TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN İNŞÂSINDA TÜRK DÜNYASININ BİLGE İSİMLERİ
Selim YILDIZ
Türk milliyetçiliği İlber Ortaylı’nın da tespiti ve ifadesi kadarıyla kan, barut, ateş, ter ve gözyaşı ile vücut bulmuş bir var olma mücadelesi şeklinde 20. yy.e adım atmıştır. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa’nın “Çok acı çektik, çok kan akıttık, çok gözyaşı döktük. Bütün bağımsız milletler gibi biz de bağımsız olmak istiyoruz.” çıkışı da bu varlık mücadelesinin uluslararası alanda artık dile gelişiydi. Birçok tanımı ve tarifi olan milliyetçilik, Hans Kohn’a göre, telkin ve ilham anlarında din misali, Allah’ın ve insanların hâlivicdanisine müteallık olmayıp, daha ziyade birleşmiş ve başlıca vatanları ve ocakları etrafında toplanmış olan bütün bir milletin vecdi ve hâlivicdanisidir. Bu vecd ve vicdan hâl, Türk birliği düşüncesinin kurucularından Ziya Gökalp’te Turan etrafında kendini göstermiştir. Ona göre Turan, hayalî bir baba ocağı değildir. Asya’da yaşayan Türk kabileleri Türk bayrağı altında toplanacaklardır… Fertlerin bütün zeval bulan hayatlarından müteşekkil olup ebedî bir hayat vücuda getiren tek bir kütle olarak birleşeceklerdir.
Milliyetçilik ister kan isterse ırkçılığa dayalı olsun Avrupa'da 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra çeşitli Pan (Birlik) hareketlerinin doğmasına yol açmıştır. Bunların ilki Alman milliyetçilerinden esinlenen ve bütün Alınanları, Büyük Almanya adı altında birleştirme amacını taşıyan Pangermenizm akımı ortaya çıktı. Buna benzer bir akım da özellikle Ruslar tarafından başlatılan Panislavizm hareketidir. Türklerin en çok karşı karşıya geldikleri hareket, bu harekettir. Çünkü bu akım imparatorluk içerisinde ayaklanan İslav topluluklarının arkasındaki itici güçlerden biri oluyor, hem de Rusların bu bölgelere müdahalesi için bir zemin hazırlıyordu. Türklerin imparatorluk dışındaki dindaşlarına karşı gittikçe artan ilgileri ve bu ilginin gittikçe bir Panislamizm ve Pantürkizm doğru gelişmesi, biraz da yukarıda belirttiğimiz Pan (Birlik) hareketlerinin etkilerine bağlanabilir. Ancak Türklerin bu hareketlerinin temelindeki dil ve ırk birliğinin şuuruna varmaları ve böylelikle kendileri açısından tam bir karşılaştırma yapmış olmaları da mümkündür. Bu milliyetçi teorileri uygulamak ve düşünmek için Türk milliyetçiliğinin yeniden canlandırılması ve Türk kelimesine itibar kazandırılması gerekiyordu. Avrupalılar, bu noktada Türk aydınlarının esin kaynağı olmuştur. Osmanlı aydınları, Türk ve Türkiye terimlerini kullanmazlarken Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsederken insanlara Türk ve ülkeye Türkiye kelimelerini kullanmaya çok önceden başlamışlardı. Dış dünya ile gelişen ilişkiler sonucunda Türk devlet adamları ve aydınları bu terimlere alıştılar. Türk milliyetçiliğine etki eden bir başka noktada Avrupalıların Türkler hakkındaki yazdıkları eserler olmuştu. Bu yazı ve eserlerde Türkler hakkında belli başlı iki ayrı görüş yansıtıyordu; bunlardan birincisi, daha önceki yüzyıllarda, Türklerin Avrupa'daki fetihleri döneminde Avrupa'da bazı kesimlerde oluşturulan “barbarlar” kelimesi ile şekillenmişti. Bu da Türk aydınlarının tarihe dönerek araştırma yapmasına yol açmıştı. Diğer yönden Avrupalı aydınların bir kısmı Türklere değişik gözle bakıyorlar, onların faziletlerinin, kültürlerinin yüceliğini bu hatıralar ve gözlemler Türk okuyucularının millî gururunu okşuyordu. Bunlara benzer başka kaynaklarda yazılmaya başlamış ve ilmî olarak kabul edilen eserler çoğalmaya başlamıştır. Bunlar arasında Fransız Joseph de Guignes, Lumley, Arminius Vambery, Musatafa Celaleddin Paşa, Radloff, Gibb, Orhun Yazıtları’nı çözen V. Thomson ve Leon Cahun gibi isimler ön sıralardadır. Cahun 1896'da Paris'te yayımladığı “Asya Tarihine Giriş” kitabında Avrupa'ya medeniyeti getiren unsurun Turan kavimleri olduğunu ileri sürmüştür.
