TERÖRLE MÜCADELE VE MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ’NİN POLİTİKALARI

11 Şubat 2025 11:38 Dr.Serkan KEKEVİ
Okunma
67
TERÖRLE MÜCADELE VE MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİNİN POLİTİKALARI

TERÖRLE MÜCADELE VE MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ’NİN POLİTİKALARI

Doç. Dr. Serkan KEKEVİ
Düzce Üniversitesi Akçakoca Bey Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Terör, hedefe alınan toplumu korkutmak amacıyla cana kıymak, mala saldırı türünden eylemler bütünüdür. Terör yönteminde amaç hayatın olağan akışı bozarak toplumu paralize etmektir. Terör örgütleri bu sayede devlet aygıtına dair ajandalarını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Terör şiddetle iç içe geçmiş eylemler bütünüdür ve tamamen hukuk dışı yöntemleri içermektedir. Terörizm ise terörün ideolojik amaçlara yönelik kullanımıdır. Terörizmin daima siyasi bir ajandası ve siyasi hedefi vardır. Burada amaç devletin ortadan kaldırılması, bölünmesi ya da devletin yönetim biçiminin değiştirilmesidir. Anılan hedefler doğrultusunda teröristler en fazla ses getirecek türden eylemleri yaparlar veya yapmaya çlışırlar. Teröristler açısından hedef doğrultusunda her eylem araçsal olduğu için kendilerini toplumsal ahlak ve etik kuralları ile bağlı görmemektedirler. Teröristler açısından önemli olan eylemin toplumu ne ölçüde korkuttuğu ve hayatın olağan akışının ne ölçüde bozulduğudur. Bu tarz eylemleri tekrarlamak, devlete karşı alan elde etmek ve toplumun moralini bozmak terörizmin ana yol haritasıdır. Türkiye tarihi boyunca terörist faaliyetlere maruz kalmış ve hâlen de terörist organizasyonların hedefindedir. Terörizm çalışmalarında önemli yeri olan David Rapoport tarafından literatüre kazandırılan terör dalgaları sınıflandırmasından bakıldığında Türkiye’nin siyasal tarihinin terörle mücadele üzerinden de okunabileceği söylenebilir.

Tablo 1: Rapoport’un Terörizm Dalgaları 
1. Dalga1880-1920Anarşist ya da Etnik/milliyetçi terörizm
2. Dalga1920-1960Sömürge karşıtlığı
3. Dalga1960-1990Yeni-sol 
4. Dalga1979- günümüzRadikal-Dinî dalga

a. Birinci Terör Dalgası (Anarşist Dönem - 1880’ler - 1920’ler): Birinci dalga, anarşist ideolojilere dayanan bir terörizm dalgasıdır ve genellikle 1880’lerden 1920’lerin başlarına kadar sürmüştür. Bu dönemde terörizmin amacı, devletin ve mevcut düzenin yıkılmasıydı. Anarşist hareketler, devletin otoritesine karşı şiddet kullanarak toplumsal ve politik değişimi sağlamayı hedefledi. Bu dalga, özellikle Avrupa’da güçlüydü, ancak Kuzey Amerika ve Latin Amerika’da da etkili olmuştur.
b. İkinci Terör Dalgası (Antikolonyalist ve Milliyetçi Dönem - 1920’ler - 1960’lar): İkinci terör dalgası, antikolonyalist ve milliyetçi hareketler etrafında şekillenmiştir. Bu dönemde, özellikle sömürgeci yönetimlere karşı milliyetçi ayaklanmalar ve bağımsızlık hareketleri öne çıkmıştır. Sömürgecilik karşıtı terörizmin en belirgin örneği, Hindistan, Arap dünyası ve Afrika’daki bağımsızlık hareketleriyle bağlantılıdır. Bu terörist hareketler, çoğu zaman şiddetli çatışmalarla sonuçlanmış ve devletlerin egemenliğine karşı direniş biçimleri 
c. Üçüncü Terör Dalgası (Solcu Devrimci Dönem - 1960’lar - 1980’ler): Üçüncü terör dalgası, solcu devrimci hareketlerin yükseldiği bir dönemdir. Bu dönemde, özellikle Marksist-Leninist ve sosyalist ideolojilerle bağlantılı terörist hareketler ön plana çıkmıştır. Soğuk Savaş’ın etkisiyle, Batı’ya karşı devrimci hareketler ve halkı silahlı direnişe çağıran gruplar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde terörizmin önemli bir özelliği, örgütlerin devletleri ve uluslararası ilişkileri hedef almasıydı. Ancak 1980’lerde, bu örgütler yavaşça yok olmuş, çoğu zaman devrimci hareketlerin halk tarafından kabul edilmemesi ve askerî operasyonlarla bastırılması nedeniyle etkilerini yitirmiştir.
