“3 MAYIS”IN HATIRLATTIKLARI VE TÜRKMİLLİYETÇİLİĞİNİN “KÜLLERİNDEN ARINMASI” ÜZERİNE
Prof. Dr. Abdurrahman Küçük
3Mayıs tarihi; Türkiye’yi ve Türk insanını, “üçlü bir hatırlatma”ya sevk etmektedir.Bunların birincisi geçmiş, ikincisi günümüz ve üçüncüsü de gelecektir. Çünkü her 3 Mayıs tarihi; 1944yılının 3 Mayıs’ında “Türkçülük/TurancılıkDavası”nı dolayısıyla Atatürk’ten sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ninkuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliğinin unutulmaya yüz tutmasının veya tutulmasının“küllerinden arınması”nın hatırasınıda taşımaktadır. .
“3 Mayıs”tarihi geçmişle ilgili olarak,vatanını, milletini seven, milliyetçilik/Türk milliyetçiliğini savunan ve “gayrimillî uygulamalar”a karşı çıkan “Türk insanı”nın zulme uğramasınıhatırlatan bir tarihtir. Tarihte, milletini sevdiği ve onu her türlütehlikelerden korumak istediği, kuruluş felsefesi olan Türkçülüğü/Türk milliyetçiliğinisavunduğu için zulüm gören ve mahkûm edilen bir ülke yok gibidir. Bu, 1944yılında Türkiye’de yaşanmıştır.
Günümüzdeki hatırlatma Adaletve Kalkınma Partisinin 2002/2003 yılında tek başına iktidar olmasıyla başlayan özellikle2015/2016 yılına kadar olan sürede olanları/yaşananları içermektedir. Türkiyetarihinin belli dönemlerinde olduğu gibi özellikle 2002/2003-2015/2016’lıyılları arasında Türkiye’de, Türkiye dışında, Türk dünyasında ve bütün dünyadayaşananlar 2021 yılının “3 Mayıs”ınıdaha anlamlı hâle getirmiştir. Çünkü 2002/2003 yılından günümüze özellikle 2003-2015yılları arasında Türkiye’de Türklük konusunda bazı yetkililerin sözleri veuygulamaları, bir nevi Türklüğü aşağılayıp “etnikunsur” görmesi; bizi, 77 yıl öncesine götürmektedir.
1944’lü yıllarda, ülkeyönetiminde bulunan bazı yetkililerin anlayışı ile 2008-2015/2016 yılları arasındabazı yetkililerin anlayışları arasında ilginç benzerlikler/paralellikler dikkatiçekmektedir. Hatta 1944’lü yıllarda sınırlı olan bu anlayışın, söz konusuyıllar arasında daha geniş bir nitelik kazandığını söylemek mümkündür. 1944’lüyılların Başbakan’ı Şükrü Saraçoğlu Türklükten, Türkçülükten ve Türk milliyetçiliğindenyana iken; 2003-2014 döneminin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan, belirli birkesim tarafından “Türklük karşıtıanlayış”ın temsilcisiymiş gibi takdim edilmek istenmiştir. Millî EğitimBakanlığının; küreselleşme sürecinde Türklük, Türk milliyetçiliği ve millîdeğerler konusundaki bazı uygulamaları, Türklük ve İslamiyet ile ilgilideğerleri içinde taşıyan “ÖğrenciAndı/Andımız Yönetmenliği”nde değişiklik yaparak okunmasının engellenmeside bu anlayışa bağlanmak istenmiştir. Bazı kesimlerce; eğitimden kültüre, ulusalilişkilerden uluslararası ilişkilere kadar hâkim anlayış ve siyaset buçerçevede değerlendirilip Cumhur İttifakında gedik açma politikası hâlinegetirilmiştir.
3 Mayıs’ın gelecekle ilgili olan yönü ise; geçmişten ders çıkarıp Türklüğü, Türkmilletini, Türk milliyetçiliğini ve Türk devletini “Lider Ülkü, Lider Millet ve Lider Devlet” konumuna getirebilmekülküsü içeriklidir.
a. 3 MAYIS 1944OLAYLARI VE GÜNÜMÜZE MESAJLARI
Bukısa girişten sonra, yazımızın konusu olan “3Mayıs 1944 Olayları”na hem geçmişi bilmekhem günümüze ibret olmak hem de geleceğe ışık tutmak ve yol haritası belirlemekiçin kısaca temas etmekte yarar vardır.
“3Mayıs 1944” tarihi, Atatürk sonrası Türk tarihinde önemli dönüm noktalardanbiridir. Bu tarih ve bu tarih ile ilgili olarak yaşananlar/olaylar; günümüzdekiTürk milliyetçiliği fikrinin “küllerindenarınması”nın, siyaset sahnesine çıkmasının ve siyasi oluşumu olan MHP’ninkuruluşunun “ilk kıvılcımı/ başlangıcı” kabuledilmektedir. Çünkü “3 Mayıs 1944Türkçülük/Turancılık/Türk Milliyetçiliği Davası”nın sanıkları arasında Türk milliyetçiliğini Atatürk’ten sonra Türkiyesiyasetine taşıyan, MHP’yi kuran ve ilk Genel Başkan olan merhum Alparslan Türkeş de bulunmaktadır.
“3 Mayıs 1944 Davası”nınmağdurlarının yarısına yakını bürokraside (*) ya ilmî çalışmalarda (**) ya bilim çevrelerinde/ bilimseltoplantılarda (***) ya da siyasette (****) kesişti. Alparslan Türkeş, Hikmet Tanyu,Reha Oğuz Türkkan, Haluk Karamağralı başta olmak üzere “o olay”ın bizzat içinde olanları yakinen tanıma ve yaşananlarıbirinci ağızdan dinleme şerefine eriştiğim için kendimi bahtiyarhissedenlerdenimdir. Bu davanın günümüze taşınmasında fikri temeli /ayağı olan merhumNihâl Atsız, bilim temeli/ayağı merhum Prof. Dr. Hikmet Tanyu, siyasi temeli/ayağı merhum Alparslan Türkeş ile yakınlığı olanlardan ve “1944 Tabutluk Olayı”nı yukarıda da ifade ettiğim gibi birinciağızdan dinleyenlerden biriyimdir.
