MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN NUTUK ADLI ESERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

03 Ocak 2015 11:09 Selim YILDIZ
Okunma
33304
MUSTAFA KEMAL ATATÜRKÜN NUTUK ADLI ESERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME


“Türk bayrağı onun aziz ölüsünü gölgeleyecek ve şu yurdun yükseklerinde yapılacak türbesini bir bozkurt bekleyecektir. Başka süs istemez.”  Arif Nihat ASYA
 
Dünyada tarih yapan ve tarih yazan abidevi insanların sayısının oldukça az bulunduğu kanaatindeyiz. İşte bu abidevi şahsiyetlerden şüphesiz en önemlisi, 20. yüzyılda Türk ve dünya tarihine damgasını vurmuş olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hikmet Bayur’a göre Atatürk’ün iç ve dış siyasada ve askerlikte en büyük üstünlüklerinden biri çok hesaplı ve ihtiyatlı olması, işi tesadüflere bırakmaması, hesaplarının da daima isabetli çıkmasıdır. O hiçbir vakit kendini başarı ihtimali az olan işlere sürüklettirmemiş ve ulusla devletin geleceği ile kumar oynamamıştır. Başarı ihtimallerinin üstünlüğünü herkesten önce takdir ettiği için atılgan olmuş ve o vakit de arkadaşları onun cüretinden ürkerek onu girişmek istediği işten alıkoymaya çalışmışlardır. İşte Nutuk, böyle bir ruhun ve kişiliğin kaynağı olarak tarihteki yerini almıştır. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkasının 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasındaki II. Kongresinde büyük eseri Nutuk’u altı gün boyunca okumuştur. Büyük Nutuk’un üç açıdan benzersiz olduğu söylenebilir: Söyleniş süresi, kapsamı ve yaptığı etki açılarından eşsizdir. Eserin birçok baskıları bulunmaktadır. Sunum, TBMM toplantı salonunda yapılmıştır. Gazi; sabahleyin üç saat, öğleden sonra üç saat olmak üzere her gün iki toplantıda konuşmuştur. Büyük Nutuk adlı eserin altı gün sürmesi ve dünya hitabet tarihinde eşine ender rastlanan uzunlukta olması nedeniyle İngilizce konuşan ona “Six-day Speech” ya da “Marathon Speech” demiştir. Nutuk’un birçok baskısı bulunmaktadır. Bu baskılardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1.   1927 yılında 2 cilt hâlinde ve Osmanlıca olarak (I. Cilt esas Nutuk, II. Cilt vesikalar) Türk Tayyare Cemiyetince (Türk Hava Kurumu) eski harflerle Ankara’da 50 bin sayı olarak büyük boy sayfaya basılmıştır. İkinci 50 bin sayı yine 1927’de eski harflerle basılmıştır.
2.   Yeni Türk harflerinin kabulünden sonra, I. Cilt( 1919-1920 olayları), II. Cilt (1920-1927 olayları), III. Cilt (Belgeler) olmak üzere, 1934 yılında İstanbul Devlet Matbaasında üç cilt olarak basılmıştır.
3.   1938 yılında (Cumhuriyet’in 15. Yıl dönümü armağanı olarak) İstanbul Devlet Basımevinde ilk iki cildi tek cilt içinde yayımlanmıştır.
4.   1943 yılında 3 cilt olarak yeni harflerle basılmıştır.
5.   Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Büyük Nutuk, 1970, 3 cilt.
6.  Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri( 1906-1938),
1954, 1959, 1961, 1964, 1981.
7.   Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Söylev, İstanbul 1978
8.   Behçet Kemal Çağlar, Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri, Ankara, 1968.
9.   Kültür Bakanlığı (1975’te az çok sadeleştirilmiş olarak iki cilt), MEB, TTK,
TDK... ve diğer kuruluşlar tarafından bastırılanlar.
Nutuk ilk kez 1963/1964 yıllarında TDK tarafından günümüz Türkçesine çevrilmiş olarak yayımlanmıştır. TDK’nin Nutuk konusunda önemli bir hizmeti de okunuşunun 50. yılında, Kasım 1977’de, “Türk Dili, Nutuk Özel Sayısı”nın içinde yirmiye yakın bilim, edebiyat ve düşünce adamının hazırlamış oldukları araştırma ve incelemeleri yayımlamış olmasıdır.
Nutuk’un yabancı dildeki baskılarına gelince, Nutuk ilk kez 1927 yılında İtalyanca olarak yayımlanmıştır. Daha sonra Nutuk 1928 yılında Almanca dört cilt olarak yayınlamıştır. 1929’da da İngilizce ve Fransızca basımları yapılmıştır. Dört cilt olarak yayınlanan Rusça baskısındaysa ön sözler, Atatürk’ün biyografisi, açıklayıcı not ve yorumlar, zaman dizini çizelgeleri, her cildin sonunda açıklamalı kavram ve kişi dizinleri,son ciltte ise bütün Nutuk’u kapsayan kişi ve yer adları dizinleri eklidir. Arapça olarak yayınlanması için de Kahire büyükelçimiz Muhittin Paşa ısrarla talepte bulunacaktır ama yabancı dillerdeki baskılar bir Alman yayınevine (Köhler) verildiği için onlarla temas kurulması istendiyse de sonuç olarak Arapça baskısı yapılamamıştır.