d. Dördüncü Terör Dalgası (Dinî Radikalizm Dönemi - 1980’ler - Günümüz):Dördüncü terör dalgası, dini radikalizmle ilişkilidir ve 1980’lerin sonlarından günümüze kadar uzanır. Bu dönemde, özellikle radikal dinci ideolojilere sahip terörist gruplar ön planda olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Orta Doğu’daki çatışmaların artması, bu dalganın temel itici güçleri arasında yer alır. İslamcı terörizm, radikal dini ve ideolojik motivasyonlarla şiddet eylemleri gerçekleştirmektedir. El-Kaide, IŞİD (DAEŞ), Taliban, Boko Haram, El-Şebab gibi örgütler bu dalganın örnekleridir. 11 Eylül 2001 saldırıları, bu dalganın en belirgin simgelerindendir.
Yukarıdaki tabloya bakıldığında Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden Türkiye’nin anılan terör dalgalarının tamamına maruz kaldığı söylenebilir. Ayrıca terör/izm Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını tehdit eden önemli “iç kaynaklı”, “dış destekli” ve “dışarıdan da ülkeyi/devleti hedef alan” bir nitelik arz etmektedir. Terörle mücadele ise terör örgütlerini ve terörü oluşturan şartların ortadan kaldırılmasını içeren siyasi, sosyal, ekonomik, güvenlik, hukuk ve uluslararası ilişkiler gibi pek çok boyutu olan bir sistemdir. Söz gelimi Avrupa Birliği (AB) terörle mücadele stratejisini “Önleme”, “Koruma”, “İzleme” ve “Karşılık Verme” olarak tanımlanan dört sütun üstüne bina etmiştir.  Yine AB tarafından, terörle mücadele konusunda çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Bunlar içinde öne çıkanlar; a- İstihbarat ve Denetim, b- Yasal düzenlemeler, c- Uluslararası İş birliği, d- finansal kontroller, e- toplumsal bilinçlendirme, f-Askerî ve polis gücü müdahalesi’dir. Terörle mücadele stratejileri genel olarak şu başlıklarda incelenebilir:
a. Askerî ve Güvenlik Temelli Müdahaleler: Güvenlik ve kolluk kuvvetlerince terörist grupların faaliyetlerini sınırlamak veya ortadan kaldırmak amacıyla yapılan operasyonları içermektedir. Bu strateji, terörist grupların güç kazanmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Silahlı kuvvet kullanımı, özellikle teröristlerin eğitildiği ve saklandığı bölgelere yapılan operasyonlar merkezinde yürütülmektedir. 
b. İstihbarat ve Teknoloji Kullanımı: Terörle mücadelede istihbarat, olası saldırıları önceden tespit etmek ve terörist grupların faaliyetlerini izlemek için kritik öneme sahiptir. Modern teknolojiler, veri analizi, siber izleme ve yapay zekâ tabanlı sistemlerle istihbarat toplama, terörle mücadelede önemli bir araç hâline gelmiştir. Uluslararası iş birliği ve bilgi paylaşımı, teröristlerin sınırları aşan ağlarını çökertmek için gereklidir.
c. Politik ve Hukuki Stratejiler: Terörle mücadele, sadece askeri operasyonlarla sınırlı değildir; aynı zamanda siyasi ve hukuki bir mücadele alanıdır. Terörizmle mücadele yasaları, teröristlerin finansal varlıklarının dondurulması, seyahat yasaklarının getirilmesi ve teröristlerin tutuklanması gibi çeşitli yöntemler içerir. Uluslararası iş birliği, örneğin Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin terörle mücadele için aldığı önlemler de bu kapsamda yer alır.