MerhumTürkeş ile 1965 yılında başlayan tanışıklığımız vefat ettiği 1997 yılına kadarolumlu şekilde sürdü. Hikmet Tanyu’nun hem İlahiyat Fakültesinde lisans öğrencisihem doktora tez öğrencisi hem asistanı hem de mesai arkadaşı olma şerefineulaştım. Merhum Nihâl Atsız’ı, vefatından 5-6 ay önce, doktora tezihazırladığım sırada, ziyaret ettim ve doktora tez konum olan “Sabatay Sevi ve Cemaati” hakkındabilgilerini aldım. Atsız, “Dönmeler ve Sabatayistler”eait okulda görev yaptığı sırada yaşadıklarını, şahit olduklarını vebildiklerini bana nakletti. Bunların dışında “1944 Olayı mağduru” birçok şahsiyetle şöyle veya böyle görüşmelerimve dostluğum oldu.[1]
“1944 Türkçülük/Turancılık Davası” veorada yapılan işkenceler dolayısıyla “Tabutluk”olarak nitelendirilen olayın mağdurlarının önemli bir kısmını tanıma veolayları birinci ağızdan dinleme şansını yakalayanlardanım. Onun için bu “tarihî olayı” 77 yıl sonra dilegetirmeyi ve yazıya dökmeyi; hem geçmiş hem günümüz hem de gelecek için faydalıolacağını düşünerek, vazgeçilmez görev hatta “vacip” bildim.
“3 Mayıs 1944 Olayı”nın başlangıcı; merhumNihâl Atsız’ın Millî Eğitim Bakanlığındaki “komünistsızmalar”a karşı dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun dikkatini çekmekiçin yazdığı ve Orhun dergisinde yayımlandığı iki açık mektuptur. Türkeş, bu “olayı” şöyle belirtiyor: “3 Mayıs’ınyaratılmasına ve arkasında Türkçülüğe karşı o meşhur haçlı seferinin açılmasınasebep Âlim, Yazar ve Tarihçi Sayın Nihâl Atsız’ın zamanın Başbakanı SaraçoğluŞükrü’ye yazdığı açık mektuptur. Bu açık mektuplar o sıralarda çok azıtmışbulunan yerli kızılların faaliyet ve maksatlarını hükûmete bildirmek ve dikkatçekmek üzere kaleme alınmıştı…”.[2]
NihâlAtsız, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun, 5 Ağustos 1942 günü, Millet Meclisindekikonuşmasını mektuba temel yapmıştır. Saraçoğlu, Meclis’te şunları dilegetirmiştir.
“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçükalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir vicdan vekültür meselesidir.”[3]
Atsız,Türkçü bir Başbakan’ın, Atatürk’ün yakın arkadaşı ve fikirlerinin savunucusudurumunda olan bir Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu yönetimi uyarmayı “millî görev” bilmiştir. Çünkü MillîEğitim Bakanlığında ve diğer bazı kurumlardaki uygulamalar ile üniversitelerdeokutulan Mahmut Esat Bozkurt’un “İnkılapTarihi Dersleri”nde yer alan ifadelerle çeliştiğine dikkat çekilmiştir. MahmutEsat Bozkurt, Türk birliğinin[4]bir gün hakikat olacağını inandığını vurgulamış ve şöyle demiştir:
“Bir ihtilal hangi millet hesabınayapılırsa, mutlaka onun öz evlatlarının eliyle yapılmalı ve onun elindekalmalıdır. Mesela Türk ihtilali öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem dekayıtsız şartsız. Devlet işlerinin başına devletin kurucusu olan kavimdenbaşkası geçince o devlet inkıraz bulur. Yani millet istiklalini kaybeder. Misalmi istersiniz? İşte Abbasiler, işte Endülüs, işte Osmanlılar. Yeni TürkCumhuriyetinin devlet işlerinin başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk’tenbaşkasına inanmayacağız.”[5]
MahmutEsat Bozkurt’un bu tespitleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranların temelfelsefesi idi. Osmanlı Devleti’nin gerilemesi ve çökmesi, yönetimin XVI’ncı yüzyılınikinci yarısından itibaren, Türk olmayan unsurların eline geçmesine bağlayanlarvardı. Padişah’ın ve şeyhülislamın dışındaki üst yöneticilerin devşirme vedönmelerden olduğu tartışılıyordu.
NihâlAtsız da Başbakan Saraçoğlu’na 2 Şubat 1944 tarihli mektubunda şöylesesleniyordu:
“İşte, bu satırların güttüğü istek,size, Türkçülüğün niçin yalnız sözde kalarak, bugünün imkânları nispetinde, işhâline gelmediğini sormak ve Türkçülük tatbikat sahasına geçmediği için,yurdumuzun düşmanı olan fikirlerin nasıl gelişip yayıldığını anlatmaktır. BirBaşvekil’e hangi sıfat ve cüretle bu soruyu soruyorsun diyemezsiniz.
Sayın Başvekil!
Esefle söylemeye mecburum ki, Türkçülüknazariyat sahasında kalmaya devam ederken, bu milletin ve bu ülkenin düşmanıolan solcu fikirler bazen sinsi bazen açık yürümekte, büyümekte, propagandasınıyapmakta devam ediyor. Hâlbuki sizin Türkçü ve partinizin altı okundan birtanesinin de milliyetçilik olmasına göre, bunun böyle olmaması icap ederdi…” .
Atsız;Başvekil Saraçoğlu’na, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde komünizmfaaliyetlerine ve bunları yürütenlere yer verdiği 21 Mart 1944 tarihlimektubunun baş kısmında ise, şöyle hitap ediyordu:
“Sayın Başvekil!