Gazi, Nutuk üzerindeki telif hakkını Türk Hava Kurumuna bağışlamıştır. Henüz kurulmuş olan bu kurumun gelişmesinde Nutuk’un satışından elde edilen gelir çok önemli rol oynamıştır.
Nutuk, okunduğu 1927 yılında tüm Türkiye’de büyük yankılar yapmış, tüm gazeteler manşetlerinde Nutuk’a yer vermişler, yazarlar günlerce Nutuk’tan söz etmişlerdir. Bu yankı dış dünyaya da yansımıştır. Avrupa bir yana, Japonya’da bile yayımlanan pek çok yoruma rastlanmıştır.
Bu arada İzmir Suikastı öncesinde yurt dışına çıkmış bulunan muhalefet kanadının ileri gelenlerinden Nutuk’a tepki ve eleştiriler de gelmiştir. O günlerde Millî Mücadele’nin Londra’da oturmakta olan onbaşısı Halide Edip Adıvar, Nutuk’un okunmasının hemen ertesi günü Londra’da yayımlanmakta olan The Times gazetesine gönderdiği bir makaleyle Gazi’ye eleştiriler yöneltmiş, Londra büyükelçimiz Ferit Bey bu yazıyı ve çevirisini aynı gün Ankara’ya, Dış işleri Bakanlığına göndermiştir.
Bunun üzerine CHP Genel Sekreteri Saffet Bey, 1 Kasım 1927’de The Times gazetesinde bir tekzip yayımlamıştır.
Rauf Bey de o günlerde Paris’te yaşamaktadır ve o da 2 Kasım günü The Times gazetesine gönderdiği bir mektupla benzer eleştirlerde bulunmuştur.
Muhalif kanadın diğer bir ileri geleni, eski İttihatçı ve Halide Edip’in eşi Dr. Adnan Adıvar da o günlerde Paris’te yaşamaktadır ve The Daily Telegraph gazetesinde 29 Eylül 1928 tarihinde “Türk Diktatörlüğü” başlığıyla bir eleştiri de o yayımlayacaktır. Bu yazıların tam metinleri Bilal Şimşir’in Atatürk’ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler kitabında bulunmaktadır.  
Atatürk’ü yakından tanıyan gazeteci Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı eserinde Atatürk ve Nutuk hakkındaki şunları söylemektedir:
“Atatürk de kızıp darılır, barışıp gene bozuşur, bazen huysuzluğu bazen keyfi tutar, bir müddet herhangi bir dedikodunun etkisinde haksızlığa kadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı şakayı sever, fâniliği size bana benzer tabii bir insandı. Şahıslar için bir değişmez, bir de geçici övgü ve yermeleri vardır. Hemen her akşam ve her yerde meclisli bir ömür sürdüğü için,  yanında bir iki defa bulunanlar, çok defa şahıslar veya  olaylar üzerine bu geçici övgü ve yermelerini duymuşlardır. Herkes duyduğunu tarih belgesi olarak vermeğe kalkarsa, sanatını bilmeyen bir tarihçi bu aykırılaşmaların altında çok güçlük çeker. Atatürk’le devamlı birlikte bulunanlar da sevdikleri bir kimse için onun geçici övgüsünü, sevmedikleri için geçici yermesini öne sürmektedirler.
Belli başlı adamlar   söz konusu olduğu zaman, bu şahısları nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçek hükümlerini ancak böyle anlayabilirsiniz. Çünkü devlet ve halk işlerinde hiç laubaliliği yoktu.
Haber vereyim ki Atatürk ne yaptığını, nasıl yapacağını, kimlere ne yaptıracağını, kimleri nerede ve nasıl kullanacığını bilir pek hesaplı bir adamdı. Yapmış oldukları üzerinde istediğiniz tenkitlerde bulunabilirsiniz. Fakat kendi varmak istediğine ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, dostluklarının, yakınlıklarının, sözde sırdaşlıklarının üstünde bilhassa ‘kendi kendine vefalı’ bir lider olduğu su götürmez.
Tarih boyunca bütün kendi gibi olanlara benzerdi. O da bal veren bir çiçek değil, her çiçeğin kendine göre balını almasını bilen bir arı idi. Her çiçeğin kovan peteklerinde şüphesiz bir payı vardır. Fakat çiçeklerden hiçbiri, eğer arı olmasaydı, petekteki balı yapabileceğini söyleyerek övünemez. Ama bu balı zehir sayanlar da bulunabilir.
Herkes gibi Atatürk’ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan ,gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. Atatürk’ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır.
Yine Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı gibi “Atatürk’ü yatak odasına girenler değil kafasının içine girenler tanır.”
