MEDENİYETEGİDEN YOL
Prof.Dr. H. Ömer Özden
Medeniyet terimi, Arap dilinde şehiranlamında olan “medin”’den türetilmişolup Türkçemize de Arapçadan geçmiştir. Ancak bu geçiş, erken dönemlerde değiloldukça geç zamanlarda ve Batı dillerinde bulunan civilization terimininçevirisi olarak geçmiştir. Terim dilimize geç gelmiş olmasına rağmenmedeniyetin gereklerini yerine getiren bir milletin mensuplarıyız. Medeniyeteçok erken çağlarda ulaşmış olmamıza rağmen adını koymayışımızın nedeni belki debu kavrama ihtiyacımızın olmayışındandı. Batı’nın bu terime ihtiyaç duyması isebin yılı aşkın bir süre medeniyetin gereklerini yerine getirememiş olmalarındandolayıdır.
Orta Çağ, iki farklı inanç dünyasınınrekabetine sahne olmuştur. İlk Çağ’ın sonlarında imparatorluk haline gelen vepaganist anlayışı savunan Roma Devleti, İsa Peygamber’in Hristiyanlık inancınıyaymasına başlarda karşı çıkmış, İsa Peygamber’i de çarmıha gererek idametmişlerdir. İmparatorluğun kolluk kuvvetleri, Hristiyan inancını benimsemiş olanlarıtakibe almış ve onlar da imparatorluk sınırlarının ücra kesimlerinde, dağbaşlarında, yer altına kurdukları yaşama alanlarında varlıklarını sürdürmüş vegitgide hem güçlenmiş hem de içten içe paganlara düşmanlık beslemişlerdir.Aradan geçen birkaç asır içerisinde Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı Roma diyeikiye ayrılmışlar, bu arada Hristiyanlar çoğalmış ve Doğu Roma yani Bizans ileiyi ilişkiler kurmuş ve MS beşinci asırda Bizans da Hristiyan inancını kabuletmiştir. Sonraları Batı Roma da Hristiyan olmuş ve o zamana kadar insancadavranılmayan Hristiyanlar imparatorlukta sözü geçen ve istediği her şeyiyaptırabilen bir güce sahip olmuşlardır. Kilise, yalnızca din alanında değileğitim, adalet mekanizması, ekonomi, sosyal hayat, kısacası her konuda egemenolmuş ve bu kez de zulüm yapan taraf kilise mensupları olmuştur.
Dört asır boyunca ezilen Hristiyan dinadamları, devlette önemli bir mevkiye sahip oldukları andan itibaren devletyönetimine de müdahale etmeye başlamışlar, eğitimde ezbere dayalı olanskolastisizmi öne çıkarmışlar, felsefe ve bilimle ilgilenenleri dinsizliklesuçlayıp sürgün ettirmişler, engizisyon mahkemeleri kurup insanları işkenceyleöldürmüşler, emirlerini yerine getirmedikleri ve kilisenin direktiflerineuymadıkları için hastalıkları Allah’ın ceza olarak gönderdiğini söyleyip ilaçve tedavi öneren hekimleri de yargılayıp cezalandırmışlardır. Bir anlamdakilise mensupları dinî öne çıkararak insanları sömürmüş, din adına bilim vefelsefeye karşı çıkmış, aklı dinîdogmaları anlamaktan başka bir alandakullanmamışlardır. Ruhban sınıfı oluşmuş ve her şey onların onayıyla yapılmışveya reddedilmiştir. Tevhit yani tek Tanrı inancı olarak gönderilenHristiyanlık, teslis yani Tanrı, kutsal ruh ve Tanrı’nın oğlu İsa olmak üzereüçlü tanrı inancına geçmiştir. Oysaki Yunanlılar ve Romalılar, İlk Çağ’da ciddibir ilerleme ve gelişme göstermişlerdi. Hristiyanlaşan Batı, bu mirası yoketmiş ve her işi dinle çözmeye çalışmıştır.
