TÜRK TARİHİNİN ŞANLI ZAFERLER AYI: AĞUSTOS
Prof. Dr. H. Ömer ÖZDEN (Atatürk Üniversitesi)
Aylar içinde Ağustos, iklim bakımından en sıcak, bundan dolayı da nefes almanın, hareket etmenin en zor olduğu zaman dilimlerinden biridir. Tarımla uğraşanlar, masa başında veya açık havada çalışanlar, eğitim ve öğretim faaliyetleriyle ilgilenenler, öğrenciler hep bu ayın sıcaklarından şikâyetçidirler. Neredeyse her meslek grubunun aşırı sıcaklarından bunaldığı bu ay, Türk tarihinin en şanlı zaferlerini kazandığı müstesna bir aydır. Aşırı sıcaklarda savaş yapmak kolay bir iş olmamakla birlikte büyük zaferlerimizin bu aya denk düşmesi bir savaş taktiği olarak mı belirlenmiştir, yoksa bir rastlantının sonucu mudur? Bunu anlamak için üzerinde çok fazla düşünmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Ecdadımız, zorlukları seven bir yapıya sahip olduğu için rakiplerinin en zayıf olduğu zaman dilimi olan sıcakları seçmiş olmalıdırlar. Çünkü aşırı sıcak hava, insanı normal zamanda bile bunaltırken, savaş giysileri, zırhlar, ağır silahlarla donanmış savaşçıları daha fazla bunaltır. Böyle ağır ve zor şartlara ancak ülküleri olanlar katlanabilirler. Milletimizin “Kızılelma”ya ulaşarak “Cihana hâkim olmak” ve böylece “Turan birliğini sağlamak”, İslamiyet’i kabul ettikten sonra buna bir de “İ’lâ-yı Kelimetullah” yani Allah adını yüceltmek ve böylece son semavi din olan İslam’ı yeryüzüne egemen kılmak gibi yüksek ülküleri olduğu için, değil sıcaklara katlanmayı, cennete ulaşmak için cehennemin içinden geçmeyi bile göze alabilecek cesareti ve azmi bulunmaktadır. Bu durum geçmişte böyledir, bugün böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır. O hâlde milletimizin kurmuş olduğu devletlerin kağanları ve komutanları, savaşı, düşmanın en fazla rehavete kapıldığı anda başlatıp kesin galibiyet almaya göre planlamışlardır. O nedenle Ağustos ayı milletimiz için zaferler ayı olarak adlandırılmıştır. Elbette ki milletimiz, yılın her ayında zafer kazanmıştır ama bunların en yoğunluklu olduğu ay, Ağustos’tur.
Bu zaferler hangileridir? Onlara bakmaya çalışalım.
1- MALAZGİRT ZAFERİ
Büyük zaferimiz, Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklu Devleti ile Romanos Diogenes komutasındaki Doğu Roma İmparatorluğu ordularının Malazgirt Ovası’nda 26 Ağustos 1071 tarihinde yaptıkları meydan savaşının sonucunda elde edilen büyük zaferdir. Anadolu’nun Türk yurdu olacağının ilk habercisi, Malazgirt Zaferi’nden 23 yıl önce 18 Eylül 1048 tarihinde Erzurum Pasin Ovası’nda yine Bizans’a karşı kazanılan Pasin Zaferi olmuştu. İbrahim Yınal komutasındaki Türk ordusu, Gürcü Krallığının da destek verdiği Kekavmenos komutasındaki Bizans ordusunu Pasin ovasında yapılan meydan savaşında mağlup edince Bizans’a karşı ilk zafer kazanılmış ve böylece Bizans’ın yenilemeyecek bir güç olmadığı anlaşılmıştı. Bu zaferden sonra Anadolu içlerine sık sık akınlar düzenlenerek Bizans’a hem gözdağı verilmiş hem de bazı Anadolu şehirleri ele geçirilmişti. Tuğrul Bey’den sonra Selçuklu tahtına geçen Sultan Alp Arslan da amcasının izinden giderek Anadolu’nun fethini tamamlamak için Bizans’ı rahatsız etmeye devam etti. İmparator Romanos Diogenes birkaç kez Anadolu’ya sefere çıktıysa da Türk ordusuyla doğrudan temas kuramadı. Nihayet Sultan Alp Arslan’ın planlaması doğrultusunda Türk ordusu çeşitli taktikler kullanarak Diogenes’i Malazgirt’e doğru yönlendirdi. Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt’i seçmesinin en önemli nedeni, bu ovada bulunan kayalıkların askerlerin gizlenmesine, dolayısıyla pusu atmaya müsait oluşuydu. Selçuklu ordusunun öncü birlikleri, önceden su kaynaklarının bulunduğu yerleri de tahrif ederek Bizans ordusunu Malazgirt Ovası’nda savaşı kabullenmeye zorladı. Sultan Alp Arslan bunu bilerek ve planlayarak yapmaktaydı. Çünkü savaşın yapılacağı ay Ağustos’tu ve suya en fazla ihtiyaç duyulan zamanlardandı. Nihayetinde 26 Ağustos 1071 Cuma günü iki ordu, Sultan Alp Arslan’ın taktik hazırlığına göre Malazgirt Ovası’nda konuşlandı. Savaş öncesinde ordusuna çok etkili bir konuşma yapan Sultan Alp Arslan, biraz sonra başlayacak olan savaşın sonucunu âdeta muştuluyordu. Nitekim dediği gibi oldu ve çok uzun sürmeyen bir imha savaşı ile kesin zafere ulaşıldı. Pasin Zaferi ile Anadolu’nun kapısı aralanmıştı, Malazgirt Zaferi’yle kapı ardına kadar açılıp Anadolu’ya, ilelebet Türk’ün olacağına dair mühür vurulmuş oldu. Bu önemli zaferi anlatan en güzel romanı Kilit-Kapı-Anahtar üçlemesinde merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu anlatmışken en güzel destanını da merhum Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu yazmıştır.
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu
Ardında Oğuz’un ellibin tuğu
Andırır Altay’dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdüğü Türkler...
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans’ın Türk’e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk’ın müjdesi
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!..
Nağramızdır bugün gök gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü
Gazi atlarımın nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!..
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma’ya hey... Kızılelma’ya!!!
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
2- OTLUKBELİ ZAFERİ
Bir Türk devleti olan Akkoyunlular, tıpkı Emir Timur gibi Anadolu’yu ele geçirme planları yapmaktaydı. Nitekim 1402 yılında Emir Timur ile Yıldırım Beyazıt arasındaki Ankara Savaşı’nın arka planında Emir Timur’a destek vermişlerdi. Bu bakımdan iki devlet arasında 70 yıl öncesine dayanan bir hesaplaşma söz konusuydu. Akkoyunlu Devleti’nin hükümdarı Uzun Hasan, Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’e karşı güç kazanmak için Trabzon Rum Devleti’yle işbirliği yapmış ve alttan alta Anadolu içlerine doğru ilerlemeyi hedef seçmişti. Bunu fark eden Fatih Sultan Mehmed Han, önce 1461 yılında Trabzon üzerine yürüyüp Rum devletini yıktı ve Osmanlı ülkesine kattı. Durumdan endişelenen Uzun Hasan, önce annesini ardından Uluğ Bey’in ölümüyle Semerkand’dan ayrılıp kendisine tâbi olan ünlü matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşcu’yu (Ali Kuşcî) Sultan İkinci Mehmed’e elçi olarak gönderip aradaki husumeti gidermeye çalıştıysa da beklenen uzlaşma gerçekleşmedi ve nihayetinde Fatih Sultan Mehmed Han, ordusuyla Erzincan’a doğru harekete geçti. Bu arada belirtmemiz gereken önemli bir hususa da yer vermeden geçmemek gerekir. Fatih Sultan Mehmed Han, Uzun Hasan’ın elçisi olarak İstanbul’a giden Ali Kuşcu’yu İstanbul’daki Sahn-ı Seman medresesine davet etmiş, o da bu daveti elçilik görevini tamamlar tamamlamaz yerine getireceği sözünü vererek kabul etmiştir. Görevini tamamlayan Ali Kuşcu, Uzun Hasan’dan affını talep edip ayrılmış ve iki devletin sınırında kendisini karşılayan Osmanlı devlet ricaliyle İstanbul’a gelmiş ve Fatih’in Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’la yapacağı savaşa Osmanlı tarafında katılmıştır. Bu savaş sırasında Fethiyye adını verdiği kitabını yazıp savaş sonrasında bunu Fatih Sultan Mehmed’e hediye etmiştir. Osmanlı ve Akkoyunlu orduları 11 Ağustos 1473’te Tercan yakınlarındaki Otlukbeli mevkiinde karşılaştı. Savaş alanının bir meydan değil vadi olması sebebiyle meydan muharebesi yapılamayacaktı. Bu nedenle Fatih, mühendislik çizimlerini kendisinin yapıp döktürdüğü hafif havan toplarını bu savaşta denemek istedi ve toplar Osmanlı ordusuna kesin zaferi kazandırdı. Uzun Hasan, kaybettiğini görünce kendisine benzeyen bir askerini yerine bırakıp savaş alanından kaçtı. Böylece Osmanlı Türk ordusu bir Ağustos zaferi daha kazanmış oldu.
