ANDIMIZ’IN KAPSAYICILIĞI VE KUŞATICILIĞI

23 Haziran 2021 10:19 Prof. Dr.Abdurrahman KÜÇÜK
Okunma
3847
ANDIMIZIN KAPSAYICILIĞI VE KUŞATICILIĞI


            2018 yılı Ekim ayının ikinci yarısının gündemini, Danıştay 8. Dairesinin verdiği “Andımız kararı” oluşturdu. Danıştay 8. Dairesi; 2018/2319 numaralı kararını, 24.04.2018 tarihinde verdi ve Öğrenci Andı’nın/Andımız’ın öğrencilere okutulmasını yürürlükten kaldıran Millî Eğitim Bakanlığının İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki değişikliği iptal etti. Ekim ayının ikinci yarısından itibaren bu Karar; Türkiye’nin gündemi oldu ve tartışmaların odağına oturdu.   
                Danıştay; Öğrenci Andı’nın/Andımız’ın metninde yer alan kavramların ve ilkelerin, Anayasa’da anlamını bulan kavram ve ilkeler olduğu,17739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda ve Yönetmelik’te belirlenen “Temel Amaçlar”a uygun bulunduğu, zaman içinde metinde değişiklikler yapılmış olsa da öğrencilerin millî, manevi ve kültürel kimliğinin oluşmasına katkı sunduğu gibi gerekçelerle Yönetmelik’in ilgili maddesinin iptaline karar verdi. Bu Kararla Andımız/Öğrenci Andı dolayısıyla  “Türklük” yeniden tartışmaya açıldı. Daha önce üst düzey yöneticilerin ve bazı kesimlerin tartışmaya açtığı konulara bununla bir yenisi de eklendi.
            Türkiye’de bazı üst düzey yetkililerin ve bazı kesimlerin tartışmaya açtığı konular arasında; Sünni-Alevi, Kürt-Türkmen, Yörük-Avşar, Çerkez-Çeçen, Gürcü-Abaza, Laz-Pomak, Arnavut-Boşnak gibi nitelendirmeler vardır. Bu nitelemeler bize göre sun’i /yapay bir nitelemedir ve ayrışmaya götürecek nitelemelerdir; Türk milletini bölmek ve Türkiye’yi parçalamak isteyenlerin bir tuzağıdır. Çünkü Türk milleti şemsiyesi, Türkiye’de ve Türkiye dışında yaşayan, kendisini Türk milletine ve Türkiye’ye mensup hisseden herkesi kucaklayacak bir şemsiyedir. Türkiye’deki Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi gibi diğer dinlerden olanlar da; farklı boydan/uruktan olan Kürt, Türkmen, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Arnavut, Laz gibi Müslümanlar da Türk/Türk milleti kapsamındadır, ayrı değildir ve en azından bin yıldır karılmış harcın mahsulüdür. Bu; çok iyi kavranmalı ve içtenlikle  “Ben de Türk’üm!” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözleri telaffuz edilebilmelidir . Bundan dolayı olacak ki 1933 yılında kabul edilen ve o tarihten kaldırıldığı 8 Ekim 2013 tarihine kadar ilkokullarda/ilköğretimde okutulan Andımız; “Türküm” ile başlatılmıştır. Tarihî sürecinden ve özünden “Türk’üm” kavramının; Türk milletini ifade etmek, kapsayıcı, kuşatıcı ve kucaklayıcı olmak anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yoğun olarak başlangıcı 20-30 yıl öncesine uzanan  “etnik ve dinî temelli siyaset yapma”nın öne çıkarılmasına, siyaset malzemesi olarak İslam’ı Türklük’e alternatif göstermeye çalışan bir grubun yaklaşımına kadar kimse “Türk’üm!” demekten de “Ne mutlu Türk’üm diyene!” vecizesinden de pek rahatsız olmamıştır. Ne zaman ki siyasette, “İktidar olalım da nasıl olursak olalım.” ve “İktidar olmak için her yol meşrudur.” anlayışı yaygınlaşınca; kutsal din duyguları başta olmak üzere her yol denenmiş, insanımızın aklında olmayan hassas konular(biraz da karikatürize edilerek“Siz Türk’üm derseniz öbürü ben de Kürt’üm, daha doğruyum, daha çalışkanım der…” misali)   hatırlatılmış, unutulmaması için sık sık tekrar edilmiş ve bölge olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu,  topluluk olarak da bir Türk boyu olan Kürt kardeşlerimiz seçilmiştir. Onların üzerinden ve onların dilinden “surda gedik açma” yolu yöntem olarak benimsenmiştir.