Batı’da bunlar olup biterken M.S. 610yılında Mekke’de yaşamakta olan Hz. Muhammed’e yeni bir din olarak İslam inancıgönderilmiş ve bu son gelen vahiyle önceki dinlerin hükümleri ortadankaldırılmıştır. İslam dininin, dinî emirlerin ve yasakların yanında en önemliözelliği, insanlardan akıllarını kullanmalarını istemesi ve çalışmayı öneçıkarmasıdır. Kur’an’da evreni incelememiz, evrendeki farklı varlıkların nasılyaratıldığını merak edip inceleme ve araştırmaya tabi tutmamız istenmekte,böylece inananlar bilim ve felsefeye yönlendirilmektedir. Akıl ve zekânın ancakçalışmakla verimli hâle geleceğini vurgulayarak “bir işi bitirir bitirmez hemenbaşka bir işe girişmek” gerektiğine işaret edilmektedir. Böylece insanın hemruhsal hem bedensel sağlığı korunmakta hem de sağlıklı bir toplum oluşturulmakistenmektedir.
Hz Muhammed’in (SA) hadislerinde deinananlar, bilim ve hikmete (felsefe) yönlendirilmekte, bilgiye değerverilmekte, bilim öğrenmenin inancı, cinsiyeti, milliyeti ve yaşı olmadığıbelirtilmektedir. Bu tavsiyeler, Hz. Peygamber’in vefatı sonrasında unutulmuşve yedinci asır, Müslümanların birbirleriyle mücadele ve savaşlarıylageçmiştir. Altıncı asrın sonlarında bilim ve düşünceye yönelen bazıMüslümanlar, kilisenin baskılarıyla Roma İmparatorluğu’nun uzak sınırlarınasürülmüş bilim ve felsefe okullarına giderek eğitim öğretim almayabaşlamışlardır.
Bu eğitim öğretimle sekizinci asra girenMüslümanlar, Emevi Devleti zamanında Türk milletiyle karşı karşıya gelmişler veİslamiyet’i yaymak adına Maveraünnehir bölgesindeki Türklerle amansız birmücadeleye girmişlerdir. Bu bölgede fetihler yapmakla görevlendirilen Kuteybeb. Müslim, uzun yıllar bölgeye giremeyişinin acısını elde ettiği Türkbölgelerindeki insanları çeşitli işkencelerle öldürerek çıkarmaya çalışmış, bukonuda Haccac’ın desteğini de arkasına aldığı için her fetih sonrası Türkbeylerinin başlarını kestirip Haccac’a göndermiştir. Kuteybe’nin asıl amacıbölge halkını cizyeye bağlamak olduğu için sanki Türklerin Müslüman olmalarınıister gibi davranıp her fırsatta onlara baskı uygulamış ve söz gelimi sünnetolmayı Müslüman olmanın birinci şartı olarak öne sürmüş, bunu kabul edenlerinsünnet mahallini toptan kestirerek Türklere bu tarz bir katliam dauygulamıştır. Müslüman olmayanları da kâfir ilan ederek öldürtmüştür. Harezm’deöncelikle eğitimli insanları öldürtüp kitapları yaktırmıştır. Çoğu Türk’ü demevali adıyla köleleştirip Arap memleketlerine göndermiştir. Bu uygulamayaİslamiyet’i yaymak denmez, İslamiyet’in yayılmasını engellemek denir. Bütünbunlara rağmen Türkler arasında bireysel olarak İslamiyet’i kabul edenler deolmuştur. Müslüman olanların içinde komutanlar, bilim zihniyetine sahip olanlarve felsefeye meraklı olanlar da vardır. Nitekim bu asker ve komutanlar, Emevisiyasetine karşı çıkan Abbasilere destek vererek Emevilerin yıkılmasında veAbbasilerin iktidara gelmesinde çok önemli roller üstlenmişlerdir.
Bireyselolarak Müslüman Türkler arasında erken dönemde din, bilim ve felsefeyleilgilenenler olmuş ve bu şahsiyetler ön plana çıkmışlardır. Bunlardan biri olanHarezmî (780-947?) kendisini matematik ve astronomi alanlarında yetiştirmiştir.Araştırmalar yapmak üzere Hindistan’a giden Harezmî, burada atıl durumda olansıfır sayısını keşfetmiş ve dönüşünde sıfırı matematik işlemlerde kullanarakonlu sayma sistemini, çok bilinmeyenli denklemleri ve logaritmayı icat etmiş veBatılılar, Harezmî’nin Hesab el-Cebr ve’l-Mukabele isimli eserini Latinceyeçevirdikten sonra öğrenmişler ve Harezmî’nin adından (al-Harezmî) hareketlealğorizmi, algoritmi ve nihayet logaritma terimine ulaşmışlardır. Harezmî’ninmatematik ve astronomiye ilgi duymasının sebebi, Türklerin önceki inancı olanGök Tanrı inancına bağlanabilir. Türkler, bu inancın bir gereği olarakastronomiyle ilgilenmişler ve On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni geliştiripkullanmışlardır.