3- ÇALDIRAN ZAFERİ
İslamiyet’le karşılaştıkları zaman İran üzerinden Güney Asya’ya doğru indikleri ve burada egemen oldukları için İslamiyet’i de Farsça dini terimlerle tanımışlardır. Malum olduğu üzere İran, eski Mecusî anlayışlarıyla İslamiyet’i birleştirdikleri için Şîîlik adıyla bir mezhep oluşturmuşlar ve bu mezhep İslam dünyasında birçok problemi de beraberinde getirmiştir. Türklerin çok büyük bir bölümü, dini terimleri Farsçadan almakla birlikte, milli nitelikleriyle örtüşmediği için Farisîlerin din anlayışını kabul etmemiş, İmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin fıkıh anlayışı ile Mâtürîdî’nin akaid yani inanca dayalı görüşlerini benimsemişlerdir. Buna Sünnî İslam anlayışı içerisinde Hanefî-Mâtürîdî sistem, bir başka ifadeyle Türk Müslümanlığı denilmektedir. Sünnî İslam anlayışını benimsememiş olan Türkler ise Şîî İslam anlayışını benimsemiştir. Bu bir siyasi tercihtir, çünkü Şîîliği benimseyen Türk hanedanları, asırlarca İran’ı yönetmişlerdir. Siyasi bir mezhep olan Şîîliği benimseyen Türk devletlerinin yöneticileri, bu mezhebi Sünnîliği benimseyen ve çoğunluğu teşkil eden Sünni Türklere de yayma gayreti içinde olmuşlar ve bu amaçla sık sık Anadolu’ya seferler yapmışlar, hatta doğu ve güney Anadolu’da bazı şehirleri kendi devletlerine ilhak etmişlerdir. İşte bu Şîî İslam anlayışını benimseyen Türk devletlerinden biri de İran’ı çok uzun seneler boyunca yönetmiş olan Türk hanedanı Safevîlerdir. Sünnî İslam inancını savunan Osmanlı Devleti, daha çok Batı’ya doğru ilerlemeyi ve gelişmeyi amaç ettiği için Balkanlar ve Orta Avrupa’da yatırımlar yapmakta ve Hristiyanlarla mücadele ederek “İ’lâ-yı Kelimetullah”ı yaygınlaştırmak, böylece “Türk cihan hâkimiyeti”ni bu yolla kurmak istiyorlardı. Oysaki 1402’de Timur’la başlayan doğu tarafından gelebilecek bir ya da birkaç tehlike her zaman mümkündü. Nitekim Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethedip burayı bir Türk şehri hâline getirdikten sonra Avrupa’ya tüm gücüyle yüklenip fetihlerini burada yapmaya devam etmek istemesine rağmen Akkoyunlu ve Karamanoğlu engeliyle karşılaşmış ve bu iki devletle epeyce uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu durumu yakından bilen Fatih Sultan Mehmed Han’ın torunu Yavuz Sultan Selim Han, babasından tahtı devralır almaz yönünü tamamen Safevîlere çevirmiş ve ciddi bir tehlike olarak gördüğü Şîîliği bertaraf etmek için süratle hazırlıklara girişmiştir. İki Türk hükümdarı Yavuz ile Şah İsmail arasındaki savaş, sadece meydanda yaşanmamış, önce sözlü, ardından şiirler yoluyla başlamış ve nihayet 23 Ağustos 1514 tarihinde iki Türk ordusu İran coğrafyasında yer alan Çaldıran Ovası’nda karşılaşmış, Yavuz Sultan Selim Han bu sıcak Ağustos gününde Şah İsmail’i kesin bir yenilgiye uğratarak büyük bir zafer kazanmıştır. Millî şairimiz Yahya Kemal de Selimnâme’sinde Çaldıran Zaferi’ni şöyle anıtlaştırmıştır.
