ÜLKÜCÜ HAREKET, ŞEHİTLERİMİZ VE ULUSLARARASI POLİTİKA
Doç. Dr. Serkan KEKEVİ
Ülkücü Hareket köklerini maziden alan Osmanlı Devleti’nin son döneminde vatanın kurtulması çerçevesinde kendisini yapılandıran Türk milliyetçiliği düşüncesinin son halkasıdır. Başbuğ Alparslan Türkeş, 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı olmasının ardından ivedilikle gençlik faaliyetlerine yönelmiş ve CKMP Gençlik Kollarının kurulmasına hız vermişti. Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu yaklaşımı aslında 20’nci. yüzyılın ikinci yarısında uluslararası sistemdeki gelişmelere ve bunların Türkiye’ye etkilerine karşı bir yanıttı. “Ülkücü” adıyla ilk teşkilatlanma ise “Genç Ülkücüler Teşkilatı”nın 29 Şubat 1968’de kurulması ile olmuştu. Ülkü Ocakları, ilk olarak “Ülkü Ocağı” adıyla Ankara Üniversitesi Hukuk, Dil, Tarih ve Coğrafya ve Ziraat Fakültelerinde milliyetçi gençler tarafından fikir kulübü olarak kurulmuştu. 1971 Muhtırası’ndan sonra kapatılan Ülkü Ocakları 1973 yılında yeniden açılmıştı. 12 Eylül 1980 öncesinde Ülkücü Hareket sol şiddete karşı zorlu bir mücadele vermişti. 12 Eylül’ün ardından günümüze Ülkücü Hareket Türkiye’ye yönelen iç ve dış tehditlere duyarsız kalmamıştır. Öte yandan Ülkücü Hareket hakkında akademik ya da popüler düzeyde çalışmalar yapılmaktadır. Pek çok çalışma Ülkücü Hareketi ve Ülkücüleri Türkiye’nin iç siyaseti ekseninde ele almaktadır. Şüphesiz ki söz konusu değerlendirmeler doğru olmakla birlikte kanaatimizce eksiktir. Çünkü iç ve dış siyaset arasındaki bağlantı düşünüldüğünde, Ülkücü Hareket’in, Türkiye’nin dış siyaseti açısından ne denli önemli bir rol oynadığı anlaşılabilir. Genellikle Ülkücü Hareket’e dışarıdan, olumsuz ve eleştirel yaklaşan çalışmalarda, analizlerde ve raporlarda Ülkücülerin ve Ülkücü Hareket’in dış politikadaki yerine vurgu yapılmaktadır. Bu meyanda Ülkücüler, Ülkü Ocakları, Ülkücü Hareket bir derin devlet örgütü, terörist, radikal, yasadışı yapılanma ve/veya organize suç örgütü şeklinde değerlendirilmektedir. Tabii mezkûr nitelemelerin akademik/bilimsel veya etik düzeylerde objektifliği sorgulanmaya açıktır. Ülkücü Hareket’in Türkiye ve bölgesi bağlamında uluslararası ilişkilerin bir parçası olması şaşırtıcı değildir. Kurumsallaştığı ilk tarihten günümüze kadar bu durum süregelmektedir. Dönemselleştirme yapacak olursak ilk dönem, baskın SSCB tehdidine karşı konulan yıllar, ikinci dönem iki kutuplu sistemin çöküşü ve küresel ve bölgesel tehditlere karşı konulan yıllardır. Her iki dönemde Ülkücü Hareket’in temel itkisi Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve coğrafyasında güçlü bir şekilde varlığını devam ettirmesi olmuştur.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Ülkücü Hareket’in kurumsallaştığı yılların aynı zamanda Türkiye’nin iki kutuplu sistem içinde Batı ve Doğu blokları arasındaki gerilimin merkezinde olduğunu da unutmamak gerekir. Bu meyanda Türkiye büyük komşusu SSCB’nin yayılmacı politikalarına direnmeye çalışmaktaydı. Güç komşuluk ilişkisi içinde Türkiye’de enternasyonalist tehditle mücadelede Ülkücülerin rolü çok büyük olmuştur. Aynı zamanda Ülkücü Hareket “Esir Türkler” konusuyla da ilgilenerek Türkiye’de fikri anlamda da bir farkındalık yaratmaya çalışmaktaydı. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Ülkücü Hareket önce bölücü teröre karşı toplumsal direncin, ardından da SSCB’nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan bölgesel sorunlar, ABD’nin Ortadoğu’ya dönük değişen politikası ve bölge ülkelerinin Türkiye’ye dönük politikaları bağlamında Türkiye merkezli politikanın ana aksı olagelmiştir. Özetle Ülkücü Hareket’in tarihi bu bakımdan bir bütünlük arz etmektedir. Aynı zamanda Hareketin neden bir uluslararası aktör olarak ele alınması gerektiğini de anlatmaktadır. 12 Eylül öncesinde binlerce şehit veren Ülkücü Hareket SSCB tehdidini bertaraf etmişti. 12 Eylül rejiminin dokuz ülkücüyü darağaçlarında idam etmesi de aslında Hareketin darbeciler yani “our boys” ve bu ifadeyi kullanan ABD açısından ayan beyan büyük tehdit olarak görüldüğünü de kanıtlamaktaydı. Bu açıklamalardan sonra geriye dönecek olursak şehitlerimizden birkaçının profili, yaptıkları ve geriye bıraktıkları Ülkücü Hareket’in neden bir uluslararası aktör olduğunu daha net olarak gösterecektir.
Şehitlerimiz Ruhi Kılıçkıran, Yusuf İmamoğlu, Mustafa Pehlivanoğlu her biri farklı kişiliklerdi, ancak aynı oldukları tek bir şey vardı. Dava! Şehit Pehlivanoğlu’nun sözleriyle ifade edecek olursak “…Mustafalar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar…” ve daha binlerce isim bu davaya can verirlerken aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası arenada tam bağımsızlığı ve güçlü Türkiye ülküsünü de sırtlanıyorlardı. Şehit İmamoğlu’nun Ülküdaşlarına ithaf ettiği şiirindeki
“…Maziden atiye bir yol açarak,
Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!..”
mısraları uluslararası ilişkilerin tarih mecrasından akıp gelen, dünün bilinci ile bugünün anlaşılması ve geleceğin de şekillendirilmesine dair kendi dönemi içinden bir cevap gibiydi. Yani bunlar romantik veya hamasi sözler değildi. Çünkü yukarıda da değindiğimiz üzere Ülkücülük yaklaşık 150 yıllık bir fikir sisteminin son halkasıydı ve çağın sorunlarına cevap olmaya çalışıyordu. Ülkücü Hareket maziden atiye Türk milletinin varlığına kast edenlere karşı kuvvetli bir direnç noktası olagelmiştir. Dolayısıyla Ülkücü Hareket’in kontrolü dışarıda olan güçlerin siyaseten birbiriyle uyuşmaz gibi görünen yapıların ortak saldırısına uğraması da şaşırtıcı değildir. Konuya uluslararası politika çerçevesinde baktığımızda ulusal düzeyde faaliyet gösterip uluslararası politikanın içinde rol oynayan gruplar/bireyler olabilir. Birçok etnik, dini, baskı grubu ve sivil toplum kuruluşları uluslararası aktör olabilirler. Ülkücü Hareket ve Ülkü Ocakları bir sivil toplum kuruluşu olarak bu düzlemde aktör haline gelmiştir Uluslararası aktör olma durumu büyük ölçüde dışarıdan Türkiye’ye gerçekleştirilen tazyik sonucunda zorunluluk şeklinde gelişse de Ülkücü Hareket komünist baskı, bölücü yıkıcı teröre karşı sivil toplumun en kuvvetli cevabı olmuştur. Türkiye sathında toplumsal direncin oluşturulması, devamlılığının sağlanması hususunda da temel satıh olmuştur. Üçüncü olarak Ülkücü Hareket SSCB Dönemi’nde Esir Türkler, SSCB’nin yıkılması sonrasında Türk dünyası ile ilgili politikaları ve projeleri ile Türkiye’nin dış politika sahasında yumuşak gücünün güçlü bir zemini olmuştur. Bunların yanında Ülkücü Hareket’in, Ülkü Ocakları marifetiyle yurt dışında teşkilatlanmış olması da Türk dış politikası bağlamında öne çıkmaktadır. Bilhassa Avrupa’da ve KKTC’deki teşkilatlanmalar örnek verilebilir. Ek olarak Ülkü Ocakları bu manada hem yurt dışı Türklerin organizasyonu açısından önemlidir; hem de yurt dışında yaşayan Türklerin asimilasyonuna karşı koruyucu bir kalkan görevi de görmektedir.
