TÜRK DEVLET FELSEFESİNİN BAZI İLKELERİNİN BELİRLENMESİNDE ORHUN ABİDELERİ İLE ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ
Prof. Dr. H. Ömer Özden
Bilindiği gibi Türk milleti, asırların ötesinde devlet geleneği olan büyük bir millettir. Tarihimiz boyunca farklı isimlerle devletler kurmuş olsak da bu devletlerin ortak özelliği Türk devleti olmalarıdır. Türk devletinde değişmeyen husus yönetim anlayışı iken değişen tek şey, yöneticilerdir. Bu itibarla adları Karluk, Uygur, Göktürk, Selçuklu, Osmanlı olsa da yönetim anlayışı bakımından tek Türk devleti vardır. Bu devletlerden her biri, sona ermeden önce yerine yenisi kurularak milletimiz asla devletsiz bırakılmamıştır. Nitekim bundan tam 100 yıl önce de altı asır egemenliğine rağmen son yılları Türk tarihinin en sıkıntılı günlerine dönüşen ve Avrupa ülkelerinin “Hasta Adam” diye niteledikleri Osmanlı devleti tarih sahnesinden ayrılmıştır. Bununla birlikte tarihteki yerini almadan önce yerine Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğiyle 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılmıştır. 1921’de hazırlanan ilk Anayasa’nın birinci maddesine “Hâkimiyet bilâ kayd u şart milletindir.” ifadesi konularak Osmanlı sultanındaki yetkinin millete geçmesi sağlanmış ve Türk milletinin Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanır sonuçlanmaz 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edilerek son Türk devleti tarihteki yerini almıştır.
Devlet kurmak, hele de tarihin hiçbir döneminde devletsiz kalmamak önemli bir özelliktir. Türk milleti, pek az millette görülebilecek bu geleneği nasıl oluşturmuştur? Bizim, cevabını arayacağımız asıl soru budur. Devlet kurmak zor bir iş olduğuna ve Türk milleti uzun soluklu devletler veya bir devletin yerine başka bir devlet kurabilecek bir yapıda ve yetenekte olduğuna göre bunun bir alt yapısının olması gerekir. Kanaatimce Türk milletinin bunu başarmasının temel sebebi, köklü bir devlet felsefesi geleneğine sahip olmasıdır. Bu felsefenin ilkelerinin neler olduğunu tespit etmek güç olsa da imkânsız değildir. Bu felsefenin ve ilkelerinin tespit edilmesi için iki önemli yazılı kaynağa müracaat etmemiz gerekmektedir.
Türk tarihinde tespit edilmiş ve tarihimizin doğru anlaşılması bakımından en yetkin ilk yazılı eserler Orhun Kitabeleri’dir. Orhun Yazıtları, dünya var oldukça okunup dersler çıkarılması için dikili taşlara kazınmış olan Türk kültür ve medeniyetinin “bengi (ölümsüz) taşları” niteliğindedir. Diğer taraftan bir önder bir asker, komutan ve kurtarıcı olmasının yanında bir teoriysen ve fikir adamı olarak da tarihin az rastlanan şahsiyetlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk’ün söylev ve demeçleri de bu felsefenin tespiti açısından fevkalade önemli belgelerdir. Bu iki farklı dönem birkaç bakımdan benzerlikler göstermektedir. Hem Orhun Yazıtları hem de Atatürk’ün Nutuk adlı eseri ve beyanları, bizzat kurtuluş mücadelesi veren, bu mücadeleleri idare edenler tarafından yazılmış veya sözleri kayda geçirilmiş belgelerdir.
Yazıtlar ve Atatürk’ün söylev ve demeçleri birkaç bakımdan benzerlik göstermektedir. Şöyle ki her iki dönem de bir Türk devletinin yıkılışı, yerine diğerinin kuruluşundan sonra yazılmışlardır. Belgelerde yazıldıkları dönemlerde Türk milletiyle dostça veya düşmanca ilişkiler içinde olan milletlerden hatta o dönemlerde var olan iç karışıklıklardan söz edilmektedir. Yazıtlar ve Nutuk Türk devlet felsefesinin temel ilkelerini ortaya koymaktadırlar.