Türk milleti, Göktürk çağlarında üstte mavi gök altta yağız yer arasında bir vatanda var olduğunu söylemiş, gün doğusundan gün batısına kadar olan bir coğrafyayı mücadele sahası olarak belirlemişti. Türk milleti, bu dönemde temeli tevhit olan Gök Tanrı ve dini adına bir insanlık hayali ile millî ülküsünü tesise çalışmıştır. Ok atabilen ve yay gerebilen kavimleri hâkimiyet altına alıp Hun yapan Türk-Hun İmparatoru Mete Han’da millet şuurunun bozkır coğrafyasında ilk teşekkülüne tarih şahit olmuştu, akabinde ise Göktürk Kağanı Bilge Kağan’ın “Aç milleti tok, giyimsiz milleti giyimli yapma”, “millet için gece uyumama gündüz oturmama” esasına dayanan, hâkimiyet altına alınan boylar için “Türk Sir Budun” diye seslenişi ile millet ve milliyet duygusunun en derin ifadeleri taşlara kazınmıştır. Bu ifadeler “Türk beylerini besleyin, onlara zahmet çektirmeyin.” ifadeleri ile de milliyetçilik olarak en üst seviyede yerini almıştır.
Gazi Mustafa Kemal’in ifadesiyle “ Tarih hiçbir milletin varlığını inkâr edemez.” Milletin varlığını var eden o millete ait bir tarihin olmasıdır. Tarihsiz millet yoktur. Milletin varlığını sürdüren ise millî şuur, millî ülkü ve mahşerî vicdanla örülmüş bir milliyetçiliktir.
Türklük, 624 yıllık bir Osmanlı hanedanı evresinden sonra ikinci Ergenekon’u yaşamış 19 Mayıs 639 Kürşat İsyanı gibi 19 Mayıs 1919’da başlattığı hareketle Bozkurt Mustafa Kemal’in öncülüğünde kurtuluşu gerçekleştirmiştir. İşte bu kurtuluş süreciyle birlikte İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde kendini hissettirmeye başlamış olan Türk milliyetçiliği de tarih ve kültür temelinde inşa aşamasına girmiştir. Türklük, Kırım’dan, Kazan’dan, Azerbaycan’dan, Türkistan’dan, Balkanlar’dan gelen fikir ve mücadele adamları ile Anadolu’da süzülmüş ve mayalanmıştır. Bu mayada ciddi katkısı olan Türk dünyasının öncüleri ve haklarında kısa bilgiler aşağıda verilmiştir:
Şahabeddin Mercani: Tatar Türklerinden olan Şahabeddin Mercani, 1818-1889 yılları arasında yaşamıştır. 1876’da Rus devletinin yardımı ile açılan ve Türkolog Radloff’un idaresindeki bir öğretmen okulunda 1884’e kadar tarih ve din dersleri okutmuştur. Kazan Arkeoloji Cemiyetine üye seçilen Mercani, 1877’de Kazan’da toplanan IV. Arkeoloji Kongresine iştirak etmiştir. Bulgar ve Kazan tarihine dair ilk ilmî araştırma olan eseri kongreden sonra Radloff tarafından bastırılmıştır. İdil-Ural Türklerinin tarihini incelemekle Mercani millî şuurun gelişmesinde rol oynamış ayrıca Türk dünyasında Usul-i Cedid olarak gelişme gösteren hareketin de önemli bir halkasını oluşturmuş, İsmail Gaspıralı’ya da ilham kaynağı olmuştur. Eserlerinde Çağatay Türkçesi ve Kazan lehçesinden pek çok kelimeyi bir arada kullanmıştır.
Abdullah Battal Taymas (1883-1969): Tatar Türklerinden olan Taymas, İstanbul’daki Resulzade Neşriyatına Kazanlı imzasıyla yazılar yazmış ve Kazan Türkleri adlı eserini hazırlamıştır. 1925 yılında Fuat Köprülü’nün isteği üzerine Türkiyat Enstitüsünde çalışmalar yapmıştır. 1932’de I. Türk Dil Kurultayına katılmış, Çağatay ve Osmanlı Türkçeleri üzerine bir bildiri sunmuştur. Yeni kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyetine üye olarak destek ve emek vermiştir. Ziya Gökalp’ın yolundan gitmiş olan Taymas, Türklük fikrini geliştirmeyi ve yaymayı kutsal ödev olarak görmüştür.
Türk Kültürüne “Kutadgu Bilig ve Atabetü’l-Hakayık” gibi çalışmalarıyla katkı sunmuş olan Reşit Rahmeti Arat da Tatar Türklerinden ve ilmiye sınıfına mensup bir ailedendi. 1940-1949 yılları arasında Türkiyat Enstitüsü müdürlüğü yapmış, ayrıca “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü”nün kurucuları arasında yer almıştır.
