TÜRKİYE’NİN KADER SEÇİMİ VE MHP

05 Mayıs 2015 17:53 Prof. Dr.Abdurrahman KÜÇÜK
Okunma
7050
  TÜRKİYENİN KADER SEÇİMİ VE MHP

 
 
  Giriş
  2015 yılında yapılacak genel seçimler, “Türkiye’nin kader seçimi” olarak değerlendirilmektedir. Çünkü “tarihin aynasından Orta Doğu’ya ve Türkiye’ye bakıldığında” durumun endişe verici boyutta olduğu görülmektedir. “Arap Baharı” diye yola çıkılan süreçte “bahar” yerine “kara kış” yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Arap Baharı meselesi, ABD Başkanı George W.Bush’un Büyük Orta Doğu Projesi(BOP)’ni açıkladıktan sonra dünya gündemine oturmuş ve tartışılmaya başlanmıştır. Bu projenin, diğer ülkelerden daha çok Türkiye’yi ilgilendirdiği ve merkezine aldığı gelişmelerden anlaşılmaktadır.
Günümüzde Türkiye’ye yönelik çeşitli projeler gündemdeki yerini korumaktadır. Çok yönlü olan bu projeler; bilim adamları, Şarkiyatçılar, bazı sivil toplum kuruluşları ve bazı devletler tarafından hazırlanıp uygulamaya konulmaktadır. Projelerin merkezinde ve hedefinde Türkiye’nin olmasının sebebi çok iyi analiz edilmelidir. Çünkü Hristiyan Batı dünyası; birinci bin yılda Avrupa’yı, ikinci bin yılda Amerika’yı ve Afrika’yı Hristiyanlaştırdığını kabul etmekte ve üçüncü bin yılda da Asya’yı Hristiyanlaştırmak veya kendi “siyasi ve kültürel etki alanına dâhil etmek” hedeflerini her vesile ile dile getirmişlerdir/getirmektedirler. Günümüzde Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Filistin’de, İran’da, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Tunus’ta, Doğu Türkistan’da ve Türkiye’de yaşananları bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Türkiye’de son yılların modası hâline gelen azınlık meselesi ve “Şu kadar etnik unsur, etnik unsurların da sorunları vardır.” gibi açıklamalar da bu çerçevede dikkate alınmalıdır.
Bunun gereği olarak Türkiye’de yürütülen dış destekli projeler arasında dinî azınlıklar yanında yeni sözde etnik ve inanç azınlığı oluşturma projeleri de bulunmaktadır. Söz konusu projelerin uygulamaya konulması için yoğun bir faaliyet ve altyapı oluşturma çalışmaları vardır. Bunların bir kısmı geçmişte yapılmış ve başarısızlıkla sonuçlanmış projelerdir. Başarısız olunan bu projeler; günün şartlarına, Avrupa Birliği sürecinin durumuna, Amerika, İngiltere, İsrail ve Vatikan başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin desteğine göre imaj değişikliği yapılarak yeniden gündeme getirilmektedir.
  Söz konusu ülkeler ile birlikte bazı Avrupa ülkelerinin; Orta Doğu ve Türkiye üzerine projelerin hazırlanmasında ve uygulamasında, Türkiye’nin bölünmesi yönünde “Kürdistan ve Alevistan” oluşturma yolunda iş birliği içinde olduklarına tarihin/geçmişin aynasının ışık tuttuğunu söylemek yerinde olacaktır.
Türkiye’ye yönelik çalışmalardan biri, Kürt Türklerini ayrı bir soy ve ayrı bir millet olarak kabul ettirme merkezli etnik bölücülük projesi, bir diğeri Alevi-Bektaşi Türkleri inanç temelli azınlık oluşturma projesi bir diğeri de bunların dışında kalan ve “ötekiler” olarak nitelendirdikleri Arnavut, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Laz, Çingene gibi Türkleri azınlık gösterme projesidir. Avrupa Birliği şemsiyesi altına, demokratlaşma ve özgürlük kavramlarının arkasına saklanılarak oluşturulan bu suni ayrımlar ve bunlar için hazırlanan projeler; Türk milletinin birliğinden ve bütünlüğünden rahatsız olan odakların işi hâline gelmiştir. Hâlbuki onların Türkiye üzerinde bin yıl geriye giden hesapları ve o gün gerçekleştiremediklerini bugün gerçekleştirme hevesleri vardır. Çünkü onların ayrı gördükleri, “etnik unsur” saydıklarının hiçbiri bana/bize göre ayrı değildir, Türkoğlu Türk’tür, köklü Türk çınarının boylarıdır, dallarıdır; onları farklı soy gibi göstermeler kasıtlıdır ve surda gedik açmaya yönelik tuzaklardandır, önemli projelerdendir. Günümüzde Türkiye’ye yönelik niyetler, “Büyük Orta Doğu Projesi(BOP)’nin kapsam alanında kendini göstermekte ve Türkiye’nin projenin merkezine oturtulduğu günden güne açığa çıkmaktadır.
 