Benzerliklerinden dolayı, bu iki önemli belgeden yola çıkarak Türk devlet felsefesinin bazı ilkelerini tespit etmeye çalışacağım.
Gerek ünlü Yunan filozofu Platon gerekse büyük Türk filozofu Farabî ve daha birçok düşünür, devlet adamının filozof olması gerektiğini söylerken yöneticinin bilgili olmasına işaret etmektedirler. Devleti yönetecek olanların çok bilgili, geçmişi iyi bilen, bugünü iyi değerlendiren ve geleceği öngörüsüyle tahmin edip tedbirli davranabilecek yapıda olmaları gerekmektedir. Nitekim Orhun Yazıtları'nda konuşan Bilge Kağan’ın da bilgili biri olduğu ona verilen Bilge adından anlaşılıyor. Yunanca filozof teriminin Türkçe tam karşılığı, “bilge” terimidir. Bilge Kağan’a göre de devletin kuruluşu ve devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerden biri, devletin yönetimini sağlayan, devletlerarası ilişkilerde öne çıkan, insanları idare etme sanatını içine alan bilgidir. Bilge Kağan’ın Kül-Tigin Anıtı’nda yazdırdığına göre Göktürk Devleti’nin kurucuları olan Bumin ve İstemi Kağanlar buna riayet etmiş ve kağan olduklarında bilgilerini kullanarak “Türk milletinin ilini, töresini düzenlemişlerdir.” Bir müddet sonra yeterli bilgiye sahip olmayanların kağan olmalarıyla gerek iç çekişmeler ve gerekse dış baskılar nedeniyle Göktürk Hakanlığı yönetim bakımından zaafa düşmüş ve bir müddet Çin idaresine geçmiştir. İşte Bilge Kağan buna “Bilgi bilmez kişi o sözü alıp yakına gidip çok insan öldün! O yere doğru gidersen Türk milleti öleceksin!” sözleriyle bilgisizce bir yönetimin, bağımsızlığın elden gitmesi gibi çok olumsuz bir sonuca yol açtığını ve gelecekte de ortaya çıkabileceğini vurgulamaktadır. Nitekim bilgisi yetersiz devlet adamları yüzünden devlet çökmüştür. Bilge Kağan buna “İlli millet idim ilim hani, kağanlı millet idim kağanım hani!” sözleriyle dikkat çekmekte, nihayet İlteriş Kağan’ın çabalarıyla bağımsızlığını yeniden kazanan Türk milletinin tekrar aynı sonuçlarla karşılaşmaması için bilgiden uzaklaşmaması ve uyanık olması gerektiğini hatırlatmaktadır.
Nitekim gerek Selçuklu gerek Anadolu Selçuklu ve gerekse Osmanlı Devleti, başlangıçta bilgili ve eğitimli hükümdarlar tarafından yönetilirken, sonlarına doğru yöneticiler yeterli bilgiye sahip olmaktan uzaklaşınca devlet bilgisizce yönetilmeye başlamış, nihayetinde de bu büyük devletler tarihin tozlu sayfaları arasına karışmıştır. Bunu çok iyi analiz eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’i kurduktan sonra milletimizin bilgisizliğini ortadan kaldırmak için bir eğitim ve bilgi seferberliği başlatmıştır. Atatürk’e göre “Milleti asırlarca başkasının hırs ve faydalanma vasıtası kılan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti asırlarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti asırlarca kendi hakkında ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir… Gerçek kurtuluşu istiyorsak, her şeyden evvel, bütün süratimizle bu bilgisizliği yok etmeye mecburuz… Hepimize düşen vazife, dimağları bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için aklen, mantıken, dinen hiçbir güçlük düşünülmüş değildir.”
