Arapça bir kelime olan Şerh kelimesi, Şemsettin Sami’nin Kamus-u Türki’sinde “açma, yarma, genişletme, açıklama ve izah etme” olarak ifade edilmiştir. Şerh, çeşitli ilim dallarında yazılmış eserleri daha anlaşılır şekilde açıklamanın adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk milliyetçilerinin Tarihe şerh düşmesi veya şerh olup tarihe düşmesi ne demektir? Birincisi Türk’ün gören gözü, işiten kulağı, uyanık vicdanı olmaları ve Tarih en erken uyarı sistemidir sözünü prensip edinmiş olmalarıdır. İkincisi, birincisi ekseninde hayatlarını sebil etmiş olmalarıdır.
Türk milliyetçiliğinin bugün ulaştığı nokta, MHP Genel Başkanı Sn. Devlet Bahçeli’nin 19 Ocak 2013 tarihinde MHP Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 7. Dönem Sertifika Töreninde Milliyetçilikle ilgili yaptığı “Milliyetçilik, çevrenin taleplerini merkeze taşıma iddiasıyla dışlanmış, hakkı yenmiş, mağdur edilmiş veya kenara itilmiş kim varsa yanında olmalı ve onlarla bütünleşmelidir” şeklindeki konuşmasıyla varlığını ortaya koymaktadır. Türk milliyetçiliğinin ayaklar altında çiğnenmeden bu noktaya ulaşması ve bugün insanların ihtiyaç duyduğu sosyal muhtevaya kavuşması büyük mücadelelerin ve ıstırapların bir sonucu olarak mümkün olmuştur.
Büyük mücadele ve ıstırapların bugüne intikal eden yegane belgeleri Türk milliyetçilerinin çıkardığı dergiler, ülkenin en ücra köşelerine kadar ulaştırmayı kendilerine görev sayarak yazdıkları kitaplar ile milli ruh, terbiye ve heyecan olmuştur. Dergiler toprağa kanıyla renk katan ülkü erlerinin ve fikir adamlarının aziz hatıralarını da içinde saklayan kutsal emanetlerdir. Bu emanetler bütünüyle bir Türkiye Cumhuriyetidir. Bütünüyle bir sine-i millet ve Türk gençliğidir.
Bugün ifade ettiğimiz Türk milliyetçiliğine hizmet 1911’de kurulan Türk Yurdu dergisi ile başlamıştır. Milleti, ırk ve dilin esasen birliğinden dolayı sosyal vicdanında birlik ve beraberlik meydana gelmiş insan toplumu olarak tanımlayan Yusuf Akçura, bu derginin ilk sahibiydi. “Ben en hakir bir insanı kardeş duyan bir ruhum/Ben de esir yaratmayan bir Tanrıya iman var/Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar/Bırak beni haykırayım susarsam sen matem et/Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet/Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” diye haykıran Mehmet Emin Yurdakul, Göktürk Kitabeleri üzerinde ilk ciddi araştırmaları yapan Necip Asım, Türkçülüğün Esaslarını yazan Diyarbakırlı Ziya Gökalp, Türk Ocakları başkanlığı da yapmış olan Hamdullah Suphi bu derginin en başta gelen yazarları idi. Türk’ü, bir milletin adı olarak ilk ortaya koyan dergi Türk Yurdu olmuştur.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Mütarekesi ile Anadolu emperyalist güçlerin işgaline uğramış ve Anadolu Türklüğü sömürge haline getirilmeye çalışılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk adlı eserinde taslak ve proje olarak bahsettiği ve Türk’ü yok etmek için hazırlanmış bir suikast olan 13 bölüm 433 maddeden müteşekkil sözde Sevr Barış’ını Türk milleti kabul etmemiştir. Bu antlaşmaya Kazım Karabekir de “vatansız, milliyetsiz, vicdansız üç serserinin imzaladığı Sevr Antlaşmasını Türk milleti kabul etmeyecektir. Bu antlaşmayı imzalayanların vatan haini ilan edilmesini meclisten talep ediyorum” ifadelerini içeren telgrafıyla tepki göstermiştir.
