21. ASRIN TÜRK CİHAN HÂKİMİYETİ MEFKÛRESİ NE OLMALI?
Prof. Dr. H. Ömer Özden
(Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Aynı ülküler uğrundabirleşen insanların oluşturduğu toplumlar milletleşme sürecine girer, buülkülerini gerçekleştirdikçe büyürler. Milletlerin kendi millî varlıklarınagöre belli idealleri vardır. Varlık sahasında görüldüğü zamanlardan itibarenTürk milletinin de ülküleri olmuş ve her gerçekleştirilen ülkünün yerini yenibir ülkü almıştır. Öyleyse ülkü nedir?
Tanınmış Yunan filozoflarındanbiri olan Eflatun (Platon), bir idealar dünyasından söz ederek, üzerindeyaşadığımız dünyada bulunan her varlığın ve bu varlıklara karşılık gelenkavramların aslının, idealar âleminde bulunduğunu kabul etmiştir. İdealar âlemidiye bir yer var mıdır? Her ne kadar Eflatun, böyle bir âlemin varlığınıngerçekliğinden söz ediyorsa da sağlam bir analizle böyle bir dünyanın, sadecedüşünce boyutunda kaldığı ve aslında ideaların birer düşünceden ibaret olduğuanlaşılır. Nitekim bu söylemden yola çıkılarak ortaya çıkan felsefi akım, “idealizm”adıyla anılmış ve felsefi anlamda da “varlığın, yalnız bu varlık hakkında edindiğimiz düşünceden ibaretolduğunu, düşünceden bağımsız bir gerçeklik bulunmadığını savunan öğreti”şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanıma göre var olanla, var olması istenenarasında bir seçim yapma gereği ortaya çıkmaktadır. Kimileri var olanlayetinirken, kimileri de olması istenenin, var olanın yerini alması gereğindensöz ederek olması istenenin peşinden giderler.
Eflatun’un sözünü ettiği idea,Yunanca bir terimdir. Bunun Arapçadaki karşılığı “mefkûre”, Türkçemizdekimuadili de “ülkü”dür. O hâlde mefkûre ya da ülkü, olanı değil, olması gerekeniistemek, onu elde edebilmek için peşinden gitmektir. Peşinden gidilen ülkügerçekleştirildiğinde artık ülkü olmaktan çıkmakta, onun yerini başka bir ülküveya ülküler almaktadır. Bu kısaaçıklamadan sonra Türk kültüründe bulunan mefkûre anlayışına geçebiliriz. Herşeyden önce de şunu ifade etmemiz gerekir ki Türk kültür tarihinde yer alanülkü ile Yunan düşüncesindeki ideal kavramlarının birbiriyle anlamdaşlıkdışında bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü Eflatun’un idealardan söz ettiğiyıllarda Türk dünyası henüz Yunan felsefesiyle tanışmamıştı, ancak Türklerde otarihlerden önce ideal bir dünya düzeni ve bunu gerçekleştirebilmek için deideal bir hayat, ideal bir siyaset, ideal bir tarih anlayışı mevcuttu.Atalarımız bu ideal dünya düzenini sağlamaya “KIZILELMA” adını vermişlerdi.Erişilmesi zor görünen bir ülküye bu ad verildiğine göre, alelade bir kırmızıelmaya Kızılelma denilmiş olamaz. O hâlde Kızılelma terimiyle kastedilen nedir?
Bilindiği gibidünyamızı aydınlatan güneş, batarken insanın gözlerini kamaştıracak derecedekızıllaşır ve bir o kadar da güzelleşip çekici hâle gelir. İşte batı yönündekızıllaşmış hâle gelerek batmakta olan güneşe bizim atalarımız “Kızılelma”demişler ve onun battığı yöne doğru gitmeyi de ülkü edinmişlerdir. Bundandolayı da ulaşılması ana gaye olarak belirlenen ülküler için atalarımız“Kızılelma” diyerek bunun peşinden gitmişlerdir. Atalarımızın belirledikleriilk Kızılelma, güneşin battığı ve o esnada kızıllaşmış bir elmayı hatırlatanyöne doğru gitmek olmuştur. Bu nedenle tarihimizin ilk dönemlerinden itibarenhep batı istikametinde hareket etmişler ve yeni yurt tutacakları yerleri hepbatıdan seçmişlerdir. Kızılelma’mız herzaman aynı kalmamış, bir mefkûreye ulaşılınca yerini yeni bir ülkü/mefkûre yaniKızılelma almıştır. Kızılelma’nın mahiyeti ve niteliği, dönemlere göre değişsede milletimizin Kızılelma ülküsünün temelinde yatan ana düşünce hiçbir zamandeğişmemiştir. Bu ana düşünce de bütün cihana, başta insanlık olmak üzere bütünvarlıklara adalet sağlamaktır. Adalet, hak sahibine hakkını teslim etmek, hakkıolmayana hak etmediğini vermemek, dünyanın dengesinin bozulmasına izinvermemek, çevreyi korumak, ahlaksızlığı ortadan kaldırıp ahlaki bir yaşamsağlamak… Kısacası yaşanabilir bir dünya tesis edebilmek için cihanınyönetimine talip olmak demektir. Türk milleti, asırlarca önce Mete Han’ın (OğuzAta/Oğuz Kağan) oğullarına batı yönünü göstererek “Daha çok deniz, daha çokırmakları bulunan yerlere gidin!” tarzındaki tavsiyesi doğrultusunda teşkilatlıbir biçimde ata yurtlarından boylar hâlinde ayrılmış ve yeni yurtlar tutmakiçin hep batı yönünde ilerlemişlerdir. Ohâlde milletimizin Orta Asya’dan çıkıp