TÜRK’ÜN“GÖNÜL” SÖZÜNE DAİR

31 Mayıs 2018 17:30 Selim YILDIZ
Okunma
5386
TÜRKÜN“GÖNÜL” SÖZÜNE DAİR

TÜRK’ÜN“GÖNÜL” SÖZÜNE DAİR

 

Selim YILDIZ*

 

 

Yollarda bugünşiir, yarın tarihiz.” “Ruh Hakk’ın ve beden arzındır/Biri gökler, biri yerteslimi/

Bu küçük mirasın/Böyledir, böyle olur taksimi.” Arif Nihat ASYA

 

 

“Tengri”(Tanrı), “il” (devlet), “ög” (anne) ve Altay Türklerinde yaşam gücü anlamına gelen “kut” kelimesi gibi Türkçenin en eski kelimelerinden biri olan “gönül” kelimesinin anlamı Türk Dil Kurumu sözlüğünde istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı olarak verilmektedir. Türk’ün bin üç yıl öncesinden gelecekteki bin üç yıllara bıraktığı tecrübe ve hakikat abideleri olan Orhun Yazıtları’nda gönül kelimesi en güzel ve en anlamlı şeklini Kül Tigin’in ölümü üzerine Bilge Kağan’ın yüreğinden süzülen şu cümlelerde bulmuştur.

“…Kül Tigin öksüz atına binip dokuz eri mızrakladı, merkezi vermedi. Annem hatun ve analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim, bunca yaşayanlar cariye olacaktı, ölenler yurtta yolda yatıp kalacaktınız. Kül Tigin olmasa hep ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mâni olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım.”

Ölüm,ölüm sonrası düşünceye dalmak, görür gözün görmez, bilir aklın bilmez olması,insanoğlunun ölümlü olmasının yinelenmesi ve bunun kabul edilmesi. Gözden yaş gelmesi... Türk milleti derindir. Türk Bilge Kağan, gönülden ağlamıştır.Çelikten bir irade ve tefekkür kanını içine akıtmasına sebep olmuştur.

Türk’ün kafasında ölüm ile gönül arasında yüz yıllardır bir bağ vardır. Ölümün bir gerçek olması dünyayı geçici kılmaktadır. Bu geçicilik karşısında kalıcı olan gönüldür. Bu yüzden Türk, gönül köprüleri kurmuştur.

Türk,gönlü sayesinde aidiyet duygusu, sorumluluğu ve vicdanı en yüksek bir millet olmuştur. Türk, gönlü sayesinde Avrupa’dan yüzyıllarca önce millet olmayı başarabilmiştir. Nitekim Türk, millet olma şuurunu "Ok atabilen ve yay gerebilen tüm kavimleri hâkimiyet altına aldım. Hepsi Hun oldu."cümlesiyle Mete Han ile tanımıştır. Tarihe dokunan Türk’ün gönlü olmuştur.Göktürkler Dönemi’nde millet olma şuuruna müthiş bir aidiyet ve hissiyat ile taban oluşturulmuştur. Bilge Kağan "Benim budunum." demiş ve "Türk beylerini besleyin, zahmet çektirmeyin." tavsiyesinde bulunmuştur. Gönül, Türk’ü ve Türk adını bütün insanlığın hafızasında daha yüzyıllarca yaşatacak olan yegâne manevi yoldur. Bu gönül yolunun yolcuları ve bayrakları daha sonra Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi ve Yunus Emre olmuştur. Arif Nihat Asya’nın Ağıt şiirinde geçtiği gibi Alperenler gönül sayesinde ateşle, selle, İdil’le, Tuna’yla, Nil’e konuşmuş,İkonyom’u Konya, Sankaryos’u Sakarya yapmıştır.

Ahmet Yesevi, söze gönülle başlamıştır. Bu gönlü Türk’e Tanrı vermiştir. Bu yüzden gönül sözü hikmettir. Yesevi’nin aşağıdaki hikmetinde bu açıkça ortaya konmuştur.

Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip

Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte.

Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup

"İkinci defter" sözlerini açtım ben işte.

 

Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip

Canı canabağlayıp, damarı ekleyip,

Garip,yetim, fakirlerin gönlünü okşayıp

Gönlü kırıkolmayan kişilerden kaçtım ben işte.

 

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol

Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol

Mahşer günü dergahına yakın ol

Benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.

 

Görüldüğüüzere canı cana bağlamak, birlikte tek can olmak sonsuzluğun ta kendisidir.Vahdettir. Gönlü kırıkların yanında olmak ve benliği yok etmek var olmanın gerçek adıdır. Gönlün kendisidir. Bu gerçeklik içinde içli olmak,  garip, yetim, fakirlerin gönlünü okşamak ana ilkedir. Bu ilkenin kaynağı Orhun’dur. Orhun’un kaynağı Tanrı’dır.  Zira, Bilge Kağan Orhun Yazıtları’nda  “Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın,amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad ile öleyite kazandım. Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım. Ben kendim kağan oturduğumda, her yere gitmiş olan millet öle yite, yaya olarak çıplak olarak dönüp geldi. Milleti besleyeyim diye, kuzeyde Oğuz kavmine doğru, doğuda Kıtay,Tatabı kavmine doğru, güneyde Çin’e doğru on iki defa büyük ordu sevk ettim,... Savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli,fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım.” demekteydi. Aynı şekilde Dede Korkut Destanlarında da Deli Dumrul “Yücelerden yücesin/Kimse bilmez nicesin Görklü Tanrı/Çok cahiller seniGökte arar, yerde ister /Sen hod müminlerin gönlündesin/Dayim duran CebbarTanrı/Ulu yollar üzerine imaretler yapayım senün için/Aç görsem doyurayım senüniçün/ Yalıncak görsem donadayım senün için” demekte gönülle kadir Tanrı’ya yürümektedir. Kadir olan Tanrı’ya yürüyelim.

Diğer yandan 11. yy.de Yusuf HasHacip tarafından yazılan siyaset kitabı Kutadgu Bilig’den  gönlü verenin Tanrı olduğunu okumaktayız.“Könül berdi köz hem ukuş ög bilig/Aça berdi sözüm yorıttı tilig” yani gönül,göz, akıl ve bilgi veren Tanrı’dır. Dili harekete geçiren ve konuşturan Tanrı’dır.  Dolayısıyla Tanrı verdiğiiçin gönül, Tanrı’nın evidir.

Gönlü aşkın ve var oluşun merkezine koyan Yunus Emre’ye göre de gönül, Çalap’ın yani Tanrı’nın tahtıdır. Tanrı, insanın gönlüne bakar. Tanrı’nın baktığı ve ilk nüfuz ettiği yer olan gönlün yıkılmaması ana esastır. Yunus Emre’de bütün duyguların kaynağı bu gönüldür. Yunus’u ha demeden hayran eden, giryan eden ve ummana dönüştüren gönüldür. “Taştın yine deli gönül/Sular gibi çağlar mısın?”dizeleriyle gönül coşmuş ve çağlara doğmuştur. 