Şeyh Süleyman Efendi: 1821-1890yılları arasında yaşamış olan Şeyh Süleyman Efendi Özbek Türklerindendir. 1847’de Buhara Emirinin Dersaadet kapı kethüdası olarak İstanbul’a gelen Süleyman Efendi’nin dil, folklor ve siyaset alanlarıyla meşgul olduğu görülür. Bu çalışmaların şüphesiz en önemlisi 1882’de yazdığı Lügat-ı Çağatay ve Türkî-i Osmanî adlı sözlüğüdür. Bu sözlüğü ikinci vatanı olarak gördüğü Osmanlı Türklerine hediye olarak yazdığını belirtmektedir. Şeyh Süleyman Efendi, Türkistan’dan hacca gitmek üzere yola çıkan Türkistanlıların İstanbul’da konaklamaları için kurulmuş olan Özbekler Tekkesi şeyhliği de yapmıştır. Osmanlı hanedanının sefiri sıfatıyla Hindistan, Afganistan ve Türkistan’a görevli olarak gönderilen Şeyh Süleyman Efendi, Gazi Osman Paşa’nın kılıcını getiren Macarlara teşekkür için Macaristan’a gönderilen heyetin de başkanıydı.
Yine Ankara’da “Türkistanlılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği”ni kurmuş ve başkanlığını yapmış olan İbrahim Yarkın, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Sosyoloji Bölümü hocalığı yapan Tahir Çağatay, Türk milliyetçiliğine katkı sağlamış Özbek Türklerindendi.
İsmail Gaspıralı: 1851’de Kırım’ın Bahçesaray kasabasında dünyaya gelen Gaspıralı, Türk ve Müslümanların uyanmasına hizmet etmiş değerli bir gazeteci, eğitimci, yazar ve düşünürdür. Moskova Askeri Lisesinde Panslavizm ve Türk düşmanlığı Gaspıralı’nın Türk milletine daha derinden bağlanmasına yol açmıştır. Mengli Giray Han’ın yaptırdığı Zincirli Medrese’de Rusça öğretmenliği, Yalta yakınlarında Dereköy Türk okulunda öğretmenlik yapmış, kısa bir süre de Paris’te bulunmuştur. 1879’da seçildiği Bahçesaray Belediye Başkanlığını dört yıl yürütmüş, Genç Molla adıyla Tavrida gazetesinde Rusya Müslümanlarına yönelik seri yazılar yazmıştır. Kendi buluşu olan Usul-i Cedit alfabesini Rusya Türkleri arasında kabul ettirmiştir. İstanbul ağzına çok yakın olan edebî bir dili ilkokullara sokmaya çalışmış ve bu yolda 1883 yılında Bahçesaray’da “Dilde, fikirde, işte birlik” ilkesiyle Tercüman gazetesini yayımlamıştır. Bu ilke bugün de şüphesiz Türk milliyetçiliğinin özü ve özetidir. Bütün hayatını Türklüğün cehalet ve taassuptan kurtulup yükselmesi uğrunda harcayan Gaspıralı’ya göre “…Şark Meselesi, maarif meselesi demektir.” Ona göre, Türk dünyasındaki birliğin en önemli unsuru dil birliğidir. 1909’da İstanbul’da genç ve aydınların coşkulu gösterisiyle karşılanmış olan Gaspıralı 1914’te vefat etmiştir.
Gaspıralı, 27 Haziran 1914’te İkdam gazetesindeki bir yazısında “… Şimdi Türkiye’nin toptan, tüfekten, baruttan ve intikam almaya kalkışmaktan ziyade, ziraatı ileri götürmeye, iktisadi teşebbüslere girmeye, maarifi hakkıyla tamim ve tesise, vesait-i nakliyeyi ikmale ve pek ziyade zengin olmaya ihtiyacı var. Bunun için Türkiye ziraat memleketi olmalıdır.” demekte kendi tabiriyle Türkiye’nin hakiki terakkiye gidecek yolunu çizmektedir.
Cafer Seydahmet Kırımer (1889-1960): Kırım istiklal davasının lideri ve ünlü fikir adamı ve yazar olan Kırımer, ortaokul ve liseyi İstanbul’da tamamlamış, milliyetçi Türk yazar, şair ve hürriyet mücahitlerinin etkisinde kalmıştır. 1908’den sonra Abdurrahim Sukuti ve diğer arkadaşlarıyla İstanbul’da “Kırım Talebe Cemiyeti”ni kurmuş, Kırım Türk’ünün kültürel ve sosyal seviyesini yükseltmeyi amaç edinmiştir. İstanbul’da Şahap Nezihi takma adıyla “Yirminci Asırda Tatar Millet-i Mazlumesi” adlı ilk eserini yayınlamıştır. Kırım’ın bağımsızlığı için 7 Nisan 1917’de Akmestci t’te teşkilat oluşturulmuş olan ve Enver ve Talat Paşalarla da iletişim hâlinde olan Kırımer’e göre, “Tarihten ders alan Türk gencinin mefkûresi ancak milliyet olabilir. Milliyetçiyiz demek Türkçüyüz demektir. Çünkü Türk tarihi yalnız bir ülkenin malı değildir. Türk kültürü yalnız bir kabileye münhasır değildir. Türk dili yalnız bir yurtta konuşulmaz. Bütün Türkler bir millettir.”