   A- TÜRKİYE’Yİ VE TÜRK MİLLETİNİ BEKLEYEN BAZI TEHLİKELER 
Yukarıda işaret edilen Büyük Orta Doğu Projesi(BOP) ile bu kısma giriş yapmak gerekmektedir. Çünkü Büyük Orta Doğu Projesi, 2001 yılında MHP’nin ortak olduğu 57. hükûmeti düşürme, Ecevitsiz ve MHP’siz bir hükûmet oluşturma, MHP’nin yer almayacağı TBMM hedefleri ile dünyanın gündemine girmiştir[1]. Bu süreçte Türkiye’de bazı siyasilerle görüşmeler yapıldığı ve isteklerinin kabul ettirildiği görüşmelerin yapıldığı tarafların açıklamalarıyla ortaya serilmiştir[2].
Büyük Orta Doğu Projesi, ABD Başkanı George W.Bush tarafından, 2004 yılında, bir strateji ve geçmişte yarım kalmış bir hedefin gerçekleşmesi gibi algılanan bir proje olarak dünyanın gündemine girmiş ve tartışmalara konu olmuştu. Çünkü bu proje, Büyük Arap Devleti Projesi(BAP) ile irtibatlandırıldığı için şüphe ve ihtiyatla karşılanması gereken bir proje olarak görülmüştü. Ancak Bush’un açıklamasını takiben ilk planda bu Proje, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkililerinden de destek görmüştü.
Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin o dönemdeki Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Bush’un BOP konusundaki açıklamasına olumlu yaklaşmıştı. Dışişleri Bakanı olarak Gül, “Jeopolitik konum itibarıyla Türkiye'nin BOP dışında kalması mümkün değildir.”[3] ve Başbakan olarak da Erdoğan, “Diyarbakır bu projenin yıldızı olabilir.”[4] şeklindeki beyanlarıyla bu projeye destek vermişlerdi.
Bu iddialara, 2014 Aralık ayının ortalarına doğru bir televizyon kanalında Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak kaynaklı açıklamalar ve bunu teyiden Ali Bulaç’ın Zaman gazetesinde yazdığı makale, konuyu yeniden Türkiye gündemine taşıdı(Bu açıklamalara ve yazılara, bir proje gereği olabileceği ihtimalini dikkate alarak ihtiyatla yaklaştığımı belirtmekte yarar görmekteyim.).
  Necmettin Erbakan ile Muhsin Yazıcıoğlu tarafından reddedildiği ileri sürülen projenin Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan tarafından kabul edildiği ileri sürülen “AK Parti bir proje miydi?” başlıklı yazısında Ali Bulaç şunları aktarmaktadır: 
 “…  Abdurrahman Dilipak’ın, ‘AK Partinin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini’, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu üç şeyi talep ettiğini söyledi:
‘1- Biz sizi iktidara taşıyalım. 2- Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim. 3- Size gerekli finansal destekleri getirelim.’ AK Partiden istenenler de şunlardı: ‘a-.İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız. b-Büyük Orta Doğu Projesi yani sınırların değişmesi. c-İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.’ ”[5]  Bulaç, Dilipak’ın bunları söylediği toplantıda bulunduğunu belirttikten sonra şunları kaydetmektedir: “… Evet, o toplantıda vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:
  1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: ‘Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?’ Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: ‘Türkiye’de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda, Batı; İslam’a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Orta Doğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.”[6]  
  Geçmişin tecrübelerinden ders alınarak içeriği ve hedefi tam olarak bilinmeyen bu çeşit projelere ihtiyatla yaklaşmak gerekiyordu. Çünkü geçmişin tecrübeleri, konuşmalar ve gelişmeler; ABD ve Avrupa’nın Orta Doğu’da olduğundan daha çok Türkiye ile hesaplarının olduğu, Diyarbakır’ı “Kürdistan”ın merkezi yapmak istedikleri, Diyarbakır ile  Kuzey Irak  arasındaki “Mardin yolu”nu açmak, güvenli kılmak, o güzergâhı rahatlatmak için bir ayda 3000 civarında ajan yerleştirdikleri ve sadece 13 tanesinin yakalandığı gazetelere manşet olmuştu.[7] Yapılan bazı çalışmalarda da Amerikalıların,1988’li yıllardan günümüze kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya ayrı bir önem verdiklerine; Amerikalı diplomatların da turistlerin de bu bölgelere üşüştüğüne ve PKK’nın da bundan sonra büyüdüğüne; Türkiye’nin bölünmesi yönünde hazırlanmış projelerin uygulanması yönünde casusluk faaliyetlerine, Amerika’nın merkezî istihbarat kuruluşu CIA görevlilerine, ajanlara ve faaliyetlerine, görüşmelere ve gelişmelere yer verilmişti.[8]  
Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapları Osmanlı Devleti’nden koparmak ve Araplardan 20 civarında devlet oluşturmak amaçlı Büyük Arap Devleti Projesini (BAP)  hatırlattığı için Büyük Orta Doğu Projesi’ne (BOP)  ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü 1917 yılında yapılan Siyon Kongresine Arapların temsilcisi olarak Osmanlı Devleti’nin Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal(Sonra Irak’a kral yapılmıştı.) katılmıştır. Siyon Kongresinde Faysal; Araplar ile Yahudilerin kardeşliğinden bahsetmiş, siyonizmin ırkçılık değil milliyetçilik olduğunu vurgulamış, Yahudilere kendi yurtlarında başarılar dilemiş, Yahudilerle Arapların iki millet olarak ancak birbirlerine yardım ederek yaşayabileceklerini savunmuş, Suriye’de Araplara da Yahudilere de yer olduğunun altını çizmiş ve tek şartın Osmanlı Devleti’nden/Türklerden kurtulmak olduğunu ifade etmiştir.[9] Yapılan toplantılar sonunda bazı Araplar, Batı ile pazarlık içinde olan liderler hariç Arap halkının %80-90 civarındaki çoğunluğunun karşı çıkmasına rağmen, Lawrence benzeri ajanların da gayretiyle, Türklerden koparılmış ve Osmanlı Devleti parçalanmıştır. Büyük Arap Devleti kurulacağı beklenirken küçük küçük devletçikler oluşturulmuş ve her birinin başına sözde krallar getirilmiştir. Şerif Hüseyin ve oğulları cetvelle bölünmüş devletçiklere kral yapılmışlardır.[10]
Yaşanmış bu örnekler; Pakistan’da, Afganistan’da, Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de, İran’da ve Türkiye’de yeni bölünmelerin, kan gölüne dönmüş Orta Doğu’da yeni doğumların habercisi olmakta ve Büyük Orta Doğu Projesi’ne ihtiyatla bakmayı gerekli kılmaktadır. Zaten gelişmeler, 100 yıl önce hedeflenen ancak yarım kalmış olan Müslüman Araplar ile Müslüman Türk devletleri arasında tampon bir “Birleşik Kürdistan”ın oluşumu ve “Kürt Devleti”nin kurulmak istemesi bize günümüzdeki gelişmeleri daha dikkatli değerlendirme imkânı vermekte ve gidişatın o yöne doğru olduğunu hatırlatmaktadır.[11]
Irak ve Suriye fiilen üçe bölünmüş, “Kürdistan” oluşturulmuş; İran’da önemli mesafeler alınmış, Türkiye’de ise siyaseten ve zihnen altyapı tamamlanmış gibi gözükmektedir.[12] Bu oluşumun startının ABD ve Avrupa Birliği tarafından verilmesinin beklendiği sinyalleri alınmaktadır. Gelişmeler konusundaki öngörülerde yanılmak için Amerika’nın ve Avrupa’nın niyetlerinde eskiye oranla değişmelerin olduğunu sezilmesi gerekmektedir. Günümüzde bazı Avrupa ülkelerinin, İngiltere’nin, İsrail’in, Vatikan’ın ve ABD’nin niyetlerinde eskiye oranla bir değişme olduğuna dair bir emare görülmemektedir. Çünkü Türkiye’ye karşı tutum ve davranışları, yıllarca bölücü örgütlere verdikleri destekler “Garp cephesinde değişen bir şey yoktur.” sözünü gündeme getirmektedir. Yakın geçmişe örnek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu ilk dönemin ilahiyat fakültesi dinler tarihi Hocası ve Eski Başbakan (1949-1950) Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ın 1915 yılında yazdığı Zulmetten Nura isimli eserinden birkaç cümle; Batılıların 100 yıl önceki bakışlarını ortaya koyacaktır. Günaltay; Batı’nın “Şarkı zapt etmek”, “Şarklıları can damarından emmek” niyetinde bulunduklarını, “zerre kadar merhamet hissi duymaksızın” hedeflerine varmak gayesinde olduklarını, ortaya koymakta[13] ve “Avrupa, Memleketimizle Niçin Bu Kadar Alakadar Görünüyor?” başlığı altında niyetlerini ve tutumlarını şu ifadelerle belirtmektedir: “Bugün ağır ve boğucu sıkleti altında ezildiğimiz son hadiseler, bize Avrupa medeniyetinin ne demek olduğunu; asırlardan beri hilale karşı kin, nefret, intikam fikirleriyle terbiye edilmiş olan Avrupalıların hakiki mahiyetlerinin neden ibaret bulunduğunu pek acı hakikatlerle gösterdi.”[14]  
Avrupalıların o günkü hedeflerinin Osmanlı Devleti’ni parçalamak[15], Türk milletini bölmek olmuş ve neticede de hedeflerine ulaşmışlardır. “Bütün Avrupa Niçin Bizim Parçalanmamızı İstiyor?” başlığı altında Günaltay, sebepleri açıklamaktadır. Bunun sebebini o, Batı’nın İslam’a ve Türkiye’ye bakışında görmektedir.