Muhsine Börekçi’ye göre, Atatürk ‘’Muhterem efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir.” cümlesiyle Nutuk’un içeriğini özetlemektedir. Mazi olmuş bir devrin hikâyesi...
Nutuk sadece mazi olmuş bir devrin hikâyesi değil, aynı zamanda o hikâyenin geçmişten gelen sebepleriyle geleceği yönlendirecek yorumudur. Atatürk geçmişe ait bazı olayları anlatırken tarih bilgisinin nasıl tarih bilincine dönüşeceğinin nasıl çözümlemeci bir tarih anlayışına ulaşılacağının da örneklerini vermektedir. Bu açıdan bakınca bir toplumsal çöküş sürecinde çetin bir bireysel yaşamın nasıl başarıya ulaştığını, varoluş felsefesinin nasıl yaşama geçirildiğini buluruz. Bu aynı zamanda bir bireysel ve toplumsal hayat dersidir.
Atatürk Nutuk’ta bir kahraman olarak gerçek yaşamda yönettiği bir tarih kesitini bir anlatıcı olarak kurgulamıştır. Öznel bir bakış açısıyla da olsa anlatılan olayların gerçekliği bir tarafa, metin Atatürk’ün stratejik dehasını da yansıtması bakımından önemlidir.
Nutuk’ta okuyucuyu öfkelendiren, üzen, duygulandıran, heyecanlandıran birçok hikâyenin yanında düşündüren ve kendini onaylattıran, her zeminde ve her zaman geçerli olan çıkarımlar vardır. Bu, öğreticilik yönünü gösterir.
Nutuk’ta “Efendiler” ya da “Muhterem Efendiler” hitabı metin içinde hem yeni bir kavramın veya konunun habercisi olarak hem de bütün anlatılanları aynı dinleyiciye yönlendirerek metinsel bütünlüğün oluşmasına katkı sağlayan bir unsur olarak kullanılmıştır.
Hitabet sanatında yankılama tekniği olarak adlandırılan bir önceki paragrafta geçen bir veya birkaç kelimenin tekrarlanması da bir başka özelliktir:
‘’Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musibetlerin intihabı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk gençliği!”
Nutuk metin olarak da tutarlıdır. Gençliğe Hitabe kısmına kadar olan bölüm; kişileri, durumları, hedefleri, yol haritasını, vasıtaları, eylemleri ortaya koymuş ve “bugün vasıl olduğumuz netice” ifadesiyle Gençliğe Hitabe kısmına bağlanmıştır.
Nutuk’ta cümleler arasında neden sonuç, üsteleme, sıralama ilişkilerinin kurulmuş olması vurguyu artırmış olmakla birlikte “yalnız, hâlbuki, zira, ancak, çünkü, binaenaleyh, mesela, maahaza, nitekim, nihayet, bir de, hatta, şimdi, badehu, bilahare, evvela, saniyen, salisen..” gibi sözcükler vurguyu asıl etkili hâle getiren unsurlardır.
Kullanılan kelimelerin büyük bir kısmı Arapça kökenlidir. Muhsine Börekçi’nin tespitlerine göre eserde %58 Arapça kökenli, %30 Türkçe, %6 Farsça ve %3 de diğer dillerden gelen kelime mevcuttur. Bunun dışında Fransızca bir sözcüğün Arapça bir ekle âdeta Osmanlıcalaştırılmış olması dikkat çekicidir:
”Komisyon azaları muafıyet-i diplomatikiyeden istifade edeceklerdir.”
Alıntı ve belgeler hariç 10531 cümle kullanılmıştır. Ünlem cümlesi yok denecek kadar azdır.
Sevr Antlaşması’ndan bahsederken ‘’Sevr Taslağı” ve ‘’Sevr Projesi” terimlerinin kullanılmış olması, Ege Denizi yerine ‘’Adalar Denizi” adını tercih etmesi de kayda değerdir.
Atatürk, edebiyatı “söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularım, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı” olarak tamamlamaktadır ki Nutuk bütünüyle de bu tanıma da uymaktadır.
Şevket Süreyya Aydemir de Nutuk’u Tek Adam adlı eserinde şöyle değerlendirmektedir:
“Büyük Söylev, ne bir anıdır, ne de bir tarihtir. Büyük Söylev; tarihî değerde bir siyasi belgedir. Ve elbette ki, bütün siyasi belgeler gibi zamanın şartları içinde değerlendirilmelidir.
Yani onda, hem şartların objektif tahlili vardır. Hem değişmez gerçekler, hem, ancak bu söylevin söylendiği günlerin icap ve havası içinde söylenmiş ve biraz da iç âlemin ruhi birikimlerinden veya duygusal şartlardan gelen hükümler yer alır.
Ama bütünü ile bu söylev, onun yaşadığı dönemde dünya tarihine müdahalesi olan liderlerin söylev ve anıları arasında, kendi namını değil, kendi mücadelesini yaşatmak amacı bakımından, en asil yeri işgal etmektedir, diyebiliriz.”