Bizim Anayasa’mıza göre komünizmTürkiye’de yasaktır. Ve devletimiz milliyetçi bir devlettir. Türk ırkınınhususi yapısına, ahlaki ve millî temayüllerine aykırı olan komünizmi Türkiye’yesokmak isteyenler, millet bakımından soysuz ve namert oldukları gibi kanunnazarında da haindirler. Hiçbir millet, kendi millî yapısına düşman saydığıfikirleri kendi ülkesinde yaşatmaz. Bütün dünyada, yurt düşmanlarına müsamahave salahiyet veren tek ülke Türkiye’dir. Bu müsamaha devletin kuvvetindenkendine güveninden de doğabilir. Fakat Türkiye’nin en kuvvetli olduğu birçağda, büyük ve şanlı Fatih’in yaptığı müsamahaların sonradan başımıza nebelalar getirdiği düşünülürse, yurt ve millet düşmanlarına müsamahagöstermekteki büyük tehlike derhâl anlaşılır. En sağlam gövdeleri yere vuranşey de küçücük birkaç mikrobun o gövdede bir köprübaşı kurmasıdır. Derhâltemizlenmezlerse zamanla çoğalıp uzviyetin can alacak bir noktasını tahripederler. Sonrası yıkım ve ölümdür…”[6]
Türkdüşünürü, şair ve yazar merhum Nihâl Atsız’ın iki mektubu, çıkardığı vebaşyazarlığını yaptığı Orhun dergisinin 1 Mart 1944 tarihli 15 ve 1 Nisan 1944tarihli 16. sayılarında yayımlanmıştı. Bu mektuplar, Türkiye genelinde, büyükyankılara ve millî bir galeyana sebep olmuştu. “Türk’üm ve Türk milliyetçisiyim.” diyenler, mektuplar da kendiduygularını ve düşüncelerini bulmuşlardı. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzerebirçok yerde gösteriler yapılmıştı. Bu gösteriler yetkililerce, “Türk milliyetçilerinin şahlanışı” olarakkabul edilmiş ve önlenmesi istenmiştir. Bunun için önce Nihâl Atsız’ın BoğaziçiLisesindeki öğretmenliğine son verilmiş, Orhun dergisi Bakanlar Kurulutarafından kapatılmış ve Atsız hakkında da hakaret davası açılmıştır.
Nihâl Atsız aleyhine açılan dava, Ankara Adliyesi’ndegörülmüştür. İlk duruşma, 26 Nisan 1944’te olmuştur. Duruşma için Atsız,İstanbul’dan gelmiştir. İkinci duruşma, 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılmıştır. 3Mayıs duruşması için 2 Mayıs’ta trenle Ankara’ya gelen Atsız, büyük bir coşkuile karşılanmıştır. Ancak 3 Mayıs duruşmasına, Atsız’ın fikirlerini paylaşanüniversiteli milliyetçi gençler alınmamıştır. Duruşmaya alınmayan gençler, AnkaraAdliyesi çevresinde ve Ankara sokaklarında gösteriler yapmıştır. Gösteriyiorganize edenlerden biri de DTCF Öğrencisi Haluk Karamağralı’dır.(*) Milliyetçilik, Türklük ve Türkiyelehine sloganlar atılmış; komünizm, gayrimillî görüşler ve benzeri anlayışlarlanetlenmiştir.[7]
Yönetiminbaşında bulunanların emriyle gösteriye katılan gençler, polis tarafından fecişekilde dövülmüşlerdir. Bununla birlikte mahkemede hakkında tutuklama kararıverilmeyen Nihâl Atsız, siyasi polis tarafından tutuklanmıştır. İki kişiarasındaki hakaret davası, “Türkçülük-komünizmdavası” hâline dönüştürülmüştür. Atsız’ın tutuklanmasından sonra, onunlailgisi olanların tutuklanmasına başlanmıştı. 18 Mayıs 1944’te tutuklamalarlailgili resmî hükûmet bildirisi yayımlanmıştı.
19Mayıs 1944 tarihinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Gençlik ve Spor Bayramıkonuşmasını yapmıştı. Bu konuşmasında İnönü, Atsız’ın mektubundaki iddialarıgörmezlikten gelmiş, Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatını övmüş ve ilgililereteşekkür etmişti. Bunun yanında, İnönü, Atsız’ı ve onunla aynı düşüncedeolanları “Irkçı, Turancı, Cumhuriyet veTBMM aleyhinde olmak”la suçlamıştı. Böylece hedef de gösterilmişti. Otarihten itibaren 3 Mayıs; “Türkçüler/MilliyetçilerBayramı” ve “Türk milliyetçilerininkükreyişi” olarak tarihteki yerini almıştır. 3 Mayıs, 77 yıldan beriTürkiye’de, Türk milliyetçileri tarafından “Türkçüler/MilliyetçilerGünü” olarak kutlanmaktadır.
b. TÜRKMİLLİYETÇİLİĞİNİN “KÜLLERİNDEN ARINMASI” ÜZERİNE
“3 Mayıs 1944 Türkçülük Davası”nınmağdurlarından olan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş[8], vefatından bir yıl önce, benim dekonuklar arasında olduğum 3 Mayıs 1996 tarihinde Ankara Hilton Oteli’ndeyapılan toplantıdaki konuşmada, “3 MayısTürkçülük/Türk Milliyetçiliği Bayramı”nın 52 yıldan beri kutlandığınıbelirtmiş ve Türk milliyetçiliğinin ne olduğu üzerinde durmuştur[9].
Milliyetçiliğinyeryüzünün en eski ideolojisi olduğunu belirten Türkeş, Türk milliyetçiliğinişöyle özetlemiştir:
“Türk milliyetçiliği Türk milletinisevmek demektir. Türk milletine bağlı olmak, yücelmesi için çalışmak demektir.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne sahipçıkmak demektir…” .[10]
MerhumTürkeş’in de ifade ettiği gibi Türkçülük/Türkmilliyetçiliği, Türkiye’nin bölünmek, parçalanmak istendiği, Türk milletinedüşmanlığın, çeşitli kisveler altında yapıldığı günümüzde, lüzumunu ortayakoyan bir bayram olmalıdır. Bu, 3 Mayıs 1944’teki şuurun, kükreyişin yeniden Türkmilliyetçilerin bir araya gelmesinin canlanmasına vesile olması her samimi Türkmilliyetçisinin dileğidir. Bunun için de 3 Mayıs’ın hem günümüzle hem degelecekle ilgili hatırlattıkları iyice özümsenmeli ve “ibret dersi” çıkarılmalıdır.