Günaltay, Avrupa ülkelerinin en medenisi kabul edilen İsviçre’de, 1913/1914’lü yıllarda, dinlediği bir konferansta dile getirilen şu sözleri onların gerçek niyetlerine örnek olarak vermektedir: “…Yeryüzünde hilal kalkmadıkça, haçın şefkatli koruyuculuğu bütün dünyayı saadet altına almadıkça insanlık mutlu olamaz. Hristiyanlık, en parlak durumunda Arabistan’ın barbar dinini ortadan kaldırmalı ve Türkler, Altay Dağları’nın arkasına sürülmelidir… ”.[16]
 Osmanlı Devleti’nin/Türkiye’nin parçalanması Avrupa’nın da Amerika’nın da gündemindedir. Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sırasında Türkiye’nin parçalanması projeleri hazırlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde bölünmeler gerçekleşecek ve ayrılan bu bölgeler Hristiyan ülkelerin kontrolüne girecek, oluşturulacak Ermeni devletine de bütün Hristiyan devletler destek sağlayacaktır. Türkiye’nin parçalanması aşamasında Amerika da kârlı çıkmak isteyen ülkeler arasındadır. Türkiye’nin parçalanması ve bu parçalanmada nasıl bir politika izlemesi gerektiği ABD tarafından çok yönlü değerlendirilmiştir. O dönemde ABD’nin niyeti ve siyaseti Laurance Evans’ın yazdığı “Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924)” isimli eserde bütün yönleri ile ortaya konulmuştur. Amerikan Başkanlık arşiv belgelerine dayalı olarak hazırlanan bu esere göre Amerika; Orta Doğu ve Türkiye politikasını belirlemiştir. Amerika’nın belirlediği politikaya göre Orta Doğu’da yeni devletçikler oluşacak ve Türkiye bütünüyle ortadan kalkacaktır.[17] Bunu ABD Başkanı Wilson, kendisine Türkiye’ye elçi atamasını isteyenlere “Türkiye yok ki; göndermeye ne gerek var.” diyerek ortaya koymuştur.[18] Wilson, Albay House’ye, “Türkiye bütünüyle ortadan silinmeli ve ona uygulanacak işlem barış konferansına bırakılmalıdır.” düşüncesinde olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine House de şu tezi ileri sürmüştür: “Türkiye’yi galip devletler arasında paylaştırmamalı ve orada, ırklara göre özerk yönetimler kurulmalı(dır).”[19]
 Türkiye’de genel seçimlerin yapılacağı 2015 yılı; Batı dünyasının yıllardan beri  “sözde Ermeni soykırımı” iddiasıyla gündemde tuttuğu ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istediği “Tehcir ve Ermeni Meselesi”nin de yüzüncü yılıdır. ABD ve Batılı bazı ülkelerin, bu konuyu gündeme getireceği, bazı diaspora Ermenileri ile Ermeni örgütlerini de yanlarına alarak Türkiye ve Türk milleti aleyhine kampanya oluşturacağı anlaşılmaktadır. Birinci Dünya Harbi’nde, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda hedeflerine tam ulaşamadığı kanaatiyle aynı Batılı güçlerin yarım bıraktıklarını tamamlamak için yeniden seferber olacakları sinyalleri verilmektedir. Çünkü ABD Başkanı’na Türkiye’ye büyükelçi gönderilmesi istediğinde Amerika Devlet Başkanı’nın ortada Türkiye kalmayacak ki elçi gönderelim demesi ve bu teklifi sunan görevlinin olsun nasıl bittiğini bize bildirmesi için elçi gönderelim demesi; o gün bitiremedikleri Türkiye’yi yeni konular, yeni meseleler ve yöntemlerle tamamlamak isteyecekleri tarihin aynasından günümüze yansıyan görüntüler olmaktadır. Türkiye ve Türk milleti için 100 yıl önceki planların yarım kaldığı, 2015’li yıllarda bu sürecin tamamlanacağı yönünde ipuçları olduğu dikkate alınarak Türkiye için A, B, C hatta D planları üretilmelidir. Bu öngörülere göre Türkiye’nin 2014-2024’lü yılları bazı önemli gelişmelere gebe olduğu geçmişin tecrübelerinden ve tarihî belgelerinden çıkarmak mümkündür. 
 Günümüzde Türkiye’de “sözde ırkların/etnik unsurların” öne çıkarılmasını ve “Kürt açılımı/Kürt sorunu” gibi konuların birdenbire gündemin başına oturmasını 1914-1924’li yıllardaki projenin günümüze uyarlanmış şekli olarak yorumlamak gerekmektedir. Bazı basın yayın organlarında yer alan ABD’nin Türkiye Büyükelçisinin kapı kapı dolaşıp “açılıma destek” istemesini[20]  bu projeyi gerçekleştirme gayreti olarak değerlendirilmesi yanlış olur mu?
 Dış ve iç bazı odakların Kürt meselesi yanında “Alevi meselesi” hatta Birleşik Kürdistan yanında “Alevistan” oluşturma gayretleri de Türkiye’yi bekleyen tehlikelerden ve projelerden olduğu[21] ortaya çıkmaktadır. Sözde “etnik mesele” adı altında Kürtçülük ve “Kürdistan”, inanıştaki nüansları temel alarak Alevilik meselesi ve “Alevistan” oluşturma senaryoları üzerinde yıllardan beri çalışıldığı bilinen hususlardandır. Bu oyunun pek farkında olunmadığı ve/veya farkında olup da verilen sözün bir gereği olarak Dersim meselesinin gündeme getirilmesi; bu projelerin gereği gibi algılamaya yol açmıştır ve açmaktadır. Çünkü son günlerde, bu konular çerçevesinde, “üçüncü göz” gibi bir ifade gündeme düşmüştür. Kanaatime göre “açılım süreci”nde gündeme getirilen “üçüncü göz” ile Birleşmiş Milletler(BM)’in konuya müdahalesi, müzaheret etmesi hedeflenmekte ve BM göreve davet edilmektedir.* Birleşmiş Milletlere bu yetki, Türk kamuoyunda, ikiz yasalar/ikiz sözleşmeler olarak bilinen “Siyasal ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile verilmiştir.
  Birleşmiş Milletler tarafından, 1966 yılında Türkiye’ye özel hazırlanan fakat hiçbir bir dönemde TBMM’den geçirilemeyen sözleşmeler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de kabul edildi ve 18.06.2003 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. “İkiz yasalar” ve “Avrupa uyum paketleri”; “farklı dil ve lehçelerin öğretimi ile bu dil ve lehçelerde yayın yapılmasına” imkân verdiği gibi, Türkiye’de bir grup azınlık iddiasında bulunup kültürel haklar talep ederse Türkiye’nin o hakları vereceği, vermediği takdirde Birleşmiş Milletler, imzalanan ikiz sözleşmelerin/ikiz yasaların tek taraflı olarak kendine verdiği yetkiyle talebi kabul edip işleme koyması hukukunu kazandı.
  Orta Doğu’da ve dünyada yaşananlar ile Türklere/Türkiye’ye yönelik iddialar; geçmişte olanlardan hareketle gelecekte olabilecekleri tahmin etmeye yol açmaktadır. Tarihe bir not düşmek için; Almanya’da Hitlerin başlattığı “Yahudi soykırımı” ve Yahudi düşmanlığı, İsrail Devleti’nin kuruluşunun önünü açtığı gibi Avrupa’da ve ABD’de yapılan toplantılarda dile getirilen sözde Ermeni, sözde Kürt, günümüzde de sözde Yezidi ve sözde Alevi gibi soykırım iddiaları neyin önünü açmaya yönelik olduğunun gelecek yıllarda görüleceğinin altını çizmekte yarar vardır. Oyuna gelmemek, oltaya takılmamak ve Türk milleti üzerine oynanan oyunları boşa çıkarmak için Türkiye’de yaşayan A’dan Z’ye kadar 75 milyon Türk vatandaşına önemli görev düştüğü unutulmamalıdır.[22] Çünkü benzeri iddialar ve oyunlar sistematik bir şekilde Lozan görüşmelerinde de gündeme getirilmiş ve Türkiye üzerindeki niyetler ortaya konulmuştur. Lozan’da Türkiye’nin karşısında masaya oturanlar, Türkiye’de Türk milletinin ayrılmaz parçaları olan insanları ayrı bir azınlık sayma yarışına girişmişlerdir. Batılıların Türkiye’ye yönelik bu yöndeki niyetlerini ve isteklerini, Türk  delegasyonunda yer alan Rıza Nur’un  şu ifadesi en iyi ve özlü olarak ortaya koymaktadır:  “Biraz daha gayret ederlerse Türkiye’deki karıncaları da ekalliyet(azınlık) yapacaklar.[23]
Yukarıda bir kısmına işaret edilen bu gelişmeleri ve planları; geçmişte Anadolu insanının sağduyusu ile engel olup başarmalarını önledikleri planların yeniden sahneye konulması olarak görmek yanlış olmayacaktır. Ama gözden uzak tutulmaması gereken husus; Kürt dedikleri bu kardeşlerimizin %90-95’lere varan büyük çoğunluğunun kendilerini samimi Müslüman ve Türk milletine mensup hissetmesi, birkaç ay önce Boğaziçi Üniversitesinden bir grup akademisyenin Kürtler üzerinde yaptıkları araştırmada ana dilinin Türkçe olduğunu ifade edenlerin oranının %93 civarında çıkması, ortak paydanın % 95 olması; Türkiye’deki Alevilerin-Bektaşilerin % 98-99’unun kendini Türk/Türkmen ve Müslüman görmesi hatta %97-98’nin itikatta Maturidi ve amelde Hanefi mezhebinden, Ahmet Yesevi geleneğinden ve Hacı Bektaş Veli’nin yolundan olduğunu bilmesi durumudur. Bu bilinç yanında, 5 milyon civarında ailenin karma evlilik yapması, bu yolla yaklaşık 25-30 milyon insan kanının birbirine karışması ve hısım olması; Kürt ve Alevi-Bektaşi kardeşlerimizin  dün olduğu gibi bugün de oynanan oyunlara  gelmeyeceğinin ve oyunlarını boşa çıkaracağının teminatıdır/teminatı olmalıdır.
 