Anadolu’nun kutlu bağımsızlık mücadelesi Mustafa Kemal Atatürk ve çevresindeki Türk milliyetçilerinin çizdiği prensip ve yön ekseninde gelişme göstermiş ve çıkarılan çeşitli gazetelerle bu milliyetçi hareket desteklenmiştir. Şüphesiz bu yayın organlarının başında Sivas’ta çıkarılmaya başlanan İrade-i Milliye, Ankara’da çıkarılmaya başlayan ve bizzat Mustafa Kemal’in de yazılar kaleme aldığı Hakimiyet-i Milliye ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın yazarları arasında yer aldığı Açıksöz başta gelmektedir. Öğüt (Afyon), Albayrak (Erzurum), İzmir’e Doğru (Balıkesir), Ahali (Edirne), Emel (Amasya), İstikbal (Trabzon) gibi yayın organları da Anadolu’da milli şahlanışı destekleyen yayın organları arasındaydı.
Ziya Gökalp tarafından 1922’de çıkarılmaya başlayan Küçük Mecmua, yazarları arasında Tarih profesörü Mükrimin Halil Yinanç ve şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in de bulunduğu Anadolu Mecmuası (1924) da bu süreçte Türk milletinin sesi olan diğer yayın organlarıdır.
Türk milliyetçiliğinin bir sistem dahilinde ve fikri olarak olgunlaşmasında Türkçülüğün önemli ismi Hüseyin Nihal Atsız’ın katkısı bilinen bir gerçektir. Hüseyin Nihal, 1931’de Atsız Mecmua’yı, 1933’de ise Orhun dergisini çıkarmıştır. Bu dergilerde başta Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan, toprağın kara bağrında bir sıra dağ gibi duran Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu, Mahmut Esat Bozkurt olmak üzere Milli Kütüphane’nin kurucusu olarak kabul ettiğimiz o zamanlar öğrenci olan Adnan Ötüken gibi isimlerin yazıları okuyucuyla buluşmuştur.
Diğer yandan 1930’lu yıllar bazı CHP çevrelerinin ve Kadro dergisi etrafında birleşen kimi sosyalist ve komünist yazarların Cumhuriyete bir ideoloji gömleği giydirme çabalarının ağırlık kazandığı yıllar olmuştur. Bir doktrin olarak Kemalizm ifadesi de bu yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu ifadeyi ilk olarak Ahmet Cevat Emre kullanmış olmakla birlikte Ali Naci Karacan kendi çıkardığı İnkılap gazetesindeki yazısında (2 Aralık 1930) “Rusya’da nasıl bir komünizm, İtalya’da nasıl bir Faşizm varsa bizde de bir Kemalizm olmalıdır” diyerek ifadeyi daha açık şekilde ortaya koymuştur.
Yukarıda ifade etiğimiz Türkiye ortamında Türk milliyetçiliğini savunan ciddi bir yayın organı da MTTB’nin çıkardığı Birlik dergisi olmuştur. MTTB’nin 1930’larda çeşitli konularda gösterdiği reaksiyonlar Türk milliyetçiliği açısından bugünlere bırakılan önemli miraslardır. Çanakkale Şehitliği yaptırma fikrini ilk ortaya atan bilindiği üzere MTTB olmuştur. Bunun dışında MTTB’nin Bulgaristan’ın Razgrad kasabasında Türk mezarlığının tahribata uğraması, İstanbul’da bir Fransız şirketi olan Vagon-li şirketinde Türk işçisine yönelik uygulanan Türkçe ambargosuna yönelik gösterileri, Hatay konusunda hassasiyeti, yerli malı kampanyası kısaca milli meseleler söz konusu olduğunda gösterdiği duyarlılık kayda değerdir. MTTB’nin ve çıkardığı Birlik dergisinin sembolü ay yıldız içinde bir Kurt olmuştur. Bu armayı o yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık öğrencisi olan Hamit Kemali (Söylemezoğlu) yapmıştır.