1944’lüyıllarda, “Türkiye’de yaşayanlar dışındadaha fazla Türk vardır ve onlar hürriyetlerini kazanmalıdır.” diyenler varolmuş ve onlar, “Türkçü, Turancı/kafatasçı”sıfatlarıyla suçlanmıştır. Yönetimdekiler ise, dünyadaki Türk gerçeğinigörmemezlikten gelmişlerdir. Bunu ya siyaset icabı veya gerçekten “Türk gerçeği”ni unutturmak içinyapmışlardır. Hâlbuki Atatürk, 29 Ekim 1933’te bu konuya dikkat çekmiş veyöneticileri şu sözleriyle uyarmıştır:
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur,komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın neolacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı AvusturyaMacaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğumilletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte ozaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dilibir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazırolmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmaklazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dilbir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli veolayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Dış Türklerin bizeyaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”.[11]
MustafaKemal Atatürk’ün Türkçülük, Türk milliyetçiliği ve dış Türklerle ilgilianlayışı herkes tarafından bilinmektedir. O, Türk tarihine ve Türk diline büyükbir önem vermiş, hatta “Türk Tarih veTürk Dil Kurumu”nu kurdurmuştur. Ancak 1938 yılından yani Atatürk’ünvefatından sonraki uygulamaların ve özellikle 1944’teki olayların aksi yönde seyrettiğisöylemek gerekmektedir.
“Türkiye dışında da Türkler var.”diyenlerin suçlu görülmesi, önemli bir olaydır. Bunu böyle görmek ihanet olmasada gaflettir. Bu gaflet ve yanlış anlayış sahipleri, ellerine geçirdikleriDevlet imkânlarını kullanarak, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği yapanlarazulmetmişlerdir. Zaten Türkeş ve arkadaşlarının da Atatürk’ün söz konusu düşüncesinesahip çıktıkları, savundukları ve dünyada var olan Türklerden bahsettikleriiçin “Tabutluk” tabir edilenhücrelerde 6 ayla bir yıl arasında “Turancılık/Irkçılık/TürkçülükDavası” adı verilen davada yargılanıp beraat etmişlerdir. Türkeş, bumahkemede bu konudaki görüşünü “Şahsikanaatim şudur.” diyerek şu şekilde dile getirmiştir:
“Devletin bütün önemli idarekademelerinde iyi yetişmiş milliyetçi Türklerin bulunması gereklidir. Türkiyesınırları dışındaki Türklerle de ilgilenmek lâzımdır.
Ben, sınırlarımız dışındaki Türklerin yabancıboyunduruğundan kurtulmasını, hür, müstakil ve müreffeh olmasını isterim.”[12]
Görüldüğügibi Türkeş; 1944 yılı olaylarıdolayısıyla yargılandığı sırada yukarıdaki düşüncelerini dile getirmiştir. TürkSilahlı Kuvvetlerinin değerli bir subayı iken savunduğu fikirleri Türk siyasetinede taşımış, Türk milliyetçiliğinin “küllerindenarınması”nı sağlamış, Türkiye siyasetine taşımış, Türklerin bağımsızlığınakavuşacağını her vesileyle dile getirmiş ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nindağıldığını, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Devletleri yanında 5 Türk devletinin dahaTürk tarihindeki yerini aldığına şahit olmuştur. Bu öngörülerinin ve ülküsünün gerçekleştiğinigörmenin mutluluğu içinde “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik veİş Birliği Vakfı”nı kurmuş veher Türk devletinden katılımcılarla kurultaylar organize etmiş ve bu işemesafeli olanlara bile örs üzerinde demir dövdürtmüştür.
Merhum AlparslanTürkeş; hem söylemleri hem de eylemleriyle, Türkiye’de Atatürk’ü en iyianlayanlardan biri olduğunu göstermiştir. Türkeş, Atatürk geleneğinintemsilcisi olmuş ve onun başlattığı Türk milliyetçiliğini siyaset zemininetaşımıştır. Türkeş’in Türkçülüğe ve Türk Milliyetçiliğine bakışı da şuifadelerinde özetlenmiştir: ‘Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevîşuurlanmaya dayanır. Bu temelüzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimî olarak ‘Ben Türk’üm.’ diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’üntayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvarırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeyekoyan antropolojik ırkçılık Türk milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız; maneviyatçı,akılcı, demokratik, çağdaş milliyetçiliktir...’.[13]
Türkeş çizgisindeki Türk milliyetçiliğinde,ırkçılığa, kafatasçılığa, dışlayıcılığa ve ayrımcılığa yer yoktur. Gökalp’ınfikrî temelini attığı,Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi yaptığıve Türkeş’in küllerinden ortaya çıkardığı Türk milliyetçiliği anlayışı budur. Buanlayışta; kucaklamaya, kuşatmaya, mensubiyet bilincine, ortak değerlere veülkülere vurgu yapılmaktadır. Bu bir “ölçü”dür. Hem geçmiş hemhâl hem degelecek için ölçüdür. Bu ölçüyü, Gökalp’ın, Atatürk’ün ve Türkeş’in tanımıile yapılmış çeşitli tanımları ve değerlendirmeleri, günümüzün şartlarını,gelişmeleri ve stratejik konumu, dış ülkelerin ve “Şarkiyatçılar” ile “siyasi misyonerlerin”oyunlarını da dikkat alarak ben de güncel gelişmeler ışığında, 1999 yılında, milletişöyle tarif etmiş ve her çalışmamda kullanmıştım: “Millet/ Türk milleti; ortak değerler ve ülküler etrafında, belirlibir inanç, dil, fikir ve kültür çerçevesinde oluşmuş bilinçli bir topluluktur.”(Bu tanımımı şöyle kısaltıp özetliyorum: “Millet; ortak değerler ve ülküler etrafında oluşmuş bilinçli birtopluluktur.”)