Diğer yandan aynı yazar CHF ve kongre olayını şu şekilde değerlendirir:
“İkinci Büyük Millet Meclisi 1927 Temmuz’unda sona erdi. Ağustos’ta yeni seçimler yapıldı. 1 Eylül 1927’de çalışmalarına başlayan üçüncü Büyük Millet Meclisine Cumhuriyet Halk Partisi, 316 mebusla ve tek parti hâlinde geldi. Gerek Birinci Meclisin muhaliflerinden, gerek dağıtılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası faal üyelerinden kimse yeni Meclise seçilemedi. Terakkiperver Parti liderlerinden Ali Fuat Paşa, çok önemli anılarında, bu sonucu dikta rejimi şeklinde yorumlar.
Üçüncü Büyük Milet Meclisine tek parti olarak gelen Halk Fırkası, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında birinci kongresini yaptı. Halk Partisi edebiyatında buna, ikinci kongre de derler. Bu takdirde Halk Partisini, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin bir devamı ve Sivas Kongresini de bu suretle partinin ilk kongresi olarak sayarlar. Böyle bir bağlantı çabası ve Millî Mücadele’nin teşkilatlanmasını Cumhuriyet Halk Partisine mal etmek doğru olmasa gerektir. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti teşkilatı, aslında bir parti değildi. Bağımsızlık mücadelesinin teşkilatlandırılması için kurulmuş, eğilim farkı gözetmeyen bir halk sözcüleri teşekkülü idi. Bu teşekkülün Millî Mücadele’deki yerini böylece belirtmek ve muhafaza etmek daha doğru olsa gerektir.”
 
Nutuk’ta Geçen Bazı İsimler
 
Ali Kemal, Sait Molla ve Rahip Fru Üçlüsü : Ali Kemal’in asıl adı Ali Rıza’dır, Paris Üniversitesi Siyasi İlimler Akademisi mezunu olup şiirle de uğraşmış, Halep’te iken Bedevi kızları için Ahmet Haşim’i kıskandıracak derecede içli mısralar ortaya koymuştur. İttihatçıların baskısı üzerine Avrupa’ya kaçmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra yurda dönmüştür. 1919 yılı içerisinde Damat Ferit kabinelerinde Dâhiliye ve Maarif Nazırlığı yapmıştır. Millî Mücadele aleyhine yazılar yazmıştır. 5 Kasım 1922’de Ankara hükûmetinin eniriyle yakalanarak kaçırılmıştır. Linç edildiği tarih, Cemal Kutay’ın Bilinmeyen Tarihimiz adlı eserinde 19 Kasım 1922 olarak verilmiştir. Cemal Kutay eserinde Ali Kemal’i ve linç hadisesini Asım Us, Necip Ali, Kastamonulu Komiser Mehmet Emin Bey, polis memuru Sivaslı Mehmet Kâmil ve Nurettin Paşa’nın ifadeleriyle anlatmıştır. Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında Ali Kemal’i Nurettin Paşa’nm linç ettirdiğini yazmaktadır. Ali Kemal, eski büyükelçilerimizden Zeki Konuralp’in de babasıdır.  
Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah’ta yazdığı yazılarından bazı başlıklar: 
*Yalancı Millîyet Davası Şer’i Şerife Aykırıdır (16 Nisan 1920)
*İdam, İdam, İdam!  Mustafa Kemal Cezasını Bulacak. ( 25 Nisan 1920 )
*Mustafa Kemal’in Maskaralıkları (7 Mayıs 1920)
*Lanet, Lanet, Lanet! ( 15 Mayıs 1920 )
*Korktuğumuz yine başımıza geldi, Yunan Taarruzu ( 26 Haziran 1920 )
Sait Molla, Damat Ferit Hükûmetinde Adliye Müsteşarlığı yapmıştır. Sahte senetle Hicaz Kralının zevcesinden para çekmek suçundan Kıbrıs’ta tutuklanmış, ahlaksızlığı sebebiyle “Sait-i Şaki” lakabı verilmiştir.
Rahip Fru ( Frew ), İngiliz ajanı Papaz, İngiliz Muhipler Cemiyetinin başkanı.
Mustafa Kemal Nutuk’ta bu üçlünün ilişkileri ve İngiliz Muhipler Cemiyetinin çalışmaları hakkında bilgi vermektedir. Sait Molla’nın Rahip Fru’ya hitaben yazmış olduğu 12 mektubun tam metinleri de Nutuk’ta bulunmaktadır. Bu mektuplarda parayla satın alman kişiler, ayrılan ödenekler, Cemiyetin Anadolu ayağının durumu, kirli ilişkiler söz konusudur.
Sait Molla’nın, Rahip Fru’ya yazdığı bir mektuptan:
“Ali Kemal Bey’e son felaketi üzerine üzüntü duyduğunuzu söyledim. Bu kişiyi elde bulundurmak gerek, bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye sunulması için en uygun zamandır.”
