DEVLET ADAMI VE KÜLTÜR ADAMI ATATÜRK’Ü TANIMAK

30 Mayıs 2019 11:05 Prof. Dr.Abdurrahman KÜÇÜK
Okunma
4407
DEVLET ADAMI VE KÜLTÜR ADAMI ATATÜRKÜ TANIMAK

Son günlerdeki gelişmeler, “Atatürk’ü anlamak”, iyi anlamak ve tanımak gerektiğini gündeme getirdi.
Atatürk’e karşı gibi görünenlerin de “Atatürkçü geçinenler”in de Atatürk’ü bütün yönleriyle iyi tanıması ve anlaması lazımdır. Tanımadan anlamak, anlamadan karşı olmak, ne ilmîdir ne insanidir ne de mantıkîdir.
Günümüzde Atatürk ile İslam’ı karşı karşıya getirmek, birbirinin alternatifi olarak sunmak hastalığına tutulanlar vardır. Bunları birkaç gruba ayırmak mümkündür. Bir kesim, Atatürk diyerek, İslam’ı devreden çıkarmak istiyor; diğer bir kesim, İslam diyerek Atatürk’ü devreden çıkarmak istiyor. Buna bağlı olarak karşı karşıya getirilen diğer bir konu da; İslam-laiklik çekişmesidir. Bu yaklaşımlar yanlış, yersiz, yakışıksız ve belki de “kasıtlı”dır.
Ben, bu tartışmaların sebeplerini iki grup altında topluyorum. Bunlardan birisi, “bilgisizlik”, diğeri de  “kasıt”tır. Bilgisizlikte; hem Atatürk’ü hem de İslam’ı bilmeme, yeteri kadar tanımama vardır. İslam’ı bildiğini zanneden Atatürk’ü, Atatürk’ü bildiğini ve tanıdığını zanneden de İslâm’ı yeteri kadar bilmemekte ve tanımamaktadır. Bilen bazı kesimler de konuya, ideolojik ve siyasi baktığı için, tek taraflı ve yanlış anlaşılıyor, konuyu başka zeminlere çekerek saptırıyor ve bundan menfaat sağlamak istiyor. Bu bakışta ve yaklaşımda; ya siyasi ya ideolojik ya dinî yaklaşım ya da menfaat söz konusudur. Hâlbuki gerçek onların düşündüğü ve istismar ettiği gibi değildir.
Atatürk; İslam’ı, Türk tarihini, dünya tarihini, devlet yönetimini bilen ve bunların şuurunda olan bir liderdir. O, Türk milliyetçisidir. Türk kültürü etrafında bir millet oluşturmuş ve bu oluşumda İslam’ı temel almış, Müslüman olmayı öne çıkarmıştır. Bunu Yunanistan’daki Türklerle Türkiye’deki Rumların mübadelesinde de göstermiştir. Türkçeden başka bir dil bilmeyen, fakat Hristiyanlığı din olarak benimsemiş bazı Türkler Yunanistan’a gönderilmiştir. Buna karşılık oralarda bulunan Müslüman unsur (kökenine bakılmadan) Türkiye’ye getirilmiştir. Burada dinin belirleyici unsur olarak dikkate alındığı anlaşılmaktadır.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında, bazı ilkelerin benimsenmesinde, hep Türk milletinin menfaatini düşünmüştür. Türk milletinin ilimde ve teknikte dünya milletleri arasında hak ettiği yeri alması, “çağı yakalaması” Atatürk’ün hedefi olmuştur. Bu hedefe varmak için o, gerekenin yapılmasına özen göstermiştir. İslam’ı, Türk dilini, Türk tarihini, Türk kültürünü ve bütün değerlerini öne çıkarmak, onları en iyi şekilde öğretmek ve cehaleti gidermek onun ülküsü olmuştur. Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamaları gecesinde, kendisine sorulan bir soruya Atatürk’ün cevabı çok önemlidir. O gecede Dr. Zeki Bey, Atatürk’e “Milletlerin babadan oğla sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız.” demiştir. Atatürk de buna karşı şunları söylemiştir: “… Bunlar konuşulmaz yaşanır. Elbette milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülkü, devlet tarafından açıklanamaz! Millet tarafından yaşanır. Nasıl, bakarken gözlerimizin farkında değilsek, ama bizim görmemizi sağlıyorsa, ülkü de bütün davranışlarımızda farkında olmadan yaşanır ve bizim davranışlarımıza yön verir…”.
Atatürk’ün Cumhuriyet’in 10. yılının gecesinde Dr. Zeki Bey’in soruları üzerine temas ettiği konulardan birisi de Sovyetlerdeki Türkler ile ilgilidir. Bu konuşmasında o, Sovyet Rusya’nın tıpkı Osmanlı Devleti gibi, Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabileceğine, dünyanın yeni bir dengeye ulaşacağına işaret etmiş ve şöyle devam etmiştir: “O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bugün, bizim bu dostumuzun yönetimde, dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya, onları arkalamaya hazır olmalıyız… ‘Hazır olmak’ yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak!... Dil, bir köprüdür; inanç, bir köprüdür; tarih, bir köprüdür… Bugün biz bu kitlelerden, dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından kopmuş, ayrılmış, çok uzaklara düşmüşüz…” .