B-MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİNİN MİSYONU VE VİZYONU ÜZERİNE
MHP; 2015 yılında, MHP adını aldığı 8/9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yapılan Olağanüstü Büyük Kongre esas alındığında 46, merhum Alparslan Türkeş’in bu fikrî hareketin başlangıcı olarak Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi(CKMP) Genel Başkanlığına seçilmesi temel alındığında da 50 yaşındadır.
  MHP, Türkiye’nin kaderi kabul edilen 2015 Genel Seçimlerinde, Türk siyasi hayatında varlığını sürdüren siyasi partiler arasında kuruluşu/eskiliği itibarıyla ikinci, misyonu ve vizyonu itibarıyla da ilk sıradadır. Günümüz itibariyle siyasi partilerin önemliliği ve önceliği, misyonunda ve vizyonundadır. Bunlar da dayandığı fikrî temele, savunduğu fikirlerin önemine, geçmişi doğru okumasına, gelecekle ilgili önerilerinin isabetliliğine, kararlı ilkeli, tutarlı ve ölçülü olmasına, çizgisinden taviz vermeden gelişmeleri doğru okuyup ona göre projeler geliştirmesine, esen rüzgâra doğru değil yerinde ve isabetli olana göre hareket etmesine bağlıdır. Misyonu ve vizyonu ile bu ölçüleri en hassas şekilde yaşayan ve yaşatan yegâne parti de MHP’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Türk milliyetçiliği temel felsefesi üzerine kurulmuştur. Atatürk’ün Türk milliyetçiliği anlayışı; kuşatan, kucaklayan, ortak değerler ve ülküler etrafında Türkiye’de yaşayan herkesi Türk milleti adı altında toplayan bir anlayıştır. Atatürk’ten sonra bu anlayıştan uzaklaşıldığını, kuruluş felsefesinin terk edildiğini ve Türkiye’de bölünmeye yol açacak alt kimliklerin önünün açılmak istendiğini fark eden merhum Alparslan Türkeş; 1942’li yıllardan başlayarak Türk milliyetçiliğini ihya etmeye çalışan ekip arasında yer almış ve bu fikirden dolayı 1944 yılındaki Türkçülük-Turancılık  Davası’nda yargılanmıştır. Türkçülük/Türk Milliyetçiliği Davası’ndan sonra Türkeş; hayatının her safhasında Türkiye’nin kurtuluşunu, kalkınmasını, ileri gitmesini, gelişmiş ülkeler arasında yer almasını bu fikirde görmüş ve o doğrultuda faaliyetlerde bulunmuştur.
Türk siyasi hayatında unutulmuş gibi olan Türk milliyetçiliğinin özgün anlamıyla siyasette yer alması da Türkeş’in ülküsü olmuştur. Hindistan sürgününden döndükten sonra, arkadaşlarıyla bu doğrultuda çalışmalara girişmiştir.Bu ideali doğrultusunda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine katılmış ve 31 Temmuz-1 Ağustos 1965 tarihlerinde yapılan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi(CKMP) Büyük Kurultayında CKMP Genel Başkanlığa seçilmiştir.
1 Ağustos 1965 tarihinde CKMP Genel Başkanı seçildikten bir hafta sonra Türkeş;  genel seçimlerdeki -yanılmıyorsam- ilk mitingini, 8 Ağustos 1965 tarihinde, Erzurum’da gerçekleştirmişti.* 1965 yılı genel seçimlerin olduğu bir yıldı. Türkeş de Genel Başkan olur olmaz meydanlara çıkmış ve mitinglerini/toplantılarını Erzurum’dan başlatmıştı. Bu mitingde hafızam beni yanıltmıyorsa Menderes’in idamına karşı çıkışını ve Hindistan’dan yazdığı mektubu açıklamıştı. O seçimde %2,3 civarında oy almış, 6 milletvekili çıkarmıştı. 
 1965 Genel Seçimlerinde  %2,3 oranında oy alan CKMP, MHP adını aldıktan sonra katıldığı genel seçimlerde oyunu %3’e, 1973 Genel Seçimlerinde % 3,4’e ve 1977 Genel Geçimlerinde de %6.4’e çıkarmıştır. Görüldüğü gibi MHP, düzenli bir şekilde oyunu artırmış ve eğer 1980 İhtilali olmasaydı; diğer partilerden ümidini kesen ve MHP’ye, onun kadrolarına, projelerine, misyonuna ve vizyonuna yönünü dönmüş olan Türk milleti; 1981 yılında yapılacak genel seçimlerde, MHP’yi ya tek başına veya koalisyonun büyük ortağı ve hükûmeti kuracak parti konumuna getirecekti. Ancak bu gerçekleşemedi; MHP’nin ve kadrosunun önü kesilirken günümüzde Türkiye’yi yöneten kadronun önü açılmış oldu.  
CKMP’nin Genel Başkanlığına seçildiği tarihten itibaren tanıdığım Türkeş’in söylemleri ve yazdıkları; Türk milliyetçiliğini Türkiye’nin gündemine getirmiştir. Onun CKMP Genel Başkanı olması Türk milliyetçiliğinin dönüm noktasıdır. Bu fikrin doğrudan bir partinin adı olması 4 yıllık bir süreçten sonradır. CKMP’nin adı 1969 yılında Adana’da yapılan Kongre’de “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirilmiştir. MHP, 9 Şubat 2009 tarihinde, MHP’nin kuruluşunun 40. yılını çeşitli etkinliklerle kutlamıştır. Bu önemli bir süreçtir ve her partiye nasip olmayacak bir şereftir. Çünkü MHP öncesi ve sonrası kurulmuş partilerden biri hariç günümüzde bir eser yoktur. MHP’nin bugünlere gelmesinde Türk milletinin yıllardır ihmal edilen duygularına tercüman olmasının ve değerleri ile örtüşmesinin rolü büyüktür.
MHP ideolojisinin fikrî temeli Türk milliyetçiliği/ Türk-İslam ülküsü olarak özetlenebilecek değerler ve fikirler sistemidir. Bu fikir sistemiyle MHP, ifrattan ve tefritten uzak, herkesi kuşatıcı ve kucaklayıcı “orta yolu” benimsemiştir. MHP’nin benimseyip günümüze kadar tavizsiz getirdiği “orta yol anlayışı” olarak ifade edilebilecek yaklaşımının,  Türkiye için isabetli olduğu yaşananlardan anlaşılmaktadır. Bu yaklaşımın “Türkeş’in ülküsü ve milliyetçilik anlayışı” arasında önemli bir yeri vardır.[24] Türk milletini en ileri en medeni en kuvvetli bir varlık hâline getirme ülküsüne sahip olan merhum Türkeş; milliyetçiliği, “Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türk devletine sadakat ve hizmettir.”[25] diyerek açıklamaktadır. 
Bilindiği gibi Sayın Alparslan Türkeş’in üç emaneti vardır. Birincisi “Türk milliyetçiliği ülküsü”, diğeri “MHP” ve üçüncüsü de “Ülkü Ocakları”dır. O; her şeyin temeline, iyi yetişmiş, okuyan, düşünen, meselelere bilimin ışığında bakan, büyüklerini sayan, küçüklerini seven, gösterişten uzak ve mütevazı olan, ülke ve millet menfaatini her şeyin üzerinde gören, Türk milliyetçiliği ülküsünü duyan ve yaşayan gençliği koymuştu. Türkiye'nin ve Türk milletinin menfaatini her şeyin üzerinde tutmuştu. Uzlaşmacılığı temel felsefe yapmıştı. Türkiye'nin ve Türk milletinin menfaati gerektiğinde uzlaşmacı olması ve düşüncelerindeki isabetlilik, muvafık ve muhalif herkes tarafından üzerinde ittifak edilen hususlardandı. Merhum Türkeş, bu ülkünün gerçekleşmesini de MHP’nin tek başına iktidarında görmekteydi.
  Merhum Türkeş Bey’in bu anlayışı, felsefesi ve yaklaşımı Sayın Devlet Bahçeli Bey tarafından benimsenip günümüze kadar getirilmiştir. Devlet Bey; Türkeş’i en iyi tanıyan en iyi anlayan ve onun gerçekleştirmek istediği felsefeyi en iyi uygulayan bir lider olduğunu 15 yıllık Genel Başkanlığı döneminde ve 3,5 yıllık iktidar ortaklığı döneminde ortaya koymuştur.
MHP; iktidar ortağı olduğu hem 3,5 yıllık 57. hükûmet ortaklığı döneminde (129 milletvekiliyle) hem de TBMM’nde üzerine düşeni yapmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesine, Türk milletinin birliğine, Türk milliyetçiliğine ve Milliyetçi Hareket Partisinin ilkelerine aykırı hiçbir karara imza atmamıştır. Ancak tek başına olamadığı için kendi projelerini uygulayamamıştır. Eğer MHP, kendi projelerini uygulama imkânı bulsaydı, günümüzde Türkiye farklı bir Türkiye/lider Türkiye ve Türk milleti de lider millet konumunda olurdu. Bunları gerçekleştirmek ve 1998 yılından beri dile getirdiği 2023’te Türkiye’yi lider ülke yapmak için MHP’nin tek başına iktidarının şart olduğu ayan beyan/ açık seçik ortaya çıkmaktadır. Terörün sıfırlanması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi insanının, 57. hükûmete özellikle hükûmette MHP’nin bulunmasına güvenerek terör örgütüne taviz vermemesi ve bunun, terör örgütünün pasifize edilmesini sağlaması, birliğin ve bütünlüğün pekiştirilmesi, kamplaşmanın dostluğa ve kucaklaşmaya dönüştürülmesi, yolsuzluğun ve hırsızlığın ciddi olarak takibe alınması ve önlenmesi yoluna girilmesi, garantisi/teminatı olmadan kurulan bankalar(İçi boşaltılmış 21 bankanın 5’i Özal, 5’i Yılmaz, 5’i Çiller, 6’sı da Erbakan döneminde kurulmuştur.) dolayısıyla mağdur edilen Türk insanının mağduriyetinin giderilmesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun oluşturulması, ehliyete ve adalete önem verilmesi, Türkiye’nin sivilleşmesi ve demokratikleşmesi yönünde Anayasa’nın 45-50 maddesinin değiştirilmesi, Türkiye’nin kalkınması için gayret gösterilmesi MHP’nin ortak olduğu hükûmet içindeki etkilerinden ve TBMM’deki varlığının göstergelerinden sadece bir kısmıdır. 
Misyonu ve vizyonu ile MHP, geçmişten geleceğe sıkıntıya düştüğü her durumda hep Türk milletinin ve Türkiye’nin umudu olmuştur/olma özelliğini korumuştur. Günümüzde Türkiye’yi içinde bulunduğu kaostan ve bunalımdan kurtaracak yegâne partinin de MHP olduğu net olarak ortaya çıkmıştır.
Bu umudun gerçekleşmesi için Türkiye’nin kader seçimi olarak nitelediğimiz 2015 Genel Seçimleri büyük bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirmek için Türk milliyetçilerinin; tartışmalara takılıp kalmadan geriye değil geleceğe bakmak ve projelerle Türk milletine umut olmak zorunluluğu vardır. Bunun için 1969’tan bugüne Türk milliyetçiliğine ve Türk milletine hizmeti geçmiş herkesi, hayatta olanları devreye koymanın yolları bulunmalı, herkese ulaşılmalı ve gönülleri fethedilerek sahaya çıkmaları sağlanmalıdır.
  Tarihî süreçte ve günümüzde yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen geleceğe umutla bakmak lazımdır. Çünkü ümit; Müslüman’ın hayat kaynağı, halk arasında da “fakirin ekmeği” olarak bilinmektedir. Bu özlü sözlerde bir tarih, bir kültür gizlidir. Günümüzde ülkeyi yönetenlerin; tek olan Türk milletini, boy ve soy farkını bilmeden, Türkiye’de en az %95’i aynı soyun boyları ve aynı gövdenin dalları olmasına, nüansları güzelliklerimiz görmesine rağmen 24 veya 36 gibi parçalara ayırma gayretleri beyhudedir, beyhude gayret olarak kalmalıdır/kalacaktır. Ancak Türk milleti tarih boyunca oynanan oyunları hep boşa çıkarmıştır ve günümüzde de çıkaracak kararlılıktadır. Bundaki delilimiz; Türkiye’de 5 milyon civarında ailenin, karma evlilik yapmasıdır*. Bu bizim güvencemizdir ve geleceğimizin garantisidir. Bunu gerçekleştirecek fikir Türk milliyetçiliği, siyasi parti de Türk milliyetçiliğini temel alan MHP’dir. Türk milliyetçiliğinin bir kulacı Türklüğü, diğer kulacı Müslümanlığı, her iki kol birden açıldığında Türk-İslam dünyasını dolayısıyla bütün insanlığı kucaklamaktadır. Bundan dolayı oyuna gelmeden, “Şuna değmiş buna değmemiş.” demeden Türkiye’de var olan herkes Türk milletidir ve MHP’nin hedef kitlesidir. Kim ne derse desin kim ne yanlış yaparsa yapsın biz; yılmadan usanmadan, “75 milyonu kardeş bildiğimizi; bir tarağın dişleri gibi eşit gördüğümüzü, birinin diğerinden ayırmadığımızı, kucaklayan ve kuşatan” bir anlayışla; “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” özlü sözü ile bütün herkese ulaşmak hem moral vermek hem projeler sunarak kurtuluşun yolunu göstermek durumundayız.
Türkeş'in nihai hedefi; Türk milliyetçiliğini iktidar yapmaktı. Çünkü bu bir "ülkü"dür. Onun ülkü edindiği bu fikri, iktidara taşımak onu anlamanın ve onu sevmenin bir göstergesidir. Bu noktada Türk milliyetçiliği davasına sahip çıkmalı, sabır ve sebat ile temel hatırası olan MHP'yi tek başına iktidara taşımalıdır. Bu ülkünün gerçekleşmesi; üzerinde kara bulutlar dolaşan ve tehlikelerle karşı karşıya olan Türkiye’nin bu bulutlardan kurtulmasına, kamplaştırılmış ve kutuplaştırılmış Türkiye’nin kucaklaştırılmasına ve barıştırılmasına, özet olarak bunları gerçekleştirecek yegâne siyasi pati olan MHP’nin iktidarına bağlıdır. Bu konuda Türkiye’yi seven, birliğini ve dirliğini isteyen, birlik içinde kalkınmasını, ilerlemesini ve lider ülke olmasını isteyen 75 milyon Türk milletine ve oy kullanacak 52 milyon seçmene görev düşmektedir. 
 