Cehaletten kurtulmanın yolu da bilim ve teknik alanında ilerlemeyle olur. Bunu da Nitekim Atatürk, “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır.” vecizesiyle belirlemekte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefinin, müspet bilim yolunda yürümek olduğuna işaret etmektedir.
Atatürk, “Eğitim ve öğretim, millet olmanın, bayındır bir vatan kurmanın temel şartıdır. Cihanın, olacağına akıl erdiremediği büyük ve millî bir mücadeleyi başarmış olan Türkiye, olmaz gibi görünen bu ehemmiyetli ve çok büyük muharebeyi de muvaffakiyetle sonuçlandıracaktır...” ifadesiyle hem devletin temelinde bilginin bulunduğunu söylemekte hem de eğitimin, cehaletle savaşın, somut olan düşmanlarla savaştan daha zor olduğuna işaret etmektedir. Cehalete karşı açılan savaşın sonucu, bilginin zaferidir. Bağımsızlığın, egemenliğin anlamı da bilgiyle anlaşılabilir. Bu açıdan Bilge Kağan, belirtildiği gibi bağımsızlık ve egemenliğin anlamı ve değeri bilinmediği için bir zamanlar, basit hediyeler elde etmek için bu önemli değerlerden vazgeçilerek bağımlı duruma düşüldüğünden söz etmektedir. Soyut ve manevi değerlerin maddi değerlere feda edildiğine dikkat çekmektedir. Atatürk’ün de çok yerinde işaret ettiği bağımsızlık ve özgürlük gibi soyut değerler ancak bilgi ve eğitimle anlaşılabilir. O, “Eğitimdir ki bir milleti hür, bağımsız, şanlı ve yüksek bir toplum halinde yaratır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” diyerek Bilge Kağan’la aynı noktada birleşmektedir. Devletin temelinde eğitimin olduğunu kabul eden büyük önder, Cumhuriyet’in ilanının hemen arkasından büyük bir eğitim seferberliği başlatmış, ilk iş olarak Harf İnkılabıyla dünyayla entegre olmanın ilk adımını atmış ve bilimsel araştırmaların önünü açmıştır.
Devleti ‘ebet-müddet’ ayakta tutmak ve devamlılığını sağlamanın yolu, birlik ve beraberlik içinde olmaktır. Göktürk Devleti’nin birinci kez yıkılışı sırasında halk yoksul düşmüş, ikinci kez kuruluş sırasında Türk milleti bu yoksulluk ve perişanlıktan el birliğiyle, birlik ve beraberlik içerisinde, İlteriş Kağan’ın önderliğinde kurtulmuştur. Orhun Kitabeleri’nde Türk milletinden kağanın yaptığı iyi işlere destek olmaları, akıllı davranmaları, yanlış işlere yönelmemeleri istenmektedir. Birlik ve beraberliğe önem verilmesi gereğinden özellikle söz edilmektedir. Bilge Kağan, “Türk beyleri ve milleti bunu işitin: Türk milleti derlenip toplandığında, birlik ve beraberlik içinde olduğunda Türk devletinin güçlü olacağını buraya kazıdım; birlik ve beraberlikten ayrıldığında da öleceğini yine buraya kazıdım.” diyerek birlik ve beraberliği öğütlemekte, iç ve dış tehditlere karşı Türk milletinin uyanık olmasını istemektedir.
Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan sonra da Anadolu Türklüğü, yokluk, yoksulluk içinde savaşmış, bu sıkıntılardan birlik ve beraberlik içerisinde Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde kurtulmuştur.
Orhun Kitabeleri’yle Atatürk’ün nutuk ve beyanları arasındaki benzerliklerden biri de her iki belgede de çalışmaya verilen önemdir. Göktürk Devleti’nin ikinci kez kuruluşunda birçok sıkıntı çekildikten sonra idarenin başına gelen Bilge Kağan da problemleri çözülmüş bir yönetim devralmamıştır. Gece gündüz demeden, kardeşiyle birlikte devletini yeniden inşa edip, mamur hâle getirmiştir. Bilge Kağan, yazıtlarda; “Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta donsuz, düşkün, perişan milletin üzerine oturdum… Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin’le, iki şad ile öle yite kazandım…” diyerek bir devletin ilerlemesinde çalışkanlığın ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Devlet kurmanın, onu ilerletmenin ve yüceltmenin yolu, hiç durmadan çalışmaktır. Hiç şüphesiz bu çalışma, başlangıçta devleti sağlam temeller üzerine kurma çabasıdır.
