NEJDET SANÇAR
Serkan KEKEVİ
“Türk’ü sevdim, seveceğim. Ama bunun sonunda ıstıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşabilecek türlü kahpelikler doluymuş. Hepsi kabul! Türk ırkı sağ olsun!”
Ahmet Nejdet Sançar, 1 Mayıs 1910 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Her iki dedesinin de asker olduğu bilinmektedir. Babası da asker olan Sançar, Hüseyin Nihâl Atsız’ın da kardeşidir. İlkokulu Kadıköy Sultanisinde, ortaokulu ise Vefa Sultanisinde tamamlamıştır. İstanbul Erkek Lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenimine devam etmiştir. 1935 yılında edebiyat öğretmeni olarak mezun olmuştur. 31 Ekim 1936’da topçu asteğmen olarak askerlik vazifesini tamamlamasının ardından edebiyat öğretmeni olarak ilk görev yeri olan Sivas Erkek İlköğretim Okuluna tayin edilmiştir. Sançar’ın aile ve iş hayatı Türkçülüğe ve Turancılığa dair fikirlerinden ve buna bağlı olarak Türkiye’nin fırtınalı siyasi ikliminden etkilenmiştir. Hayatı işten çıkarılma, zorunlu tayin, sürgün, hapis, hastalıklar ve evladının kaybı gibi pek çok zor ve acı vaka ile doludur. Öğretmen olan Sançar’ın daha çok araştırmacı, yazar yönü ön plandadır. Nejdet Sançar tıpkı ağabeyi Hüseyin Nihâl Atsız gibi sağlam bir fikir ve aksiyon adamıdır. Sançar’ın modern Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk milliyetçiliği ve Turancılığın şekillenmesinde önemli yeri vardır. Sançar 55 yıllık ömründe pek çok eser kaleme almıştır. Eserlerinde kendi adının yanı sıra A. Okçuoğlu, Okçuoğlu, Çiftçioğlu, Ahmet Tuğcu müstear adlarını da kullanmıştır. Fikir ve aksiyon adamı olarak Nejdet Sançar, 1944 Irkçılık-Turancılık Davasında yargılanmıştır. Ardından Zonguldak’taki yıllarında şehirde Komünizm ile Mücadele Derneğini kurmuştur. Ankara döneminde ise İstanbul’da faal olarak çalışmayan “Türkçüler Derneği”ni Ankara’ya taşımış ve “Türk Milliyetçiler Birliği” adıyla faaliyete geçirmiştir. Dernek çalışmaları yalnızca bununla sınırlı kalmamış Türk Ocakları Merkez Heyetinde de görev almıştır. Sançar fikir adamı ve yazar olarak pek çok dergide makale neşretmiş, telif kitaplar yazmış, dergi ve kitap yayımcılığı yapmıştır. Sançar’ın yayımlanan kitapları; “Tarihte Türk-İtalyan Savaşları” (1942), “Irkımızın Kahramanları” (1943), “Hasan Ali ile Hesaplaşma” (1947), “Kızıl Cennet Masalı” (1950), “Komünist Nedir?” (1950), “Mehmet Emin Yurdakul ve Şiirleri” (1951), “Türk Moskof ve Komünist” (1959), “Afşın’a Mektuplar” (1963), “Türk Kahramanları” (1965), “Gizli Komünist Belgeleri” (1966), “İsmet İnönü ile Hesaplaşma” (1973), “Nazım Hikmet Masalı” (1975), “Türkçülük Üzerine Makaleler” (1976), “Türk ve Yabancı Milli Destanlarından Örnekler” (2016), “1944 Irkçılık-Turancılık Davası Mahkeme Günlükleri”dir (2019).
