TÜRKÇEMİZİN RESMÎ DİL İLAN EDİLİŞİ

05 Ağustos 2024 11:48 Prof.Dr.H.Ömer ÖZDEN
Okunma
153
TÜRKÇEMİZİN RESMÎ DİL İLAN EDİLİŞİ

TÜRKÇEMİZİNRESMÎ DİL İLAN EDİLİŞİ

Prof. Dr. H.Ömer ÖZDEN 

Türkçe, eskiçağlardan beri kullanılan büyük bir dildir. Türkçe ilk yazılı metinler olanYenisey ve Orhun Yazıtları’nda görülmekteyse de daha eski çağlarda Türkçeyazılı metinlere rastlanmaktadır. Yenisey Nehri civarında bulunan yaklaşık 250civarındaki dikili taş, Orhun Yazıtları’ndan önceki zamanlara ait olmaklabirlikte bu yazıtların hangi tarihlerde yazıldığı bilinmemektedir. Bundan dahaeski olan ve Sakalar zamanına ait olduğu düşünülen ve yapılan kazılarda AltınElbiseli Adam’ın çıkarıldığı bir kurganda tespit edilen yazılar, Türkçenin ilkörnekleri olarak gösterilmektedir. Bu bakımdan Orhun Yazıtları için Türkçeninilk yazılı eserleri demek yanlıştır. Öyleyse bunun doğrusu, “OrhunYazıtları’ndan önce bulunan Türkçe yazılmış belgeler, Türkçenin gelişmezamanlarına ait örneklerdir ve yetkin (mükemmel) bir Türkçe ileyazılmamışlardır. Oysaki Orhun Yazıtları, Türkçenin kurallarının gelişmişhâliyle yazılmış ilk yetkin (mükemmel) eserlerdir.” şeklinde söylenmesidir.Nitekim Kazakistan sınırları içerisinde 1970 yılında yapılan kazılarda, birkurgandan çıkarılan eserler arasında bulunan gümüşten yapılmış kap üzerindeRunik harflerle yazılmış birkaç satırda toplam 26 harf tespit edilmiştir.Türkçenin yazılı eserlerinin tarihini tespit bakımından oldukça önemli olan bukeşifte bulunan eşyalar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, bulgularınmilattan önceki 6. asra ait olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu da kurganın veiçindekilerin Saka ve İskit Türkleri zamanına ait olduğunugöstermektedir.  İlk yazıları MÖ 6. asra dayalı olan Türkçemizin,farklı Türk boyları tarafından kullanılan bir ya da birden fazla alfabesininolması da gerekir ki zaten Altın Elbiseli Adam’ın bulunduğu kurgandan çıkangümüş kaptaki yazı, sağdan sola doğru ya da yukarıdan aşağıya doğru yazılabilenRunik yazı harflerinden oluşmaktadır. Bu ilk harfler, gelişerek MS 7 ve 8.asırlarda kullanılan 38 harfli Göktürk alfabesinin oluşmasını sağlamıştır. Yinebu asırlarda ve sonrasında bir de Uygur alfabesi kullanılmıştır. Elbette ki birdilin yazılı hâle gelmesinden önce söze dayalı bir geçmişi olmalıdır veTürkçemiz de bu ilk yazılı Saka ya da İskitler Dönemi’ne ait yazılarla Yeniseytaşlarındaki yazılardan önce sözlü bir devir geçirmiş ve bu sözlü dönemde birTürk mitolojisi, efsaneler ve nihayet destanlar üretilmiştir. Gerek mitolojilerve gerekse efsane ve destanlar, çok sonraki zamanlarda yazıya aktarılmıştır.Yazılı hâle getirildikleri zamana kadarki süreçte ise bu sözlü ürünlere heranlatılan dönemde, zamandan zamana, boylardan boylara, coğrafyadan coğrafyayayeni eklemeler yapılmış ve en gelişmiş hâlleriyle yazılmışlardır. Ancak bueserler ülkemizde yalnızca edebî açıdan değerlendirmeye tabi tutulmuş,hikemi/felsefi boyutları çoğunlukla ihmal edilmiştir.*  7. asrın başlarında Hz. Peygamber’e gönderilenİslam inancı, Türk milletinin yaşayış tarzında önemli değişikliklere yolaçmıştır. Şöyle ki özellikle Emevilerin Orta Asya’daki Türk bölgelerineulaştıkları zamanlarda Türkler, Emevilerin katı politikalarına direnerekMüslümanlığı seçmemiş, bu tercih ancak 10. asırda gerçekleşmiştir. Bununlabirlikte erken dönemlerde Müslüman olan bazı Türk aileleri, yapılan telkinlerve zorlamalarla yeni dinlerini öğrenebilmek amacıyla Arapça öğrenmeyeyönlendirilmiş, bunlardan bilim, felsefe ve dil yatkınlığı olanlar 9. asırdanitibaren Arap diliyle eserler vermeye başlamışlardır. Hâlbuki aynı dönemdeGöktürkçe ve Uygurca kullanılmaktaydı. Bu dönemde Harezmî, Fârâbî, Mâtürîdîgibi bilginler ve 10. asırda İslamiyet’in milletimizin büyük bölümü tarafındankabul edilmesiyle İbn-i Sînâ, Bîrûnî ve daha birçok Türk bilgini, tercihleriniArapçadan yana kullanarak yazdıkları eserlerle şöhret kazanmışlardır.  İslamiyet’ingönderildiği dil olması dolayısıyla Arapçanın her dilden daha üstün olduğuanlayışı halk arasında yerleştiği gibi giderek Türkçenin unutulabileceğitehlikesi baş göstermiştir. Bunu ilk fark edenlerden biri olan, Türkçenin hemgramerini hem de estetiğini çok iyi bilen Kâşgarlı Mahmud, önlem almadüşüncesiyle 1057 yılından itibaren bir lügat çalışması başlatmış ve 1072yılında bu çalışmasını tamamlayarak Arapların da Türkçe öğrenmelerini sağlamakamacıyla Arap harfleriyle yazdığı bu önemli eseri, Abbasi halifesi MuktedîBi-Emrillah’a sunmuştur. Eserin başlığı, Türk dili, lehçeleri ve şivelerinintoplandığı büyük kitap ve sözlük anlamında olan Dîvânü Lügâti’t-Türk’tür. Aşağı yukarıaynı tarihlerde Yusuf adlı bir şahıs da Türk ahlak ve siyaseti açısından sonderece önemli bir eser olan Kutadgu Bilig’i Uygur alfabesiyle yazıp Karahanlıhükümdarı Tab(v)gaç Buğra Karahan’a sunmuştur. Eseri okuyup değerini anlayanKarahan, Yusuf’a Has Hâciplik unvanı vermiştir. Kitapta en dikkat çekicikavramlar kut, beylik, devlet yönetimi, bilgi, akıl, ahlakî erdemler, adaletolarak karşımıza çıkmaktadır. 