Millet tarifimizde iki temel hususu vurgulamıştır.Bunlardan biri ortak değerler, diğeri de ortak ülkülerdir. Din/İslam, tarih, örf ve âdetler /gelenek ve görenekler, kültüreldeğerler, kahramanlık duygusu, vatan ve bağımsızlık için mücadele, aynı tarihive kaderi paylaşma, iyilik ve fazilet hissi ile ahlak ve hoşgörü anlayışı gibihususlar “Türk milletinin ortak değerleri’ndendir. Bir devlete ve bir vatana sahip olma,huzur içerisinde bir arada yaşama, sosyal refah seviyesine ulaşma, inanç vegeleneklerini yaşatma, bilim ve teknikten iyi şekilde yararlanma, millî kimliğive kişiliği koruma, hür ve onurlu olarak yaşama isteği de “ortak ülküler”dendir.
Milliyetçilik/Türk milliyetçiliği; genel olarak, milleti yüceltme, yükseltme, ileri götürme, refah ve huzur içindeyaşatma, diğer milletler arasında saygın bir duruma kavuşturma ülküsüdür. Türk milletine özgü olanmilliyetçiliğin adı da, “Türk milliyetçiliği’dir.Her milletin milliyetçiliği, kendi adını ve damgasını taşıdığı gibi, Türk milliyetçiliğide Türk milletinin adını ve damgasını taşımaktadır. Türk milletininbütünlüğünü, büyüklüğünü, birliğini ve çağdaş uygarlık seviyesinin üzerineçıkmasını sağlamak için; millî menfaatleri her türlü menfaatin üzerinde tutmak,Türk insanı arasında bilinçli bir bağlılık ve birlik hissini oluşturmak, var olmayıve diri olmayı gerçekleştirmek, kültürel değerlere saygıyı ve bağlılığıyerleştirmek, yılmadan ve usanmadan ileriye bakıp çalışmak gerekmektedir.[14]
Türk milliyetçileri; ZiyaGökalp’ın tanımladığı ve açıkladığı, Atatürk’ün uygulamaya koyduğu ve TürkiyeCumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi yaptığı, Alparslan Türkeş’inbenimseyip partisinin temel ilkesi yaptığı Türk milliyetçiliği çizgisini devamettirmektedir/ettirmelidir.[15]
MHP ve Türkeş; her türlü yabancıideolojiyi ve ‘izm’i reddetmiş; sermayenin ve mülkiyetin tabanayayılmasını ve nimetlerin adil bir şekilde dağıtılmasını, hürriyetçidemokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü, Türk-İslâm kültürünü, “millî devlet” fikriningeliştirilmesini ve milliyetçi gençliğin yetiştirilmesini savunmuştur. Zaten MHPideolojisinin fikrî temelini de “Türk milliyetçiliği/ Türk-İslam ülküsü”olarak özetlenebilecek değerler ve fikirler sistemi oluşturmaktadır.
Türkbirliği; Alparslan Türkeş’in de ülküsüydü. Ancak Türkeş, bu ülküyügerçekleştirmekte acele etmemek, uygun ortamı kollamak gerektiğini vurgulamışve “Türk birliği de sistemli çalışmak,fırsat kollamak ve her şeyden önce Türkiye’yi korumak ve yükseltmeğe çalışmaksuretiyle bir gün elbet hakikat olacaktır.” öngörüsünde de bulunmuştu.
Türkeş, kendinden daha çok,Türk milletini düşünmüş, Türk dünyasının meselelerini öne çıkarmıştı. O;günübirlik politikalara değil, geleceğe yönelik ve kalıcı politikalara talipolmuştu. Türk milletinin varlığı ve yücelmesi onun hedefiydi. Bu çizgiyi 1944 Olaylarıile ortaya koymuş ve vefatına kadar getirmişti. Herkesin zikzaklar gösterdiğisiyasi hayatta, o aynı çizgiyi ve fikrî çizgiyi devam ettirmişti. Tarih onunhaklılığını ortaya koydu. Türk dünyasının yakınlaşmasına ve birbirinikucaklamasına çalıştı ve başardı. 20 Ekim 1993 tarihinde Alparslan Türkeş, arkadaşlarıylaberaber, “Türk Devletleri ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İş Birliği Vakfı’nı (TÜDEV)” kurduve vefatına kadar başkanlığını yürüttü.
Türkeş; benim de davetli ve delegeolarak bulunduğum, 21-23 Mart 1993tarihleri arasında Antalya’da ilki gerçekleştirilen “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk,Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayı” yaptı. O, bu kurultayda yaptığı konuşmada, Türk toplulukları arasındayakınlaşmanın, iş birliğinin önemini, bu birlikteliğin başkalarına zararıolmayacağının da altını çizdi. Gerçekleştirilmek istenen dayanışma ve iş birliğifaaliyetlerinin gayesinin dünyada barış içinde refah ve mutluluğun sağlanmasıolduğunu, Türkler dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar başkamilletlerden olan komşularıyla dostluk ve iyi niyete, barışa dayalı yakın iş birliğiiçinde bulunmayı istediğini vurgulamıştı.
Türkeş; hem 23 Mart 1993 tarihleri arasında Antalya’da yapılanbu ilk kurultayda hem de sonra yapılan kurultaylarda, dünyadakiTürklerin önemli bir kesimini bir araya getirdiği gibi Türkiye’deki siyasiliderleri de bu konuda aynı noktada buluşturmayı başardı. Dönemin Başbakanı SüleymanDemirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü gibi siyasi parti liderlerine, örsüzerinde demir dövdürdü. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından sonrahem Türkeş hem de Vakıf; Türk birliği fikrinin oluşmasında, iş birliğine girişmesindeve uygulamaya geçilmesinde etkin rol üstlendi.
Sözkonusu gelişmeler ile birlikte Türkçü, Türk milliyetçisi olmasından dolayızulme uğrayanlar ve mağdur edilenler olmuştur. Bunlardan biri de Hoca’m merhumProf. Dr. Hikmet Tanyu’dur. Tanyu,DTCF Felsefe Bölümü Öğrencisi ve İçişleri Bakanlığında memur iken “1944 Olayları”nın muhatabı olmuş, 1500mumluk ampul altında, daracık bir hücrede, Tabutluk’taişkenceye tabi tutulmuştur.
1944 Olayları’ndandolayı “Tabutluk”ta tutulan veişkenceye uğrayan Hoca’m Hikmet Tanyu’nun mücadelesine ve Türk dünyasınıngeleceği ile ilgili görüşlerine, ilgisi dolayısıyla, burada kısaca yer vermekteyarar vardır.