Nejdet Sançar’ın söz konusu faaliyetlerinde temel itkisi ve hedefi Türkçü bir toplum inşasıdır. Sançar’ın düşünce dünyasını şekillendiren bu fikir setinin altyapısı onun doğduğu ve yetiştiği dönemin şartlarıyla da yakından ilgiliydi. Sançar, Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı dönemde dünyaya gelmiş ve küllerinden doğmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin yoklukla ve zorluklarla sınanan şartlarında hayata atılmıştı. Büyük bir savaştan henüz çıkan dünya ikincisine doğru hızla savrulurken Türkiye Cumhuriyeti de uluslararası politikada dikkatli bir tutum izlemeye çalışmaktaydı. Ancak iç ve dış siyasetin şartlarının da giderek kötüleşmeye başladığı da bir gerçekti. Öte yandan I. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin bölgesinde giderek güçlenen bir Sovyetler Birliği vardı. 1929 Ekonomik Buhranı dünyayı etkilerken Avrupa’da sol ve faşist hareketler güçlenmeye başlamıştı. Türkiye’de de iç siyaset hareketliydi. İki defa çok partili hayata geçiş denemesi olmuş, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı; Serbest Cumhuriyet Fırkası ise rejim karşıtlarının odağı olma nedenleriyle kapatılmıştı. Bu dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası düzeyinde Türk milliyetçiliğinin seyrine bakıldığında Turancı fikirlerin geriye atılmak istendiği görülmekteydi. Bu meyanda ideolojik olarak Anadolu’yu merkeze alan düşünce akımları (Sol ve Sağ Anadoluculuk) güçlendiyordu ve ön plana çıkıyordu. Sol eğilimli Anadolucu görüş soyca ve kültürce Oğuzlar ile eski Anadolu halklarının birleşiminden oluşmuş bir “millet” tezi ortaya koymaktaydı. Sağ Anadolucu görüş, ise İslam’a çok önem vermekle birlikte sadece Anadolu’daki Müslüman Oğuzlardan ibaret bir “Türk milleti” tezi savunmaktaydı. Her iki akımın genel Türk milliyetçiliğini dolayısıyla Türkçü-Turancı görüşleri daralttığı ve millet bağlamını daha küçültülmüş zemine taşıdığı aşikârdı. İronik olarak Türkçü-Turancı fikirler tasfiye edilmek istense de Güneş Dil Teorisi ve Türklerin dünya tarihindeki önemi tartışılırken alttan alta Turancılık, fikrî zeminini korumayı başarmıştı. Türkçülüğün ve Turancılığın gözetim altında tutulması gerektiği politikasının gelişmesinde 1925 yılında Sovyetler Birliği- Türkiye Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması ile doğan ortam etkili olmuştu. Türkiye Batı ile ilişkilerinde ve Lozan’dan arta kalan sorunlarda Sovyet desteğini almayı hedeflemekteydi. Dolayısıyla Türkçü-Turancı görüşlerin kontrol edilmesi gerektiğine inanılmaktaydı. Bu meyanda 1927 yılında toplanan Türk Ocakları Kurultayında, Türk Ocağı Yasası’nda değişiklik yapılarak Ocak, Cumhuriyet Halk Fırkası ile ilişkilendirilmiştir. Bu değişikliğe göre, “Cumhuriyet, milliyet, muasır medeniyet ve halkçılık mefkûrelerini takip eden Türk Ocağı, mefkûreleri tahakkuk ettirmekte olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile devlet siyasetinde beraber" olacaktı.” Bu siyasi iklim içinde Türk Ocakları 1931 yılında kapatılmıştır. 1933 yılındaki “Üniversite Reformu”ndan doğrudan amaç bu olmasa da Türk milliyetçileri de etkilenmiştir. Nejdet Sançar’ın gençliği Türkçülük ve Turancılık fikrinin devlet tarafından belli ölçüde muhalif olarak algılandığı bir döneme denk gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nejdet Sançar, devlet içindeki karar alıcıların Türkçü-Turancı fikre yönelik olarak birbirine zıt uygulamalarına şahit olmuştur. Savaş sürerken savaş dışı durumunu sürdürmeye çalışan Türkiye, Mihver devletlerin üstün olduğu 1941’de Almanya ile Saldırmazlık Antlaşması imzalamıştır. Mezkûr dönemde Türkçü-Turancı fikirlere sahip olan grupların üzerindeki baskısı azalırken; 1943 yılında SSCB’nin Stalingrad başarısıyla Avrupa’da savaşın gidişatı değişmiş ve Türkiye üzerindeki Sovyetler Birliği baskısı da ağırlaşmaya başlamıştır. Bu nedenle Türkçü-Turancılar Almanya müttefiki olarak değerlendirilirken üzerlerindeki baskı giderek artmıştır. Nihayetinde baskı 1944 yılında Irkçılık-Turancılık Davası’na, tabutluklara ve türlü işkencelere dönüşmüştür. 