C- 2003-2014 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE OLANLARA GENEL BİR BAKIŞ/“TÜRKİYE NEREDEN NEREYE!”
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı süresinde sık sık “Nereden nereye! ” sloganı ile Türkiye’nin iyi bir noktaya geldiğini, geçmişte hiçbir şey yapılmadığını ve her şeyin kendileriyle başladığını anlatmışlardır/anlatmaktadırlar.“Pembe tablolar” çizilmekte ve yapılan bazı olumlu gelişmeler,  genele şamil kılınarak, göz boyamaya çalışılmaktadır.
Aslında Türk insanı/halkı, kimin içten ve samimi konuştuğunu, kimin göz boyadığını ayırt edebilmektedir. Türk milleti, kamuoyunda da sık sık dillendirildiği gibi, Türkiye’de nelerde artış olduğunu bilmektedir. Türk milletinin büyük çoğunun arttığını düşündüğü ve kamuoyunda da yer alan hususların bir kısmına beraber bakalım ve neler arttığını görelim:
- Yolsuzluk ve  “Helal haram deme ver Allah’ım, çoluk çocuk yer Allah’ım.” şeklinde değerlendirmeler,
- Eş dost ile yurt dışı gezileri ve alınan harcırahlar,
- Yandaşların serveti ve geliri,   
-   İsraf ve konfor,
-   Ehliyetsiz ve birikimsiz kişilerin üst makamlara gelmeleri, mevki ve makam sahibi olmaları,
 Türk milletini Türk milleti yapan değerlere, millî hassasiyetlere karşı olmalar, 
-   Sıfır noktada teslim alınan terör ve bölücülük olayları,
-   Uyuşturucu ve kötü alışkanlıklar,
-  Yandaş gazeteler, televizyonlar, yazarlar ve programlar,
-  Misyonerlerin serbestçe çalışmaları,  
-  Din değiştirme olayları,
-  Kiliseler ve “ev kiliseleri,” 
  - Toprak satışları,
 -İşsizler,
-   Dış ve iç borçlar,  
-  Gizli ilişkiler ve kapalı kapılar arkasında, kayıt dışı görüşmeler,
-  Her mevki veya makamda argo üslup ile konuşmalar,
-  Yetkililerin çocuklarının “gemicikleri” ve gemiciklerden oluşan filoları,
-  Selçuklu Devleti’nden Osmanlı Devleti’ne, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden taşınmazların ve günümüze ulaşan kazanımların, gelir getiren ve stratejik önemi olan kurumların satışları,
-  “Ver kurtul, sat kurtul, at kurtul, yat kurtul ve unut kurtul”lar,
-  Millî Eğitimin yazboz tahtasına döndüğü ve dibe vurduğu yönündeki kanaatler, 
  -Öğretmenler arasındaki karmaşalar ve huzursuzluklar,
-  Atanamayan öğretmenler,
-  Öğrenciler arasında uyuşturucu kullanmalar,
  - Borcunu ve senedini ödeyemeyip icraya düşenlerin sayıları,
-  Yetkililerin çocuklarının kurdukları şirketlerin, derneklerin gelirleri, 
-  Vurdumduymazlıklar ve umursamazlıklar,
-   Hükûmet edenler arasında aynı konuda bir gün başka diğer gün başka konuşmalar/ beyanatlar,
-   İkircikli tutum ve karasız duruşlar, 
  - Dinin ve dinî kurumların siyasallaşması,
-   Boşanmalar, psikolojik davranış bozuklukları ve intiharlar,  
-  Domuza teşvik kredileri ve domuz çiftlikleri, 
   -Dünyanın ikinci güçlü ordusu olarak kabul edilen, düşmana korku ve dosta güven veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılmak ve pasifize edilmek istendiği yönündeki kanaatler, 
-  Kurumlar ve gruplar arası çatışmalar,
-  İktidara yaranmak için kraldan çok kralcı olanlar, vur deyince öldürenler, cadı avına çıkanlar,
-  En az 20 yıl beraber hareket edip bazı kurumlara, kuruluşlara ve kişilere birlikte kumpas kurulduğu iddiaları; şimdi onların birbirini suçlamaları,
-  Hükûmet/Adalet ve Kalkınma Partisi-cemaat çatışmalarını “Cambaza bak!” şeklinde değerlendirenler, “tez ile antitezin” aynı anda kontrolü şeklinde yorumlayanlar,
-  Yıkıcı-bölücü örgütlerle, 35-40 bin insanımız katili olan bölücü terör örgütleriyle, liderleriyle görüşmeler,
-  Bölücü terör örgütlerine “meşruiyet” kazandırmalar,
-  Milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasına yönelik söylemler,
Andımız başta olmak üzere Türk’ü, Türklüğü ve Türk milliyetçiliğini çağrıştıran kavramları unutturmalar, kaldırmalar,
-  Cumhuriyet’in kazanımlarını ve önceki yapılanları yok saymalar,
-  Açılım sürecinin Türkiye’yi bölünmeye götüreceğine, sınırlarını, geleceğini ve kaderini değiştireceğine dair endişeler,
artmıştır.[26]
   Bu konuda sıralanacak maddeler, bunlarla sınırlı değildir, sayfalar dolduracak orandadır, ancak burada sadece bir kısmı örnek olarak zikredilmiştir.
 