Mustafa Kemal Rahip Fru’ya yazmış olduğu mektupta bunları konu etmiş ve son satırlarında şöyle demiştir:
“ ...Ancak bu konuda tuhaf olması bakımından şunu da bildirmek zorundayım ki siz, bir din adamı olarak siyaset oyunlarına, özellikle öldürmeye varacak işlere karışmak hevesine kapılmamalıydınız..”
 
Ali Galip ve İngiliz Binbaşısı Edward Noel İkilisi
Ali Galip’e Sivas Valiliği ve 3. Kolordu Komutanlığı vadedilerek Sivas Kongresi’ni engellemesi istenmişti. 3 Eylül 1919’da Malatya’da bulunan İngiliz subay Edward Noel, Kürt Bedirhanilerden Kâmuran ve Celadet ve Diyarbekirli Cemil Paşa ailesinden Ekrem’in görüşmeleri de bir tesadüf değildir. Bu, Ali Galip’le iş birliği içinde olduklarının göstergesidir. Sait Molla’nın mektuplarında Ali Galip’e ödenek çıkarılması istendiğini de görmekteyiz.
İngiliz Yüksek Komiserliği müşavirlerinden Hohler, Noel için, “Kürt havarisi... Korkarım ki altından bir Kürt albayı Lawrence çıkaracak.” diyordu. 12 Eylül’de Malatya’ya gelmiş olan İngiliz Albay Peel, Noel’in yaptıklarından İngiliz hükûmetinin haberi olmadığını söylemişse de Mustafa Kemal Paşa, bu albayın da kimseyle görüştürülmeden geldiği yere gitmesini ilgililere bildirmiştir.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta bu olayla ilgili olarak Kürtlerin kışkırtıldığı ve kullanıldığı kanısıyla Elâzığ Alay Komutanı İlyas Bey’e çeşitli direktifler vermiştir ki bunlardan birisi şöyledir:
“Bedir Ağa’yı ve Keven aşireti başkanlarını ve bu haince davranışa muhalif başkanları kendi yanınıza çekmeye çalışmanız uygun olur.”
Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı eserinde “Damat Ferit hükûmeti, Sivas kongrecilerini bastırmak için Kürtlüğü bile ayaklandırmak üzere, İngilizlerle el birliği yaparak cüretli fesatçılar yollamıştı.” ifadesiyle bu gerçeğe işaret etmektedir.
Şeyh Recep Olayı
Amasya Görüşmeleri öncesinde Sivaslı Şemsettin oğullarından Recep Kamil, İlyaszade Ahmet Kemal ve Zaralızade Celal adlı kişiler halkı kışkırtarak Bahriye Nazırı Salih Paşa’ya ve saraya telgraf çekerek Mustafa Kemal’i şikâyet etmişlerdir. Sait Molla’nın Rahip Fru’ya yazdığı 24 Ekim tarihli bir mektubunda Molla, papaza: “Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz; ancak yavaş yavaş düzelecek.” diyordu. Mustafa Kemal, olayı “’Sivas’tan yükseltilen bu sesin, düşmanlar için ne kadar güçlü ve önemli olduğu kolaylıkla anlaşılır.” şeklinde yorumlamış ve Vali Reşit Paşa ve ilgililere bu ve benzer nitelikteki ihanet girişimlerine karşı emirler vermiştir.
Celalettin Arif Bey:
Celalettin Arif Bey, Son Osmanlı Mebuslar Meclisi ve TBMM’deki görevleri dolayısıyla ele alınmıştır. TBMM İkinci Başkanı ve Adalet Bakanı Celalettin Arif Bey’in Doğu İlleri Valiliğine atanması ile ilgili Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal’e bir önerisi olmuştur. Bu önerinin gerekçesi Kâzım Karabekir tarafından şöyle açıklanmıştır:
“Bu öneri kabul edilip uygulanırsa askerlikle ve sivil yönetimle ilgili her iki görevin gereken önem ve titizlikle yapılmasından sağlanacak yarardan başka, sırası gelince önemli sorunları görüşmek ve gereğini hızlıca yapmak için milletvekili olarak bir kişi daha bulunmuş olur...” (19 Eylül 1920)
Bu önerinin gündeme gelmesinin ardından Celalettin Arif Bey de kendisi gibi Erzurum mebusu olan Hüseyin Avni Bey’in yirmi dört saate kadar vali vekilliğine atanmasını istemiştir. (22 Eylül 1920)
Kâzım Karabekir Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet eden bu isimlerin asıl niyetlerinin farklı olduğunu anlayınca bir şifreli telgrafında şu bilgiyi verecektir:
“Şimdi anlıyorum ki Celalettin Arif Bey daha Ankara’da iken kendisiyle kimi külah kapmak isteyenler güzel bir program yapmışlardır. Mesela Hüseyin Avni Bey Erzurum valisi olacak; Celalettin Arif Bey doğu illerinin genel valisi olacak. Celalettin Arif Bey ya oyuncak gibi oynatılıyor ya da daha karar vermedim, pek zekidir, kendi bir iş yapmak istiyor…”
Çerkez Ethem
Millî Mücadele’de büyük yararlıklar göstermesine rağmen sonradan teşekkül eden ulusal hükûmete karşı cephe alması, bağımsız hareket etmesi ve bazı tertiplerde yer alması; hakkında olumsuz şeylerin yazılıp söylenmesine zemin hazırlamıştır. Sonradan, etkisiz hâle getirilmek için millî kuvvetler tarafından üzerine yürünen Çerkez Ethem, çatışmaya girmemeye gayret gösterse de teslim olmayarak elindeki silahlı adamların bir kısmıyla Yunan tarafına sığınmıştır.  