         Eğitim-öğretimin bütün kademelerinde görev yapmış, 50 yıllık eğitimcilik hayatının 9 yılını Türkiye’nin değişik yerlerinde ilkokul öğretmeni olarak geçirmiş ve 9 yıl boyunca Andımızı okutmuş birisi olarak – etnikliği ve dinî inançları öne çıkaran siyaset anlayışının yöntem olarak benimsenip yapıldığı döneme kadar- Andımız’dan rahatsız olan kimseye rastlamadım. Bu tespitimizi/yaklaşımımızı; -“Kürtçülük ve dinî söylemli” siyaset yapan azınlık bir grup hariç-1933 yılında uygulamaya konulduğu tarihten, 30 Eylül 2013 tarihinde açıklanan “Demokratikleşme Paketi” sürecine ve Yönetmelik’in değiştirildiği 8 Ekim 2013   tarihine kadar getirebiliriz. Çünkü “Demokratikleşme Paketi”nde ilkokullarda/ilköğretim kurumlarında okutulan “Andımız”ın kaldırılması istenmiş ve Millî Eğitim Bakanlığı da; İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 12’nci maddesinde yer alan Andımız’ı, 8 Ekim 2013 tarih ve 28789 sayılı Resmî Gazete’de yayımlatarak, yürürlükten kaldırmıştır.
            Andımız’ın kabul edildiği 1933 yılındaki ilk ve özgün muhtevası şöyledir: “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu ve budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun”. Bu kelimelerin hangisi dışlayıcıdır, hangisinden rahatsız olunmaktadır?
            1972’li yıllarda Andımız’da değişiklik yapılmış; budun kelimesi “millet” olarak değiştirilmiş, sonuna Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” vecizesi ve Atatürk ile ilgili şu ifadeler eklenmiştir: “Ey bugünümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türk’üm diyene!”.
           Andımız’ın 1933 yılındaki özgün hâline 1972 yılında yapılan ilavelerde, 1997 yılında, bazı kelimeler kaldırılarak bazı kelimeler eklenerek ve bazı kelimelerin/ifadelerin yerleri değiştirilerek güncelleme yoluna gidilmiştir. “Öğrenci Andı”nda 1997 yılında yapılan değişikliklerle 2013 yılına kadar gelen metin;  Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nin 2481’inci sayısında (Ekim 1997) yayımlanmış ve Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde de değişikliğe gidilerek İlköğretim okullarında, her gün dersler başlamadan önce öğretmenlerin gözetiminde topluca okutulması istenmiştir.
           1997 yılında yapılan değişiklikle Öğrenci Andı’nın metni şöyle olmuştur: “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene!”.
             1933 yılından 2013 yılına kadar ilkokullarda/ilköğretim kurumlarında okutulan bu Öğrenci Andı, 8 Ekim 2013 Tarih ve 28789 sayılı Resmî Gazete’de yayımlatarak yürürlükten kaldırıldı. Türk Eğitim-Sen, Andımız’ın kaldırılmasına itiraz etti ve Yönetmelik’te yapılan bu değişikliğin iptali için Danıştay’a dava açtı. Danıştay 8. Dairesi; Millî Eğitim Bakanlığının savunmasını yerinde bulmadı ve yapılan itirazı haklı görerek Yönetmelik Maddesini iptal etti.