Yine aynı dönemdeTürkçeye gönül vermiş bir gönül eri daha karşımıza çıkmaktadır. O da Hoca AhmetYesevî’dir. Hikmet olarak nitelediği şiirlerini herkesin rahatça anlayabileceğibir Türkçe ile yazan Ahmet Yesevî’nin bu hikmetleri/şiirleri, sonraki asırlardaDîvân-ı Hikmet adıyla bir araya getirilmiştir. İslamiyet’in sadece Araplaradeğil tüm insanlığa geldiği anlayışından hareket eden Hoca Ahmet Yesevî, eskiTürk kamları tarzında bir yaşayış ve söyleme sahip olduğu için Türklertarafından çok sevilip sayılmış ve yetiştirdiği dervişlerini, Anadolu’nun birTürk-İslam coğrafyası hâline getirilmesi için Anadolu’nun muhtelif yerlerinegöndermiştir. Yesevî öğretisini benimseyen ve Ömer Lütfi Barkan’ın KolonizatörTürk Dervişleri olarak nitelediği bu dervişler, Anadolu’da bir yandanMüslümanlığın Türkler tarafından nasıl algılanması gerektiğini anlatırlarken,bir yandan da Türkçe konuşulmasını yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Türk halkıeskiden olduğu gibi Türkçe konuşmaya devam ederlerken, yazılı eserlerde Türkçekullanılmamıştır. Dinî ve bilimsel eserler Arapça yazılırken edebî eserler veözellikle de Anadolu Selçuklu Devleti’nin resmî işlerinde Farsça kullanılmayadevam etmiştir. Belki daha da acısı, devleti yönetenler Keyhüsrev, Keykâvusgibi Pers krallarının adlarını taşımışlardır. Moğolların Anadolu’yu istilası sırasındayapılan savaşlarda mağlup olan Anadolu Selçuklu yöneticileri, Moğollarınbaskısına fazla direnememiş ve devletin her kademesinde onlara yer vermiş vesöz sahibi yapmışlardır. O sıralarda Anadolu’daki beyliklerden bazılarıMoğollara karşı etkin mücadele yöntemini seçerek direnişi tercih etmişlerdir.Bu beyliklerden biri de Ermenek, Mut, Silifke,Gülnar ve Anamur yörelerine egemen olan Karaman Bey’dir. Karaman Bey’inölümünden sonra Beylerbeyi Şerefeddin Hatîroğlu tarafından Moğollara karşıisyan başlatılmış, Karaman Bey’in oğlu Mehmet Bey de bu isyan içinde yer almışve babasının yerine bahsi geçen yerlerin subaşısı** olarak atanmıştır. Mehmet Bey,ordusunun başında Moğollara karşı üstünlükler elde edip tanınmıştır.  