Ç- 2015 YILINDA YAPILACAK KADER SEÇİMİYLE İLGİLİ BAZI ÖNERİLER
Türkiye; günümüzde, ibretlik olayların sahnelendiği bir ülke görünümündedir. Güvenin sarsıldığı, birkaç istisnasıyla ilkeli siyasetin kaybolduğu, şahsi menfaatin, ülke ve millet menfaatinin önüne geçtiği yönündeki kanaatlerin hâkim olduğu rahatlıkla fark edilmektedir. 
 “Tebdilimekânda ferahlık vardır.” özlü sözünün siyaseten de zamanı/yeri gelmiştir. Artık “taze kan”a ihtiyaç vardır. Kan grubu ne olursa olsun herkesin kan bağışı ile birlikte oy bağışı yapma zamanı gelmiştir. Bu bağışın adresi de “MHP”dir. Çünkü Türk milleti; “inançlı, milliyetçi, vatanperver, bilgili, birikimli, tecrübeli ve çalışkan” bir kadronun işbaşına gelmesini istemekte ve beklenmektedir. Ancak dürüst, ahlaklı, milliyetçi, Ülkücü, vatanperver Türk milliyetçileri; henüz varlıklarını ve birikimlerini hak ettikleri oranda hissettiremedikleri bilinen bir gerçektir.  
Eğer Türk milliyetçileri dağınıklığı bırakır, birlik olabilir, bir araya gelmeyi başarabilir, kendilerini tek ve tek gayelerinin Türk milletini kalkındırmak, ileri götürmek, demokrasiyi yerleştirmek, adaleti hâkim kılmak ve insanca yaşamayı sağlamak olduğunu anlatabilirler ise bu yüce Türk milletinin onlara, “Gelin, bu ülkeyi ancak siz yönetebilirsiniz.” diyeceğine inancım tamdır. Çünkü bu millet, soylu ve asil bir millettir. Bekler, bekler, ölçer, tartar ve günü gelince de şahlanmasını bilir. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Yeter ki onun istediği mesajlar verilebilsin ve/veya verilen mesajlar alınabilsin. Onun için nerede olurlarsa olsunlar bütün Türk milliyetçilerinin, Ülkücülerin milletin beklentisini görmeli ve mesajı almalıdır. Burada, herkese görev düşmektedir.
Bu samimi ve ihlaslı Türk milletine, bu güzelim ülkeye hizmete talip Ülkücü-Türk milliyetçisi kadro, nerede, hangi yerde, hangi partide olursa olsun bir araya toplanmalı ve ülkenin yönetimine talip olduğu mesajını vermelidir; Türk milliyetçilerine düşen bu olmalıdır. Artık nefislere esir olmanın, şahsiyat yapmanın, “Şöyle şöyle oldu.” demenin, kusur aramanın zamanı geçmiştir. Her şeye sünger çekilmeli, yeni bir başlangıç diyerek işe başlanmalı ve yapılan  “genel çağrı kampanyası”na icabet edilmelidir.
Hayatın her alanında olduğu gibi siyasette de seçimlerde de samimiyet, ihlas ve çalışmak (çalışıyor gözükmek değil) gerçekten üç temel ilkedir. Bu ilkelerden birinin eksikliği diğerini dolayısıyla sonucu etkilemektedir. Meseleye samimi ve içten yaklaşmak, karşılık beklemeden ve herhangi bir hesap/gelecek hesabı yapmadan işin içine girmek, ihlas ve samimiyetle çalışmak, inandığı ve savunduğu fikirlerin gereğini yapmak gerekmektedir. Çalışma da bireysel çalışmadan daha çok grup/ekip çalışması yapmak ve bunu da planlı programlı yapmak önem taşımaktadır. Böyle davranıldığı/böyle hareket edildiği zaman ancak rüzgâr estirilebilmektedir. Rüzgâr esmeyince çalışmanın sonucu verimsiz olmaktadır.
Türkiye bir yol ayrımına gelmiş bulunmaktadır. Bu ayrımı giderecek, kardeşliği pekiştirecek, kucaklaşmayı gerçekleştirecek yegâne siyasi partinin MHP, fikrin de “Türk milliyetçiliği” olduğunu ısrarla vurgulamak kaçınılmazdır. Türk milliyetçiliği çimentodur, herkesi aynı kazanda kaynatmayı, aynı gemide bulunmanın bilinci içerisinde bir ve kardeş görmeyi amaç bilmektedir. Bu amaç; kurtuluşun temel şartıdır. Kurtuluşun yolu; Türk milletini kucaklayıcı ve kuşatıcı anlayışı hâkim kılmaktan ve MHP’yi iktidar yapmaktan geçmektedir. Bunun için seçimlere şimdiden hazırlık yapmakta büyük fayda olmalıdır.
 Önerilerimin bir kısmını şöyle sıralamak istiyorum:
1-  Peygamber Efendimiz’in Hz. Muhammed(SAV); “Gerçekten iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsınız.” hadisini düstur edinerek önce birbirimizi, sonra da bütün insanları sevmeyi ilke edinmeye ve gerçekleştirmeye çalışalım.
2- Başarının; ihlas-samimiyet-çalışma gibi üç ayağının olduğunu unutmayalım. İhlasla yola çıkılırsa, samimi olunursa ve çok çalışılırsa (çalışıyormuş/çalışıyor görünmek değil gerçekten çalışmak), bunların gereği yapılırsa aşılmayacak engel, ulaşılmayacak hedef olmayacağını inanç hâline getirelim. İhlas ve samimiyetle yola çıkmayı ve bu temel ayaklar üzerinde de çalışma yürütmeyi ihmal edilmeyecek hususlar arasında değerlendirelim.
3- Geçmişte yaşanmış olumsuzluklara bir çizgi çekerek herkese yeni bir sayfa açalım.
4- Adalet ve Kalkınma Partisinin yegâne alternatifinin “MHP” olduğu her ortamda ve uygun düştüğü her fırsatta, altı doldurularak, yılmadan, usanmadan anlatıp kamuoyuna sunalım ve kamuoyu oluşturalım. (Bunun için zaman zaman anketler yaptırılmalı, raporlar hazırlatılmalı ve MHP’nin alternatif olduğu seçmen tabanının anlayacağı şekilde sunulmalıdır. 2014 Yerel Seçimlerinde oyunu artıran tek partinin MHP olması, bu vurguda etkili ve inandırıcı olabilecektir).
5- Her kademede ilk halkayı/merkez halkayı sağlam, güvenilir, ilkeli, tutarlı, sevilen ve sayılan, çizgisinde kırıklık olmayan “örnek dava adamı” kişilerden oluşturmaya önem verelim. Bu merkez halkayı, diğer halkalarla destekleyelim ve 75 milyonu bu halkalara kademe kademe katalım.
6- Tenkitten çok yapacaklarımızı öne çıkarıp anlatalım. Üsluba dikkat edelim; kıran ve kızan değil yumuşak ve tatlı bir üslubu tercih edelim, sabrı ve sebatı elden bırakmayalım.“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.” atasözünü hatırdan çıkarmayalım.
7- “Bana ne!” demekten kaçınalım, “Ben varsam parti var, ben yoksam, parti de yok.” anlayışından uzak duralım ve yakından uzağa doğru akraba, eş dost ile iletişim kurmaya çalışalım, hatırı kırılmayacak kişileri ve büyükleri devreye koyalım.
8- Parti içerisinde “belli kişi” veya “kişiler” ekseninde hareket etmeyi bir kenara bırakalım. Oy verecek herkesi seçmen, seçici, hesap verilir makam olarak görelim, konumu ve makamı ne olursa olsun herkesi dinleyelim ve önerilerini ciddiye alalım(Çünkü ona göre bu önerilerin Türkiye’yi kurtaracak öneriler olduğunu unutmayalım.).
9- Kürt ile “Kürtçü bölücü”yü kesinlikle birbirinden ayıralım. Kürtler ile Türkler arasında ortak paydanın %95’lerde olduğu, Kürt kardeşlerimiz arasında bölücülerin ve ayrılıkçılık peşinde koşanların oranının en fazla  %4-5 civarında olduğunu dikkatten uzak tutmayalım (Ziya Gökalp’in “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir. Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir.” ile Alparslan Türkeş Bey’in “ Kürtler ne kadar Kürt’se ben de o kadar Kürt’üm. Ben ne kadar Türk’sem onlar da o kadar Türk’tür!..”  sözlerini hatırlayalım.).[27]
10- Alevi-Bektaşi konusuna dikkat edelim ve bu konuda hassas olalım. Türkiye’deki Aleviliğin-Bektaşiliğin Türklere özgü olduğunu, Türkiye’deki Alevilerin–Bektaşilerin %98-99’unun Türk ve Müslüman hatta amelde Hanefi, itikatta Maturidi olduğunu unutmayalım[28].
11- Gençlere ve hanımlara özel önem verelim; hem yönetimlerde hem de seçim sürecindeki aşamalarda gençler ile kadınların oranlarını artıralım.
12- Seçimlerde gerçekçi ve ayağı yere basan projeler, seçmenin beklentilerine ve seçmen taban algısına yön verdiği bilinen hususlardandır. Toplumun değerleriyle örtüşen, beklentilerine cevap verebilecek önerilerin; ümitsizliğe düşmüş seçmeni hem umutlandırdığını hem de gelecek zamanda her şeyin iyi olabileceği beklentisi içerisinde rahatlattığını gözden uzak tutmayalım
13- Öneriler ve projeler gündeme getirilirken söyleyenlerin söylem tarzı, bilgi ve birikimi, konuya hâkimiyeti, altını doldurması ve MHP programlarıyla, Genel Başkanın beyanatlarıyla, seçim beyannameleriyle, genel stratejisiyle, önceden yayımlanmış kitaplar ve raporlarla uyumlu hâlde sunulmasının, sunumların inandırıcılığının da oya olumlu yansıyabildiğini dikkate alalım.
14-Siyasette ne söylenmesinden çok ne söylenmeyeceğinin önemli olduğunu unutmayalım. 
15-Seçimlerde rüzgâr estirmenin en temel unsuru “güven vermek”tir. Seçimlerde güven vermek ve rüzgâr estirmek başarı ile doğru orantılıdır. Bu süreçte işe güven uyandırmak/güven vermek ile başlamak lazımdır. Bunlar gömleğin ilk düğmeleridir. İlk düğmeler doğru iliklenirse diğer düğmeler ona bağlı olarak iliklenir ve başarıya götürür(Bu; Napolyon’un savaşı kaybeden generaline savaşı kaybetmesinin sebeplerini sormasını ve cevabını hatıra getirmektedir. General de 10 kadar gerekçe sayabileceğini söyler ve gerekçelerini sıralamaya başlar. “Barut bitti.” deyip sıralamaya başlayınca Napolyon, “Diğerlerini saymana gerek yok.” deyip sözünü keser.). Güven yoksa rüzgâr da esmiyor. Rüzgâr esmeyince sonuç da verimli olmuyor. Rüzgâr esince de her şeyi önüne katıp sonuca götürüyor.
Rüzgârı estirmeye ve güven vermeye özen gösterelim. Rüzgâr da en yakından yani evden, akrabalardan, arkadaşlardan, komşulardan, mahalleden, köyden, ilçeden, ilden, teşkilatlardan başlayarak estirelim. Estirilecek rüzgârın dalga dalga bütün seçmen kitlesini sardığını ve sonuca götürdüğünü gözden uzak tutmayalım. Tabanda karşılığı olanlarla, emeği, alın teri ve  “çorbada tuzu” bulunanlarla rüzgâr estiğine, canıgönülden ve samimi yapılan çalışmalarla ancak sonuç alınabildiğine dair örnekleri dikkate alalım.
  Siyaset başta olmak üzere var olan kutuplaşmaları yıkalım; yarışmanın güçlü ayağının “MHP” olduğu kanaatini yaygınlaştıralım ve kamuoyunu buna inandıralım. Bunda seçmen beklentilerinin ve önceki propagandaların etkili olduğunu dikkate alalım. Bunun için her köyde, her beldede, her ilçede ve her ilde etkili sloganlar eşliğinde ekipler oluşturalım.  
16- Güven uyandıracak, korkmayacak, kötümser olmayacak, ümit vadedecek, “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben!” diyebilecek, geçmişi bilinen ve seçmen tabanında karşılığı olan, dürüst, güvenilir, Türk milletinin beklentilerine cevap verecek ve değerleriyle mücehhez kişileri öne çıkaralım ve vitrine konulmasını sağlayalım. 
