SABAHATTİN ALİ-ATSIZ DAVASI: SANCIDAN BAYRAMA “3 MAYIS”

11 Haziran 2014 11:33 Selim YILDIZ
Okunma
20472
 SABAHATTİN ALİ-ATSIZ DAVASI: SANCIDAN BAYRAMA “3 MAYIS”

 

Üç Mayıs Olayları, Türkçü Hüseyin Nihal Atsız ile Sabahattin Ali arasındaki hakaret davasının ikinci duruşması sonrasında başlamış olaylardır. Dava, Atsız’ın çıkarmakta olduğu Orkun dergisinin 16. sayısında yayımlanan “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye İkinci Açık Mektup” başlıklı yazısındaki açıklamalara dayanmaktaydı.  

Yayımladığı iki açık mektupta Atsız; II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin savaşı kazanma sürecine girmesi üzerine Türkiye’de gemi azıya alan komünist etkinliklerine dikkat çekiyor, bu kötü gidişe bir dur denilmesini istiyordu. TBMM’deki bir konuşmasında Türkçü olduğunu söylemiş bulunan Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye hitap eden mektuplarının ikincisinde Atsız, özellikle millî eğitim alanındaki etkinliklerini ve faillerini ele alıyor, onları sırasıyla tanıtıyor ve yazısının sonunda o etkinlikleri destekleyen zamanın Maarif Vekilini istifaya çağırıyordu[i].

Atsız, TBMM’de Saracoğlu’nun yaptığı konuşmayı “Türk tarihiyle uğraşmış bir münevver olarak söyleyebilirim ki ne ırkımızın ne de devletimizin tarihinde, Türk milliyetçiliği resmî bir ağızdan bu kadar kesin sözlerle hiçbir zaman açığa vurulmamıştı.” ifadesiyle yorumlamıştı[ii].

Atsız, Saracoğlu’na yazdığı mektupta Sabahattin Ali hakkında şunları söylüyordu:

Bugün Maarif Vekâletine bağlı Dil Kurumu azasından ve Ankara’daki Devlet Konservatuarının öğretmenlerinden bir Sabahattin Ali vardır. Hemen hemen tüm kendisini tanıyanların komünistliğini bildiği Sabahattin Ali, 1931 yılında Konya’da 14 ay hapse mahkûm edilmişti. Sebebi de başta o zamanki Reisicumhur Atatürk olduğu hâlde bütün devlet erkânını ve rejimi tehzil eden manzum bir hezeyanname yazmasıydı. Bazı mısralarını bugünkü bazı mebusların da bildiği bu hezeyannamenin tamamını Konya’daki adliye arşivinden bulup çıkarmak kabildir.

Sayın Başvekil! Buraya mecburen yazarken büyük bir ızdırap duyduğum iki mısrasında bu vatan haini şöyle diyor:

İsmet hâlâ girmedi mi kodese?

Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?

Bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde, Maarif Vekili Hasan Ali’nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır[iii].

Türk milliyetçilerinden İlhan Darendelioğlu’na göre, Hüseyin Nihal Atsız tarafından Başbakan Şükrü Saracoğlu’na yazılmış olan açık mektuplar, aslında Saracoğlu’nu değil, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’i büyük bir endişeye düşürmüştü. Başta Hasan Ali Yücel ve o günlerde Ulus gazetesinin başında bulunan Falih Rıfkı’nın teşvikiyle Nihal Atsız, Ankara’da Sabahattin Ali tarafından mahkemeye verilmişti[iv]. Sabahattin Ali, dilekçesine, “Bu hakaret beni yalnız vatandaşlarımın kin ve husumetine maruz bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda benim şahsi ve mesleki mevki ve haysiyetimi de sarsacak, talebem üzerindeki şeref ve itibarımı kıracak bir mahiyet taşıyor.” diye yazmıştı[v].