Bugün eserleriyle Türk milliyetçiliğinin bir abidesi olarak yaşayan Hamit Kemali, Atatürk döneminde dış işlerinde görevler yürütmüş olan ünlü Söylemezoğlu sülalesi mensuplarındandır. M. Aydın’ın yazdığına göre, 1946’da “Altıncı Yüzyıl Mimarisi Üzerine Bir Deneme” başlıklı tezi ile doçentlik, 1954’te de “İslam Dini, İlk Camiler ve Osmanlı Camileri” başlıklı profesörlük tezini veren ve mevcut doğal ve yapay çevreye saygılı, yalın, sağlam ve işlevsel yapıyı amaçlamış olan Söylemezoğlu, çağdaş mimarın geniş bir mimarlık tarihi bilgisine sahip olması gerektiğini savunmuştur. Başlıca yapıları arasında, Ankara, Kayseri ve Elazığ Erkek Teknik Okulları (1943-44); İstanbul, Bebek’te Nuri Çapa Yalısı (1949-51), Beylerbeyi’nde T. Banguoğlu Yalısı (1952), Taksim’de İETT Merkez Trafo ve İdare Binası (1957), İÜ Orman Fakültesi Kütüphane ve Konferans Salonları (1962; Harika Söylemezoğlu ile) ve Elazığ’da Aziziye Camisi (1966) bulunmaktadır. Mimari proje yarışmalarına da katılan Söylemezoğlu, Adana Belediye Binası (1944) yarışmasında birincilik, İstanbul Belediye Binası (1953) yarışmasında da ikincilik ödülünü (H. Söylemezoğlu, Mesadet Adaş ile) kazandı. Kars (1947; Kemal Ahmet Arû ile), Gaziantep (1948; K. A. Arû ile), Uşak (1951), Karamürsel (1952) ve Boyabat (1953) imar planlarını da hazırlayan Söylemezoğlu, tarihsel yapıtların korunması konusunda da hizmet verdi ve 1953-79 arasında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu üyeliği görevinde bulunmuştur.
Türk milliyetçileri II. Dünya Savaşı yıllarında ise bir tarafta Tek Parti politikaları karşısında diğer tarafta ise Sovyet eksenli yürütülen iç ve dış politikalar karşısında milli çıkarları korumayı görev saymışlardır. Özellikle bu yıllarda Türk milliyetçileri arasında başlayan Sovyet karşıtı faaliyetleri tek başına bir komünizm ve Sovyet düşmanlığı olarak görmemek icap etmektedir. Nitekim bu mücadele dış Türklerin bilhassa Sovyet hegemonyası altındaki Türklerin ve Sovyet tehdidine her an açık Balkan Türklüğünün kaderini belirleyecekti. Bu yüzden 1940-1950 yılları arasında Türk milliyetçilerinin fikir mücadeleleri ve çalışmaları Türklüğün bugünkü varlığı açısından çok önemlidir.
I. Dünya Savaşı’nda İngiliz-Arap işbirliğine karşı Medine ve Kâbe’yi koruyan Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa (Türkkan)’nın oğlu olan Reha Oğuz Türkkan ve Türkçü Nihal Atsız öncülüğünde Bozkurt (1940), Rıza Nur öncüğünde Tanrı Dağ (1942), Hüseyin Avni Göktürk ve Remzi Oğuz Arık öncülüğünde çıkarılan Millet (1942) dergileri bu dönemin mücadele ve fikir dergileridir. Millet dergisi Türk milliyetçiğini fikir yönünden tahlil eden yazılarla Türk milliyetçiliğine hizmet etmiştir. Bunların dışında “Bütün Türkler Bir Ordu” sloganıyla çıkan ve Nihal Atsız’ın “Başbakan Şükrü Saracoğlu’na Açık Mektup” olarak yazı kaleme aldığı ve 3 Mayıs 1944 olaylarına neden olan Orhun (1943), Fethi Tevetoğlu’nun çıkardığı Kopuz (İmtiyaz sahibi eşi Gülcan Tevetoğlu), Kürşad adlı kahramanı hafızalara kazıyan Atsız’ın yazdığı başmakale ile yayın hayatına giren ve Haluk Karamağralı tarafından çıkarılan Kürşad, Osman Yüksel Serdengeçti’nin çıkardığı Serdengeçti, Mehmet Altınsoy’un çıkardığı Düven, Mustafa Müftüoğlu tarafından çıkarılan ve kapak kompozisyonunu İlhan Darendelioğlu’nun yaptığı Kızılelma II. Dünya Savaşı yıllarında ve hemen sonrasında çıkarılan diğer milliyetçi dergilerdir.