17- Kutuplaşmaya, kamplaşmaya, inatlaşmaya yol açacak söylem ve tavırlardan kaçınmak lazım geldiğini bilelim ve ona göre projeler üretip sunalım.
18- Seçim müziğinin seçimini ve sunumunu da iyi yapalım, Türk milletinin değerleriyle bütünleşen ve mizacına hitabeden, coşkuyu ve heyecanı tetikleyen nitelikte olmasına dikkat edelim(Şarkının bile tek başına en az %1-2’lik getirisi olduğu tahminler arasındadır.).
19- Her köyde, her beldede, her ilçede ve her ilde birkaç kişilik propagandist grup oluşturup MHP’nin tek alternatif olduğunu dillendirecek, toplumu yönlendirecek ekipleri seçim alanlarında hazır tutalım. 
MHP’nin belde, ilçe ve il merkezlerinde her gün olumlu hava estirecek, moral aşılayacak, birlik ve beraberlik oluşturacak, “MHP iktidara geliyor.” propagandasını yapacak ekipler oluşturalım.
20-MHP,1965/1969 yılından bu tarafa ilçe ve il teşkilatlarında görev yapmış olanlardan hayatta olanları, hayatta olmayanların birinci derece yakınlığı olanları bulup ziyaret edelim ve partiye katkıya davet edelim.
21- MHP’de MYK, MKK, MDK üyeliği yapmış olanlar ile milletvekilliği yapmış olanları zaman zaman toplayıp istişare yapalım ve kamuoyuna da duyurma yoluyla mesaj verilmesine çalışalım. Bunların içinden bazılarına ilçelerde ve illerde onursal görev verelim ve görevlendirme yapalım.
Başka partilerde her kademede görev üstlenmiş MHP ve Ülkücü kökenli siyasetçiler ile Türk milletinin menfaatini önceleyen herkesi MHP’ye kazandıralım; Türkiye kamuoyuna “A’dan Z’ye kadar herkes MHP’de bir araya geldi.” mesajı verip rüzgâr estirelim.
22- MHP adına televizyona çıkanların, programlara katılanların, basın toplantısı yapanların; derslerini iyi çalışmasına, hazırlık yapmasına, MHP’nin geçmişini ve günümüzü bilmesine, projelerini öğrenmesine ve önerilerini kavramasına, Genel Başkanın mesajlarını anlayıp o çerçevede hareket etmesine, ben değil bizi yani MHP’nin kurumsal düşüncelerini yansıtmalarına dikkat edelim.
23-Konuşanların, propagandistlerin, aynı konularda ifade birliği içinde olmasına aynı konularda aynı şeyleri vurgulamasına, zihinlerde yer edecek ifadeleri tercih etmelerine özen gösterelim.
24-Ortak stratejiyi bilelim, her hafta bir konuyu Türkiye’nin her yerinde gündeme getirip işlenmesine özen gösterelim.
25-Sadece tenkidi değil önerilerimizi, çıkış yollarını dile getirelim ve MHP’nin bu konuda en zengin/projeleri en fazla olan parti olduğunu, AKP’nin 12 yılda yaptıklarının MHP projelerinden alındığını fakat doğru bir biçimde uygulanamadığını; projelerin doğru şekilde ve Türk milletinin menfaatine uygun şekilde uygulanması için sahibine/müellifine yetki verilmesi gerektiğini yılmadan usanmadan vurgulayalım. 
26-Değerlendirilmesi gereken herkesten, her kurum ve kuruluştan yeteri oranında yararlanalım.
27-Başarıda il, ilçe, belde yönetimleriyle adaylar arasında uyum ve kadro hâlinde hareket etmenin önem taşıdığını, “Kendimi kurtarayım ve ön alayım.” anlayışının seçim sonuçlarını olumsuz etkileyen faktörler arasında olduğunu unutmayalım.
28- “Fiskos kanalı”nı MHP lehine iyi çalıştıralım ve bunun, en etkili araç görevi gördüğünü unutmayalım.
29-Etkisi herkes tarafından kabul edilen medya gücünden en iyi ve verimli şekilde yararlanma yolu bulalım.  
30-Türk milliyetçilerinin; demokrasinin, hürriyetin, özgürlüğün, insan haklarının, hoşgörünün, inanış ve köken ayrımı yapmadan herkesi kucaklamanın; 75 milyon Türk insanının kardeşliğinin, eşitliğinin ve kalkınmasının, iş sahibi olmasının, kendi kendine yeter hâle gelmesinin, adaletin ve hukukun üstünlüğünün samimi savunucusu ve garantisi olduğunu altını çizerek vurgulayalım.
SONUÇ
2015 Genel Seçimlerinde, geçmişten ders çıkarmak ve neler yapılması gerektiği konusunda planlar ve projeler hazırlayarak, 2015 yılının ilk gününden itibaren yola koyulmak ve çalışmalara başlamak lazımdır. Önceki seçimlerde görülen eksikliklerin, yanlışlıkların yapılmaması ve onların olumluya dönüşmesi; başarılı olunan yerlerdeki başarının sebeplerinin tespit edilip başarısız olunan yerlere de uygulanması yoluna gidilmelidir. 
“Hata/kabahat samur kürk olmuş kimse giymemiş.” atasözünü tersine çevirmek ve herkes kendinden başlayarak nefis muhasebesi yapmak, nerede hata yaptık demek ve konuyu masaya yatırıp doğru tahliller yapmak;  genel seçimlerin selameti, başarısı ve güzel sonuçlar alınması için şart olmalıdır.
Bazı araştırma şirketlerinin yaptıkları araştırmalarda; seçmenlere yöneltilen “Kendi partine oy vermeyecek olursan tercih edeceğin parti hangisi olur?” mealindeki soruya verilen cevaplara göre, hem Adalet ve Kalkınma Partisine hem de Cumhuriyet Halk Partisine oy veren seçmenin ikinci partisi yani kendi partisi dışında oy vereceği partinin Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) olduğu ortaya çıkmıştır. Diğer partilere oy vermiş seçmen kitlesinin ortak partisinin MHP olması yanında 2014 Yerel Seçim sonuçları değerlendirildiğinde ortaya 52 milyonluk Türk seçmen kitlesinin tamamından oy alabilecek yegâne partinin de Adalet ve Kalkınma Partisinin tek alternatifinin de MHP olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlara göre MHP’nin, merkezde olan bir parti ve her kesimden oy alıp tek başına iktidar olacak potansiyele sahip yegâne parti olduğu ısrarla işlenmelidir. Bu potansiyeli hareket geçirmek için yeni projeler ve ekipler oluşturup Türk milletine sunmak gerekmektedir.
Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına 12 yıllık iktidarı döneminde yapılan bazı uygulamaları, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yapılan uygulamalar ile benzerlik gösteriyor. Bu örneklerin en ilginci, Padişah Sultan II. Abdülhamit’in saray bahçesinde cereyan ediyor. Abdulhamit Han, sarayın penceresi önünde iken Arnavut subayın, sarayın bahçıvanına “Pis Türk!” diye hakaret etiğini duyuyor ve pencereden subaya “Unutmayınız ki ben de bir Türk’üm!” diyor. Bunun üzerine subay düşüp bayılıyor. Abdulhamit Han, “Kaldırın şu patavatsızı buradan!” deyip gözden kayboluyor.[29] Benzeri bir olay da Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa Valiliği döneminde (1879-1882) gerçekleşiyor. Ahmet Vefik Paşa, ilçelerden birini ziyarete çıktığında kendisini karşılayan heyetle tanışırken herkes göğsünü gere gere kim olduğunu söylüyor ancak heyet arasında olan birisi kim olduğunu söyleyemiyor. Bunun üzerine Vali Paşa sıkıştırınca o kimse çekinerek ve alçak bir sesle “Türk’üm efendim!” diyor. Bunun Üzerine Ahmet Vefik Paşa, “Niçin saklıyorsun öyle? Türk olmak bir kabahat mı? Bak Ben de Türk’üm!” demesi üzerine Türk kimliğini söylemekten çekinen Bursalı Türk, hayretler içerisinde, “Sahi mi Paşa sen de Türk müsün? Demek Türk’ten de paşa olurmuş ha!” şeklinde cevap veriyor. Bu cevap karşısında Vali Paşa’nın gözleri doluyor ve “Paşa da kim oluyor? Türklerden padişah çıkar padişah, anladın mı?”  dedikten sonra bir kenara çekilip ağlayarak rahatlamaya çalışıyor.[30]
  Osmanlı Devleti’nde, kendini Türk milletinin dışında bir soya, millete ait hisseden yöneticiler; Türk milletini  hakir görmekte, onu yok saymakta, ele geçirdikleri mevki ve makamlarla yandaşlarını koruyup kollamakta, onların zenginleşmesini  sağlamakta bir sakınca görmemişler ancak kazandıklarını ağız tadıyla yiyememişler, Türk milletinin  merhametine ve hoşgörüsüne  sığınmışlardır. Burada, bunlara, özet olarak temas etmemiz; Osmanlı Devleti’nin çökme ve bölünme sürecinde yaşananların benzerlerinin günümüzde de cereyan etmesinden dolayıdır. Bu bilgileri verirken amacımız; kara tablo çizerek umutsuzluk yaratmak değil geçmişten/tarihten ibret almaya dikkat çekmektir.
  Günümüzde yaşananlara ve gelişmelere millî şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’un şu mısraları ışık tutmaktadır: Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ‘Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?Mehmet Akif Ersoy bu mısraları, Osmanlı Devleti’nin bölünme sürecine girdiği, herkesin ümitsizliğe düştüğü herkesin ayrı baş çektiği ve Türk milletinin yok edilmek istediği dönemde yazmıştır. Çünkü Ersoy, bu mısralardan yaklaşık 30-35 yıl  önce, XIX. yüzyılın ikinci yarılarında, vatanın tehlikede olduğunu ifade eden Namık Kemal’in “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; Yok mudur  kurtaracak bahtı kara maderini?” ifadelerinden haberdardır. Osmanlı Devleti’nin son dönem şairlerinden, yazarlarından ve düşünürlerinden Namık Kemal’in bu mısralarını, söylenmesinden/yazılmasından yaklaşık 40 yıl sonra, 1920 yılında Bursa Mebusu Muhittin Baha Bey, TBMM kürsüsünde okumuştur. Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, 14.08.1920 tarihinde,  TBMM kürsüsünden heyecan içinde "Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini." mısralarıyla vatanı kurtaracağının sözünü vermiştir. Bu mısralar, tarihten ders almanın veya geçmişte yapılan olumsuzluklara kayıtsız kalamamanın bir göstergesidir. Bu gösterge veya hassasiyet neticesinde de Türk milleti bağımsızlığına kavuşmuş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.[31]
  Netice itibarıyla, günümüzde, bu olumsuz gidişe cevabın MHP’den beklendiği ve bugüne kadar oy vermemiş olanların bile güvencesinin MHP olduğu net olarak gözlenmektedir/görülmektedir. Türkiye’yi ve Türk milletini bu olumsuzluklardan kurtaracak, güven ortamını tesis edecek zamanın 2015 Genel Seçimleri, çarenin de Milliyetçi Hareket Partisi iktidarı olduğu unutulmamalıdır. Devlet Bahçeli Bey’in “Bin yılda karıldı bu ülkenin harcı, ayrıştırmak kimin harcı!” sözleri, bu konudaki birlikteliğin ve kararlılığın güvencesi olmalıdır. 77 milyon Türk milleti, 52 milyon seçmen bunu böyle bilmeli, böyle inanmalı, çalışmasını buna göre yapmalı ve oyunu da bu yönde kullanmalıdır. Mehmet Akif Ersoy’un “Allah’a dayan, sa’ye(çalışmaya) sarıl, Hikmete ram ol; Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”  mısraları bunda düstur edinilmelidir.