1944 Irkçılık-Turancılık Davası’nda Türkçü-Turancı düşüncenin önemli isimleri olarak bilinen Zeki Velidî Togan, Hüseyin Nihâl Atsız, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, , Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Bu isimlerin arasında Nejdet Sançar da vardır. Sançar savunmasının bir kısmında, “Türk ırkını ve Türk topraklarını sevmek günahsa beni mahkûm ediniz bundan övünç duyarım.” demiştir. Türkçülüğün Anayasa’ya aykırı olmadığını belirtmiştir. Toparlayacak olursak düşün dünyasının çerçevesi oluşurken Sançar; Türkçülük-Turancılığın zor, aksiyon gerektiren ve bedel ödeten bir fikir seti olduğunu da doğrudan görmüştür. Nejdet Sançar’a göre Türkçülük “ateşten bir gömlek” giymektir. Gençlere yönelik yazılarında, Türkçülük yolunda yürümenin zorluklarından sıklıkla bahsetmiştir. Nejdet Sançar eserlerinde Turancılığın birleştirici ve millî bir ideoloji/hedef olduğu ve saldırgan bir yönü bulunmadığı savını çokça tekrar etmiştir. Kendi ifadesiyle, “Turancılık, millî bir ülküdür. Çünkü, bir millete mensup insanların maddi ve manevi en yüksek saadete kavuşmaları davasıdır. Turancılık, aynı zamanda, insani bir ülküdür. Çünkü hiçbir millete, hiçbir topluma karşı değildir…” Sançar’ın mezkûr açıklamasının önemli yönü Turancılığı saldırgan milliyetçilikten ayırmasıdır. Ancak Turancılığın Ruslara karşı bir savaş olduğunu da belirtmektedir. Sançar “esir Türklerin” hürriyetlerine kavuşmasını arzu etmektedir. Sancar Türkçülüğü ise merhaleleri olan bir kavramlar bütünü biçiminde tasvir etmiştir. i-Türkiyecilik, ii- Oğuzculuk veya Türkmencilik, iii-Turancılık Türkçülüğün farklı düzeyleridir. Politika sahasında şimdilik Türkiyeciliğin olduğunu söyleyen Sançar “Kızılelma”nın henüz hayal safhasında olduğu tespitini de yaparken Turancılığın bütün Türklerin ülküsü olduğunu vurgulamaktadır.
Sançar’ın eserlerinde komünizmi sıklıkla eleştirdiği “komünist tehlikeye” dikkat çektiği görülmektedir. Ona göre “Moskofçu” veya “Çinci” sol-sosyalizm ve enternasyonalizmin Türkçülük ve Turancılık fikrine düşmandır. Bu fikirleri Türklüğe karşı büyük tehditler olarak görmektedir. Ek olarak Müslüman kimlik altında görünen aslında etnikçilik yapanların da Türkçü ideolojiyi zayıflatmaya çalıştığını düşünmektedir.
Nejdet Sançar’ın komünizmi tehlikeli bulmasının ana sebebi Türkiye’nin, Türk dünyasının yegâne bağımsız devleti olmasından kaynaklanmaktadır. “Türkiye’yi bir Sovyet peyki” hâline getirmek isteyenlerin olduğu ve bilhassa 1944 yargılamalarının buna zemin hazırladığını savunmuştur. 1944 yargılamalarında mahkemede ırkçılığın, ırkını sevmek olduğunu ve yurdunu ve ırkını sevdiğini bu nedenle de “Türk ırkçısı” olduğunu söylemiştir. Sançar savunmasıyla, son tahlilde, ırkçılık suçlamalarında atfedilmeye çalışılan Germen modeline karşı çıkmaktadır. Ayrıca, Türkçülere Sovyet tehdidi dolayısıyla bu muamelenin reva görüldüğü tespitini de yapmıştır. Sançar’ın Türk düşüncesi içinde dikkate değer bir yönü de Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin özelliklerini sistematize etmeye ve bunu toplumdan bireye doğru uzatmaya çalışmasıdır. Ona göre Türk milliyetçiliği kendisini Türkçülük düşüncesinde bulmaktadır. Söz konusu bağlam içinde Türkçülüğü oluşturacak esaslar ise şunlardır:
“1) Türk milliyetçiliği toplumcudur. Çünkü Türkçülük, Türk soyunun ve toplumunun yükselmesi yollarını araştırıp onu sistemleştiren fikirdir. Hareket noktası ve temeli olan bu fikrin toplumcu olduğu tabi değil midir?