II. Dünya Savaşı yıllarında Türk milliyetçilerinin vermiş olduğu mücadelede 3 Mayıs 1944 günü, Sabahattin Ali-Nihal Atsız davası nedeniyle Atsız’a destek amaçlı toplanan Türk milliyetçilerinin düşünceden harekete geçmesi bakımından önemliydi. Necmettin Sefercioğlu’nun anlatımıyla Ankara’da yapılan görkemli gösteri ve yürüyüş, Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşını sonlandıran bir zafer kazanma yolunda ilerlemesi karşısında, o zamana kadar yürüttüğü Alman yanlısı politikaya yön değiştirme telaşına düşen Cumhurbaşkanına ve emrindekilere iyi bir fırsat gibi görünmüştür. Yayımlarında Türk dünyasına ilişkin yazı, yorum ve haberlere çokça yer veren Türkçüler, Sovyetler Birliği’nin işgali altındaki topraklarda yaşayan tutsak Türklerin büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği yöneticilerini zaten tedirgin etmekte idi. Türkçülük aleyhine bir kampanya açılması ve başlıca Türkçülerin tutuklanıp cezalandırılması, Sovyetlere yönelişe, yani SSCB’nin kandırılabilmesine yarayabilirdi. Bu süreçten sonra itham ve iftira kampanyası başlatılmış, kampanyanın adı “Irkçılık-Turancılık” olarak yayılmış, açılacak davanın da adı konmuştur. İlhan Darendelioğlu’na göre bu “Büyük Kavga”da bazı Türk milliyetçilerine akla hayale gelmeyen, Türkiye’de ve Türk tarihinde yeni bir işkence şekli olan “Tabutluklar” da çile çektirilmiş beyinlere tutulan 2000 mumluk lambalar altında, modern Türkiye albümlerinin yapıldığı bir devirde iptidai işkence usullerine başvurulmuştur.
“Bu Vatan Kimin” şiirini yazan, tanınmış şair ve kültür adamı Orhan Şaik Gökyay Tabutluklar hakkında, “Tabutluğa konulduğum zaman tepemde yakılan 1500 mumluk ampullere baktığımda yirminci yüzyıl Türkiye’sinde değil, on dördüncü asır evvelinde kızgın çöllere sokulan mazlum insanları gördüm” demektedir.
O günlerde devlet düşmanı ve hain damgası vurularak sözde adalet huzuruna çıkarılarak açık alınla hesap veren 23 Türk milliyetçisinin isimleri şöyleydi: Zeki Velidi Togan, Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Nihal Atsız, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkan, İsmet Rasim Tümtürk, Cihad Savaşer, Muzaffer Eriş, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Sait Bilgiç, Cemal Oğuz Öcal, Cebbar Şenel, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, Fehiman Altan, Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, Yusuf Kadıgil.
Bütün olumsuzluklara rağmen Türk milliyetçileri yılmamış Türk Kültür Ocağı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Gençlik Teşkilatı ve Türk Milliyetçiler Derneği gibi önemli kuruluşlar gerçekleştirmişlerdir. Önemli gün ve gecelerde etkinlikler düzenleyen bu yapılar Türk kültürünün bugünlere aktarılmasında ve korunmasında önemli yere sahiptir. Buralarda görev alan milliyetçi gençler maziden gelen seslerin 20. yy’a düşen sedaları veya aşinaları olmuşlardır. Bununla birlikte 1953’te DP döneminde Milliyetçiler Derneğinin kapatılması milliyetçilerin ulaştığı nüfuzun iktidar tarafında tedirginliğe yol açtığının da kanıtıdır diyebiliriz.
27 Mayıs 1960’dan sonra Türk milliyetçileri sol-sağ yapılanmaları karşısında ve ülkeyi Marksist teröre karşı korumak gayesiyle artık siyasi bir şahsiyet kazanmak için mücadele etmeye başlamışlardır. Bu siyasi şahsiyetin filizlenmesi Kudretli Albay Alparslan Türkeş’le olmuştur. Bu süreçte milliyetçi hareketin siyasi şahsiyet kazanmasında ilk ifade etmemiz gereken dergi Milli Yol’dur.
Ocak 1962’den itibaren çıkmaya başlayan Milli Yol haftalık siyasi, milliyetçi bir dergi olarak yayınlanmıştır. Milli Yol, Cenap Şahabettin’in oğlu ve bazı davalarda avukat olarak milliyetçileri savunmuş olan ve ayrıca Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü romanını İngilizceye çeviren İsmet Tümtürk’ün idaresinde idi. Derginin mizanpajı ise Ağustos 2012’de aramızdan ayrılan Altan Deliorman tarafından hazırlanmaktaydı. Dergide Nihal Atsız ve kardeşi Nejdet Sançar, Zeki Sofuoğlu, Tahsin Ünal, Muhittin Koran vs. milliyetçilerin yazılarına yer verilmiştir.
Dergi, Alparslan Türkeş’e ayrı önem vermiş ve 27 Mayıs sonrası gelişen süreci okuyucularla paylaşmıştır. Dergi fıkra müsabakaları da düzenlemiştir. Fıkra müsabakalarında Hüseyin Nihal Atsız, Ziyaeddin Babakuran, Tarık Buğra, Yücel Hacaloğlu, Faruk Kadri Timurtaş, Zeki Velidi Togan ve İlhan Darendelioğlu birlikte bulunmuştur.