Ankara’da, 26 Nisan 1944 Çarşamba günü başlayan ilk duruşmada mahkeme salonu milliyetçi gençler tarafından doldurulmuş hatta mahkeme heyeti pencereden girmek zorunda kalmıştır. Ankara Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada riyaseti hâkim Saffet İnan, müddeiumumilik makamını ise Hadi Tan işgal ediyorlardı. Kalabalık ve aşırı izdiham yüzünden o şartta muhakeme yapılamamış ve öğleden sonraya ertelenmişti. Öğleden sonraki celsede Atsız’ı Avukat Rasih Yeğengil, Ferruh Ağan ve Hamit Şevket İnce müdafaa ediyorlardı. Mahkemede ilk sözü Sabahattin Ali almış, Türkiye’de çok okunan bir muharrir olduğunu, sanığın kendisi için vatan haini dediğini, daha önceki yıllarda her ne kadar dört yıllık bir mahkûmiyeti olsa da o günlerde iftiraya uğradığını söylemiştir.  Atsız ise “Bir vatanperver olmak sıfatıyla Türkiye’nin inkıraz uçurumuna doğru sürüklendiğini görüyorum. Komünistler ve memleketi batırmak isteyenler birbirlerine destek olarak memleketin en yüksek mevkilerine çıkarlarken memleketseverler her türlü darbe ile saf dışı edilmek istenmektedir. Başvekil Saracoğlu’na yazdığım açık mektuplarda bu hususun önlenmesini hatırlattım ve istedim.” dedi[vi]. Avukatlardan Hamit Şevket ise esasında daha uzun yıllar sürecek olan hakikati şu şekilde ifade etmiştir:

“Bu dava iki şahsın değil, iki inancın çarpışmasıdır. Bu dava milliyetçilikle komünizmanın çarpışması davasıdır. Bu davanın kökleri vicdanlarda ve kafalardadır. Davacının kafasındaki Komünizm ateşini söndürmek için hamleler yapmaktadır. Ceza Kanunu’ndaki sarahate nazaran rica ediyorum. Sabahattin Ali’den sorulsun, ihanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?”[vii]

Bunun üzerine müdafaa avukatları esas müdafaayı hazırlamak için süre istediler. Neticede Saffet İnan, müdafaa avukatlarının talebini kabul ederek müdafaa yapılmak üzere duruşmayı 09.05.1944 Salı günü saat 10.00’a bıraktı. Davadan bir gün sonra ise, bir umumi salonda üniversiteli gençler Atsız-Sabahattin Ali Davasından bahsederlerken tesadüfen orada bulunan Sabahattin Ali, gençlere hakaret etmek istemiş, gençlerle önce ağız münakaşasına başlamıştı. Gençlerin arasında o günlerde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Şubesi öğrencisi bulunan Osman Yüksel Serdengeçti de bulunuyordu. Osman Yüksel, Sabahattin Ali’nin bu cüreti karşısında fazlaca müteessir olmuş ve oturduğu yerden fırlayarak Sabahattin Ali’nin suratına birkaç tokat atmıştı[viii]. Osman Yüksel Serdengeçti, Sabahattin Ali’yi tokatlamış olmasına rağmen edebî eserleri ele alırken yazarlarının ideolojilerini pek hesaba katmıyordu. Mesela Sabahattin Ali’nin Ses, Kağnı, Değirmen, Kamyon, Köpek gibi hikâyelerini çok severdi. Hapishane şiirlerini, “Yâr olmadı bana devir/Her günüm bir başka zehir/Hapishanelerde demir/Parmaklıklara sarıldım.” gibi mısralarını dilinden düşürmezdi. “Başım dağ, saçlarım kardır/Deli rüzgârlarım vardır.” veya “Karlı dağlardan serindim/Sana sokuldum yandım hey.” gibi mısraları tekrarlar dururdu. Nazım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları’nı da severek okur, eserin canlandırma gücüne hayran olduğunu söylerdi. Son yıllarında bir yoğurt fabrikası kurmuş olan Şevket Süreyya’ya “Üstat, siz suyu ararken yoğurt bulmuşsunuz.” diyerek espri yaptığını kendisi anlatmıştı[ix].  