SELİMNAME ÇALDIRAN 1514
Her tûğ-ı pür-fürûg verirken hücûma şân
Her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşân
Meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
Andırdı rûz-ı mahşeri hengâm-ı imtihân
Saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
Tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yamân
Garkoldu hûna Rûmeli Beğlerbeği’yle ceyş
Üç Malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı cân
Uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
Lâyık mıdır felâkete ey Rabb-ı Müste’ân
Her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
Hîç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehân
Sağ kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
Şîrâne bir taarruzu sevk eyliyen Sinân
Şâh-ı adû’ya karşı kopan sarsar-ı zafer
İndirdi yıldırım gibi bir darbe-î girân
Pâmâl-i rahşı kıldı Acem tâc ü tahtını
Tâ Arş’a astı tîgini Sultan Selîm Hân
Sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
Tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tuğlar.
4- MERCİDABIK ZAFERİ
Yavuz Sultan Selim Han tarafından milletimize Ağustos ayında armağan edilen bir başka zafer de Mercidabık Savaşı’nda yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’ne karşı öteden beri kin besleyen Memlük Devleti, Kansu Gavri hükümdar olduğunda Osmanlı Devleti’nin donanmasını güçlendirmesi ve Akdeniz’e açılmasıyla bu niyetini iyice açığa çıkarmış ve her an savaşa hazır bir hâle gelmişti. Çaldıran’da önemli bir zafer kazanan Yavuz Sultan Selim Han da bu zafer sonrasında yönünü Memlük Devleti’ne çevirmiştir. Hazırlıklarını tamamlayan iki ordu, Çaldıran Zaferi’nden tam iki yıl sonra 24 Ağustos 1516’da Halep’in kuzeyindeki Dabık’ta karşı karşıya gelmişlerdir. Sabah saatlerinde başlayan savaş 8 saat sürmüş ve Memlük ordusu tamamen imha edilmiştir. Ölenler arasında Kansu Gavri de vardır. Yahya Kemal, Selimnâme’sinde Mercidabık Zaferi’ni şu beyitlerle ölümsüzleştirmiştir:
SELİMNAME MERCİDABIK 1516
Seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
Fethetti bir seferde Nebîler Diyârı’nı
Sahrâ-yı Mercidâbık’a nakş eylemiş kader
İslâm fikr-i vahdetinin kârzârını
Memlûk Pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
Sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını
Bir kaahirâne hırs ile Memlûk leşkeri
Gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını
Bârân misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
Hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını
Eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
Bâkîsinin de tîg tamâm etti kârını
Sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-i zafer
Görsün bahârının bu yaman lâlezârını
Tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
Sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını
İtmâm-ı gaalibiyyet içün şanlı Pâdişâh
Mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını
Şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
Bâd-ı zaferle Mısr’a vezân oldu tuğlar.
5- BELGRAD’IN FETHİ
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki fetihlerine özellikle de Macaristan’ın alınmasına engel teşkil eden muhkem bir kale durumundaydı. Önemine binaen önce İkinci Murad Han, sonra da oğlu Fatih Sultan Mehmed Han tarafından iki kez alınmaya çalışılmış, ancak Hunyadi Yanos’un güçlü savunması aşılamadığı için muhasara kaldırılarak geri dönülmüştü. İki büyük dedesinin yapamadığını bu kez Sultan Süleyman başarmak istiyordu. Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1521 Mayıs ayının ortalarında İstanbul’dan ayrılan ordu, Belgrad’a ulaşır ulaşmaz karadan top atışlarıyla kuşatmayı başlattı. Tuna nehrini takip ederek Belgrad kalesine ulaşan 50 civarında gemiden oluşan donanma da Tuna nehrinden kuşatmaya destek verdi. Donanmanın görevi, hem kaleyi nehirden kuşatmak hem de Sava nehrinden gelecek yardıma müdahale etmekti. 8 Ağustos’ta dış kale fethedildi. Zorlu kuşatma ve güçlü savunma devam etti ve nihayet 29 Ağustos 1521 günü Belgrad iç kalesi de düştü ve fetih tamamlanmış oldu.