2) Türk milliyetçiliği ahlakçıdır. Ahlak, milletleri ve toplumları ayakta tutan manevi silahların en önemlilerinden biridir. Ahlaklı millet yaşama ve yükselme hakkına sahiptir. Ahlakını kaybeden milletin yeri ise tarihin ebedi mezarlığıdır. Türk milliyetçiliğinin ahlakçı oluşunun sebebi budur.
3) Türk milliyetçiliği yasacıdır. Çünkü yasa, insanın toplum içinde en büyük manevi sığınağıdır. Yasaya saygı besleyen ve onu başlarına taç yapan milletler granit gibi sağlam oldukları içindir ki Türk milliyetçiliği yasacıdır.
4) Türk milliyetçiliği feragat, fedakârlık, erdem gibi insanlık meziyetlerini toplumun en büyük destekleri sayar. Çünkü bunlar millet yapısının manevi taşlarıdır. Temelleri böyle manevi harçlarla perçinlenmiş toplumlar, en sert hayat kasırgalarını dahi, ulu çınarlar gibi, küçük sarsıntılarla atlatırlar.
5) Türk milliyetçiliği disiplincidir. Çünkü disiplin, milletler için büyük bir güç kaynağıdır. Bir toplumda disiplin zayıfladıkça insanlık da azalır. Disiplinin bulunmadığı yerde hayvani hayatın başıboşluğu vardır.
6) Türk milliyetçiliğinde ülkücülük, en büyük unsurdur. Çünkü Türk milliyetçiliği ülkünün kendisidir.”
Türkçülüğün yanında doğrudan Turancılık hakkında yazılar yazan Sançar, İkinci Dünya Savaşı sonrası Endonezya, Hindistan ve Pakistan gibi ülkeler bağımsızlığını kazanırken Türklerin Rus boyunduruğu altında yaşamalarının adaletsizliğine değinmiştir. Fakat Sançar kendisini bir Turancı olarak nitelerken, Turan’ın gerçekleşmesi hususunda hayalperest değildir. Söz gelimi;
“… Türklüğü sevk ve idare eden şuurlu kimselerin tespit ve tayini gerekir. Yalnız kızıl şarlatanlarla Türkiye’yi parçalamak yolunda olan azınlık ırkçılarının ve onlara uyan kafasızların tekrarlayıp durdukları gibi, bu ülkünün gerçekleşmesi için ne Rusya’ya savaş açmak ne Türkistan’a paraşütle asker indirmek ne de atlara atlayıp Kafkaslar’a saldırmak filan bahis konusu değildir. Bu uydurmalar, ülküyü gülünçleştirmek için Türklük düşmanları tarafından uydurulmuş edepsizce yalanlardır. Bugüne kadar bir tek Türk milliyetçisi dahi böyle bir şey ileri sürmüş değildir. Turancılık, Türkiye’yi de tehlikeye atacak böyle bir maceracılık olsaydı, on binlerce Türk evladı bu fikri benimser, ona gönül verir miydi? On binlerce yükseköğrenim yapmış Türk’ün hepsi de mi maceracı insanlardır? Buna inanmak gülünçtür.” ifadeleri gerçekçi politikanın Türkçülük açısından ana zeminlerden biri olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü hem Sançar’ın yaşadığı dönemde hem sonrasında hem de günümüzde Türkçülere atılan en temel iftiraların başında gelen “Türkçülerin Türkiye’yi bir hayal peşinde savaşa sokmak istediği” iddialarını hedef almaktadır. Çünkü milliyetçi, Türkçü ve Turancı fikirler anılan iftiralarla tehlikeli ideoloji şeklinde damgalanmaktadır. Bir Türk milliyetçisi olarak Nejdet Sançar Türk diline ve Türk dilinin korunmasına duyarlıdır. Bilhassa “Öz Türkçecilik” adı altında Türk dilinin tasfiyeye tabi tutulduğunu düşünmektedir. Arapça ve Farsçadan geçen ve uzun zamandır dilde olana sözcüklerin çıkarılmaları Türkçeyi fakirleştireceğini, bunun ise komünizm temelli kültür yozlaşmasına sebebiyet vereceğini iddia etmiştir. Genç Türkçülere Mektuplar II adlı yazısında “Öz Türkçecilik” hakkında;