Bilge Kağan, “Kardeşim Kül-Tigin’le ve iki şad ile beraber Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım, öle yite kazandım...” , “Ben kazandığım için ve Tanrı bahşettiği için Türk milleti de kazanmıştır. Eğer böyle çalışıp kazanmasaydım, Türk milleti ölecek, mahvolacaktı.” demektedir.
Benzer durum, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesindeki Millî Mücadele yıllarında yaşanmıştır. Tamamen fakirleşmiş, giyecek elbisesi bile kalmamış olan Türk milleti, hürriyeti uğruna bunları görmezden gelmiş, bağımsızlık hareketini başlatan Mustafa Kemal’e tam bir destek vererek gece gündüz demeden çalışarak özgürlüğünü yeniden kazanmıştır. Cephe gerisinde diktikleri kıyafetleri, boş kovanları yeniden doldurarak karda kışta cepheye yetiştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da devletin gelişip ilerlemesi ve eğitim, ekonomi, tarım… alanlarında devamlılığını sağlamak için ara vermeksizin çalışılmıştır. Atatürk de Türk milleti için yıllarca çalışmış, gecesini gündüzüne katmıştır. Bir gün aynı durumla karşı karşıya kalınacak olursa, gençlerin de aynı şekilde davranmaları gerektiğini sonraki nesillere şöyle öğütlemiştir: “Bir gün, istiklal ve Cumhuriyet’ini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!” diyerek her zaman bir saldırı olacakmış gibi hazır ve uyanık olmak gerektiğini salık vermiştir.
Türk devlet anlayışının altyapısını oluşturan bağımsızlığın tam anlamıyla gerçekleşmesi için ekonomik bağımsızlığın da tam anlamıyla gerçekleşmesi gerektiğini belirtmekte yarar var. Nitekim Göktürk Devleti’nin çöküşünde hep bu ekonomik nedenler yatmaktadır. Bilge Kağan, Çin’in yumuşak ipeklerle Türk insanını kandırdığından sıkça söz etmektedir. Bu da bize Göktürklerin ekonomik açıdan zayıf olduğunu ve Çin’e bağlı olduğunu göstermektedir. Millî egemenlik ve siyasi bağımsızlığın devamı için ekonomik bakımdan da tam bağımsız olmak gerekmektedir. Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini araştırırken çeşitli siyasi, askerî ve toplumsal nedenlerden bahseder. Ancak Atatürk’ün de belirttiği gibi “Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir.” Gerçekten de devletlerin ortaya çıkışı, ondan daha önemlisi devamlılığı ve çöküşü tamamen ekonomiyle bağlantılıdır. Bu bakımdan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesini oluşturan kültürel unsurlardan birinin de ekonomi olduğunu, “Bence yeni devletimizin, yeni hükûmetimizin bütün esasları, bütün programları, iktisat programından çıkarılmalıdır; çünkü her şey bunun içinde bulunmaktadır.” ifadeleriyle belirtmektedir. Ekonomik bakımdan ilerlemek için de çalışmak gerekir. Çalışmaksızın ilerlemeyi düşünmek, ahlaki kaygı bulundurmamak demektir. Bu bakımdan Atatürk, “Ticarette çok kazanmak değil, sağlam ve temiz kazanmak kuralı hâkimdir.” demektedir. Her işte olduğu gibi ekonomik alanda yapılacak olan çalışmaların da rastgele değil, metodik olması gereği vardır. “Çalışmak, gerçekte zahmetli değildir. Yalnız, tutulan iş ile şahsın kabiliyetleri ve zevkleri arasında uygunluk olmalıdır.” diyen Mustafa Kemal, çalışmanın zevkli ve sonucunun başarılı olması için yeteneklere göre eğitim verilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Her