Sabahattin Ali-Atsız Davası sebebiyle Atsız için Ulus Meydanı’nı dolduran gençler “Kahrolsun Vatan Hainleri!”, “Kahrolsun Nazım’ın Uşakları!”, “Kahrolsun Komünistler!” diye bağırmışlar ve ertesi gün yani 4 Mayıs’ta gözaltına alınanlardan Sait Bilgiç, Sait Sadi, Osman Yüksel ve Ahmet Ellezoğlu’nun sorguları yapılmış; Osman Gümrükçüoğlu ve Ali Çankaya tevkif edilmişlerdi. Diğer yandan Atsız, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültelerini de Doç. Dr. Osman Turan’la birlikte ziyaret ettiği için Osman Turan vekâlet emrine alınmıştı[x].

Osman Yüksel, 3 Mayıs 1944 günü için şunları söylemektedir:

“Fakat heyhat! Kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenler, vatanları oturdukları sandalye kadar dar olan, Türklüğe değil Türk olmayanlara yâr olanlar, bu yerli ve millî hareketi hazmedemediler. Çankaya ile Emniyet Müdürlüğü arasında mekik dokuyan yüksek isimler, alçak seciyeler, karayı ak, akı kara gösteren hokkabazlar kendilerine karşı yapılan bu hareketi, devletin, kanunun, hatta vatanın aleyhine bir hareketmiş gibi gösterdiler[xi].”

9 Mayıs 1944 Salı günü yapılan duruşmada, Atsız’ın Avukatı Ferruh Ağan ile Avukat Rasih Yeğengil hazır bulundular. Çünkü başında Falih Rıfkı Atay’ın bulunduğu Ulus gazetesi ile Zekeriya ve Sabiha Serteller’in idare ettiği Tan gazetesi dava ile ilgili yazdıkları yazılarda mahkeme heyetine baskı yapmak istemiş, Hamit Şevket İnce’yi de Atsız’ı müdafaa etmekten vazgeçirmişlerdir. Hamit Şevket İnce davadan bir gün önce Ulus gazetesine gönderdiği bir açıklama ile Atsız’ın avukatlığından ayrıldığını açıklamıştır. Buna rağmen 9 Mayıs günü Atsız’ı iki avukat müdafaa etmiş ve ayrıca mahkeme heyetince söz verilen Atsız şunları söylemiştir:

Maalesef kendisine vatandaş denilen bir şahsın açtığı hakaret davasının hesabını vermek üzere karşınızda bulunuyorum. Müdafaaya başlarken şunu belirtmek isterim ki, mahkemenizin vereceği kararı lehime çevirmek için kanunun kaçamak yollarını arayacak değilim. Cezalardan, hapislerden ve daha ilerisinden korkan bir insan değilim. Başvekile yazdığım açık mektupları hem millî bir heyecan hem de millî ve son ucuna vardırılmış bir şuur içinde yazdım. Ankara’ya her türlü neticeleri göze alarak ve kendimi değil, uğrunda her şeye razı olduğum vatan davasının küçük bir safhası olan bu davayı müdafaa etmek için geldim. Çünkü bu dava, göründüğü gibi, iki şahsın davası değil iki mefkûrenin çarpışmasıdır. Bu dava Türkçülük ile komünizmin, bu milleti hür yaşatmak isteyenlerle bütün mukaddesatı inkâr edenlerin davasıdır. Gerek mazisiyle gerekse hâliyle vatanı yıkmak istediği besbelli olan birisine vatan haini dediğim için de bildirdiğim gibi kararı kendi lehime çevirmek için suçlu olarak karşınızda bulunuyorum. Söze başlarken hiçbir kaçamak yolu aramadığıma inanmanızı rica ederim. Şu kadar söyleyebilirim ki, Sabahattin Ali bir komünist olduğu, yani vatan haini olduğu için, Başvekile olan mektubumda bir vatan haininin Maarif Vekâleti tarafından korunduğunu belirtmek üzere bu tabiri kullandım.” demiş ve müdafaasını şöyle bitirmiştir:

“Sözlerimin burasında siz belki benim bir talepte bulunmamı beklersiniz. Ben, büyük bir vicdan huzuru ve inanç sağlamlığıyla, bütün samimiyetimle size her şeyi anlattım. Sizden beraat istemiyorum. Aile ocağıma bir an önce dönmek için çabuk karar vermenizi istiyorum[xii].”