Bekir Sıtkı Çobanzade (1893-1939): Kırımlı Türkolog, dilci ve millî şair olan Çobanzade, Gyula Nêmeth’ın öğrencisi olarak Türk, Macar ve Arap dillerini incelemiş bu alanda doktor olmuştur. 1924 yılında davet edildiği Bakü Üniversitesinde yıllarca hocalık yapmıştır. Türkçe için bir tek terminoloji belirleneceğini savunmuş, Sovyetler Birliği’ndeki Türkler arasında “Latin Alfabesini Kökleştirme Komitesi”nin başkanlığına getirilmiş, Latin harflerinin kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır. Şiirlerini Kıpçak lehçesinde yazmış olan Çobanzade’nin eserleri dil, edebiyat ve gramer üzerinedir.
Şevki Bektöre: Kırım Türklerinden şair ve pedagog olan Bektöre, küçük yaşta ailesiyle beraber diğer Kırım asıllı göçmenlerle birlikte Haymana dolaylarında Karakaya .köyünü kurarak yerleşmişlerdi. Ailesini kaybedince Kırım’a dönmüş daha sonra da Kırım Türklerinin mücadelesine katılmıştır. Ayrıca 1926’da Bakü’de toplanan “Şark Milletleri Kongresi”ne Dağıstan delegesi olarak katılmıştır. Hayatı sürgünlerle geçen Bektöre, 1956 yılında Türkiye’ye gelerek İstanbul’a yerleşmiş ve 1961 yılında vefat etmiştir. Ankara’da 1965’te basılan “Volga Kızıl Akarken” adlı kitap onun bir nevi çileli yaşamını anlatmaktaydı. Kendi ifadesiyle de Bektöre’nin en büyük iki dayanağı karısı ve şiirleriydi.
Rusya Türklerinden olup, Fuat Köprülü’nün de asistanlığını yapan Akdes Nimet Kurat, Kazan Türklerinden olup Türk lehçeleri üzerine çalışmaları olan Saadet Çağatay, yine Kazan Türklerinden olan Ahmet Temir de Türklüğe hizmet etmiş önemli isimlerdir.
Aslen Kırımlı olan Müstecip Ülküsal da Türk birliğini ve Türkçülüğü savunmuş, Kırım istiklal davası için mücadele etmiştir. Ona göre, “Bütün Türkler bir tek millettir.” Ülküsal’a göre, “Türkçe konuşan, Türk kültürünü, Türklük şuur ve idealini benimseyen ve Türk gelenekleriyle yaşayan kişiye Türk denir.”
Dr. Edige Kırımal ve Avukat Müstecip Ülküsal, Türkiye Cumhuriyeti’nin de çabaları sonucu II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’nın Berlin şehrine gittiler. Kırımal ve Ülküsal burada Alman yetkililerle ülkelerinin ve Kırım halkının geleceği hakkında girişimlerde bulundular. Aynı şekilde Kırım’da da bir kısım Kırım Türk’ü, vatanlarının Sovyet Rus hâkimiyetinden kurtularak bağımsız bir Kırım Türk Devleti hâlini almasını istiyordu. Bu gaye ile Alman ordusu bünyesinde kurulan askerî taburlarda bu düşünce içinde olan bazı Kırım Türkleri yer aldı. “Gönüllü Nefs-i Müdafaa Taburları” olarak da adlandırılan bu teşekküllerde yer alan Kırım Türklerinin bir bölümünün ise Alman esir kamplarında bulunan askerlerden oluştuğunu belirtmek gerekir.
Zeki Velidî Togan (1890-1970): Bir Başkurt olan Togan, Türk tarih bilginidir. 1908 yılında Kazan’a gitmiş bitirdiği Kasımiya Medresesinde öğretmenlik yapmıştır. 1912 yılında “Türk Tatar Tarihi” kitabını yayımlamış, Kazan Üniversitesine bağlı Arkeoloji, Tarih ve Etnografi Cemiyeti üyeliğine seçilmiştir. 1916’da Ufa eyaleti Müslüman lideri olarak Duma’ya seçilmiş, 1917’de Rusya Kurucular Meclisi üyesi olmuş, 1919’da Başkurdistan Harp Bakanlığına getirilmiş, 1920’de ise Devlet Başkanlığına seçilmiştir.