d. Sosyal ve Psikolojik Stratejiler: Terörizmin temel sebeplerinden biri, ideolojik ve toplumsal eşitsizliklerden beslenen aşırılıkçılıktır. Bu nedenle, terörizme karşı yapılan mücadele, sadece askerî ya da hukuki önlemlerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda toplumsal ve psikolojik stratejileri de içermelidir. Bu stratejiler, aşırılıkçı ideolojilere karşı farkındalık yaratmayı, radikalizasyonu önlemeyi ve toplumsal uyumun sağlanmasını hedeflemektedir.
Terörle mücadele pek çok boyutu olan bir politikalar bütünüdür. Fakat öncelikle bir devlet politikasıdır. Terörle mücadelede siyaset, kamu bürokrasisi ve güvenlik kuvvetleri arasında yüksek bir uyum gerekmektedir. Türkiye gibi yüksek derecede teröre maruz kalan devletlerde siyasi partilerin terörle mücadele konusunda yeterli bilgiye sahip olmaları gereklidir. Öte yandan yine Türkiye örneğinde sıklıkla görüldüğü üzere siyasi yelpazenin içinde olan bazı siyasi partilerin terör örgütleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağ kurduğu terör örgütlerinin söylemlerini siyasi zemine sokarak normalleştirmeye çalışmaktadır. Siyasi partilerin programları incelendiğinde veya pratikte yaptıklarına bakıldığında da terörle mücadele politikalarının farklı ağırlıkta olduğu ve genellikle dağınık göründüğü belirtilebilir. Bilhassa Türkiye gibi terörle mücadelesi yıllara yayılmış ve terörün hedefindeki bir ülkede pek çok partinin terörle mücadele konusunda yetersiz politikalara sahip olduğu söylenebilir. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) teröre ve terörizme karşı uzun yıllara dayalı deneyimi ve daima parti politikaları içinde özel bir yer ayırması ile diğer partilerden farklılaşmaktadır. MHP sadece teröre karşı politik ve söylemsel düzeyde karşı durmamış doğrudan terör örgütlerinin hedefi hâline de gelmiştir. Hiçbir siyasal hareket ve siyasi parti terörün hedefi olarak binlerce şehit vermemiştir. 4 Ocak 1968’de ilk ülkücü şehit Ruhi Kılıçkıran’dan, 20 Şubat 2015 şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na “üç hilal” ve “bozkurt” terörle mücadelenin sembolüdür. Milliyetçi Hareket Partisinin kurulduğu yıllarda Türkiye’de siyaset dünyadaki konjonktüre paralel bir şekilde çalkantılı bir seyir izlemekteydi. 1960’lı yıların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de sol akım güçlenirken sol içinde yöntem tartışmaları da başlamıştır. Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 1969 yılında Dev-Genç’e (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) dönüşmüştür. Bu dönüşüm solun şiddetle iç içe geçmesine giden sürecin de önünü açmıştır. Türkiye’deki dönemin iktidar ve muhalefet partileri popülist söylemler çerçevesinde siyaset üretirken Milliyetçi Hareket Partisi böyle bir siyasal ortamda yeni-sol devrimci teröre sürüklenen Türkiye’de bu kopuşa ve Türkiye’nin Sovyet etkisine girmesine ve Soğuk Savaş şartlarında aktif-derin çatışma ve cephe ülkesi olmasının önüne geçmeye çalışmıştır. Bu bağlamda MHP’nin “Memleket ve Dünya Meseleleri” adlı 1969 yılı seçim bildirisinde;