O dönemde Şark-ı Karib Çerkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti (Yakın Doğu Çerkezlerinin Haklarını Sağlama Cemiyeti) Ekim 1921’de İzmir’de kongre düzenlemiş ve kongre sonunda 6 milyon olması gereken Çerkezlerin, kongre tarihinde 2 milyona indiği, bundan Osmanlı yönetiminin sorumlu olduğu, millîcilerin de payı olduğu dile getirilmiştir. Cemiyet tarafından kurtarıcı olarak Yunanlıların görülmesi de kötü niyetlerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Nurettin Paşa
Nutuk’ta faaliyetleri nedeniyle tenkit edilmiş, asker ve devlet adamlığı olumsuz olarak anlatılmıştır. 1. Ordu Komutanıyken milletvekili olmaya girişmesinden, bu isteğini daha sonra bir ara seçiminde Bursa’da gerçekleştirdiğinden ayrıca yeni seçim yılı olan 1923’te de Abit Süreyya Bey adında bir kişiye yaşam öyküsü yayımlattığından bahsedilmiştir. Sözü geçen kitapçığın kabında şu yazılar okunur:
“İzmir Fatihi, Karahisar ve Dumlupınar Savaşlarında Düşmanı Yenen Gazi Nurettin Paşa Hazretlerinin Yaşam Öyküsü”
Nutuk’ta bu kitapçıkta yazanların çürütülmeye çalışıldığını görmekteyiz. Mustafa Kemal’e göre zaferde en az onur payı olan kişi Nurettin Paşa’dır ve kendini zaferi kazanan kişi olarak göstermesi örnek alınacak bir ahlak ilkesi değildir. Nurettin Paşa hakkındaki şu cümleleri son derece anlamlıdır:
“Paşa, Konyar adındaki Türk boyundan olan rahmetli Mareşal İbrahim Paşa’nın oğlu, Peygamber Hazretlerinin soyundan Ayan üyesi ve eski nazırların en yaşlısı Bursalı rahmetli Rıza Efendi’nin torunlarındanmış. Bu bilgiye ve anlatış biçimlerine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap’tır. Babasıyla ve büyük babalarıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius’a, babası ve anası Türk olan Attila’nın;  ‘Ben de büyük ve soylu bir milletin çocuğuyum.’ dediğini hatırlatmadan geçemeyeceğim.”
Lütfi Fikri Bey
Cemal Kutay, Lütfi Fikri Bey’den övgüyle bahsetmektedir:
“Paris’te siyasi ilimler, Lozan’da hukuk, Cenevre’de ekonomi-politika üzerine ihtisas yapan ve daha sonra istibdattan son ders senesinde kaçtığı için Osmanlı Hukuk Mektebini bitirmedi gerekçesiyle Baro Başkanlığı elinden alınan Lütfi Fikri Bey, 1908 Mebuslar Meclisinde Dersim milletvekiliydi. Seçim bölgesine gitti. Önce,o günün kültür ve idare adamlarının Kürt dedikleri seçmenlerinin yedi göbek Türkmen olduklarını, Batı-Doğu kaynaklarına dayanarak ve halk türkülerinden seçtiklerini meclis kürsüsünden okuyarak ispatladı.Dersim için bir çağa ulaşma raporu sundu .Ümit bağlanan erken seçimlerde halka gerçekleri anlatmak için Selanik’e gitti.İttihatçılar bu duruma şaşırdı. Zira Selanik iktidar partisi olan İttihat ve Terakki’nin kalbi, alınmaz kalesi, öz yuvası idi. Bu muhalif çehre ile temelinde siyaset kokan cinayetlerin birbirini kovaladığı o günlerde Selanik’e gitmek ne demekti?