6- MOHAÇ ZAFERİ
Belgrad’ın fethinden tam beş yıl sonra yine bir 29 Ağustos 1526 günü Mohaç Ovası’nda Macar ordusu ile Kanuni Sultan Süleyman’ın yönetimindeki Osmanlı Türk ordusu karşı karşıya geldi. Bir imha savaşına dönen meydan muharebesini Türk ordusu kazanarak Macarların asırlarca acısını unutamadığı bu savaş sonrasında Kanuni, yeni bir “Kızılelma” olarak Viyana’yı seçti. Mohaç Zaferi’ni en estetik tarzda anlatan ise “Mohaç Türküsü” şiiriyle Yahya Kemal oldu.
MOHAÇ TÜRKÜSÜ
Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.
Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle
Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!
Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;
Allâh’a giden yolda meleklerle karıştık.
Geçtik hepimiz dörtnala, cennet kapısından;
Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!
Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber;
Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.
Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;
Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.
7- KIBRIS’IN FETHİ
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de Türk hâkimiyetinin perçinlenmesi bakımından vazgeçilmez bir önemi haiz olduğu için Kanuni’nin oğlu Sultan İkinci Selim ve onun kudretli veziri Sokollu Mehmet Paşa tarafından mutlaka alınması gereken bir hedef olmuştu. Bu bakımdan 1570 yılının bahar aylarında harekâta karar verildi. 22 Temmuz’da Osmanlı donanması Kıbrıs’ın güneyindeki Larnaka’ya Türk askerlerinin taşınması işini tamamladı ve ordumuz, Lala Mustafa Paşa komutasında, önemli bir kale olan Lefkoşa’ya doğru yürüyüşe geçti. Venedikliler, Ada’daki su kuyularını zehirlemiş, tüm ekili tarlaları yakmışlardı. Venedik zulmünden yılmış olan yerli halk, Türk askerlerine yeni su kuyuları açıp su ihtiyacını gidermiş, kale kuşatma altına alınmış, açılan hendekler toprakla doldurularak kale surlarına dayanılmıştı. İlk taarruz, 25 Ağustos 1571’de yapıldıysa da başarılı olunamadı. İkinci taarruz 29 Ağustos’ta yapıldı bunda da başarı sağlanamadı. Nihayet 9 Eylül 1570 günü yapılan üçüncü taarruzda Lefkoşa ele geçirildi. Ancak Kıbrıs’ın tamamının fethedilmesi için en zorlu kale olan Magosa’nın da ele geçirilmesi gerekmekteydi. Lala Mustafa Paşa, şehri teslim etmesi için Venediklilere teklif gönderdiyse de kabul edilmeyince şehir, 1 Ekim 1570’te karadan ve denizden kuşatıldı. Ancak limanda demirlemiş vaziyetteki donanmada bir sabotaj sonucu patlamalar yaşandı ve hem çok sayıda Türk askeri şehit oldu hem de mühimmat kaybı yaşandı. Bu nedenle kuşatmanın takviye birlikler ulaşıncaya kadar taarruza geçilmeksizin devamına ve gözetleme altında tutulmasına karar verilerek uzun süre askıya alındı. 1571 yılının Mayıs ayına kadar hazırlıklar tamamlandı ve nihayet Haziran ayında kuşatma yeniden aktif hale getirildi. Haziran ve Temmuz 1571’de toplam altı taarruz gerçekleştirildi. Bu güçlü kale şehir bir türlü düşmüyordu. Nihayet 1 Ağustos 1571’de sabahın erken saatlerinde tüm komutanların da katıldığı yedinci taarruz başlatıldı ve öğleye doğru kalenin en güçlü burcuna Türk bayrağı çekilince Venedikliler artık direnmenin faydasız olduğunu anlayıp teslim oldular. Böylece Kıbrıs da bir Ağustos gününde fethedilmiş oldu.