Erkendönemde Müslüman olan Türklerden biri İmam Mâtürîdî (862-944), Kitâbü’t-Tevhidadıyla yazdığı kitabında Kur’an’da belirlenmiş olan inanç esaslarıyla ilgiliyorumlar yaparak söz gelimi iman ile İslam’ın birbirinden ayrı olmadığını,amelin imana dahil olmadığını ve insanın akıl yoluyla da doğruyaulaşabileceğini belirterek Mâtürîdîlik adıyla kurulan itikadi mezhebe zeminhazırlamıştır. Tevhid konusunda Mâtürîdî, Allah’ın varlığı, zatı ve fiilleriitibariyle birliği, eşi ve benzeri olmadığı konusunda çeşitli delillergetirmiştir. Çünkü Türk milleti, tarihin hiçbir döneminde çok ilahlı bir inancasahip olmamış, aksine hep tek Tanrı’ya inanmışlardır. Bu bakımdan yeni inancaısınmakta zorluk çekmemiş, hızlı bir şekilde İslamlaşmışlardır.
Erkendönem Müslüman olan Türklerden biri de Fârâbî’dir (870-950). Fârâbî, ömrünühakikat peşinde koşmaya adamış olan bir filozof olmasının yanında bir fizikbilgini, mantıkçı, eğitimci, ahlakçı, müzik teorisyeni ve aynı zamanda birtabiptir. Eski Türk devlet yapısını iyi bilen bir siyaset filozofu olmasıdolayısıyla Kut anlayışını içeren bir devlet felsefesi tasarlamış, toplumlarıntabakalarını bilgi seviyelerine göre tasnif etmiş, Türk-İslam devlet anlayışınazemin hazırlamış ve Platon’un aksine reel bir devlet anlayışını savunmuş, bunada “erdemli şehir/devlet” adını vermiştir. Fârâbî, müziği bir hayat felsefesiolarak kabul etmiş ve musikinin hem teorisini yazmış hem besteler yapmış hem dekanun adı verilen çalgının mucidi olmuştur.
Türklerinyavaş yavaş ve bireysel olarak İslamiyet’i kabul etmeleri, kalpleriniİslamiyet’e ısındırmış ve 960 yılında Karahanlı Devleti hükümdarı Satuk BuğraHan’ın gördüğü bir rüya sonucunda Karluk Türklerinin kurduğu KarahanlıDevletinin mensupları İslamiyet’i topluca kabul etmişlerdir. Bu tarihten sonraTürkler akın akın Müslüman olmuş ve İslamiyet’i milli bir din olarakbenimsemişlerdir. Milletimizinİslamiyet’i milli din olarak benimsemelerinin ardından İslamiyet’in medeniyetkurma mesajını çabuk algılamışlar ve bilim, felsefe, din ve sanat alanlarındahızla ilerlemişler, o dönemin üniversiteleri sayılan medreseler, rasathaneler,hastaneler, kütüphaneler ve adına medeniyet demeseler de bu kurumları sarıpsarmalayan medineler yani şehirler inşa etmişlerdir. Her ne kadar medeniyetterimi civilization kelimesiyle Türkçemizde kullanılmaya başlamışsa damilletimiz, medeniyeti fiilen onuncu asırdan sonra kurmuşlar, bu tarihtenitibaren Orta Çağ karanlıkları içerisinde debelenen Avrupalıların takibinegirmişlerdir.
İslamiyet’itoplu kabulden yirmi yıl sonra dünyaya gelen İbni Sînâ (980-1037), tıp alanındaçok tanınmış bir bilim adamı olarak eserleri farklı kişiler tarafındandefalarca Latinceye çevrilmiş ve bu tercümelerden birinin kapağında İbni Sinatıbbın kralı, Hipokrat ve Galen de onun yardımcıları gibi tasvir edilmiştir.