İttihat Meydanı’nda kürsüye çıkmış, ıslık, düdük, çürük yumurta ve domatesle yuhalanmıştır. Şöyle demiştir:
‘Aziz kardeşlerim… Çok bahtiyarım… Mesudum… Demek ki sizler, memleket meselelerinden bahsedildiği zaman ıslık çalabilme, düdük öttürme, yumurta ve domates fırlatmayı öğrendiniz, buna imkân bulabiliyorsunuz. Ne güzel tecelli… Şimdi mesele, bu ıslıklarla yumurtalara kimlerin daha çok layık olduğunu ayırmaya kalıyor...’ ”
Babası Hüseyin Fikri Paşa Gümüşhane Mutasarrıfı iken 1872’de orada doğan, 1934’te kanserden 62 yaşında ölen Lütfi Fikri Bey istibdatla savaşma yolunda 17’sinde vatanını terk etmiştir. Cumhuriyet’in birinci yılında, Hintli lider Ağa Han’ın halifelik konusu dolayısıyla mektubunu yayınlamaktan sanık olarak İstiklal Mahkemesine verilen İstanbul gazetecileri hadisesi münasebetiyle, Halife Abdülmecit Efendi’ye açık mektubunda suç unsurları görülerek aynı İstiklal Mahkemesi önüne çıkarıldığı zaman, ilk celsede, bir zamanlar içinde Mebusan Meclisinin toplandığı salonun duvarlarına bakarak gülmüş, sebebini soran mahkeme reisine şu cevabı vermişti:
“Şu duvarların hafızası ve dili olsa da hakiki hürriyet için vaktiyle bu kadar mücadele etmiş bir adamı sizlere tanıtsa.”
Nutuk’ta Lütfi Fikri Bey bahsi 9 Kasım 1923’te Vatan gazetesinin halifeye rol biçmesi, hükûmeti halifelik görevlerini saptayamamakla eleştirmesi üzerine ve 10 Kasım 1923’te de Tanin gazetesinin Lütfi Fikri Bey’in mektubunu yayımlaması üzerine geçmektedir. Bu konu Nutuk’ta şöyle geçer:
“Lütfi Fikri Bey ulusa şunu da aşılıyordu: ‘Şaşarak ve üzülerek görülüyor ki, bugün şu manevi hazineye saldırmak isteyenler, dışarıdan kimseler, Türk’ü çekemeyen Müslüman uluslar değildir; biz Türkler kendimiz, kendi elimizle bu hazinenin elimizden tamamen çıkarılmasıyla sonuçlanabilecek girişimlerde bulunuyoruz!’ ”
Tanin başyazarı, halifelik konusundaki görüş ve düşüncesini şu şekilde saptıyordu:
“Halifelik bizden giderse, beş on milyonluk Türkiye devletinin Müslümanlık dünyası içinde hiç önemi kalmayacağını, Avrupa siyaseti karşısında da en küçük ve değersiz bir hükûmet durumuna düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir yetenek gerekmez. Milliyetperverlik bu mudur? Gönlünde gerçek milliyetçilik duygusu olan her Türk, halifeliğe dört elle sarılmak zorundadır.”
Mustafa Kemal bu durumu şöyle eleştirir:
“Tanin başyazarı, kendisinin cumhuriyetçi olduğunu ilan etmişti. Ancak öyle bir cumhuriyetçi ki onun istediği Cumhuriyet’in başında halife unvanıyla Osmanoğulları bulunacaktır...”
Nutuk’ta İsmet (İnönü ) Paşa, Fevzi ( Çakmak ) Paşa, Kazım ( Özalp ) Paşa, Bekir Sami ( Kunduh ) Beylerden olumlu bahsedilmiştir.  
Paşalar Konusu
Nutuk’ta Kâzım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Rauf (Orbay) Bey hakkında olumsuz değerlendirmeler karşımıza çıkmaktadır. Bu değerlendirmeleri daha iyi anlama adına Lozan günlerinde silah arkadaşlarının kendisini TBMM dışında bırakmak istemesiyle ilgili ayrıntılar, Orhan Çekiç’in bir makalesinde şöyle anlatılmaktadır: 
“Bir gün Vekiller Heyeti Reisi Rauf Bey Gazi’nin odasına gelerek onu Refet Bey’in Etlik’teki bağevine akşam yemeğine davet etti. Rauf Bey o günlerde Moskova büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara’da bulunan Ali Fuat’ın da bu yemekte bulunması için Gazi’nin onayını aldı.
Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa o akşam sofrada bir araya geldiler. Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki Rauf Bey Gazi’ye döndü ‘Kemal’ dedi, “Davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz.Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz.’
Hisleri onu yanıltmazdı, bozuntuya vermedi, ’Buyurun konuşalım.’ dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:
‘Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, sana gelemiyor o yüzden bütün şikâyetler bana geliyor.”
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı. ‘Neyimden korkuyorlarmış?’ deyiverdi.
Rauf Bey doğrudan konuya girdi:
‘Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki eline fırsat geçerse, senin bu ülkeden padişahı bile kovacağını söylüyorlar.’
Gazi donup kalmıştı. Soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Rauf Bey ise içini dökmeye başladı:
‘Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre emaneti sahibine iade etmenin zamanı geldi.’
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı. ‘Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?’ diye sordu.
Rauf Bey’i dinleyelim:
‘Kemal, benim babam padişahın başmabeyinciliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var, şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik sordun, söyleyeyim. Padişah İslam halifesi, ben de Müslüman’ım. Dinî terbiyem sebebiyle padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki yüzlerce yıldır bu milletin alıştığı yönetim mutlakıyet yönetimidir, cumhuriyet değil.’
Refet Paşa da ‘Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum.’ diyerek kestirip attı.