HikmetTanyu, Turancılık Davası’ndan beraat ettikten sonra, Ankara Üniversitesi DTCFFelsefe Bölümünden mezun olmuş ve Kayseri’de bir ilkokulda ilkokul öğretmeniolarak görevlendirilmiştir. Ferdî gayreti ve azmiyle mücadelesini sonuna kadargötüren yegâne/istisnai özelliği şahsında barındıran bir “Ülkücü” olan Tanyu, Kayseri’de çalışırken, 1947’li yıllarda,işkenceciler hakkında şikâyette bulunmuş ve onlara dava açmıştır. Yalnız başınabir mücadeleyi başlatmıştır. Şikâyet yerinde bulunmuş tahkikat evrakı “lüzumumahkeme” istemiyle Danıştay’a gelmişve Danıştay, işkence yapanlar hakkında dava açılmasına karar vermiştir.Haklarında dava açılması istenenler arasında, Dönemin Emniyet Genel MüdürYardımcısı, İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Örfi İdare Kumandanı, Örfi İdareMahkemesi Başkanı, hâkimler ve savcılardan polislere kadar askerî ve sivilpersonel vardır. Ancak 14 Mayıs 1950 tarihinde Demokrat Partinin (DP) çıkardığıumumi af ile dosya yürürlükten kalkmıştır.
HocamHikmet Bey’in bu mücadelesini Alparslan Türkeş şu şekilde nakletmektedir: “Sanıklardan Hikmet Tanyu, kanunsuzhareket eden ve canavarca işkenceler yaptıranları adalete teslim etmek içinteşebbüse geçti. O günkü usule uyarak Devlet Şûrası katında suçlular aleyhinde davaaçılması için müracaat etti. Devlet Şûrası Genel Kurulu, şikâyeti inceleyerekyerinde buldu ve 1949 yılında Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı KâmuranÇuhruk, Eski İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, Eski İstanbul EmniyetMüdürlüğü Birinci Şube Müdürü Sait Koçak hakkında lüzumu muhakeme kararı verdi.Ayrıca Eski İstanbul Sıkıyönetim Kumandanı Korgeneral Sabit Noyan, Eski SıkıyönetimSavcısı Kâzım Alöç, Eski 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tümgeneral YusufZiya Yazgan, Duruşma Hâkimi Albay Cevdet Erkut ve Üye Süvari Albay GalipKaan’ın mahkemeye verilmesi için Genel Kurmay Başkanlığına başvurdu. Asker suçlularhakkında dava açılmasını Genel Kurmay Başkanlığı emretti ve bunların davalarıAskerî Yargıtayda ele alındı.
1950Milletvekili Genel Seçimlerinde Türk milletinin oyları İnönü rejiminitepetaklak edince, yerini alanlar ölçüsüz bir umumi af ilan edivermişlerdi. Cezaevlerininkapıları ardına kadar açılınca, işkence suçluları da yakalarını adaletinpençesinden kurtarabildi.”[16]
HikmetTanyu Hoca’m; bu süreçleri ayrıntılı olarak bana anlatmıştı ve mahkeme ileilgili de “…Eğer Demokrat Parti afçıkarmasaydı bize işkence edenler, Türk milliyetçileri üzerine haksız vehukuksuz gidip sindirmeye çalışanlar sanık sandalyesine oturacaktı ve bunabağlı olarak İsmet İnönü bile yargılanabilecekti.” demişti. “Bunu tek başınıza nasıl sağladınız?” diyesorduğumda da “Tabutluk’ta bulunduğumsürede, mektup getiren postacıların, nöbet tutan polislerin, yemek getirengörevlilerin, gardiyanların hepsinin isimlerini aldım. Hepsini şahit gösterdim.Günübirlik aldığım notları da mahkemeye sundum. Bu belgeler, bilgiler veşahitler karşısında mahkemenin başka bir karar vermesine imkân yoktu. Hepsisanık sandalyesine oturacaktı. DP iktidar olunca af çıkarıp bunları kurtardı.Af biraz gecikseydi, mahkeme bunların suç işlediklerine karar verecekti. Bugerçekleşeydi de sonra af çıkaydı.. Onun için DP’yi affetmiyorum.” derdi.
MerhumHoca’mdan, “1944 Türkçülük/Türk MilliyetçiliğiOlayları”nı, yapılan işkenceleri ve açtığı davayı en ince ayrıntılarınakadar dinlemişimdir. O; yukarıda da belirttiğim gibi -her fırsatta- çıkardığıumumi afla işkencecileri yargılanmaktan kurtardığı için Demokrat Partiye de (DP)hep sitem ederdi.
HikmetTanyu, 11 Şubat 1992 tarihinde rahmetli oldu. Rahmetli oluncaya kadar, ülküsünden,Türk milliyetçiliğinden, Türkçülüğünden ve çalışma azminden bir şey kaybetmedi.Onun “Özlük Dosyası”na“Irkçılık/Turancılık Davası’nda tutuklanmıştır.” ibaresi işlenmişti. “Hoca’m bunu dosyanızdan çıkaralım,dosyanızı temizleyelim.” diyenlere o, “Onlarbenim için şereftir.” cevabını verirdi. Emekli olduğunda da HizmetCetveli’nde, “Irkçılıktan/Turancılıktantutuklanmış.” ifadesi vardı. Hoca’m, bununla hep iftihar ederdi.
MerhumHikmet Tanyu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını gördü. Türk Cumhuriyetleri’ninbağımsızlıklarına kavuşması onu çok sevindirmişti. Ancak onun bir başkaüzüntüsü ve tutkusu daha vardı. O da; “DoğuTürkistan Davası” idi.
HerkesSovyetlerdeki Türklerle uğraşırken Tanyu, günümüzde de gündemden düşmeyen, “Doğu Türkistan Türkleri”ne dikkatleriçekmek, onu gündemde tutmak ve hatırlatmak istiyordu. Yeni Düşünce gazetesindeyazdığı yazıların sonuncusu, “DoğuTürkistan’nın, Türk dünyasının, Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin geleceği”ile ilgiliydi. Rahmetli olduğu hafta çıkan yazısı, “DoğuTürkistan’ın nasıl kurtulacağı” konusunu ele alan “DoğuTürkistan’ın İstiklâl ve Hürriyetleri Yolunda İlk Adımlar”[17]başlığını taşıyordu. Yazısının sonunda bu davayı bizlere emanet ediyordu.
