Türk kültüründe nasıl ki üstte mavi gök ve altta yağız yer birbirini tamamlayan iki unsursa kadın ve erkek de birbirini tamamlayan iki unsurdur. Bunun en güzel yansıması Orhun Abideleri’nde geçen “Tanrı, Türk milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan ile anam İl Bilge Hatun’u yükseltti.” ifadesidir. Yine Orhun Abideleri’nde “Umay gibi anam Hatun sayesinde kardeşim Kül Tigin kahraman er adını aldı.” denilmekte Türk kadınının ruhunun yüksekliğine dikkat çekilmektedir. Kadın, Türk Altay destanlarında Ülgen’e ilham kaynağı olurken, bir yanda da kültürümüzde Umay adlı bir ilahî güç tarafından koruma altına alınmıştır. Sadettin Gömeç’in verdiği bilgilere göre Türklerin kutsal ağaçlarından biri olan ve Tanrı kendi haberlerini yolladığı kayın ağacı aynı zamanda bütün insanlığın atası olan kadın anayı da içerisinde saklardı. Kamların davullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında kayın ağacı resmi de bulunur. Bir Sagay Kamı, davulunun üzerindeki iki kayın ağacı resmini şöyle izah ediyor: “Biz Ülgen atamızdan ilk türediğimiz zaman, Umay anamızla beraber bu iki kayın ağacı yere indi.” Kamın bu izahından anlaşıldığına göre, kayın ağacı koruyucu ve merhametli Ana Tanrı Umay ile birlikte Ülgen tarafından yere indirilmiştir. Bu aynı zaman da bize, İslamî inançtaki Adem ile Havva motifini hatırlatmaktadır.
Kültürümüzde “Katun nehri” örneğinde görüldüğü üzere sularımıza ad olan, yüce dağ başlarına tac olan (Altay Dağları’nın en tepe noktasına kadın başı denilir.) kadını yasalarla ve yasaların tanıdığı haklarla dahi koruyamamak bir utanç kaynağıdır. Tanrı’ya, aşka, dünyadaki birçok güzellikte ve güzel işte ilham kaynağı olan kadını yok saymak, insanlığa karşı bir suç ve ihanettir. Tevfik Fikret, “Kızlarını okutmayan bir millet oğullarını manevi öksüzlüğe terk etmiş demektir.” derken, Neşet Ertaş, “Kadın insan, biz insanoğluyuz.” diyerek kadını müstesna bir yere koymaktadır.
Her devirde yetişmiş ruhu kudretli kadınlarımız olmuş ve Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle kurt doğuran kadınlar sayesinde Türk devleti de hep var olmuştur. Türk kadını Dede Korkut Destanları’nda erkekle eşittir. Kam Büre Beyoğlu Bamsı Beyrek’in beşik kertmesi Banıçiçek’le güreşe tutuşması yahut Kan Turalı ve eşi Selcen Hatun’un birlikte silah kuşanıp, düşmana beraber hücum etmeleri bunun dikkate değer örnekleridir. Türk kadını, Türkmenlerden kurduğu orduyla eşi Tuğrul Bey’in tahtını isyancılara karşı koruyan Altuncan Hatun’dur. Türk kadını kahramanlığı dillere destan Tomris Katun’dur. Türk kadını, Çinlilerin “Şiang Fei” yani “Güzel Kokulu Prenses” dediği ancak Çin sarayına zırhlı elbisesi ve atıyla giren, Kürşad´dan 1120 yıl sonra Çin sarayını basan kahraman Dilşad Hatun’dur. İffetlidir. Türk kadını, kumarı yasaklayan, kız kaçırma olaylarının önüne geçen ilk kadın muhtarımız (Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde-bugünkü Karpuzlu ilçesi yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanmıştır.) Gül Esin’dir. Türk kadını, Millî Mücadele Dönemi’nde alnından vurularak şehit olan Gördesli Makbule ve daha niceleridir.
1716 yılında İngiltere’nin Osmanlı elçisi olarak atanan Edward Wortley Montagu’nun eşi Mary Wortley Montagu “Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.” demektedir. Başta Kaşgârlı Mahmud olmak üzere, İbn-i Fadlan, İbn-i Batuta vb. kişiler Türk kadınının hür, erkeklerle eşit ve iffetli yaşamına işaret etmişlerdir. Broquere adlı Fransiz elçisinin Dülkadiroğulları Beyliği’nde kadınlardan kurulu 30 bin süvarinin mevcut olduğunu, Âşıkpaşazade’de geçen Bacıyan-ı Rum’un Türkmen kadınlar olduğunu da Osman Turan Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi kitabında yazmaktadır.
“Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgin olmaya mecburdurlar!” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele’de nasıl ki kadınlarımızın rolü çok büyük olmuşsa yeni Türkiye ve toplumun yine kadınlarımız sayesinde yükseleceğinin farkındaydı. Bu noktada kadının birey olarak erkeklerin gerisinde kalmasının toplum açısından doğru olmayacağını her fırsatta dile getirmiş, faaliyetler yürütmüştür. Kadın bizce bir doğuş, var oluştur. Bilindiği üzere kültürümüzde göbek bağı mühimdir. Göbeğin kesildiği yer de mühimdir. Kadın bu çerçevede doğru idrak edilmeli, doğru algılanmalıdır. Kadın vatandır, kadın milletin temelidir.
Uriel Heyd’in ifadelerine göre de, Türk milliyetçiliğinin önemli ismi Gökalp, kadınların yüzlerinin peçe ile örtülmesi ve kadınların hareme kapatılmasını, toplumdan ve hayattan tecrit edilmesini doğru bulmuyor, Müslüman toplumların daha sonra benimsediği ve hiç olmazsa kasabalarda dinsel yükümlülükler hâline getirdiği yabancı gelenekleri Türk kadını için tehlikeli görüyordu. Kadın, devletin dayanağını teşkil eden ailelerin merkezidir ve onun iş birliği olmadan toplumsal yaşam sakattır. Gökalp birçok şiirinde Türk kadınını ve özellikle onun evde ve tarlada erkeğinin işini yapmak, yaralılara yardım etmek ve cephede canı pahasına cephane taşımak suretiyle Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda oynadığı önemli rolü över. Gökalp sürgünde bulunduğu Malta’dan kızına şöyle yazar, “Peki, yeni hayat ne zaman başlayacak? Ne zaman ki, kadınlar da erkekler kadar tahsil görerek cemiyetin idaresindeki rollerini icraya başlarsa.”
19. yüzyıla kadar Batı’da insanat bahçelerinde kadınların sergilendiğini göz önünde tutarsak elbette ki Türk tarihinde kadının öncesi ve sonrasıyla önemli bir mevkide olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bugün Aile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, çeşitli yasal düzenlemeler, onlarca kadın derneği vb. rağmen kadın toplumda anlaşılamamaktadır. Çığlığına tam anlamıyla kulak verilmemekte, hatta birçok kurum ve kuruluşta yok sayılmakta, bu noktada yasalarla verilmiş haklar dahi alenen çiğnenmektedir. Kadın sığınma evleri çözüm değildir, yasa yapıp takibini yapmamak, görmezden gelmek çözüm değildir, Siyasi parti teşkilatlarında ve belediyeler bünyesinde sadece belirli statü yahut aynı yönde hareket eden kadınlara yönelik sosyal faaliyetler çözüm değildir. Topyekûn eğitime ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Türk kadını kutludur ama kutsanmaya da ihtiyacı olmadığını en başta ifade ettiklerimiz, tarih göstermektedir. Artık bu kutlu varlığı sözlerimizle kutsamaktan yahut TV kanallarında, reklamlarda kullanmaktan ziyade tabiatın, yaşamımızın en değerli bir parçası olarak görüp birlikte yürümesini, birlikte yükselmesini bilmeliyiz. Onların emeği üzerinde egemenlik kurmaktan ziyade onların emeği, onuru, yaşamı üzerindeki ipoteği hep birlikte kaldırabilir, birlikte var olabiliriz.
21. yüzyıl Türkiye’sinde kadına yönelik işlenen suçlar başta olmak üzere onun varlığını yok saymaya yönelik hâl, hareket ve davranış şekilleri milletimizin geleceğini karartmak demektir. Sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik nedenler başta olmak üzere çok yönlü şekilde kadına yönelen olumsuz tutumlar aile, iş ve toplum hayatı içinde araştırılmalı, raporlar düzenlenmeli, anket çalışmaları yapılmalıdır. Gerekirse atasözleri, deyimler, türküler, şarkılar; kadın üzerine yazılmış romanlar, hikâyeler, kitaplar; kadın temalı resimler, fotoğraflar ve diğer sanat eserleri; kadını ve hayatını merkeze alan dizi filimler ve sinemalar tahlil edilmeli, eleştirilmelidir. Kültürümüzde kadına yönelik yanlış bilinen yahut yanlış devam eden şeyler terk edilmeli daha doğru bir bilinç kurmak için çalışılmalı, algılar oluşturulmalıdır. Karma eğitimin kıymeti bilinmeli, okul öncesinden üniversiteye ve hayatın sonuna kadar aynı göğün altında, aynı yerde birlikte yaşamanın güzelliği ve gerekliliği hissettirilmelidir. Üniversitelerimizin başta sosyoloji ve psikoloji bölümleri olmak üzere ilgili bölümleri, araştırma merkezleri, ilgili bakanlık ve birimleri, halk eğitim merkezleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları vb. bu konuda samimi olduğunu daha fazla ortaya koymak durumundadır. Göstermelik faaliyet ve reklamlar dışında samimiyete çok ihtiyacımızın olduğu açıktır.