Sivaslı  Âşık Veysel’in ifadesiyle dünya iki kapılı handır. Sivas’ın Kangal ilçesinin Kertme köyünden Âşık Mesleki ise bu iki kapılı handa ölüm ile gönül arasındaki bağı “Yüksek uçan gönül yorulur birgün/Mizan terazisi kurulur bir gün/Herkesin ettiği sorulur bir gün/Döner mi yarabbi dil yavaş yavaş” dizeleriyle kurmuştur.Ozanlarımızın bize bıraktıklarına bakıldığında gönül, toprak gibidir. Gönül,Seyrani’nin “Ben gönlünü toprak sandım taş imiş.” deyişi gibi toprak olmalıydı.Çünkü aşk ancak bu sayede kendini bulabilirdi. İnsanlığa sevgiye aşka yaşamadair her şey gönülde can bulur. Tevhide oradan gidilir. Bu sebeple gönüldeki bir ve benlik kaygısı olmamalıdır. Gönül havalanmamalı, yüksek uçmamalıdır.Bu noktada muhteşem ve ince yaratılan insan, Tanrı’yı incitmemelidir. NitekimTuran Engin’in söylediği türküde “Engin ol gönül engin ol.” haykırışı gönle dair derin Türk kültürünün bir yansımasıdır.. Türküde gönül sözüyle gönüllere seslenilmiştir. Gönlün engin olması başlangıçtada belirttiğimiz gibi dünyanın geçiciliği karşısında kendini aşmak, ruhu ölümsüzlüğe taşımaktır. Ruhu Tanrı’ya lekesiz ulaştırmaktır.

Nihat Sami Banarlı’nın ifadeleriyle  “Gönül, insanın duygu merkezi demek, yürekteki mânevi taraf demektir, ama o bu kadarcıkla kalmaz: Gönül çekmek de aşk olur, gönül vermek de sevgi…Gönül yapmak da iyilik duygusuyla dolar, gönül almak da hoşnut etmek, memnun etmek mânâlarına girer. Bunun içindir ki Âzeri Türkçesi şâiri Şah İsmail’e atfedilen şu dörtlük:’Hatâ’î hâl çağında/Hak gönülal çağında/Binbir Kâbe yapmaktır/Bir gönül al çağında’ inceliğiyle, halkımızın gönlünde yaşamıştır. Bakınız alçaklık, ne kötü mânâda kelimedir, ama Türk halkı onu gönül’le birleştirir ve gönül alçaklığı veya alçak gönüllülük hâline koyarsa, bu, üzerinden bir tılsım geçmiş gibi birden bir fazilet mânâsı alır.Böylece, gönül almak, gönül vermek, gönül eğlendirmek, gönlü açılmak, gönlü olmak, gönlü dolmak, gönlünü etmek, gönlüyle oynamak, iki gönül bir olmak, iki gönül bir olunca samanlık seyrân olmak; gönlü kalmak, gönül kırmak, gönülden kopmak, gönülden sevmek, gönlünce sevip gönlünce yaşamak ve daha sayısız gönül kelimeleri gönül oyunları, gönül yücelikleri, gönül duyguları duyup gönül şarkıları söylemek…”

Türküler,Türk’ün Tanrı’ya olan aşkının en derin ifadeleridir. Bu aşkta dağlar ayrı bir yere sahiptir.  Bu yüzden yüce dağbaşında yanar bir ışık. Işık tanrısaldır. Oğuz Kağan’a Tanrı bir ışık huzmesi şeklinde eş göndermiş ve çocukları ise göğün çocuklarıydı. Gök maviydi,sonsuzdu. Türk kültüründe Tanrı’nın elçisi telakki edilen börü bu yüzden gökbörüydü. Diğer yandan Satuk Buğra Han Destanı’nda, Buğra Han’ın kızı Alanur’un gebe kalması Cebrail’in Alanur’un ağzına ışık damlatması sonucu gerçekleşmişti.Tanrı dağa, dağ aşka, aşk ışığa, ışık Türk’e yar olmuştur. Bu yüzden Türk’ün ilk seslenişi dağlara olmuştur.

Bu noktada “Gönül”, Neşet Ertaş’ta daha bir yüceleşmiş dağ olmuştur. Gönül dağı. Rızasız bahçenin gülü derilmeyeceğinden gönülden gönüle yollar açılmıştır. Gönül, razı olmuştur.Uzanan dost eli olmuştur. Gönül, dost olmuştur. Bu yüzden her daim gönülde aşk olmalıdır. Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi:

Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yâhud gül.”

 



*Öğretim Görevlisi, Ardahan Üniversitesi NihatDelibalta Göle MYO. E-posta: selimyildiz@ardahan.edu.tr