Bugünvesilesi ile 1944’te “Türkçü, Turancı/kafatasçı”olarak “Tabutluk”a konulanlardanbiri olan Hoca’m merhum Prof. Dr. Hikmet Tanyu’yu rahmet ve minnet ile anmamakvefasızlık olurdu. Tanyu Hoca’m; 3 Mayıs Olayları’nı, Türk milliyetçiliğini veAlparslan Türkeş’i en iyi anlayanlardandı, “Atatürk ve Türk Milliyetçiliği” isimli kitabı[18]ile Atatürk’ün milliyetçiliğini gerçekliği ile ortaya koyanlardandı. MerhumHoca’m, Türk-İslam ahengini, din ile milliyet/milliyetçilik meselesininiçiçeliğini vurgulayan ender ilim adamlarımızdandı. O, “adam gibi adamdı, tam bir dava adamı” idi. İlim ve fikir dünyamızınbu büyük insanı, sıkıntı ve meşakkatler ile dolu hayatının tamamını; Türk milletine,Türkiye’ye, Türk dünyasına ve İslam dinine hizmete harcamıştı. Onun “dava adamlığı”nı vefatında AlparslanTürkeş yayımladığı şu taziye mesajında ortaya koymuştur: “Dava arkadaşım, değerli insan Hikmet Tanyu’nun vefatını büyük birüzüntüyle öğrendim. Merhuma Cenabıallah’tan rahmet, ailesine ve camiamızabaşsağlığı dilerim. Alparslan Türkeş”.[19]Türkeş; Hikmet Bey’in hem dava adamlığını hem arkadaşı olduğunu yayımladığıtaziye mesajında vurgulamıştı. Çünkü Tanyu, Türkeş’le “Turancılık/Türkçülük Olayı”nda “Tabutluk” tabir edilen İstanbul Hapishanesi’nde beraber kalmıştı veberaber yargılanmıştı; CKMP’de ve MHP’de beraber yol arkadaşlığı yapmış ve bu arkadaşlıkvefatına kadar da sürmüştü.
Evet, Doğu Türkistan’da 40-50 milyon Türkvardır. Bunların, hemen hemen hepsi de Müslüman’dır. Buna rağmen Türk milliyetçileridışında samimi olarak sahip çıkanları yoktur. Sahip çıkıyorum diyenlerinsiyaset yaptıkları, Doğu Türkistan üzerinden MHP’yi, Devlet Bahçeli’yi ve Türk milliyetçileriniköşeye sıkıştırmak amacı güttükleri net olarak kendisini göstermektedir. DoğuTürkistan meselesini; günümüz konjonktüründe, dünya siyaseti çerçevesinde, ehemmimühümme tercih etme ölçüsünde, fayda temin etme noktasında bilimsel veriler ve aklıselimışığında ele almak gerekmektedir. Doğu Türkistan meselesini; siyasete aletetmeden ve oradaki insanımıza zarar vermeden, söz konusu ölçüler içerisinde vefayda merkezli, sahip çıkacaklar veya sahip çıkması gerekenler yine Türk milliyetçileriolmalıdır/olacaktır.
Gizliveya açık bir şekilde Türk düşmanlığının ideoloji hâline getirildiği günümüzdünyasında; “Türk’üm!”, “Türk milletindenim!”, “Türk milliyetçisiyim!”, “Türk milletini seviyorum!” diyen, bu ülkede yaşayan ve ortakpaydaları olan herkes bir ve beraber olmalıdır. Ziya Gökalp’ın “Türk bir millet, bir ordu, katılmayankaçaktır.” sözü bu konuya bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
“3 Mayıs Türkçülük/Milliyetçilik Bayramı”vesilesiyle, Türklüğünü söyleyemeyen, yaşayamayan ve bağımsızlığına kavuşamamışbulunan bütün Türklere de böyle bayramlar dileyelim.
Bubayram dolayısıyla, “3 Mayıs’ınTürkçüler/Milliyetçiler Bayramı” hâline gelmesinde emeği geçenlere, Allah’tanrahmet dileyelim…
Yukarıda3 Mayıs’ın bayram olarak kutlanma sürecine dair hem geçmişten hem de günümüzdenbazı örneklerini sunduğum olaylar ve şahsiyetler bağlamında; geçmişten dersalmak, günümüzdeki gelişmeleri iyi değerlendirmek ve gelecek için yol göstermek/rehberolmak kaçınılmazdır. Bu konuda; başta bilim adamları, fikir adamları,düşünenler, ülkenin gidişinden endişe duyanlar olmak üzere Türk milletinintamamına önemli görev düşmektedir.
3Mayıs 2023 tarihi; Türkiye’nin bölünmek, parçalanmak istendiği, Türk milletineve Türk milliyetçiliğine hem içerde hem de dışarıda düşmanlığın çeşitlikisveler altında yapıldığı günümüzde Türk milliyetçilerinin bir arayagelmesinin ve “Türkeş’in ülküsü”nü iktidarataşımanın günü olmalıdır.[20]
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”
(*)Zeki Sofuoğlu, Reha Oğuz Türkkan…
(**)Hikmet Tanyu, Hüseyin Nihâl Atsız,Haluk Karamağralı…
(***)Zeki Velidi Togan, Ahmet Nejdet Sançar,Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu, Osman Turan, Osman Yüksel Serdengeçti…
(****)Alparslan Türkeş, Sait Bilgiç, MehmetKülahlıoğlu…
[1] 1944’lülerden ve Hocam HikmetTanyu’nun yakın dostlarından Zeki Sofuoğlu, 1975 yılında kurulan MilliyetçiPartiler hükûmetinde Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinegetirildi ve Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü ile Din Öğretimi Genel Müdürlüğüde ona bağlandı. Ben de ilkokul öğretmenliği yaparken 1974 Yılında İlâhiyatFakültesini bitirmiş ve Ankara’da Mamak Lisesinde din dersi öğretmeni olarakgöreve başlamış olmam dolayısıyla mahiyetinde görev yaptım. Sofuoğlu, HocamHikmet Bey’in Dekanlığı sırasında cuma namazlarına ve ziyaretine geldiğinde de yakınsohbetlerim ve dostluğum oluşmuştu.