“…Öz Türkçecilik!” denilen hareketin hedefi: Türkçeyi Türkçe olmaktan çıkarmaktır. Bununla elde edilmek istenen netice ise; bir yandan milletimizi büyük millî kültüründen koparmak, diğer taraftan ise Türkleri birbirleriyle anlaşamaz hâle düşürmektir. Radyo gibi büyük bir telkin vasıtasından da faydalanarak yayılma imkânını günden güne artıran bu yıkıcı hareket, büyük çapta olmasa da genç Türkçüler arasında da tesirini göstermektedir. Yazılarınızda yer alan bazı uydurma kelimeler bunu gösteriyor… Dil çok ehemmiyetli bir konudur. Onu kaybetmek millet için ölümdür. Türk’ü savaş alanlarında alt edemeyenlerin torunları, bugün, dilimizi bozmak suretiyle zafer kazanmak hevesinde ve yolundadırlar. İşte “Öz Türkçecilik!”, bu tuzağın adıdır. Türk’ü, dilini kaybettirmek suretiyle manevi ölüm yoludur…” çıkarımlarında bulunan Sançar dil ile millî kimlik arasındaki ilintiye dikkat çekmiştir. Ek olarak Türk Dil Kurumunun mevcut yapısı ile Türk diline zarar verdiğini ileri sürmüştür.
Nejdet Sançar’ın yakın dönem Türk milliyetçiliğinin şekillenmesinde katkısı yadsınamaz. Özellikle Turancılığı ve Türkçülüğü tanımlarken bu iki kavramı Germen modeli ırkçılıktan ayırması ve Türk milliyetçiliğinin Alman milliyetçiliğinden farkını ortaya koyması dikkate değerdir. İkinci olarak Türkçülük ve Turancılık tanımlamasında hayalperestliğe yer vermemesi ile mezkûr ülkülerin gerçekleştirilmesinde gerçekçi politikaya inanması ayakları yere basan bir ufka sahip olduğunu da göstermektedir. Üçüncü olarak Türk diline olan hassasiyeti, Türk dünyasının iletişimi açısından Türkçenin kilit konumunu anlaması ve bu meselenin politik önceliğini ve veçhesini gençlere anlatması Nejdet Sançar’ın Türk milliyetçisi bir fikir adamı olarak Türk düşünce tarihi içindeki yerini ve önemini göstermektedir.
Son olarak Nejdet Sançar bir dava adamı olduğu kadar bir duygu adamı olduğunu söylemeden geçemeyiz. Elim bir şekilde tifo nedeniyle kaybettiği oğluna mektup yazar gibi kaleme aldığı “Afşın’a Mektuplar” adlı eserinde davasının zorluğu ile evladının hayat çizgisinin birleştiğini âdeta haykırır ve o dönem ülkenin ahvali ile Afşın’ın kaybı arasında bağ kurar;
“Sevgili Afşın,
On altı yıl, iki ay, iki günlük dünya misafirliğin, işte, böyle başladı, böyle bitti. Hâlbuki böyle başlamayabilir, böyle devam etmeyebilir, böyle bitmeyebilirdi. Eğer bu memlekette vatanseverlik, ahlâk, şeref gibi insanlık fikir ve meziyetleri hâkim olsaydı, sen, annenin karnında gıdasızlıktan iyi gelişememiş, kalbi arızalı bir yavru olarak doğar ve dertler, üzüntüler, sıkıntılar içinde büyür müydün?... Senin bu kara yazın, bu öksüz vatanın da kara yazısıdır.”
Nejdet Sançar; İsmail Gaspıralı ve Ziya Gökalp çizgisinden gelen Türk milliyetçiliğinin yakın döneminin değerli bir fikir adamıdır. Bu minvalde fikir adamı olarak daha fazla araştırılmayı hak etmektedir.