Atsız-Sabahattin Ali Davası sona ermiş, Atsız İstanbul’a gelmeye hazırlandığı ertesi gün Ankara’da kaldığı otelde tevkif edilmiştir. 14 Mayıs 1944’te Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni Nejdet Sançar (Atsız’ın kardeşi) Balıkesir’de nezaret altına alındı. Aynı gün İstanbul’da Zeki Velidi Togan’ın evi aranmıştır. Zeki Velidi’nin evi Dr. Hasan Ferit Cansever, Atsız, Zeki Sofuoğlu, İsmet Tümtürk, Mehmet Külahlıoğlu, Necdet Özgelen, Reha Oğuz Türkkan, Muzaffer Eriş ve Cihat Savaşır Fer’le birlikte gizli bir teşkilat kurmak üzere imza ettikleri iddiasıyla bir antlaşma metnini bulmak için aranmıştır. Evi arananlar arasında başta Fethi Tevetoğlu ve Orhan Şaik Gökyay olmak üzere Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman ve Fazıl Hisarcıklı da bulunuyordu. Aramalar İsmet İnönü’nün resmi tebliğinde de belirttiği üzere İstanbul Örfi İdare Komutanlığınca yapılmıştı[xiii].

O günlerde nezaret altına alınanlardan biri de İlhan Darendelioğlu idi. Darendelioğlu 1944 yılı Mayıs ayı başlarında “Solcu Şairler Antolojisi” adıyla bir broşür yayınlamış, bu broşüründe, edebiyat ve sanat kisvesi adı altında Komünizm propagandası yapan şairleri toplamıştı[xiv].

Nezarete alınan öğrencilerden Şevki Ersoy 1 ay, bazıları 15 gün hatta iki ay nezarette kalmışlardı. Osman Yüksel ise tam 3,5 ay sonra suçsuzdur diye serbest bırakılmıştı. Öğretmen Ziya Özkaynak da uzun müddet nezarette kalanlar arasında idi. Tıp öğrencisi Mehmet Külahlıoğlu ile Necdet Özgelen ise sadece nezarette kalmamış aynı zamanda ağır şekilde dövülmüşlerdi[xv]. Ziya Özkaynak Nejdet Sançar’la birlikte Zonguldak Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucuları arasında yer almıştır. Tarih öğretmenidir[xvi]. Mehmet Külahlıoğlu ise, Nejdet Sançar’ın Balıkesir Lisesi’nden öğrencisidir. Sançar ve Atsız hakkında iftiraya ve yalan söylemeye zorlanmış, kabul etmeyince İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir’in de hazır bulunduğu bir zamanda dövülmüştür. Sançar’a göre, bu olanlarda dönemin Emniyet Umum Müdürü Osman Sabri Adalı da büyük ölçüde sorumludur[xvii].

Necmettin Sefercioğlu’na göre, Ankara’da yapılan görkemli gösteri ve yürüyüş, Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşını sonlandıran bir zafer kazanma yolunda ilerlemesi karşısında, o zamana kadar yürüttüğü Alman yanlısı politikaya yön değiştirme telaşına düşen Cumhurbaşkanına ve emrindekilere iyi bir fırsat gibi göründü. Yayımlarında Türk dünyasına ilişkin yazı, yorum ve haberlere çokça yer veren Türkçüler, Sovyetler Birliği’nin işgali altındaki topraklarda yaşayan tutsak Türklerin büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği yöneticilerini zaten tedirgin etmekte idi. Türkçülük aleyhine bir kampanya açılması ve başlıca Türkçülerin tutuklanıp cezalandırılması, Sovyetlere yönelişe, yani SSCB’nin kandırılabilmesine yarayabilirdi[xviii].