1923’te Rus işgali üzerine yurdundan ayrılan Togan, 1925 yılında Türkiye’ye gelmiş İstanbul Darülfünununda Genel Türk Tarihi derslerini vermeye başlamıştır. Atatürk’ün Türk Tarih Tezi üzerindeki tartışmalardan dolayı Türkiye’den ayrılmış Alman üniversitelerinde dersler vermiştir. 1939’da tekrar Türkiye’ye gelen Togan, İstanbul Üniversitesi tarih profesörlüğüne başlamış ve “İslam Tetkikleri Enstitüsü”nün kurulmasına öncülük etmiştir. Büyük Türk âlimi Togan’ın 400’e yakın eseri vardır. Onun, “Tarihte Usul” ve “Umumi Türk Tarihine Giriş” adlı eserleri hâlâ bütün tarih bölümlerinde önemini korumaktadır. Togan, başta Nihal Atsız olmak üzere ve birçok Türk milliyetçisinin hocası olması yönüyle de güncelliğini korumaktadır.
Hüseyinzade Ali Turan: Azerbaycan Türklerinden olan Ali Bey Hüseyinzade, 1864’te Salyan’da dünyaya gelmiş, 1940 yılında İstanbul’da ölmüştür. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda askerî hekim olarak Tesalya’da bulunan Ali Bey, İttihat Terakki Cemiyetinin de kurucularındandır. I. Dünya Savaşı sırasında Turan Heyeti olarak bağımsız Azerbaycan Devleti’nin kurulması için çalıştı. İlim ve fikir adamı olarak tanınan Hüseyinzade’nin şairlik yönü de vardır. Onun “Ondan Önce ve Sonra” adlı şiiri Mustafa Kemal Atatürk’ü, Millî Mücadele ve Cumhuriyeti anlatması bakımından önemlidir.
Hüseyinzade Ali Bey, fikirleri ve siyasi çalışmaları ile başta Ziya Gökalp olmak üzere, II. Meşrutiyet aydınlarını etkilemiş, Türkiye’de Türkçülük fikrinin doğmasında ve gelişmesine öncülük etmiştir. Terakki gazetesinde yayınladığı “Yazımız, Dilimiz, İkinci İlimiz” başlıklı yazıda Osmanlı edebî dilinin kabul edilmesini isteyen Hüseyinzade Ali Bey, Türk dünyasını tanıtıcı, birleştirici çalışmalar yapmış, milliyetçi, vatansever gençlerin yetişmesinde faydalı hizmetlerde bulunmuştur.
Hüseyinzade, Türk Yurdu Derneği, Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti, Deri ve Zührevi Hastalıklar Cemiyetinin kurucularındandır.
Ahmet Ağaoğlu: Azerbaycan Türklerinden olan Ahmet Ağaoğlu 1869’da Karabağ’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan’da millî bilincin uyanması için Türk milliyetçileri ile birlikte çalışan Ağaoğlu, 1905 İnkılabı’ndan sonra Ermeni taşkınlıklarına karşı “Difai” adında bir teşkilat kurmuştur. 1908’de İstanbul’a gelmiş olan Ağaoğlu, İttihat ve Terakki Merkez Umumi azası olmuş, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Mehmet Emin Yurdakul ile çalışarak Türk Yurdu dergisinin kurucuları arasında yer almıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Afyonkarahisar milletvekilliği yapmış olan Ağaoğlu, savaştan sonra İngilizlerce Malta’ya sürülmüştür. 1921’de serbest kalınca İrşat Heyeti ile birlikte doğu illerini gezmiştir.
Ağaoğlu'nun Malta'dan İstanbul'a dönüşü 28 Mayıs 1921'dir. Eve döndüğünde Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Neriman Nerimanav’un bir davet mektubuyla karşılaşır. Ağaoğlu'nu resmen Azerbaycan'a davet eden bu mektuba Ağaoğlu şu yanıtı verir: Pek aziz ve muhterem Neriman Beyefendi, eski bir dost hakkında gösterdiğiniz büyük teveccühe karşı çok minnettar ve müteşekkirim. Fakat üç türlü düşünce beni bu teveccühten yararlanmaktan menediyor; 1. Temsil ettiğiniz fikir sistemine katılmamaktayım, 2. Türkler için tek kurtuluş imkânının Osmanlı Türklüğünde bulunduğu hakkında sizce de bilinen eski fikir ve kanaatim, 3. Beni esaretten kurtararak bana yeniden can ve varlık vermiş olan Ankara'ya koşmanın benim için bir namus borcu olduğu fikrim.
Ağaoğlu Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Kars milletvekili seçilmiştir. Ağaoğlu Türkiye’de Matbuat Umum Müdürlüğü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlüğü, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde başyazarlık ve İstanbul Üniversitesinde de hocalık yapmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkasının da kuruluş sürecinde yer alan Ağaoğlu, partinin program ve tüzüğünün hazırlanmasında önemli katkılar sunmuştur. Hayatının son devresinde Batılı fikirlere sıkı bir şekilde bağlı olan Ağaoğlu 1939’da İstanbul’da vefat etmiştir.