insan, yeteneğine göre iş yaparsa, böyle bir çalışmanın olumlu sonuçlarının alınması da kolaylaşır. Bu, aynı zamanda yöntemli çalışmayı da gerektirmektedir. “Neticesiz uğraşmak, çalışma sayılmaz. Hiçbir şey yapmamak veyahut neticesiz, manasız şeyler yapmak, çalışma kanununa karşı büyük bir kabahattir.” sözleriyle metotlu çalışmanın çalışma kanunu olduğunu belirtmiş olmaktadır. “Çalışma, insanların cismani kuvvetlerini inkişaf ettirir ve hayat için elzem olan şeyleri temin eder. Çalışmaksızın, fikrî inkişaf ve ahlaki tekâmül de mümkün değildir.” sözleriyle de bu anlayışını pekiştirmektedir. Böyle bir ilerlemeyi sağlamak için her konuda olduğu gibi ülke problemlerini çözme konusunda da çok çalışmak gerekmektedir. Millet ve devlet ancak çok çalışarak yükselir.
Orhun Yazıtları’nda olduğu gibi Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde de Türk devletinin temel felsefesi olan gelecek nesillerin yani gençliğin iç ve dış tehlikelere karşı uyanık olması istenmektedir. Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan, kendisinin, Türk milleti yok olmasın diye Tanrı tarafından tahta oturtulduğunu belirterek Türk milletinden devlete sahip çıkmalarını istediği gibi Atatürk de gençlikten, birinci vazifesinin Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini ilelebet koruması ve müdafaa etmesini istemektedir.
Orhun Kitabeleri'nde düşmanların Türk milletini hilelerle aldatıp devleti yıkabileceklerine işaret edilerek bu hilelere aldanılmaması istenmektedir. Gençliğe Hitabe’de de cebren ve hile ile aziz vatanın işgal edilebileceğine işaret edilerek bu hilelere karşı uyanık olmamız istenmektedir.
Vatan uğrunda ve vatan için çok çalışılıp bilgili olunursa, devletin ilelebet var olacağını hem Orhun Yazıtları’ndan hem de Gençliğe Hitabe’den anlıyoruz. Bilge Kağan, çok sıkıntılar içinde bulunan bir milletten ikinci kez bir devlet yarattığını “Varlıklı, zengin millete kağan olmadım. Düşkün ve perişan bir millete kağan oldum.” sözleriyle anlatmaktadır. Onun bu sözleri âdeta Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda her şeyini kaybetmiş bir milletten yepyeni bir devlet kurmasını akla getiriyor.
Nihayet Bilge Kağan’ın “Türk Oğuz Beyleri, üstte gök çökmese, altta yer delinmese senin ilini, töreni kim bozabilir!” ifadesiyle Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır!” ifadesi âdeta birbirinin aynıdır. Bunu sağlamak için de her türlü olumsuzluk ve sıkıntıda bile Türk milletinin birinci vazifesinin Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak olduğunu da Atatürk şu cümleleriyle belirtmektedir: “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Görülüyor ki Orhun Yazıtları ile Atatürk’ün nutuk ve demeçleri Türk devlet ve siyaset felsefesinin temellerini oluşturan, birlik ve beraberliğin korunmasında çok önemli mesajlar içeren tarihi belgelerdir. Bu kısa yazıda devletimizin kuruluş, yükseliş ve devamlılığının hangi esaslara bağlı olacağı konusunda özet bilgiler sunmaya çalıştık. Türk milleti olarak bu önemli belgeleri dikkatle okuyup değerlendirdiğimizde, hiç kuşkusuz Türk devlet felsefesini daha iyi anlayacak ve bu konuda daha titiz davranacak ve üstümüze düşen görevleri layıkıyla yerine getireceğiz.