uzun asırlar yılmadan yorulmadan yeniyurt aramaları boş yere değildir. Nihayetinde milletimiz, zor bir coğrafya olanAnadolu’nun kapılarını Sultan Alparslan komutasındaki ordusuyla MalazgirtMeydan Muharebesi’ni zaferle sonuçlandırıp açmış ve burayı vatan tutmuştur.Anadolu artık Türklerin yeni ana yurdudur ve bu yeni vatanın çok önemli biranlamı vardır. Anadolu niçin önemlidir? Çünkü Anadolu, Mete Han’ın vasiyetiolan yerdir. Üç kıtanın ortasında konuşlanmış, kıtalar arası geçişi sağladığıiçin, geçmişte de bugün de tüm dünyanın gözü üstünde olan bir yerdir Anadolu.Böylesi zor bir coğrafya olduğu için, Türk milleti, her fırsatta bu coğrafyayıelimizden almak için türlü oyunlar çeviren dış güçlere ve onların yerli iş birlikçilerinekarşı “su uyur, düşman uyumaz” atasözü gereğince her zaman uyanık olmakdurumundadır. Bu da milletimizi sürekli hareketli ve tedbirli olmaya sevketmektedir. Anadolu, Türk’ün Kızılema’sının ilk durağıdır. Kızılelma’yaulaşılmıştır, ancak yeni bir Kızılelma ülküsü milletimizin gönlüne yeretmiştir. Avrupa kıtasına geçmek. Aslındaana hedef Kostantiniyye’dir, ama burayı alabilmenin yolu önce Avrupa’yageçektir. Nitekim Avrupa topraklarının Balkanlar kesimi yavaş yavaş fethedilmişve burayı fethedenlere Fatihan (fethedenler, fatihler), buraya yerleşen o ilkakınlara katılanların çocuklarına da evlad-ı fatihan (Fatihlerin çocukları)demişlerdir. Fethedilen topraklar, Bizans’tan alındığı için de buraya Rumeli(Urumeli) adı verilmiştir. Artık asıl Kızılelma olan Konstantiniyye’ye sıragelmiş bulunmaktadır.
Konstantiniyye kimilletimizin din olarak İslamiyet’i seçtiklerinden sonra Hz. Peygamber’imizinmüjdesine nail olabilmek için fethetmeyi her şeyden çok arzu ettikleri birşehirdi. Çünkü burası iki kıtayı birbirine bağlayan önemli bir konuma sahipti;nihayetinde Kostantiniyye de Sultan İkinci Mehmet Han tarafından fethedildi vekendisine de Fatih denildi. Artık yenihedef Avrupa’nın ikinci önemli kapısı olan Viyana’nın alınmasıydı. Ancak ikidefa kuşatılmasına rağmen bu gayeye ulaşılamadı; çünkü Osmanlı Devleti maalesefİstanbul’u fethederek kapattığı Orta Çağ’dan Batılıların açtığı Yeni Çağ’a ayakuyduramayarak bilim ve teknikte çok gerilerde kalmışlardır. Uzun yıllar sürenbu ayak uyduramayış, nihayetinde çöküşle sonlanmış ve bu koca çınarın yerine,Millî Mücadele kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk tarafından TürkiyeCumhuriyeti Devleti’miz kurulmuştur. Bu yeni devletimizin de elbette ki birKızılelma’sı vardı o da yine Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenmişti.“Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta onu da geçmek”ti. Bu yapıldığıtakdirde Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktı. Cumhuriyet’imizin ilk100 yılı, bu gayeye ulaşabilmek için temellerin atılmasıyla geçti. Ülkemizdeüniversiteler, araştırma enstitüleri, fabrikalar kuruldu. Ancak unutmamakgerekir ki yeni bir medeniyet kurmak öyle kolay değildir. Bu ülküyü hareketegeçirecek genç dimağlara ve yeni bir ülküye ihtiyaç vardır. Bu da yeni bir Kızılelmaortaya koymak demektir. O hâlde yeni Kızılelma’mız ya da cihana yeniden egemenolabilmek için yeni mefkûremiz ne olmalıdır? Yaklaşık40 yıldır içinde bulunduğum akademi hayatımın bana öğrettiği en önemli ilke veülkü, bilimin asla ihmal edilmemesi oldu. Batılılar, bugünkü ilerlemişliklerinibilimsel çalışmalara ve bu çalışmaların uygulamaya aktarılmasına borçlular.Bunu da ilkeli ve metotlu çalışmayla elde ettiler. O hâlde ülkemizin muasırmedeniyetler seviyesine ulaşabilmesi ve hatta geçebilmesi için çocuklarımızavereceğimiz ülkü, her türlü yanlış bilgiden uzaklaşıp bilimsel bilgiyeyönelmeleri, muntazam ve disiplinli çalışarak teorik bilgiyi pratik alanaaktarmaları ve üretime katmalarıdır. Bunu yaparken ayrılmayacakları bir diğerönemli ülkü de Türk töresinden ayrılmamalarıdır. Çünkü töre yani ahlakolmayınca öz benliğimizden çok çabuk uzaklaşır ve yozlaşırız. O hâlde rahmetli Alparslan Türkeş’in dedediği gibi “Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti.” milletimizinyükselişi ve ilerlemesinde temel ilkedir. Bu ilke olmazsa gerileme ve çöküşedoğru gideriz. Bu bakımdan Türk çocuklarının ve gençlerinin yeni Kızılelma’sı,planlı ve disiplinli çalışarak bilim ve tekniğe ulaşmak, tarihimizden vekültürümüzden bigâne kalmayıp geçmişimizde atalarımızdan devraldığımız kültürmirasına sahip çıkıp ahlaklı ve erdemli bir hayat yaşamak olmalıdır.