          Danıştay 8.Dairesinin Kararı; Öğrenci Andı’nın ilkokullarda/ilköğretimde okutulmasında bir sakınca olmadığını dikkate alarak iptal edip Öğrenci Andı’nın eski hâliyle okutulmasının önünü açmıştır. Bu karara TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı, Adalet Bakanı, Adalet ve Kalkınma Partisi Sözcüsü başta olmak üzere, hükûmetin sendikası olarak bilinen ve 81 ilde karşı duruş kampanyası yürüten Memur-Sen, bazı köşe yazarları ve bazı akademisyenler, bazı “etnik politika”  takip eden partiler ve bazı siyasiler de “itiraz/ istemezük!” kervanına katılmışlardır. Bu karşı çıkışlar karşısında Danıştaya dava açan Türk Eğitim-Sen, kararın uygulamasını istemiş ve kampanya başlatmıştır. Andımız’ın kaldırıldığı 2013 yılından itibaren bu kararı siyasi ve ideolojik bulup sert açıklamalarla karşı çıkmış olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Danıştay Kararının uygulanmasını savunmuştur. Andımız’ın uygulanmasını isteyen MHP’ye ve Devlet Bahçeli’ye karşı; iktidar mensubu bazı yetkililerce yapılan ithamlar bardağı taşırmıştır. TBMM Anayasa Komisyon Başkanı, Adalet Bakanı, AK Parti Sözcüsü ve bazı yazarları yanında AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “topa girmiştir.”
       Ülkenin birliği ve bütünlüğü, Türk milletinin geleceği ve “millî bekâ” için her şeyi sineye çeken, her fedakârlığa katlanan, şahsî hiçbir hesap yapmayan Devlet Bahçeli; verdiği mesajların alınmadığını, alınmak istenmediğini ve basit hesaplar yapıldığını, 23 Ekim 2018 tarihindeki grup toplantısı’nda, net olarak ortaya koymuştur. Devlet Bey; “etnik kimlik sorunu”(*) bulunan bazı kimselerin, hukukun arkasına saklanarak, Andımız’a karşı çıktıklarına işaret etmiş; Türkiye’nin bölünmesi yönünde alınan kararlara “Yargı kararıdır” diyip geçiştirenlerin, söz konusu Andımız olunca Yargı kararını yerden yere vuran yetkililerin yaklaşımlarının Türk milletinin birliğine ve Türkiye’nin bütünlüğüne darbe vurmak isteyenlere cesaret verdiğine dikkat çekmiş; ilgilileri uyarmış ve yetkililere de sitemini bildirmiştir. Bahçeli; grup konuşmasında, Türk kimliğinin kapsayıcılığını, Danıştay kararının “çözülme sürecinin kötü bir hatırasını” ortadan kaldırdığını ve kararı desteklediğini de şu ifadelerle vurgulamıştır: “Türklük, Türk milletinin üst kimliğidir, bu sayede asırların kilidi açılmış, husumetin beli bükülmüş, hasımların kanadı kırılmıştır. Türk’üm demek mensubiyet şuurudur, ihtişamlı tarihimizin ibrasıdır, hakikatin ifadesidir. Türklüğü etnik kimliğe indirgemek, Türkçülüğü ayıplayıp hakir görmek Türk milletine sıçratılmış zillet çamuru, sürülmüş zehirli lekedir. Elbette Türk’üz, Türkçüyüz, Türk milletinin ebedî sevdalılarıyız. Andımız Türk milletinin ruh kökünden doğmuş, gelecek kuşakları aynı hissiyat, aynı heves, aynı hedef etrafında buluşturmayı baz ve esas almıştır. Danıştay 8. Dairesi çözülme sürecinin kötü bir hatırasını söküp atmıştır. Takdir ve tasvip ediyoruz. Elbette doğru yapmıştır, elbette millî vicdana tercüman olmuştur. Çözülme sürecinin kamburlarından kurtuluşun parlak bir müjdesi ortaya çıkmıştır”.
          Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında dile getirdiği ifadelerinden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da; 23 Ekim 2018 tarihindeki grup toplantısında, MHP’nin Andımız konusundaki Danıştay kararının uygulanması isteğine, “ırkçı metin” diyerek karşı çıkmıştır. Erdoğan’ın, Öğrenci Andı’ndaki ifadelerin  “ırkçı” olduğunu ifade etmesi, önemli bir kesim tarafından, 15 Temmuz 2016 önceki söylemlerine geri dönme olarak algılanmıştır. Recep Tayyip Bey; işi daha ileriye götürüp “...Bize göre milletimizin en büyük en etkili andı İstiklal Marşı’mız’dır. Onun dışında bir and tanımıyoruz, tanımayacağız.” diyerek konuyu farklı noktaya taşımıştır. Bu konuşmadan sonra bazı yazarlar, konuşmacılar ve akademisyenler; “İstiklâl Marşı’ndan başka And tanımayız.” demeye başlamışlardır. Bu açıklamalardan sonra Millî Eğitim Bakanlığı, Danıştay kararını uygulamayacaklarını ve Yönetmelik’i iptal eden Danıştay 8.Dairesinin kararına itiraz edeceklerini açıklamıştır. Millî Eğitim Bakanı da, “Cumhurbaşkanı’nın durduğu yerdeyiz” diyerek durduğu yeri ortaya koymuştur. Böyle olunca Danıştayın Millî Eğitim Bakanlığının itirazı ve Cumhurbaşkanı’nın görüşü yönünde karar verebileceği yorumları ağırlık kazanmıştır. Nitekim Danıştay İdarî Dava Daireler Kurulunun; 12 Mart 2021 tarihinde, Andımız’ı görüşüp 4’e karşı 11 oyla Danıştay 8.Dairesinin kararını bozduğu kamuoyuna yansımıştır. Bunun üzerine Devlet Bahçeli, 15.03.2021 tarihinde, “Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun Öğrenci Andı’yla İlgili Kararı” üzerine yaptığı yazılı açıklama ile yine sert tepki vermiş ve Türklük konusunda her zaman gösterdiği hassasiyeti Andımız kararında da göstermiştir.(*)Hatta Bahçeli; Danıştay İdari Dava Daireler Kurulu kararını “pimi çekilmiş bir bomba” olarak nitelemiş, maksatlı bulmuş ve Danıştay’ın bu karardan dönmesini istemiştir .
            Bu açıklamaya rağmen “fitne odakları” yeniden devreye girmiş, MHP’ni ve Devlet Bahçeli’yi Andımız kararı üzerinden sıkıştırmaya, Cumhur İttifakına zarar vermeye gayret göstermişlerdir. Hâlbuki bu konuyu kalıcı olarak çözmek ve “fitnenin önünün kesmek”  için 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununa Öğrenci Andımız’ın ilköğretim kurumlarda okunmasını içeren bir cümlelik bir ekleme yeterli olacaktır.
           Andımız’a karşı çıkan ekibin, 20-30 yıl geriye gidildiğinde, Öğrenci Andı’ndan önce İstiklâl Marşı’na da karşı olduklarını, “Kahraman Irkıma” ifadesini de “ırkçı” bulup kaldırılmasını, değişik vesilelerle, istediklerini hatırlatmam yerinde olacaktır. Günümüzde “İstiklal Marşı Tek Andımız.” açıklamaları beni geçmişe götürmekte ve günümüzde yapılanlarla beraber Öğrenci Andı’ndan sonra sırada “İstiklâl Marşı mı var?” sorusunu sormaya sevk etmektedir. Andımızın kaldırılması bir başlangıç mıdır? Çünkü Andımız ile ilgili tavır ortaya konulurken konu andımızın yazarı Dr. Reşit Galib’in kökenine(*), kimliğine / kişiliğine, İstiklal Mahkemesinde görev almasına, hatta ezanın Türkçe okutulmasına ve metnini yazdığına kadar dillendirilmesi, konunun nerelere taşındığı dikkate alındığında, “Çarşambanın gelişi perşembeden bellidir.” özlü sözünü hatırlatmaktadır.    
           Ezanın Türkçe okutulmasını sağlayan ve metnini yazanın da Reşit Galip olduğunu gündeme getirme, anlaşıldığı kadarıyla, Türk milleti tabanında Andımız ile ilgili oluşan olumlu havayı, ezan ile birleştirerek kırılmak istendiği ve yazarından dolayı Andımız’ı itibarsızlaştırma hedefi güdüldüğü anlaşılmaktadır. Zaten ezanın Türkçe’ye tercümesinin Reşit Galip tarafından yapıldığı iddiası, 2013 yılında bir yazısında, Murat Bardakçı tarafından reddedilmiştir.  Bu bağlamda Celaleddin Rumî’nin “Şer işlerin büyüklerinden önce küçüklerinden sakın. Çünkü büyükler küçükleriyle ortaya çıkar” ifadeleri yabana atılmamalıdır.