[1]  Amerika’da Beyaz Saray’da yapılan ve konuşulan bu projeler için 1982 yılından beri Amerika’da bulunan gazeteci -yazar Yılmaz Polat’ın şu eserlerine bakınız: 1-Amerikan Şahinleri, Amerikan Kargaları, İstanbul, 2003. 2-  Alo Washington, İstanbul, 2002. 3- CIA Pençesinde Açılım-Kirli Oyunun Gizli Belgeleri, Ankara, 2010.

[2] Bk. Ali Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?”, Zaman gazetesi, 22 Aralık 2014.

[3] Şükrü KÜÇÜKŞAHİN, “Zirve, BOP'a katılımda mutabık”, Hürriyet gazetesi, 21 06. 2004.

[4] 16 Şubat 2004 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın Kanal D’de “TekeTek” Programında Fatih Altaylı’ya verdiği cevap.

[5]  Ali Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?”, Zaman gazetesi, 22 Aralık 2014.

[6]  Ali Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?”, Zaman gazetesi, 22 Aralık 2014.

[7]   Bk.20.10.2003 tarihli Zaman gazetesi.

[8]   Bk.Yılmaz Polat, CIA Pençesinde Açılım-Kirli Oyunun Gizli Belgeleri, Ankara, 2010,59-60, 99-106.

[9]   Bk. David ben Gourion, La Palestine dans Le Monde d'après Guerre, Paris (tsz), 19-20.

[10]   Bk. Küçük, “Vadedilmiş Topraklar(Arz-ı Mevud) Anlayışı, Siyonizm ve Orta Doğu”, Dinî Azınlıklar ve Türk Hoşgörüsü, Ankara, 2011, 205-219.

[11]  Bk. M.Kemal Öke,İngiliz Ajanı Binbaşı E.W.C.Noel’in ‘Kürdistan Misyonu’(1919)”, İstanbul , 1992.

[12]   Bk. Abdurrahman Küçük, “Tarihin Aynasından  ‘Orta Doğu Meselesi’ne Bakış”, Berikan Yayınevi, Haber Açısı sitesi, 09.10.2012.

[13]   Şemsettin Günaltay, Zulmetten Nura, İstanbul, 1915, 35-38.

[14]   Günaltay, Zulmetten Nura, 35.

[15]   Türkiye’nin parçalanması konusundaki görüşler ve yaklaşımlar için Bk. Laurence Evans, Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924),  Türkçesi:T.Alaya-N.Uğurlu, İstanbul, 2004,12-34; T.G. Djuvara-Emir Şekip, Türkiye’yi Parçalamak İçin Yüz Plân, Çeviren: Yakup Üstün, İstanbul, 1979.

[16]   Günaltay, Zulmetten Nura, 40-45.

[17]   Bk. Laurence Evans, Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924), Türkçesi: T. Alaya-N. Uğurlu-Ö. Uğurlu, İstanbul, 2004, 12-34.

[18]   Evance, Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası, 24.

[19]   Evance, Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası, 34.

[20]   Bk. 07. 08. 2009 tarihli Yeni Şafak gazetesi; 07. 08. 2009 tarihli Bugün gazetesi.

[21]  Bu yöndeki bazı projeler ve öneriler, Türkiye’nin neden hedef yapıldığına dair konular için bk. Abdurrahman Küçük, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Ankara, 2011,s. 205-298.

* PKK Terör Örgütü’nün liderlerinin Üçüncü Göz olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni açıkça telaffuz etmeleri, bu projenin Amerika’nın bilgisi dâhilinde olduğunun ve ABD’nin de işin içinde bulunduğunun göstergesi olarak yorumlamaya ışık tutmaktadır.

[22]  Bk. Abdurrahman Küçük, Türkiye Meselelerine Dair, Ankara, 2011,  237-240. 

[23] E.Semih Yalçın, Atatürk’ün Millî Dış Siyaseti, Ankara, 2010,208.

* Benim Merhum Alparslan Türkeş Bey’le tanışıklığım ilk miting olan Erzurum Mitingi’ne, Genel Başkan seçildikten bir hafta sonraya dayanmakta ve vefatına kadar da sürmektedir.

[24]   Bk. Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul 1975, 33.

[25]   Türkeş, 9 Işık, İstanbul (tsz),16

* Her aile ortalama 5 nüfus olarak hesaplandığında 25 milyon, 6 nüfus kabul edildiğinde 30 milyon etmektedir. Bu oran Türkiye nüfusunun 1/3 veya yarısına yakınıdır. Yarıya yakınının canı cana, kanı kana karışmıştır. Bu önemli bir güvence kaynağı olabilir.

[26]  “2003-2014 Yılları Arasında Türkiye’de Olanlara Genel Bir Bakış”  alt başlığı altında verilen bilgilerin bir kısmı,16.02.2007 tarihli Orta Doğu gazetesinde yayımlanmış “Türkiye Nereden Nereye!” isimli makalemizden; bir kısmı da sonraki dönemdeki gelişmeler ve basın-yayın organlarında yer alan bilgilerden alınmıştır.

[27] Kürtlerin bir Türk Boyu olması ve bu konuda söylenen /yazılan sözlerden bazıları için bk. Abdurrahman Küçük, İslamlık ve Türklük,  Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş ve Eklemeler Yapılmış 3.Baskı, Ankara 2014,290-295.

[28] Günümüzde gündemde olan Türkiye’deki Alevilik-Bektaşilik konusundaki bazı görüşler ve öneriler için bk.Abdurrahman Küçük-Mehmet Alparslan Küçük, Türkistan’dan Türkiye’ye Alevilik-Bektaşilik(Dinler Tarihi Açısından Bir Yaklaşım), Berikan Yayınları, Ankara, 2011,187-216.

[29] Bk.Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, İstanbul, 1977, 339-340.

[30] Bk.Mehmet Doğan, Kur’an ve Tarih Önünde Türk’ün Muhasebesi,  Ankara, 1992, s. 50; Türk ve Türklük, TSE Yayını, Ankara, 1994, s. 236-237; Abdurrahman Küçük, İslamlık ve Türklük, s. 296-297.

[31] Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1973,122.