Sefercioğlu’nun ifadesiyle bu süreçten sonra itham ve iftira kampanyası başlatılmış, kampanyanın adı “Irkçılık-Turancılık” olarak yayılmış, açılacak davanın da adı konmuştu[xix]. İlhan Darendelioğlu’na göre ise davanın adı: “Büyük Kavga”ydı[xx]. Bu büyük kavgada nizam ve devlet düşmanı olarak örgüt kurmakla suçlanan ve açık alınla hesap veren 23 Türk milliyetçisi şu kişilerdi: Zeki Velidi Togan, Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Nihal Atsız, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkan, İsmet Rasim Tümtürk, Cihad Savaşer, Muzaffer Eriş, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Sait Bilgiç, Cemal Oğuz Öcal, Cebbar Şenel, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, Fehiman Altan, Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, Yusuf Kadıgil[xxi].

Alparslan Türkeş'e göre Türkçülüğe yönelen “Haçlı Seferi”nin okları tarihçi Nihal Atsız'a yönelmiştir[xxii]. Kanaatimize göre Nihal Atsız’ın bu dava sürecindeki pozisyonu yukarıda 3 Mayıs sürecini anlatırken yer verdiğimiz gibi en başta gayrimillî dış ve iç politikalara ve tek partili sisteme bir karşı duruştur. Atsız, sonraları yazdığı “Dalkavuklar Gecesi ve Z Vitamini” adlı kitabında “Beşerî Şef” dediği İsmet İnönü’yü çok sert bir dille eleştirmiş kendi kurgusuyla âdeta sorgulamıştır[xxiii].

İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 Nutku’nda, “Turancılar Türk milletini bütün komşularıyla onarılmaz bir surette derhâl düşman yapmak için birer tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyet’in bütün tedbirlerini kullanacağız; fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır.” demiştir.  Ayrıca Serteller ve Falih Rıfkı 3 Mayıs’ı telin eden kişiler arasında idiler[xxiv].

İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Nutku ve alınan tedbirler radyodan ilan edilmiştir. Sonrasında ise dergiye abone olanlar, Atsız’a selam vermiş olanlar da dâhil olmak üzere tutuklanmışlardır. Türkçülere türlü acıları reva gören “aktörler”, Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Sabit Noyan, Savcı Kâzım Alöç, Polis Müdürü Ahmet Demir'dir. Tutuklananlar, 40-50 santimetre genişliğinde 2,5 metre yüksekliğinde tabutluk adı verilen hücrelerde prangalara vurulmuş vaziyette yirmi dört saat bazen kırk sekiz saate kadar tutulmuşlardır. Tevkifler Mayıs sonunda, işkenceler Haziran ve Temmuz 1944'te gerçekleşmiştir. "Bu Vatan Kimin?" şiirinin yazarı olan Orhan Şaik Gökyay da tabutluklardan nasibini almıştır.  Bu hücrelerde kalanların tepelerinde 1500 mumluk ampuller yakılmıştır. Tarihçi ilim adamı Zeki Velidi Togan, Hikmet Tanyu, Reha Oğuz Türkkan işkencelerin mağduru olmuşlardır. Türkkan'ın gözü bu işkenceler sırasında sakatlanmıştır. 1947'de işkencecilere davalar açılmış, ancak DP iktidarında umumi afla serbest kalmışlardır.  Emniyet Müdür Yardımcısı Kâmuran Çuhruk, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ahmet Demir,  Hâkim Albay Cevdet Erkut, Kâzım Aloç,  İstanbul 1. Şube Müdürü Sabit, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Yusuf Ziya Yazgan'dı. Atsız, duruşmalarda çok partili parlamenter sistemden yana olduğunu vurgulamıştır. Nihayet 1947/3 karar no.lu mahkeme kararı ile 31 Mart 1947’de beraat etmiştir[xxv].