Moğollarlamücadele etmek üzere Anadolu’da bulunan Memlük hükümdarı Birinci Baybars, Nisan1277 tarihinde Moğol ordusunu Elbistan Ovası’nda yendikten sonra Kayseri’yegelmiş ve burada uzun bir zamandan beri rehine olarak tutulmakta olan KaramanBey’in oğullarından Ali Bey, Memlük sultanının huzuruna çıkarak ağabeyleri vekendisi için beylik (emaret) menşuru ve sancakları istemiş ve bu istek kabuledilmiştir. 

Baybars’ın Moğolları yendiğini haber alan Mehmet Bey, osırada Sultan Üçüncü Gıyâseddin Keyhusrev ve maiyetindekilerin Konya’daolmamasını fırsat bilerek, Kırım’da bulunan eski Anadolu Selçuklu Hükümdarıİkinci İzzeddin Keykâvus’un oğullarından Alâeddin Siyavuş’u (lakabıCimri)  getirtip sultan ilan etmek üzere üç bin kişilik ordusuyla Konya’yayöneldi. Konya’yı savunan orduyu mağlup eden Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 günüşehre girdi ve ertesi gün Selçuklu şehzadesi Alâeddin Siyavuş’u şehre getiriphükümdar ilan etti. Yeni hükümdar, Mehmet Bey’i vezirlik makamına getirdi veyapılan törenin ardından divan kuruldu.[1] Bu divan toplantısına bütündevlet erkânı ve devlet hizmetinde bulunan bütün zevat davet edilmiş veKaramanoğlu Mehmet Bey’in meşhur fermanı okunarak yürürlüğe girmiştir. Fermanınasıl metni şöyledir:  “Şimden girü hiç kimesne kapudave divanda ve mecalis ve seyranda Türki dilinden gayri dil söylemeyeler.”Birkaç gün anlarun işi bu tarîk üzere temşiyet buldı. Karamanoğlı Muhammed(Mehmed) Beğ çün vezir oldı, buyurdı ki “defterleri dahı Türkçe yazalar.” Olzamânda bu Arabî hurûfile dahı Türkce yazmak âdet olmamışıdı; her yazıcı kendükarihasından bir dürlü imlayıla defter vü tafsil yazdılar. Cümle ideceklerivaktin başarımadılar, zîrâ Türkînün zabtı kolay değüldür ve rukûmı yokdur.Nâçâr vü girü Parsî şerh ve Arabî rukûm yazdılar. Her birinün kifâyet ühisâblarını görüp hoş dutdı ve her birini hünerlerine göre tertîb kıldı. Çünvizâret hükminde müstakil oldı, her tarafdan halk tuhfe ve armağan vepîşkelerile kapuya ve hizmetine vardılar. Hükm ve işleri revâc buldı vesaltanat mansıblarını pervânelik ve niyâbet ve istîğâ ve tuğrâ ve işrâf venizâret gibileri, çün asıl yazıcılar Sultânıla gitmişlerdi; şehirde bulduklarıkişilere ve aşağa hâllülere virdiler ve kal’â halkıyıla bu şart üzerine sulhitdiler ki muhâlifet itdüklerinün cürmiyiçün kırk bin akçe kınlık vireler vekapuyı açalar ki Düzme (Cimri) şehre girüp Selçuk sultanlar tahtına geçe.’[2]