1944 mağdurlarından Dr. Reha Oğuz Türkkan;beraat ettikten sonra Amerika’ya gitmiş, orada psikoloji bilim dalında ve teknolojialanında doktora yapıp Türkiye’ye dönmüştü. 1976 yılında Millî Eğitim Bakanlığıbünyesinde Yaygın Eğitim-Öğretim Kurumu (YAYKUR) kurulmuştu. Bu kurulunbaşkanlığına Prof. Dr. Kemal Karhan ve Genel Sekreterliğine de Dr. Reha OğuzTürkan getirilmişti. YAYKUR’un Planlama-Programlama ve Değerlendirme, YaygınEğitim – Öğretim ve Malî İşler olmak üzere üç dairesi vardı. Ben de 1976-1977yıllarında Planlama-Programlama ve Değerlendirme Dairesinde Uzman/Şube Müdürüolarak 1 yıl görev yaptım. Dolayısıyla bu isimlerle amir-memur olarak mesaiarkadaşlığı da yaptım.
1944 Davası’nın Ankara Mahkemesindegörüşülmesi sırasında öğrenci yürüyüşünü organize eden ve Dil, Tarih-CoğrafyaFakültesi (DTCF) öğrencisi olan, Milliyetçiler Derneği Genel Başkanlığı dayapmış olan ve İlahiyat Fakültesine Öğretim Üyesi olarak görev yapan merhumProf. Dr. Halûk Karamağralı’nın hem lisans öğrencisi hem Ülkücü Öğretim Üyelerive Öğretmenleri Derneği (ÜLKÜ BİR) Genel Başkanlığı yaptığı dönemde YönetimKurulu Üyesi hem Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel MüdürlüğündeKredi Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığım zaman Kredi ve Yurtlar KurumuYönetim Kurulu Üyesi olduğu zaman mahiyetinde çalışma hem de İlahiyatFakültesinde mesai arkadaşlığı yapma şerefine erenlerden olmuşumdur.
[2] Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı,12.Baskı, İstanbul 1975, 25.
[3] Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, 28.
[4] Günümüz dünyasında Türk Birliğininnasıl olması gerektiğinin ölçüleri, dünyadaki Türklerin 700-800 milyoncivarında bulunduğu, Türk Birliğinin Yirmibirinci Yüzyılın “Kızıl Elması”hâline geldiği yaklaşımları için bk. Abdurrahman Küçük, Asrın Kızıl Elması: Türk Birliği, Berikan Yayınları, Ankara2017;Abdurrahman Küçük, İslâmlık veTürklük, 4.Baskı, Berikan Yayınları, Ankara 2016;Abdurrahman Küçük, İslâm ve Türk Milliyetçiliği, MHPSiyaset Okulu Eğitim Serisi-3, Ankara 1999.
[5] Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, 28-34; Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs’ın Hatırlattıkları-II”, 08Mayıs 1996, Hergün gazetesi; Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Din ve Dünya, Ankara 2010,200-207;Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs ve TürkMilliyetçiliği”, Ortadoğu gazetesi, 02 Mayıs 2007; Abdurrahman Küçük,”3 Mayıs ve Türk Milliyetçiliği”,TürkiyeMeselelerine Dair, 2.Baskı, Berikan Yayınları, Ankara 2019,362-367.
[6] Abdurrahman Küçük,”3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Hergün gazetesi, 7-8 Mayıs 1996; Abdurrahman Küçük, ”3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Din ve Dünya, Berikan Yayınları, Ankara2010, 200-202.
(*) Prof. Dr. Haluk Karamağralı için1.Dipnota bakınız.
[7] bk. Abdurrahman Küçük, ”3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Din veDünya.202-203..
[8] Alparslan Türkeş’in “Bilge Liderliği,Dava ve Kültür Adamlığı”, Türk milliyetçiliği anlayışı, hayatı ve vefatı içinbk.Abdurrahman Küçük, Din ve Dünya,Berikan Yayınları, Ankara 2010, s.723-735.
[9] bk..Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs’ınHatırlattıkları-II”, 08 Mayıs 1996, Hergün gazetesi, s. 3.
[10] Küçük,“3 Mayıs’ın Hatırlattıkları-II”, 08Mayıs 1996, Hergün gazetesi, s. 3.
[11] Küçük, ”3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Din ve Dünya,204-205.
[12] Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, 12.Baskı, İstanbul 1975,46.
[13]Alparslan Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul 1975, s. 23.
[14] Abdurrahman Küçük, İslam ve Türk Milliyetçiliği, MHPSiyaset Okulu, Eğitim Serisi-3, Ankara 1999,18-20; Abdurrahman Küçük, İslâmlık ve Türklük, 4. Baskı, BerikanYayınları, Ankara 2016, s. 94-96
[15] Abdurrahman Küçük, “Başbakan, Türk Milliyetçiliği ve MHP”, Ortadoğugazetesi,10.02.2007. Aynı yazı için ayrıca bk. Abdurrahman Küçük, Siyaset Yazılarım, 177-181.
[16] bk. Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, 12. Baskı,İstanbul 1975, 83-84.
[17]bk. Hikmet Tanyu, “Doğu Türkistan’ınİstiklâl ve Hürriyetleri Yolunda İlk Adımlar-1, 2”, Yeni Düşünce gazetesi,7, 14 Şubat 1992.
[18] bk. Hikmet Tanyu, Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, Ankara 1981.
[19] Yeni Düşünce gazetesi,14.02.1992.
[20] Bu konular için bk. Abdurrahman Küçük,“3 Mayıs’ın Hatırlattıkları”, Din veDünya, Ankara 2010,200-207; Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs ve Türk Milliyetçiliği”, Ortadoğu gazetesi, 2 Mayıs 2007;Abdurrahman Küçük, “3 Mayıs ve TürkMilliyetçiliği”, Türkiye Meselelerine Dair, 2.Baskı, Berikan Yayınları,Ankara 2019, 362-367.