            Türk milletinin tamamına yakını;  hiçbir dönemde Andımız’dan da muhtevasından da İstiklâl Marşı’ndan da rahatsızlık duymadığı gibi İstiklal Marşı ile Andımız’ı da karşı karşıya getirmemiş, birbirine alternatif görmemiş ve her ikisini de yerli yerinde kullanmıştır.  
            Bana göre Andımız’ın ifadelerinde bir dışlama, ötekileştirme değil tam aksine bir kimlik inşa etme, belirli değerleri kazandırma, kucaklama, kuşatma, bütünleştirme ve İslâm’ın emrettiği doğru olma, çalışma, küçükleri koruma ve büyükleri sayma, yurdunu ve milletini sevme, milletine ve kimliğine sahip çıkma, Türkiye’yi ve Türk milletini muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma “ahd”i vardır. Andımız’da belirtilen değerlerin, terimlerin, kelimelerin ve anlamlarının   ifadesi; Kuran  ayetlerinde    ve Hz. Muhammed’in hadislerinde  yer bulan değerlerdir, faziletlerdir .Çünkü bir milletin millet olması, teknolojiyi yakalaması, güven oluşturması doğrulukla, çalışkanlıkla, küçüklerini sevmekle, büyüklerini saymakla, yurdunu ve milletini sevip kalkındırmakla, kısacası ecdadın formüle ettiği “Din ü devlet, mülk ü millet” (din ve devlet, mülk/vatan ve millet)  gibi dört esas/değer  ile  doğrudan ilgilidir.
Her milletin kutsal saydığı ve uğrunda mücadele ettiği temel değerler vardır. Bu değerler, topluluğu millet yapan ve bağımsız yaşamasını sağlayan değerlerdir. Bu dört değer; millet olmanın, bağımsız kalmanın göstergesi ve gereğidir.  
Din ve devlet, mülk/vatan ve millet; birbirine bağlı ve biri olmadan diğeri olmayacak değerlerdir. Bunlar, toplumu canlı ve diri tutan, topluluğa yaşama aşkı veren kutsal unsurlardır. Dörtlü bir şekilde formülleştirilen bu değerlere önem vermekte Türk milleti ilk sırada gelmektedir. Devlete saygıda, dine uymada, vatana bağlılıkta ve milleti sevmede Türkler birincidir denirse bir hak teslim edilmiş olacaktır.
Bunlar niçin önemlidir? Çünkü benim tanımıma göre “ Millet, ortak değerler ve ülküler etrafında bir araya gelmiş bilinçli bir topluluktur.”; bu topluluğun sahip olduğu bir devlet, o devletin dayandığı millet, o milletin hür olarak üzerinde yaşadığı bir ülke yoksa; insanın insan olarak yaşaması, dinî ve millî değerlerini yaşatması, varlığını sürdürmesi pek mümkün değildir.
Atalarımız; bunlarsız var olmanın imkânsız olduğunu bildikleri için bu dörtlüye çok büyük önem atfetmişlerdir. Onlar; bunları “namus” bilmiş ve uğrunda savaşmaktan çekinmemişlerdir. Türkler; tarih boyunca, devleti ebed müddet, dini kâim, milleti daim ve vatani sâlim kılmayı kendilerinin ayrılmaz vasfı bilmişlerdir..   
Türkler; yeryüzünde insanların barış ve huzur içinde yaşamalarını da kendi insanî görevleri kabul etmişlerdir. Bu anlayışları dolayısıyla her zaman, mazlumun yanında ve zâlimin karşısında yer almışlardır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de gelecekte de dünyanın huzuru ve mutluluğu ancak Türklerin hâkimiyetiyle mümkün olabilecektir.