“…Bizim için Türkiye’nin ve Türk milletinin birliği, bütünlüğü, saadet ve selameti, her türlü düşüncenin üstündedir. Bölücü, ayırıcı, topluma nifak sokucu her türlü davranışın karşısındayız. Türkiye tarihi ve Türk vatanı atalarımızın ve hepimizin ortak eseridir. Onu hep birlikte, barış ve kardeşlik düşünceleriyle koruyacağız…Demokratik rejimin emniyeti meselesi en önemli meselelerimiz arasındadır. Rejim sarsılırsa hep birlikte batarız…” 
ifadeleriyle bölücülüğün Türkiye’nin önündeki en büyük tehditlerden biri olduğu tespiti yapılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin “Türk milleti Uyan!” Adlı 1977 yılı seçim beyannamesinde;
“…Hâlbuki şimdi, iç ve dış düşmanlar, bizi birbirimize düşürmüştür. Millî birliğimiz, kardeşlik duygumuz tecavüzlere uğramaktadır. Türk milletinin güç kaynağını bilen, iç ve dış düşmanlar, onu köleleştirmek için bu güç kaynağına saldırıyorlar... Komünizm okullarımızda, sokaklarımızda, meydanlarımızda kol gezmektedir. Artık meydanlarımızda şanlı ay yıldızlı bayrağımızı unutup kızıl bayrak çekenler görülmektedir. Lenin, Stalin ve Mao gibi kızıl, kanlı diktatörlerin resimleri dolaşıyor… Bu kızıl kanlı diktatörlerin hâkim olduğu ülkelerde insanlar, katliama tabi tutulmuşlar, malından mülkünden, ırz ve namusundan mahrum edilmişler, her türlü hak ve hürriyetten yoksun köleler hâline getirilmişlerdir…” 
Tespitlerinde bulunulmuş ve Türkiye’de güç kazanmış yeni devrimci-sol terörün stratejilerine dikkat çekilmiştir. 
Başbuğ Alparslan Türkeş “Her Türlü Emperyalizme Karşı” adlı eserinde ise“Devletin Varlığını Korumaya Azimliyiz” başlığında yeni devrimci-sol teröre karşı şu analizi yapmıştır:
“…Ayrıca, memlekette rahat ve huzur ortamını hiçbir zaman için arzulamayan anarşinin kol gezdiği bir Türkiye’yi kendi hayatiyetlerinin devamı için şart sayan komünistler ise, yıkıcı ve bölücü tecavüzlerine başlamışlardır. Bunun içinde üniversite ve yüksek okullarda türlü bahanelerle boykot ve işgallere girişmektedirler. Okullarına normal olarak devam etmek isteyen öğrencileri baskı ve terörle yıldırmakta, hem öğrenci çatışmaları çıkartıp, hem de “faşist saldırı” ithamları ile milliyetçi gençleri suçlamaktadır…” 
1970’li yıllarda hızlanan yeni-sol terör doğrudan MHP’yi ve Ülkücü Hareketi hedef almıştır. Ardından 12 Eylül 1980 Darbesi gerçekleşmiştir. “Milliyetçi Hareket” 12 Eylül sonrasında önce Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) olarak ardından yine MHP adıyla Türk siyasetinde yerini yeniden almıştır. MÇP döneminde ise henüz başlamış bölücü teröre karşı “güçlü devlet” yaklaşımı ortaya konulmuştur. MÇP’nin 27 Kasım 1988 tarihli parti programında Güçlü Devlet modelinin izahı şu şekilde yer almıştır:
“…Milliyetçi Çalışma Partisi, ülkede emniyet ve asayişin, huzur ve güvenliğinin sağlanmasını, kamu kudret ve gücünün yurdun her köşesinde ve kişiler arasında bir ayırım yapılmaksızın hissettirilmesini ve bunun için gerekli tedbirleri geliştirmeyi “güçlü devlet”in bir gereği sayar Bu “güçlü devlet” isterse vatan topraklarının en ücra köşesinde yaşasınlar, bütün fertlerinin huzur ve asayiş içinde bir hayat sürmelerinden mal ve can güvenliklerinden, korkusuz yaşama hürriyetlerinden, herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirme imkânına kavuşmalarından sorumlu olacaktır “Güçlü Devlet”, kendisini ve adil gücünü, her an, her yerde sevgi, saygı ve güvenle hissettirecek bir iç güvenlik politikası ve yönetimi kuracaktır…”