BüyükSelçuklu Devleti’nin kudretli hükümdarı Sultan Alparslan’ın (1029-1072)Malazgirt Savaşında elde ettiği zaferle Anadolu’yu Türk yurdu halinegetirdikten sonra Hristiyan dünyası bu durumu bir türlü hazmedememiş ve Kudüs’üMüslümanların elinden alma bahanesiyle İlk ve Büyük Haçlı Seferi’ni düzenlemişve bu sefer esnasında on binlerce Müslüman ve Türk’ü katliama uğratmışlardır.Düzenlenen haçlı seferleri, her defasında (ilk sefer hariç) yenilgisiylesonuçlanmış olsa bile Batılıların çok şeyler öğrenmelerine vesile olmuştur.Sultan Alparslan’ın kurdurduğu Nizamiye medreselerini görmeleri Avrupa’daüniversitelerin açılmasına yol açmış, Müslüman Türklerin ilgilendikleribilimleri öğrenip Rönesans’a doğru gitmelerini sağlamıştır.
Burayakadar anlattıklarımızdan bir sonuca ulaşmamız gerekmektedir. Türklerinİslamiyet’i kabul edişleriyle İslam dünyasında önemli bir kalkınma ve gelişmebaşlamıştır; çünkü Türkler Kur’an’ın medeniyet kurma anlayışını, bunun da bilimve düşünce yolunda sürekli çalışmakla olacağı mesajını doğru anlayıp kısasürede yüksek bir medeniyet kurmayı başarmışlardır. Türk-İslam medeniyeti, OrtaÇağ boyunca bilimsel ve felsefi düşünceden uzak olan Batı dünyasının uyanışınaaracı olarak önce Rönesans yapıp medeniyete ilk adımı atmalarına, sonra damedeniyet yolunda süratle ilerlemelerine, gelişmelerine yol açmıştır.
Dokuzuncuasırla on dördüncü asır arasında düzenli, planlı ve sürekli çalışarak kurulanyüksek düzeydeki Türk-İslam medeniyeti, on altıncı asır sonuna kadar uzatmalarıyaşamış, nihayet Osmanlı medreselerinden fen bilimleriyle felsefe bilimlerininatılması ve bunların yerine eğitimin tamamen dinî nitelik kazanmasından sonraçökmeye başlamıştır. Âdeta Avrupalılar üzerlerindeki Orta Çağ elbisesiniçıkarıp Osmanlı Türk eğitiminin üzerine atmışlar ve onlardaki skolastik eğitimbize geçmiş, bizdeki analitik düşünce ve fen bilimleri de onlara gitmiştir. Onyedinci asır başları, Türk-İslam dünyasının çöküşünün, Batı dünyasının iseyükselişinin başlangıcıdır.
Öyleysebu kötü gidiş nasıl durdurulabilir?
Cumhuriyetimizinilanından itibaren eğitim anlayışımız da değişmeye başlamış ve yüz yıliçerisinde çok büyük mesafeler alınmıştır. Özellikle son birkaç yıldır millisavunma sanayiinde yaşanan gelişmeler, İHA, SİHA, Akıncı, Kızılelma, millimuharip uçağımız Kaan gibi hava araçlarının yapılması, milletimizi ziyadesiylesevindirmiştir. Bu çalışmaların sadece savunma sanayiinde kalmaması, diğer tümalanlarda artarak devam ettirilmesi gerekmektedir. Bunun için de orta dereceliokullarımızdan başlamak üzere analitik düşünce geliştirilmeli, felsefederslerine önem verilmeli, üniversitelerimize alınan öğrencilerin kaliteliolmasına yönelik sınavlar yapılmalı, kitap okumaktan nefret eden gençler kitapokumaya özendirilmeli ve hatta kitapkurdu haline gelmeleri sağlanmalı, herduyduğuna inanan anlayışlar yerine araştıran, sorgulayan beyinlerinyetiştirilmelerine özen gösterilmelidir.
Medeniyet,sadece fen bilimleriyle ilerlemez. Sosyal ve beşerî bilimlerin de medeniyetinilerlemesinde önemli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bilimsel çalışmalardatikelleşme, tekelleşme, aşırı branşlaşmalar önlenip yerine tümel ve özelliklede disiplinler arası çalışmalar yapılarak ilerlemeye engel durumlar ortadankaldırılmalıdır.
Bütünbunlar için de öğretim kadrolarının ve öğrencilerin milli bilinç sahibiolmaları için gerekli eğitimler verilmelidir. Gençlere, hayal kurmanın önemianlatılmalı, tarih bilinci aşılanmalı, Kızılelma dediğimiz ülkümüz yenidenkazandırılmalıdır. Bunlar ve daha fazlası yapıldığında eski yüksek medeniyetseviyemize yeniden ulaşmamız adeta kaçınılmaz bir hal alacaktır.