Mehmet Emin Resulzade: Azerbaycan Türklerinden olan Resulzade, 1884’te Bakü’de dünyaya gelmiş, düzenli bir tahsil görmemiştir. 1905’ten sonra Bakü’de Hüseyinzade ve Ahmet Ağaoğlu’nun çıkardığı İrşat, Terakki, Hayat, Füyuzat gibi dergi ve gazetelerde yazarlık yapmıştır. Rus Bolşevik Partisinin uzantısı olarak Himmet adlı bir grup oluşturan Resulzade, 1908-1910 yıllarında İran İhtilal Hareketine karışmıştır. 1911’de İran hudutları dışına çıkarılan Resulzade, İstanbul’a gelmiş, Cemalettin Afgani’nin etkisinde kalarak Türkçülük akımına destek vermiş ve Türk Yurdu dergisinde yazılar yazmıştır. 1913’te Bakü’de Müsavat Partisine giren Resulzade, 1917’de parti başkanlığına seçilmiştir. Rusya Müslümanları Kongresinde esir Türkler için Millî Mahallî Muhtariyet tezini savunmuştur. Mehmet Emin Bey, Azerbaycan Devleti’nin kuruluşunda büyük hizmetleri olmuş ayrıca parlamento başkanlığına seçilmiştir. 1947’de Türkiye’ye gelen Resulzade, 1955’te ölene kadar Ankara’da bulunmuş Azerbaycan Kültür Derneğinin de kurulmasını sağlamıştır.
Bunların dışında Azerbaycan Türklerinden Mehmet Sadık Aran, Kızıl Rusya’nın elinden İran’a kaçarak 1924’te Türkiye’ye sığınmış bir değerdir. İstanbul’da “Azeri Türk Gençler Birliği”ni kurmuş, Azeri Türk, Yeşil Toprak, Ergenekon Yolu ve Türk Yolu dergilerini çıkarmıştır. Yeni Kafkasya, Yeni Türkistan, Bozkurt, Gökbörü, Kızıl Elma, Türkeli ve İlhan Darendelioğlu’nun Toprak aylık ülkü dergisinde şiir ve makaleleri yayımlanmış, Finlandiya’da 2 yıl süreyle Yeni Turan gazetesini çıkarmıştır. Ergenekon Yolları, İran Türkleri, Türkün Altın Kitabı önemli eserleridir.
Azerbaycan istiklal mücadelesine ömrünü adayan ve Anadolu’daki Türk milliyetçiliğine de büyük katkıları olan fikir ve mücadele adamlarından birisi de Mirza Bala Mehmetzade’dir. İstanbul’da, Komünizmle Mücadele ve Azerbaycan dergilerinde esir Türkler hakkında yazılar yazmıştır. Bütün yazı ve makalelerinin toplamı 2000’den fazladır. Bütün Türklerin bir federasyon hâline gelmesi taraftarıdır.
Azerbaycan Türklerinden Ahmet Caferoğlu ise Türkiye’de Türkiyat Enstitüsü müdürlüğü yapmış, çeşitli dergiler çıkarmış, 400’ün üzerinde bilimsel araştırma ortaya koymuştur.
Türkiye’de .Çınaraltı, Gökbörü, Bozkurt, Orhun ve Komünizmle Mücadele dergilerinde şiirleri yayımlanan Azerbaycan Türk’ü Elmas Yıldırım’ın da eserleriyle gençliğe Türkçülük ve vatanseverlik duygularını aşılaması bakımından Türk milliyetçiliğine hizmeti büyük olmuştur.
Musa Carullah: Kazanlı din bilgini ve yazar olan Musa Carullah 1875-1949 yılları arasında yaşamıştır. 1923’te İslamiyet elifbasını hazırladığı için Ruslar tarafından Moskova’da hapse atılmış ancak Finlandiya’daki hemşehrileri ve İsmet İnönü’nün yardımı ile serbest bırakılmıştır. 1926’da Mekke’de İslam Kurultayına katıla Musa Carullahbir çok İslam ülkesine, Finlandiya, Hindistan, Çin ve Japonya’ya da gitmiştir. 1932’de I. Türk Tarih Kongresine dinleyici olarak katılmış, 1947’de Türk uyruğuna geçmiştir.