          Andımız’da söz konusu edilen “Türk’üm” ve diğer sözler/ifadeler; şemsiye kimliktir, üst kimliktir ve Türk milletidir . Andımız’daki yaklaşım ırkçılık değil Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesidir ve milletleştirmedir. Andımız’ın kaldırılması yönünde ileri sürülen görüşler ve yapılan yorumlar, “ırkçı yaklaşımlar” olarak değerlendirilmiş; kaldırılmasını teşvik edenler ve kaldırılmasını övenler de  “ırkçılık” ile itham edilmişlerdir ve edileceklerdir de…
            Andımız’ın kaldırılması ve o yönde yapılan yorumlar; “imamenin ayrılmasına ve tespihin tanelerinin dağılmasına yol açacak ipin kopması” ile birlikte “sarı öküz” misali arkasından diğerlerinin geleceği şeklindedir. Bunun için bu ve benzeri konular akıllıca, mantıklıca değerlendirilmeli, ayrıştırmaya yol açabilecek “tuzak ifadeler”den ve yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Türk milleti; geçmişte yaşanmış olumlu ve olumsuz olaylardan ders çıkaracak hem zekâya ve yeteneğe hem bilgiye ve birikime hem de tecrübeye sahiptir. Çünkü Türkiye’de 82/83 milyon insan aynı kaderi paylaşmış, aynı duyguları yaşamış ve et ile tırnak misali olmuştur. Geçmişte eti tırnaktan, canı candan, kardeşi kardeşten ayırmaya güç yetirilemediği  gibi günümüzde de güç yetirilemeyecektir!.
            Andımız başta olmak üzere kimlik inşasında etkili olan temel değerlerin tartışmaya açılmasıyla ilgili başlatılan süreç, sessiz çoğunluk tarafından tehlikeli bir süreç olarak algılanmıştır ve algılanmaktadır. Çünkü bu sürecin nerede duracağı, nelere ve nereye kadar uzanacağı kestirilememiştir/kestirilememektedir. Bunun; “şuna değmiş, buna değmemiş” noktasına kadar uzanabileceği, en az 7 bin yıllık Türk tarihine, İslâm’ı kabul ettikten bu tarafa devam eden 1200 yıllık Türk-İslam tarihine ve medeniyetine kadar dayanacağı; değerlerinden uzaklaştırılmış, kimliksiz ve kişiliksiz, ülküsüz ve ufuksuz, tarihinden ve kökünden koparılmış benliksiz bir kuru kalabalık yığını olacağı endişesi taşınmıştır/ taşınmaktadır.
         Türk’e, Türklüğe ve Türk milletine olumsuz bakışın, o değerlere olumsuz hatta “düşmanca yaklaşım”ın; geçmişte kimseye faydası olmadığı gibi günümüzde de olacağı düşünülmemelidir . Türklük hakkında yapılan olumsuz yaklaşım ve açılan savaş; iki şekilde algılanmaktadır. Biri Türklüğün ifade ettiği genişliğin ve kapsayıcılığın kavranamaması, diğeri kasıttır. Çünkü kaldırılmasını isteyenlerin ve kaldırılmasına olumlu bakanların gerekçeleri arasında; Andımız’daki ifadelerin formatlamaya yol açtığı vardır. Eğer bu iddia doğru olsaydı bugün herkesin o içeriğe uygun davranması gerekirdi; 80 yıl sonra hala birileri “Ben şuyum ve ben buyum.” diyorsa demek ki tek tipleştirme, formatlama gibi bir niyet de hedef de yoktur, olmamıştır da… Andımız’ın yazarı Reşit Galib’in de, Andımız’daki ifadeleri açısından değerlendirildiğinde, böyle bir niyet taşımadığı ve kendisi gibi yurdunu, milletini seven ve o yolda canını fedadan çekinmeyen idealist / ülkücü(*) nesillerin yetişmesini istemiş olduğu anlaşılmaktadır.
          “Türküm” kavramı ve “Ne mutlu Türk’üm diyene.” vecizesi; kültürel bir kimliği yansıtmaktadır, mensubiyet bilinci oluşturmaktadır, “anahtar söz”dür ve  “iç ve dış oyunları” boşa çıkaracak temel sözdür. Düşmanlıkları bitirecek, dostluğu pekiştirecek ve oyunları bozacak sözler, ifadeler önemlidir. Bu topraklarda Kürt ile Türk beraber yaşamıştır; 5 milyon civarında aile karma evlilik yapmış ve 25-30 milyon civarında insanın kanı birbirine karışmıştır; beraber sevinip beraber ağlamıştır, “et ile tırnak ve ruh ile can” misali olmuştur, eti tırnaktan, canı candan, kardeşi kardeşten ayırmak geçmişte başarılamadığı gibi günümüzde de başarılamayacaktır.