İlhan Darendelioğlu’na göre, İsmet İnönü’nün 19 Mayıs Nutku artık milliyetçiler için kara günlerin başlayacağına dair işaret, hatta mesul makamlara verilen bir emirdi[xxvi]. 3 ay 19 gün sonra yani 7 Eylül 1944 Perşembe günü 23 Türk milliyetçisi, gizli cemiyet kurmak, nizam düşmanlığı yapmak ve hükûmeti devirmek gibi birtakım asılsız isnatlarla adalet huzuruna getirilerek “Irkçılık-Turancılık Davası” diye anılan bir muhakemeye başlandı. Bunlardan bazılarına, akla hayale gelmeyen, Türkiye’mizde ve Türk tarihinde yeni bir işkence şekli olan “Tabutluklar”da çile çektirilmiş beyinlere tutulan 1500 mumluk lambalar altında, modern Türkiye albümlerinin yapıldığı bir devirde iptidai işkence usullerine başvurulmuştu[xxvii].

Darendelioğlu, “Tabutluklar” hakkında “CHP’nin bu döneme ait polis ve jandarmaların masum vatandaşlara yaptığı baskı ve işkence usullerinin kulaktan kulağa anlatılmasının yanında vatandaşın vicdanında ve hafızasında büyük tepki ile karşılanan, Türk milliyetçilerine reva görülen böylesi gayriinsani olanına ilk defa rastlanmıştı.” demektedir. Orhan Şaik Gökyay da Tabutluklar hakkında, “Tabutluğa konulduğum zaman tepemde yakılan 1500 mumluk ampullere baktığımda yirminci yüzyıl Türkiye’sinde değil, on dördüncü asır evvelinde kızgın çöllere sokulan mazlum insanları gördüm.” demiştir[xxviii].

Atsız, bu davayı bir oyuna benzetir. Oyunun müellifi İsmet İnönü, rejisörü ise Halk Partisidir. Bu dramın üç başkahramanı; Hasan Ali Yücel, Falih Rıfkı Atay ve Nevzat Tandoğan’dır. Atsız, Rusya’nın emperyalizmi olarak tanımladığı komünizm ile mücadele ettiğini ve karşısına bir komünist değil de Cumhuriyet hükûmetinin çıkmasını davanın en acıklı yanı biçiminde yorumlar. Atsız’ın bu dava dolayısıyla aldığı manevi yaralar çok ağır olmuştur. Atsız, 1972’de yazdığı Ruh Adam adlı eserinde bu acılarını dile getirmiştir[xxix].

Bugün Ülkü Ocakları, MHP, Türk Ocakları ve çeşitli milliyetçi kuruluşlar arasında Türkçülük Bayramı, Türkçülük Günü veya Türk Milliyetçiler Günü olarak kutlanılan 3 Mayıs ile ilgili ilk anma törenlerini 1952’de Türk Milliyetçiler Derneği başlatmıştır[xxx].

  Altan Deliorman’ın aktarımlarına göre, 1954’teki Türkçülük Günü İstanbul Yıldız Parkı’nda mütevazı bir şekilde kutlanmıştır.  1956’daki 3 Mayıs, Beyazıt’ta Marmara Otelinin düğün salonunda salon toplantısı yapılarak kutlanmıştır. 1957’deki 3 Mayıs’ı Komünizmle Mücadele Derneği kutlamak istemişse de müsaade alınamaması sebebiyle gerçekleşememiştir. 1957’deki 3 Mayıs, Nuri Demirağ Korusu’nda büyük bir şölenle kutlanmıştır. Buradaki şölene Dr. İzeddin Şadan da katılmıştır. Burada pilavlar yenmiş şenlikler yapılmıştır. 1964’teki 3 Mayıs Çamlıca’da Türkçüler Derneği tarafından kutlanmıştır. Üsküdar Ocağı tarafından sofralar kurulmuş, katılımcılar geç vakitlere kadar eğlenmişlerdir[xxxi].

  3 Mayıs 1967'de Ankara DTCF'de Türk Milliyetçiler Birliği Ankara Ocağı Başkanı Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,  M. Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Nejdet Sancar, Alpaslan Türkeş,  Fethi Tevetoğlu birer konuşma yapmışlardır. Sofuoğlu “Bir Devrin Zihniyeti ve Tutumu” adlı konuşmasında devrin zihniyetini gözler önüne sermiş, Hikmet Tanyu, “Türkçülük Davası ve 1944'te İşkenceler” konulu konuşmasında, aç bırakma,  tabutluklardan, altından lağım suları akan hücrelerden,  falaka ve tabanca tehditlerinden bahsetmiştir. Sançar ise İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Nutku’na cevap vermiştir[xxxii].