Yusuf Akçura (1879-1935): Kazanlı Türklerden olan Yusuf Akçura, yedi yaşındayken annesiyle birlikte Stavrapol’a gitmiş, ardından İstanbul’a gelmiştir. İlk makalesi Şehabettin Mercani’nin“Tercüme-i Hal”i üzerinedir. Milliyetçiliği ve Türkçülüğü siyaset alanında da düşünen Akçura, Türkçülüğe ilk defa siyasi bir boyut kazandıran fikir adamımızdır. Kahire’de neşredilen Türk gazetesinde yayınlanan “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eseri bu doğrultudadır. Akçura, Gaspıralı İsmail’in “Tercüman” gazetesinde de yazılar yazmıştır. Akçura, Ahmet Mithat, Bursalı Tahir, Necip Asım gibi isimlerle Türk Derneğini, 1911’de Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Hüseyin Zade Ali ile birlikte Türk Yurdu Cemiyetini kurmuştur. Daha sonra Türk Ocağına dönüşen derneğin, Türk Yurdu dergisinin uzun süre başında bulunmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katılan Akçura, daha sonra Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinde millî tarihimizin aydınlatılması için çalışmıştır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Ankara Hukuk Fakültesi öğretim üyeliğinde bulunmuştur. İstanbul ve Kars milletvekilliği yapmıştır. 1932-1935 yıllarında da Türk Tarih Kurumu başkanlığını yürütmüştür. Akçura, Türk dünyasının geleceği açısından ortak dili zorunlu gören isimlerden birisiydi.
Sadri Maksudî Arsal (1880-1957): Kazanlı Türklerden olan Arsal, 1924 yılında Atatürk ile tanışmış, 1925 yılında ise Hamdullah Süphi’nin bir mektubu ile resmen Türkiye’ye davet edilmiştir. Sadri Maksudî, Sorbonne’da Türk tarihi okutan ilk Türk’tür. Türkiye’ye gelişi ile ilgili şunları söylemektedir: “Türkiye’de de vazifelerim var…Mustafa Kemal bu işi millî şuur sayesinde başardı. Milletleri yapan da ayakta tutan da millî şuurdur. Millî şuuru doğuran tarih şuurudur. Tarih şuuru tarihi tanımakla olur. Şimdi Türkiye’nin bir Dil Akademisine bir de Tarih Akademisine ihtiyacı vardır. Benim ikisinde de hizmetim olabilir. Her şeye rağmen gitmeliyim.”
Arsal, TBMM’de Şebinkarahisar ve Giresun milletvekili olarak iki dönem milletvekilliği yapmış, 1939’da İstanbul Üniversitesi tarih profesörlüğüne, 1941’de de Ankara Hukuk Fakültesine profesör tayin edilmiştir. 1950-1954 yıllarında ise Demokrat Parti milletvekilliği yapmış, 1957’de vefat etmiştir. Onun Türk Dili adlı eserine Atatürk de ön söz yazmıştır. Arsal’ın, 1947 de basılan “Kutadgu Bilig” ve 1955 de basılan “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları”adlı eserleri bugün de en bilinenler arasındadır.
Abdürreşid İbrahim: 1857’de Sibirya’da doğan Abdürreşid İbrahim Türk-İslam dünyası ve geleceği için büyük fedakârlıklarda bulunmuştur. 1884’te İstanbul’ gelmiş ve Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Muallim Naci, İzmirli İbrahim Hakkı ile görüşmüştür. Eğitim konularında Cemaleddin Afgani, Şahabeddin Mercani, İsmail Gaspıralı vb. ile mektuplaşmış, Yusuf Akçura ile görüşmüştür.
1911’de Trablusgarp Savaşı’nda cihat fetvaları dağıtmış ve cephede bulunmuş olan İbrahim, 1912’de Osmanlı vatandaşlığına geçmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Sarıkamış’a gitmiş olan Abdürreşid İbrahim, Almanların yardımı ile Ruslardan esir alınan Başkurt Türklerinden oluşan Asya Taburunu kurmuş, Irak Cephesinde İngilizlere karşı mücadele ettirmiştir. 1934’te Japonya’ya giden Abdürreşid İbrahim, burada arsası daha önceden alınan caminin temelini attırırmış ve İslam’ın Japonya’da resmî düzeyde tanınmasını sağlamıştır. İbrahim 1944’te Tokyo’da vefat etmiştir. Onun “Âlem-i İslam” adlı eseri Asya kıtası ruhu ile yazılmış önemli bir eserdir.
Halim Sabit Şibay: 1884-1946 yılları arasında yaşamış İdil-Ural Türklerinden olan Şibay, dil ve millî vicdanın arasında kuvvetli bir bağın olduğunu belirterek millî vicdandan gelen sosyal tazyikin dili birliğe doğru götürdüğünü yazılarında vurgulamıştır. Ziya Gökalp’ın en yakın arkadaşlarından olup, Darülfünunda birlikte dersler vermişlerdir.