‘Benden ne yapmamı istiyorsunuz?’ diye sordu Gazi.
“Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına dair söz ver.” dedi Rauf Bey.
Bana bir kağıt verin.
Bağevinde gece yarısı kağıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve üstüne hırsla yazdı:
‘Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir.’
‘Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi, yarın çıkıp okursam sizce Meclis tatmin olur mu?”
O Meclisten padişah aleyhine karar çıkmazdı, bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar.
1921 Anayasa’sına göre yeni seçim zamanı gelmişti. Bu defa da ya Kemalist Meclis gelirse diye korkulmaya başlandı. Yeni bir plan hazırlandı. Mustafa Kemal’i Meclise sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim yasasını değiştirmeye karar verdiler. Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay Emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar. Buna göre:
Milletvekilinin doğum yeri Misak-ı Millî sınırlan içinde olsun.
 Milletvekili adaylığını koyduğu yerde en az beş yıldır oturuyor olsun.
Mustafa Kemal’in önergeye verdiği cevap şöyledir:
‘Doğum yerim Selanik Misak-ı Millî’nin dışında kalırken devlet tek kurşun atmadan Selanik’i Yunan’a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne’de savaşıyordum.
Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım, o zaman Derne’de, Bingazi’de, Sina’da, Filistin’de olamazdım. Çanakkale’de, Kafkaslar’da, Sakarya’da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Millî sınırları dışında kalırdı.
Şimdi millete soruyor ve cevabını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?’
Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Mustafa Kemal Ankara’nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. Cumhuriyet’i de kurdu. Gazi bu olayı hiç unutmadı. Nutuk’ta da tüm ayrıntısıyla yazdı.”
Paşalar konusu hakkında Erik Jan Zürcher eserinde, Millî Mücadele’de ikinci derecede rol oynayan başta Kılıç Ali (Çetinkaya)olmak üzere Recep (Peker),Yunus Nadi( Abalıoğlu) gibi kişilerin, Millî Mücadele’de birinci derecede rol oynayan paşaların arasını açmaya, en azından onları geri plana atmaya çalıştıklarından söz eder. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu isimlere İsmet İnönü’yü de ekler. Hatta Adnan Adıvar da bu durum hakkındaki rahatsızlığını dile getirir.
Sonuç olarak Nutuk; millet adına yapılan bütün işlerin meşruluk ilkesine dayandırılarak yürütüldüğünü, verilen kararların, geçilen uygulamaların, derinlemesine bir düşüncenin, uzak bir görüşün, ince bir hesaplamanın, yerinde bir mantığın ve ihtiyatlı bir davranışın ürünü olduğunu ortaya koyan bir eserdir. Yapılan her işte Türk milletinin haysiyet ve şerefinin ön planda tutulduğunun, bütün düşünce ve görüşlerde aklın, mantığın ve ilmin gereklerine uygun bir millî politikanın esas alındığının göstergesi durumundadır. Amasya’da,  Erzurum’da, Sivas’ta, TBMM’de birçok muhalife rağmen hep Atatürk’ün istediği kararlar alınmış, bunların hayata geçirilmesi için çalışılmıştır. Uzun tartışmalardan sonra bütün üyeleri Atatürk’ün istediği noktaya getiren hususların başında, onun hitabet ustalığı gelmektedir. Bu durumu Hamdullah Suphi şu şekilde ifade etmiştir:
“Cephedeki zaferi onun kılıcı kazandı. Fakat içerideki davayı kazanan hitabetidir. Onun o kadar muhalifi vardı, neye yenildiler? Hitabetinin devliği… Hepsi o deve çarpıyor ve çarpıp devriliyordu.”
 
Kaynaklar
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Hazırlayan: Bedii Yazıcı, İstanbul, 1995.
Mustafa Kemal Atatürk, Söylev I-II, Hazırlayan: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İstanbul, 2007.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1968.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam III,  İstanbul, 2008.
Hikmet Bayur, Kuvayı Milliye Devrinde Atatürk’ün Dış Siyasa ile İlgili Bazı Görüş ve Davranışları, Belleten, Cilt: XX, Sayı: 80. (Ekim 1956’dan ayrı basım).
Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul, 1974.
Muhsine Börekçi, “Atatürk’ ün Nutuk’unda Söz Dizimi Ve Üslup Özellikleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2008.
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar ( 4 cilt ), İstanbul, 1991.
Kamil Erdeha, Yüzellilikler Yahut Millî Mücadele’nin Muhasebesi, İstanbul, 1998.
Yaşar Semiz,’’ Atatürk Ve Kazım Karabekir Paşa”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 4, Konya, 1997, s. l91-209.
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Ankara, 2010, Atatürk Araştırma Merkezi Yay.
Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, 80. Yılında Büyük Nutuk (Söylev), http://fen.ege.edu.tr/istatistik/tr/file/emekli/nutuk.pdf
 
 
 


* Ardahan Üniversitesi Atatürk İlkleri ve İnkılap Tarihi Okutmanı