Resim: Esir Türklerle ilgili Kitap ve Dergi Kapakları
Resim: Ülkü Ocakları Dergisi Ekim ve Kasım 2020 Sayılarına ait Kapaklar
Başbuğ Alparslan Türkeş’in aşağıdaki tespitleri de Ülkücü Hareket’in Türkiye için neden önemli; dış güçler açısından ise neden düşman safına konulduğunu açıklamaktaydı:
“Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.”
“…Bir devlet diğer bir devletin meşrû, haklı isteğinin karşısına çeşitli yollarla dikilir. Bunlardan en müessir, en kestirme netice veren yol, o memleket içinde, kendi halkı içinde ayrılık, fesat, isyan, karışıklık çıkarmak yoludur. …Dış politikada başarılı olmak için Türkiye’nin içeride tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunması ve modern silahlı kuvvetlere sahip olması şarttır… Türkiye Ortadoğu’nun nizam ve huzurunda en tesirli kuvvettir…”
Ülkücü Hareket’in ne denli önemli bir kurum olduğu Ülkücü şehitlerin de ne denli büyük bir davaya can verdikleri açıktır. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 30 Ağustos 2019 tarihinde Ülkü Ocakları’nın yeni hizmet binasının açılış töreninde yapmış olduğu konuşma bu yazıda anlatmak istediklerimizi özetlemektedir:
…Ülkü Ocakları’ndan çıksa çıksa dava adamı çıkar, imanlı nesiller çıkar, şehitler çıkar, vatan için canını seve seve vermeye hazır kahramanlar çıkar, cesur yürekler, akılla bezenmiş gönüller çıkar… Ülkücü geleceğin mimarı, gelecek nesillerin mihmandarıdır. Ülkücü Türkiye ve Türk milletinin son siperidir. Ülkü Ocakları bu siperin Çanakkale savunma hattıdır. Bunun yanında, Ötüken’den Söğüt’e, Orhun’dan Sakarya’ya, Malazgirt’ten Dumlupınar’a, kimi zaman acılarla yoğrulan çok zaman da zaferlerle süslenen geçmişimizin her sayfasının manen hatırası ve hafızasıdır… Nitekim kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği ihanete karşı güvence, işbirlikçilere ve işgalcilere karşı aşılmaz kaledir… Ülkücü kendinden vaz geçerek varlığını ve geleceğini bağlandığı milletinin devamına ve yükselişine adamış şuur sahibinin unvanıdır… Ülkücülüğün çıkış noktası ve yegâne dayanağı da millet sevgisi, millet varlığıdır. Bu sevgiyi ne pahasına olursa olsun koruyup ilerleteceğiz, millet varlığına kıskançlıkla sahip çıkacağız. Ne mutlu ki, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in muhteşem geçmişi bu liyakate ulaşmış, alnı açık, başı dik, vicdanı rahat, yüreği sevgiyle yüklü aziz ülkü şehitlerinin ve kahramanlarının anılarıyla doludur. Ve onlarla ne kadar övünsek, ne kadar iftihar etsek azdır. Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet ve vatan sevgisinin sınavını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir. Davamıza gönül vermiş, bedel ödemiş, şehadet şerbetinden içmiş kahramanlarımızı ve mücadelelerini unutmak asla ve asla mümkün değildir.”
Sonuç olarak Ülkücü Hareket ve bu davaya can veren şehitler Türkiye’nin uluslararası politika arenasındaki varlığının adeta teminatı olmuş ve olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin bütün hasımlarının Ülkücü Hareket’e çılgınca ve azgınca saldırmaları da tesadüf değildir. Nitekim şunu da hatırlatmak gereklidir ki Ülkücüler ve Ülkücü Hareket var oldukça büyük ve güçlü Türkiye davası da bitmeyecektir.