Ayaz İshakî İdilli (1878-1954): Prof. Dr. Saadet Çağatay’ın babası olan Ayaz İshakî, İsmail Gaspıralı’dan büyük ölçüde etkilenmiştir. Mücadelesinin esasları şu şekilde sıralanmaktadır:
- Millî maarif,
- Rusya’da yaşayan bütün Türklere eşit vatandaşlık hakları,
- İdil-Ural Türklerinin bağımsız devlet kurmaları
Gazeteci, siyaset adamı ve edebiyatçı olan Ayaz İshakî Türkiye’de Cenap Şahabeddin ile tanışmış, Süleyman Nazif ile yazı dili üzerine tartışmalar yapmıştır. Eserlerini Kazan Türkçesi ile yazmayı tercih etmiştir. Onun millî şuurunun özünü iç savaş safı ve dış saf oluşturur. İç savaş safı, millî bünyenin sağlamlığı, dış saf ise her türlü yabancılaşmaya ve yabancı tehlikeye karşı iç yani millî bünyeyi korumaktır.
Osman Kocaoğlu (1878-1968): İlk ve medrese öğrenimini Buhara’da gören Osman Hoca, “Genç Buharalılar Hareketi”ne katılmış, Münevver Kâri liderliğindeki eğitim ve politik işlerle uğraşmaya başlamıştır. 1910 ve 1911 yılında İstanbul’a yaptığı gezi sırasında Ziya Gökalp ile tanışmıştır. İstanbul’da “Tamim-i Maarif Cemiyeti”nin şubesini açarak, buraya Türkistan’dan öğrenci getirtilmesi için zemin hazırlamıştır. Osman Hoca, 1917 yılında Orta Asya isyanında aktif rol almış, Buhara hükûmetinde önce Maliye Nazırı sonra 1921 de Cumhurbaşkanı olmuştur. Türk milliyetçiliği ve Türk dünyası açısından önemli bir isim olan Osman Hoca, 1921 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı kurtuluş hareketi için Buhara tarafından Türkiye’ye yüz milyon altın gönderilmesinde katkı sağlamıştır.
1923 yılında Türkiye’ye gelen Osman Hoca, diğer Türkistanlı aydınlarla yeni Türkistan adlı dergiyi çıkarmış, Türkistan’ın bağımsızlığı yönünde çalışmıştır. Ankara’da kurulan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsünün kurucularındandır.
Türk milliyetçiliğinin bir büyük ülkü ve mücadele adamı da Altan Deliorman’ın babası Bulgaristan Türklerinden Necmettin Deliorman’dır. Kendi parasıyla Razgrad’da ilk Türk matbaasını kurarak Deliorman gazetesini çıkarmış, sürgüne gönderilmesi üzerine mücadelesine Plevne’de “Tuna Boyu” gazetesiyle devam etmiştir. 1933 yılında Türkiye’ye göç eden Deliorman’ın yazı hayatı burada devam etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkistan Lejyonuna katılan Baymirza Hayıt (Türkistan Lejyonunda Özbeklerin faaliyetlerinde Veli Kayyum, Hayit Baymirza, İdris Alimcan ile Ruzi Nazar gibi isimler ön plana çıktı. Bu doğrultuda adı geçen şahısların faaliyetlerini inceleyerek Nazi Almanyası safında yer alan Özbeklerin SSCB’ye karşı mücadelesinin genel görünümü verilebilir.) ve Doğu Türkistan istiklal mücadelesinin önemli ismi İsa Yusuf Alptekin de mücadele sahasında Türklüğe bayrak olmuş isimlerdir.
Türklerin kendi tarihini ve dillerini tanımaları, diğer Türkçe konuşan topluluklarla olan ilişkilerinin artması, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerek içinde gerekse dışında yaşayan Türkler arasında bir kardeşlik, sevgi duygularını uyandırmıştı. Bu duygular çok önceleri başlamış ve ilk olarak 1860-1870 yıllarının sonunda Orta Asya’daki Rus ve Çin işgalleri sırasında ifadesini bulmuştu.
20. yy.e gelindiğinde Türk dünyasının geleceği için Anadolu’yu kurtuluş yeri veya bir nevi karargâh olarak gören Türk dünyasının bilge isimleri, millî şuur ve maşeri vicdanın sesi olmuş, Türk millî kimliğini ve Türk milletinin varlığını devam ettirmişlerdir. Bu çerçevede birçoğunun Türk dünyasına yönelik ortak düşüncesi ortak dil ve Türk birliği düşüncesi olmuştur. Bununla birlikte Türkiye’de Türk tarihi ve kültürünün ilmî düzeyde ele alınması ve kurumsallaşması bu isimler sayesinde mümkün olmuştur denilebilir. Bunlar içinde Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu Türkiye’de milletvekilliği; Osman Kocaoğlu, Zeki Velidi Togan ve Mehmet Emin Resulzade gibi mücadele yürüttükleri Türk topraklarında devlet başkanlığı yapmış olanlar; Türkiye’de Türkiyat Enstitüsü, TTK, TDK vb. kurumlarda çalışmış ve çalışmalar yürütmüş olanlar vardır. Her biri Tanrı’nın armağanı olan bu ülkü adamlarının bilinmesi Türk çocuklarının istikbaline ve büyük Türk dünyasına açılan kapılardır.