  3 Mayıs ve sonrasında gelişen olaylar Nihal Atsız’n yazdığı “Bizim Günümüz” adlı yazıda da belirttiği gibi millî kültürün ve Türklüğün geleceği adına Türkçülerin tarihte ilk defa görülen davranışları idi. Türkçülüğün düşünceden harekete geçmesiydi. Bu hareketin ülkesi adına kaygıları olan sorumluluk sahibi her Türk ferdini kısaca aynı göğe bakıp vatanını gören herkesi tek cephede birleştirmesi gerekir.

 

SELAM (Hüseyin Nihal ATSIZ)

İçim yine sevinçle dolup yanıyor; 

Sanki deniz olmuş, dalgalanıyor. 

Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden; 

Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden; 

Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir. 

Zafer bir çok gönüllerin birleşmesidir. 

Gönülleri birleşenler ölse de bir gün 

Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün. 

Gönülleri birleşenler! Selam sizlere! 

Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere! 

Selam sana hücrelerde benzi solan genç! 

Selam sana ey yılları heba olan genç! 

İstikbalim gitti diye yaslanma sakın! 

İstikbalin değil, ruhun Tanrı'ya yakın! 

O yalancı istikbale bir perde indir! 

"Gerçek yarın" unutma ki bir gün senindir! 

Selam sana yavrusundan ayrılan kadın! 

Kim bilir sen gizli gizli nasıl ağladın! 

Ne bir damla gözyaşı dök, ne yasla dövün; 

Sen yaşarken öksüz kalan yavrunla övün! 

Gür sütünle aşladığın erlik cevheri 

Yapacaktır onu yaman bir çeri... 

Tek bir kadın değilsin sen... Sen bir ocaksın! 

Mademki bir adın Atsız, katlanacaksın! 

Kafkasya'da can veren bir şehidin kızı 

Bir çeliktir... Yüreğinde erir her sızı... 

Varsın, bağrın firkatiyle yavrunun yansın... 

Yansın, dayan! Çünkü sen de bir kahramansın! 

Ey ekmeği alınanlar! Selam sizlere! 

Ey rütbesi çalınanlar! Selam sizlere! 

Kardeş yahut arkadaştır diye evleri, 

Ocakları dağıtılan ülkü devleri! 

Selam size! Üstünüzde bütün bakışlar, 

Bir gün olur, tarih sizi elbet alkışlar! 

Ey ciğeri parçalanan kahpe veremden 

Ne beklersin dünyadaki sahte keremden? 

Ciğerlerin sönüyorken Tanrı'yı andın; 

Tasa etme, gerçekleşir mukaddes andın. 

Hepinize sevgilerle coşkun selamlar! 

Şehitlerimiz bile sizi belki selamlar 

İçtiğiniz ıstıraplar size kımızdır 

Bu acılar mazimize selamımızdır. 

En tatlı bir hayalimdir bu selam benim 

Kırk derece sıcaklıkta erirken tenim... 

Çekiyoruz bunalarak fakat ne çıkar? 

Ulu Tanrı bir gün elbet bizi yargılar. 

Bütün dünya sağırlaşsa o bizi dinler 

O'nun rahmet denizinde ruhlar serinler. 

Ey hırçın genç, ey güzel kız! Bırakın yası... 

Yeter temiz gönüllerin bizi anması... 

Toprak ana uyuturken koynunda bizi 

Yarınkiler biçecektir ektiğimizi, 

Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır, 

İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır! 

Selam şanlı mazimize! Selam yarına! 

Selam zafer ordusunun silahlarına! 

Ey geçmişin yiğitleri! Selam sizlere 

Ey yarının şehitleri! Selam sizlere! 

Siz tarihe yazıyorken şanlı bir satır, 

Aranızda bulunacak güleç bir batır.