Bu metnin günümüz Türkçesine aktarılmış hâli şöyledir:“Bundan böyle hiç kimse devlet kapısında, Divan'da, toplantı yerlerinde vegezinti alanlarında Türk dilinden başka dil söylemeyenler. Birkaç gün bu kararyürürlükte kaldı. Karamanoğlu Mehmet Bey vezir olunca ‘Defterleri de Türkçeyazalar.’ diye buyurdu. O zamanlar Arapça harflerle bile Türkçe yazmak âdetolmamıştı; her yazıcı kendi düşüncesinden ürettiği bir imla ile defterleri veayrıntıları yazdılar. Ancak bunu başaramadılar Çünkü Türkçenin yazılması kolaydeğildir ve rakamları yoktur. Çaresiz olduklarından dolayı Farsça yazı veArapça rakamlar yazdılar. Karamanoğlu Mehmet Bey her birinin yazdıklarını görüphoş karşıladı ve her birini hünerlerine göre değerlendirdi. Vezirlik makamındabağımsız hâle gelince her taraftan halk hediye ve armağanlarıyla devletkapısına ve vezirin hizmetine koştular….” Görüldüğü gibi AnadoluSelçukluları Dönemi’nde Türkçe yazmak ve konuşmak neredeyse unutulmuştur. Kısabir süre devlet yönetimine gelen Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçeyi resmî dilolarak ilan etmişse de bunda maalesef muvaffak olamamıştır. Çünkü hem Türkçeyiifade edebilecek bir alfabe hem de Arap harfleriyle Türkçe yazabilecekyetenekte yetişmiş insan yoktur. Zaten bir süre sonra Karamanoğlu Mehmet Bey,Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev’in Konya'ya dönmesiyle birlikte yenilgiye uğramışve öldürülmüştür. Dolayısıyla da vezirken verdiği hükümler de geçersizsayılmıştır. Bu olaydan sonra Anadolu Selçuklu sarayında ve diğer devletişlerindeki yazışmalarda Farsça kullanılmaya devam etmiştir. Halk arasındaTürkçe konuşulmaya devam etmiş fakat Türkçe, yazı dili olmamıştır. Daha sonrakidönemlerde Arap alfabesiyle Türkçe yazma denemeleri başlamış fakat KaramanoğluMehmet Bey’in Konya’da başlattığı Türkçe yazma girişimi Yunus Emre, Âşık Paşa, Kadı Burhaneddin gibişahsiyetlerin bu dönemde yetişmelerine, Arapça ve Farsça bilmelerine rağmeneserlerini Arap harflerini kullanarak Türkçe yazmalarına vesile olmuştur. Aslında Arapalfabesi Türkçeye uygun bir dil olmamasına rağmen, İslamiyet’in kabulündensonra Arapça kutsal bir dil olarak görüldüğü için tercihe şayan görülmüştür.Yazı yazmak için başka bir alfabe olmadığı için de Anadolu Beylikleri dönemindeArap alfabesi kullanılmaya başlamıştır. Tekrar belirtmek gerekir ki Arapalfabesi, Türk dilini ifade etmeye yeterli değildir. Çünkü Arapçadaki sesler,Türk hançeresinin yapısına uymadığı gibi Türkçedetek olan seslerin Arapçada birkaç karşılığı bulunmaktadır. Söz gelimi Türkçedes sesi bir tane olduğu hâlde Arapçada bu ses peltek se, sin, sad gibi üçharfle; z sesi zel, ze, dad ve zı gibi dört harfle ifade edilmektedir. Türkçedevar olan genizden gelen n harfi yoktur. Kaldı ki Arapçada sesli harfbulunmamakta, bu harfler ötre, esre ve üstün gibi işaretlerle karşılanmaktadır.Hâlbuki Türkçede toplam sekiz tane sesli harf bulunmaktadır. Ancak Göktürkve Uygur alfabeleri terk edilmiş ve unutulmuş olduğu ve inanılan dinin diliolduğu için Arap alfabesi kabul edilmiştir. Ta ki Cumhuriyet’imizin ilanınakadar. 1928 yılında yapılan Harf İnkılabı’yla Türkçeye daha uygun olan Latinalfabesi kabul edilmiş ve dilimiz, herkesin anlayıp yazabileceği bir durumaulaşmıştır. Latin alfabesinde de Türkçedeki bazı sesler yoktur. Türk dilindebulunan nazal yani genizden gelen n, kalın k ve kapalı e, Latin alfabesindebulunmadığı için bunlar aynı sesler ya da harflerle yazılmakta ve okunurkenbazı hatalara neden olmaktadır. Türkçenin resmî dil olarak ilan edilişinin 747.yılında Türkçemizin önemli eserlerinden olan Türk destanları, Orhun Yazıtları,Kutadgu Bilig, Dîvânü Lügâti’t-Türk, Divan-ı Hikmet gibi eserlerin daha çoktanınmasının sağlanmasını tavsiye edelim. Dünyanın en kurallı dili olanTürkçemiz hem bir bilim dili hem bir felsefe dili hem edebiyat dili hem dindili hem de sanat dilidir. Bu güzel dilimizin resmî dil olarak ilan edilişinin747. yılını kutluyor, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türkçemizin gelişmesine katkısunan herkese şükranlarımı iletiyorum. 