Türkler /Türk milleti de; tarih boyunca ve hâkimiyetleri dönemindeki uygulamalarda Türk adını, dar anlamda değil, geniş ve kuşatıcı / kapsayıcı anlamda kullanmıştır. Günümüzde olduğu gibi o dönemlerde de “Türk olmak /Türk sayılmak” için Türk anadan ve babadan gelmek değil, kendini Türk’e mensup hissetmek, Türk kültürünü benimseyip yaşamak, Türk kültürü ortak paydasında buluşmak, Türklük bilincine sahip olmak, Türklüğün faydasına çalışmak, “Ben de Türk’üm!” diyebilmek yeterli görülmüştür ve yeterli görülmektedir. Çünkü Türk, en eski ve köklü bir soyun, 30’dan fazla “boy”un üst kimliğinin ve bir milletin adıdır. Geçmişleri en az 7 bin yıl geriye giden, bu süre boyunca Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika kıtalarına yayılmış, günümüz dünyasında var olan 700-800 milyonluk “Turani kavimlerin/ milletin” adı Türk’tür; dünyanın en köklü ve en kalabalık bir soyudur aynı zamanda milletidir.  Zaten Doğulu ve Batılı araştırmacılar; Sümerlerin, Kimmerlerin, Medlerin, İskitlerin/Sakaların, Elamlıların, Karduların, Urartuların, Partlıların, “Ermeniler”in Turanî / Türk soylu olduğunu ortaya koymaktadır.  Anadolu/Türkiye halkının hemen hemen tamamının “saf Türk” olduğuna ilk işaret eden kişinin /araştırıcının da Arnavut veya Çerkez diye bilinen, Kamusu’l-Alam’ın ve ilk büyük Türkçe Lügat olan Kamus-ı Türkî’nin yazarı Şemseddin Sami (1850-1904) olduğunu vurgulamak günümüzde kendini farklı bir etnik unsurun parçası gibi görmeye çalışanlara örnek olmalıdır. Günümüzde söz konusu edilen dilleri/lehçeleri kullananlar Türk’tür ve konuştukları diller/lehçeler de Türk dilidir/Türkçedir.
Türkler;  tarih boyunca, “Turan” diye bilinen bölgede yaşamışlardır ve “Turanlı diye bilinen bir ırkın önemli bir parçası”dır. Turan kavimlerinin konuştukları diller arasında çok büyük benzerlikler ve yakınlıklar bulunmaktadır. Bu diller; Türkçedir ve/veya Türkçe’nin değişik lehçeleridir. Türkçenin değişik lehçelerini günümüzde kullananlar da, Türkçeyi unutmuş ve değişik dinleri benimsemiş fakat kendinin Türk hisseden, Turani kavim ve Türk milleti şemsiyesi altında gören dünyadaki 700-800 milyonluk “kitle” de Türk’tür.
 Sonuç olarak Andımız’ın ilköğretim kurumlarında okutulması elzemdir. Çünkü Andımız’ın muhtevası;  Türk milleti için hem dinî hem millî ilkeleri, Allah’ın ve Peygamber’imiz Hz. Muhammed’in insanlıktan yerine getirmesini istediği faziletleri ve temel esasları içermektedir.  Ayrıca bu “değerler”; Türk ulularının/önderlerinin vecizelerinde sıklıkla vurguladıkları ve var olmanın şartı saydıkları değerlerdir.
 Andımız; kapsayıcı ve kuşatıcıdır, bölünmenin ve “fitne”nin panzehiridir, birliğimizin ve bütünlüğümüzün “harcı”dır. Bundan dolayı  Öğrenci Andı/Andımız  eskiden olduğu gibi ilköğretim kurumlarında okutulmasının yolu açılmalı  ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununa bir madde eklenerek bu sağlanmalıdır.