Atsız oğlu Yağmur denen bu yağız çeri 

Atılarak hepinizden daha ileri 

Güldürecek babasının yanık ruhunu 

Ruh ve yürek sağırları anlamaz bunu 

Karışınca gövdem yurdun topraklarına 

Ruhum uçar ırkımızın bayraklarına, 

Varlığın sevgisi onlara taşır,

Kendisi de ay-yıldıza belki karışır.

Bir gün gelip ırkımızın gürbüz erleri,

Adım adım dolaşırken kutlu yerleri.

Vaktiyle bir Atsız varmış derlerse ne hoş 

Anılmakla hangi bir ruh olmaz ki sarhoş?

 

Haydi artık dinsin bütün ıstırapların 

Ufuklardan sanlı bir gün doğacak yarın 

Güzellikle sıcaklıkla ve ihtişamla... 

Kumandasız hazır olup onu selamla! 

Gönlündeki yaraların kanını dindir... 

Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir…


* Ardahan Üniversitesi Tarih Okutmanı.

[i] Necmettin Sefercioğlu, 3 Mayıs 1944 ve Türkçülük Davası, Ankara 2009, s. 8

[ii] Hüseyin Nihal Atsız, “Başbakan Saracoğlu Şükrü’ye Birinci Mektup”, Orkun, S: 15, Mart 1944, s. 1.

[iii] Nejdet Sançar, İnönü İle Hesaplaşma, Ankara 1973, s. 26.

[iv] İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul 1975, s. 123.

[v] Uğur Mumcu, Kırkların Cadı Kazanı, İstanbul 1992, s. 67-69.

[vi] İlhan Darendelioğlu, age., s. 124.

[vii] İlhan Darendelioğlu, age., s. 124.

[viii] İlhan Darendelioğlu, Türk Milliyetçiliği Tarihinde Büyük Kavga, İstanbul 1976, s. 40.

[ix] Osman Yüksel Serdengeçti, Mabetsiz Şehir Bu Millet Neden Ağlar I, İstanbul 2006, s. 297-29.

[x] İlhan Darendelioğlu, age.,  s. 42..

[xi] Osman Yüksel Serdengeçti, age., s. 99.

[xii] İlhan Darendelioğlu, age., s. 43-44.

[xiii] İlhan Darendelioğlu, age., s. 47-49.

[xiv] İhan Darendelioğlu, age., s. 57.

[xv] İhan Darendelioğlu, age., İstanbul 1976, s. 59.

[xvi] Ömer Özcan, Türkçülük Tarihimizden İsimler: Ahmet Ziya Özkaynak, Türk Yurdu, Sayı: 144, Ağustos 1999, s. 51-55.

[xvii] Millî Yol, 13 Nisan 1962, Sayı: 12, s. 7.

[xviii] Necmettin Sefercioğlu, age., s. 13.

[xix] Necmettin Sefercioğlu, age., s. 13.

[xx] İlhan Darendelioğlu, age., s. 277

[xxi] İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul 1975, s. 136-139.

[xxii] Alparslan Türkeş, Turancılık 27 Mayıs ve Milliyetçilik,  İstanbul 2011, s. 27.

[xxiii] Selim Yıldız, Güneyli Yiğit İlhan (Egemen) Darendelioğlu ve Siyasi Mücadelesi, Ankara 2013, s. 113.

[xxiv] İlhan Darendelioğlu, age., s. 123.

[xxv] Alparslan Türkeş, age., s. 62-74.

[xxvi] İlhan Darendelioğlu, Türk Milliyetçiliği Tarihinde Büyük Kavga, İstanbul 1976, s. 59.

[xxvii] İlhan Darendelioğlu, age., s. 134.

[xxviii] Yıldız Akpolat, Türkiye’de Milliyetçiliğin Sosyolojisi, Ankara 2008.

[xxix]  Bkz. Nihal Atsız, Ruh Adam, İstanbul, 2012.

[xxx] Altan Deliorman, Atsız, Ankara 2013, s. 94-95

[xxxi] Altan Deliorman, Tanıdığım Atsız, İstanbul 2000, s. 103-105.

[xxxii] Millî Işık, Haziran 1967, Sayı: 2, s. 29.