 

 



* Mitolojiler ve dinî ögelerözellikle Yunan düşüncesinde çok iyi değerlendirilerek bugünkü felsefeoluşturulmuştur. Bizim kültürümüzde bu unsurlar çok sayıda olmasına rağmenmaalesef sadece edebiyatçılar tarafından değerlendirilmiş, felsefi/hikemibakımdan değerlendirilip de bir Türk felsefesi ortaya çıkarılamamıştır.Destanları felsefi açıdan ilk değerlendirme girişimi, merhum Prof. Dr. HilmiZiya Ülken tarafından Türk Tefekkürü Tarihi adlı kitabında yapılmış, ondansonra bu tarz çalışmalar yapılmamıştır. Ancak son yıllarda bir Türk felsefesiortaya koyabilmek ümidiyle benim de aralarında bulunduğum birkaç üniversitedekimeslektaşlarım bu konuyla ilgili çalışmalar yapmaktayız. Yakın bir gelecekte debenim de yazarları arasında bulunduğum Türk Hikmeti başlıklı yeni bir ortakkitap yayınlanacağını buradan duyurmuş olalım.

**Su ya da sü,asker, çeri ve ordu demek olup subaşı, ordu komutanı demektir. “Su uyur, düşman uyumaz.” atasözümüz de buna işaretetmektedir yani ordumuz, askerimiz uyur ama düşman uyumaz.

[1]İbni Bibi, Evâmirü’l-Alâ’iyye fi’l-Umȗri’l Alâ’iyye adlı eserinden Tevârih-iÂl-i Selçuk (Selçukname), adıyla Farsçadan eski harflerle Türkçeye çevirenYazıcızâde Ali, Revan nüshası, tarihsiz, s. 412; Faruk Sümer, “KaramanoğluMehmed Bey”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2003, s. 445.

[2]İbni Bibi, Tevârih-i Âl-i Selçuk (Selçukname), Revan nüshası, tarihsiz, s.412-413.