8- SAKARYA ZAFERİ
Buraya kadar anlattığımız zaferlerin hepsi de Ağustos ayı içerisinde sonuçlandırılmışlardır. Bazı zaferlerimiz de vardır ki başlangıç tarihleri Ağustos ayı içerisinde olmuş ve sonucu ileriki tarihlere denk gelmiştir. İşte bunlardan biri Sakarya Meydan Muharebesi’dir. Mondros Mütarekesi’ni imzalamakla Osmanlı Devleti’nin artık Türk milletini temsil edemez hale geldiği günlerde Mustafa Kemal Paşa Ordu Müfettişliği göreviyle Anadolu’ya geçmiş, 23 Temmuz 1919 tarihinde başlayan Erzurum Kongresi’nin kararları 7 Ağustos 1919’da yayınlanmış, ardından 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’yle bu kararlar ulusal düzeye yükseltilmiş ve 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurularak Millî Mücadele resmen başlatılmıştır. Meclis tarafından Başkomutanlığa getirilen Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin desteğiyle Yunanlılara işgal ettirilen Batı Anadolu bölgemizin, Yunanlıların işgalinden kurtarılması için başlatılan Kurtuluş Savaşı’mızın ilk sınavı, 23 Ağustos 1921 günü Sakarya nehri kıyılarında başladı ve 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi, 13 Eylül 1921’de zaferle sonuçlandı. Bu savaş, Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehasını bir kez daha kanıtlayıp savaşın yalnızca Batı Anadolu’yu işgalden kurtarma savaşı değil bütün vatanı işgallerden kurtarma anlamına geldiğini ifade ettiği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır! Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz!” emriyle vücut buldu ve bütün Anadolu’da kurtuluş savaşı başlamış oldu.
9- BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ ZAFERİ
Anadolu’yu işgal altında tutan İngiliz, Fransız, İtalyan ve onların maşası durumundaki Yunan ordularının, Yurdumuzdan topyekün atılma zamanı yaklaşmaktaydı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, son hamleyi yapmak ve düşmanı mat etmek için geceli gündüzlü planlamalar yaparken, Türk halkı ordumuzun noksanlarını gidermek için gece gündüz demeden çalışıyor, elinde avucunda ne varsa ordumuza bağışlıyor, askerlerimiz de verilecek son emri yerine getirebilmek için sürekli talim yapıyordu. Beklenen emir, tam da Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’ya mührümüzü vurduğumuz gün geldi. 26 Ağustos 1922 günü Mustafa Kemal Paşa, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi ve Kütahya Afyon ve Dumlupınar’da dört gün dört gece süren amansız var olma savaşımız başladı. Nihayet 30 Ağustos 1922 günü kesin zafer kazanıldı. İşgal ettikleri günden itibaren bölgedeki insanlara her türlü eziyet, işkence ve insanlığın kabul edemeyeceği çirkin fiilleri işleyen Yunan ordusu ve asıl onları yönetenler, arkalarına bakmadan savaş meydanından kaçıyorlardı. 30 Ağustos’u takip eden günlerde Batı Anadolu’muzdaki şehirler de teker teker işgalden kurtarıldı ve nihayetinde 9 Eylül 1922 günü Ege’nin incisi İzmir’de son Yunan askeri de denize dökülerek bütün Anadolu işgal altından kurtarılmış oldu. Artık yeni hedef, 23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresi’nin yapıldığı günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Mazhar Müfit Kansu’ya söyleyip defterine yazdırdığı “Yeni devletin yönetim biçimi, cumhuriyet olacaktır!” dediği cumhuriyeti ilan etmeye gelmişti.
Zafere giden yolun başlangıcı olan 26 Ağustos 1922 günü yazdığı ve aynı adı taşıyan şiirinde Yahya Kemal de bir dua etmişti. İşte o dua şiir şöyleydi:
26 AĞUSTOS 1922
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Gaalib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.
Ağustos ayı içinde kazandığımız daha birçok zaferimiz olduğunu düşünüyorum, ama burada sözünü ettiklerim Türk tarihine yön veren savaşlar ve zaferlerdir. Bütün bu savaşlarda şehit düşen, gazi olan askerlerimizi ve komutanlarımızı rahmet ve minnetle anıyor, bu cennet vatanı bizlere emanet eden ecdadımıza saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.