmez bütünlüğü gibi “Kimlik” unsurlarımız tartışmaya açılmıştır. Tartışmaya açılan bu hususlar, bir milleti kimliğinden soyutlayıp “emperyalizmin kucağına atma” senaryoları olarak değerlendirilmektedir. Zaten emperyalizmin her çeşidi, kimliksizliğin ve benliksizliğin ortak adı olmuştur. Türkiye’deki gelişmeler Avrupa Birliği Süreci ile irtibatlandırılmış ve bazı “art niyetliler” de bu süreçten yararlanarak Türk Milleti’ni bölecek düşüncelerini ortaya koyma cesareti bulmuşlardır. Avrupa Birliği Uyum Süreci’ne bağlı olarak çıkarılan yasalar ve yapılan çalışmalar çerçevesinde; “Cemaat Vakıflarına sağlanan imkânlar ile Türk milletinden kolayca Hıristiyan veya benzeri yeni Cemaatler oluşturulacak, ibadethane kurma yolunun açılmasıyla da kilise ve benzeri “ibadet yerleri” çoğalacak, “Batılı bazı kurum ve kuruluşların /Misyonerlerin bin yıllık hayalleri” gerçekleşmiş olacaktır. 4 Haziran 2003 tarihinde kabul edilen ve “İkiz Yasalar” diye bilinen BM ile yapılan Sözleşmeler; “Bütün halklar kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak gereğince halklar kendi siyasal statülerini özgürce kararlaştırırlar ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar” şeklindeki maddeleri ile “istenen hakların verilmemesi durumunda “bu halklar” adına hak isteme yetkisini BM’e devreden maddelerden oluşmaktadır. Söz konusu Sözleşmeler ile Türk Milleti’nin “halklar”, “milletçikler” şeklinde bölünmesinin altyapısı hazırlanmaktadır. Bu Sözleşmeler TBMM’den geçtikten kısa bir süre sonra Türkiye’de etkisini göstermeye başlamıştır. Yıllarca “Sol”, “Sağ”, “İslâm” gibi şemsiye kavramlar altına saklanarak Türk Milletine karşı savaş açmış bazı bilim adamları, yazarlar ve iş adamları gerçek “niyetlerini ve kimliklerini” açıklamakta sakınca görmemiş; “.... etnik kökene mensup olan ben” diye konuşup yazmayı ilke edindikleri dikkati çeken hususlardan olmuştur. “İkiz Yasalar”ın kabul edilmesinden sonra yazılanlar ve konuşulanlar dikkatli bir analize tabi tutulursa, Türkiye’nin “iç ve dış bazı odaklar” tarafından nereye götürülmek istendiği çok net olarak görülebilecektir. Ecdadın canı, alınteri ve göz nuru ile vatanlaştırdığı güzelim ülkemiz; “i ve dış odakların, “Hristiyan misyonerlerin, “Yahudi-Hristiyan siyonistlerin “karanlık emellerine peşkeş çekilir bir noktaya götürülmek istendiği gündeme gelmiştir/ gelmektedir. Batılılar, niçin ısrarla bizden bazı şeyleri istemektedir? İstenenler de 100- 200 hatta 800-900 yıl önce istenenle “örtüşmesi” tesadüf müdür? Batılıların Türkiye’den talepleri arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ortadan kaldırılması, en az 5000 yıllık geçmişi olan Türkçe’nin Türk Milleti’nin Dili olması özelliğinin tartışmaya açılarak devreden çıkarılması, Türk Kimliğinin oluşmasında önemli bir yeri olan İslâm’ın “Ilımlı İslâm ve Diyalog Sevdası” gibi “arka planı bilinmeyen tuzaklara kapılarak İslam’ın “iğdiş edilmesinin bulunması nasıl yorumlanabilir? Batılıların bizimle niçin bu kadar ilgileniyorlar sorusunun cevabı,1949-1950’li yılların Başbakanı Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ın, 1915’li yıllarda yazdığı Zulmetten Nura isimli eserinde kendi kendine sorduğu “Bütün Avrupa Niçin Bizim Parçalanmamızı İstiyor?” sorusunun cevabında karşılığını bulmaktadır. Batı Dünyası’nın ve “Misyonerlerin amaçları arasında; Türklersiz Müslüman dünyası, Türkiyesiz Türk dünyası ve “özünden boşaltılmış Türk milleti anlayışı”, Türk kimliğine karşı “etnik kimliklerin öne çıkarılması, bizim güzelliklerimizden olan “küçüçük farkların (nüanslar) gündeme getirilerek “ırkçılık/bölücülük” yapılması, Türk’üm demekten ve Türk milletine mensup olmaktan kurtulmak isteyen “grupların devreye konulması da bulunmaktadır. Bu amaç; Batılı ve Doğulu bazı devletlerin “ortak amaçları” arasındadır. 2003 yılında çıkarılan “İkiz Yasalar” ve Avrupa Birliği Uyum Paketleri ile “farklı dil ve lehçelerin öğretimi, bu dil ve lehçelerde yayın yapılması”; geçmişte Türk milletinin “sağduyusu” ile başarılı olması önlenmiş ve oyunları bozulmuş planlarının yeniden sahneye konulması olarak değerlendirilmektedir. Bunun yanında Batı’nın Türkler ve Türkiye ile ilgili bir “Şark Meselesi Projesi” bulunduğu herkesin malumudur. Bilindiği gibi bu meselenin, üç aşaması vardır. Birinci aşaması, Türklerin Avrupa’dan/Balkanlar’dan çekilmesi; ikinci aşaması Anadolu’dan çıkarılması; üçüncü aşaması geldikleri Orta Asya’ya geri gönderilmesidir. Dikkat edilirse; bu politikanın /planın adım adım uygulandığı ve gerçekleştirilmesi yönünde gayret gösterildiği görülecektir.