Milli Yol’un 7. sayısının kapağında Alparslan Türkeş’in üniformalı resmi ve altında da “Bir yandan 27 Mayısı Koruma Kanunu çıkarılırken, bir yandan emirle kendisine sövdürülen 27 Mayısçı: Alparslan Türkeş” ifadeleri yer alıyordu.
Milli Yol dergisinde yayınlanan yazılar arasında Altaylar’da Kanlı Günler, Çin’de İslamiyet ve Türkler kitaplarının yazarı ve Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar’ın cenazesindeki tek Türkistanlı olarak bulunan Hızırbek Gayrıtullah’ın da yazıları da bulunmaktaydı. Bu yazıların birinde Türk milliyetçilerinin üzerinde en çok durduğu ve hassasiyet gösterdiği dış Türkler konusunda Hızırbek, “Esir milletler topluluğu işgal ettikleri toprak itibariyle de umumiyetle Asya ve Afrika’dadır. Bu topluluklar milliyet ve din bakımından ele alınırsa İdil-Ural, Türkistan, Kırım, Kafkasya ve Azerbaycan'ın Müslüman Türklerle meskûn ve dünyaya insanlığı öğreten Türk cedlerinin mirasçıları olduğu anlaşılır. Oğuz Hanların, Atillaların, Cengizlerin hür dedirttiği bu diyarlara bugün esir denilmektedir.” Demektedir.
Türkiye’de milliyetçi hareketin siyasi şahsiyetine damgasını vuran bir dergi de Zeren dergisidir. Bu dergi de 1962 yılında çıkmaya başlamıştır. Ancak 32 sayı çıkabilmiştir. Dergide Ahmet B. Karabacak, Arif Nihat Asya ve Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun büyük emekleri vardır. “…Dünyayı alıp avucuna bir gün Tanrım/Avucunda bu dünyaya şekil ver yeniden” diyerek Tanrı’ya seslenen Arif Nihat Asya, Zeren dergisinde Türk ve milliyet düşmanlarına da Kartal adlı yazısıyla şöyle seslenmiştir:
…Yerde bozkurt neyse, gökte boz kartal, odur. Bu ikisini anlatan kelimelerdeki çok sıkı benzerlikle de anlaşılmaktadır. Zaten kurt kurtarıcılıkla ilgiliydi. Kartal da öyle. Orada göğü yakınlaştıran kartal, burada toprağı vatanlaştıran Bozkurt’un kanatlanmışıdır. Burada Bozkurt, oradaki Boz Kartal’ın gölgesidir. Ey günümüzün Bozkurtlarıyla Boz Kartalları, sizi birbirinizden ayrı düşünmek, ayrı göstermek isteyen çıkarsa onun sizden olduğuna şüphe edin!
Ahmet B. Karabacak, Rıza Fırtına ve Muammer Işın tarafından kurulan ve 1966-1971 yılları arasında yayınlanmış olan Milli Hareket dergisi de Türk milliyetçiliğinin kurumsallaşmasında etkili olmuştur. Bu dergide Türkiye’de Milliyetçi hareketin önemli isimlerinden olan Alparslan Türkeş, Büyük Türkiye’nin yazarı Dündar Taşer, Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın avukatı Galip Erdem, Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişmeleri kitabı ile hayatı değişen insan ve Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün kurucusu olan Necmettin Hacıeminoğlu gibi önemli ilim adamı ve yazarların yazılarına yer verilmiştir.
Ahmet B. Karabacak’ın Üç Hilal’in Hikayesi kitabında anlattığına göre, 1971 yılına kadar düzenli olarak yayınlanan derginin idare yeri olarak, Beyazıt, Beyaz Saray altındaki Kitapçılar Çarşısı’ndan 41 numaralı dükkân kiralanmıştır. Bu dükkânın olduğu han, Mesut Yılmaz’ın babasının da ortak olduğu handı. Dergiye ismini Alparslan Türkeş vermişti. Yazı kadrosundaki sıkıntılardan dolayı Alparslan Türkeş’in üsteğmenken yazdığı yazılar eski dergilerden çıkarılarak yayınlanmıştır.
Milli Hareket dergisinin günümüz açısından çok ciddi bir tespitine derginin 45. sayısındaki başyazısında rastlamaktayız. Bu yazıda Kürtçü-komünist işbirlikçilerin bir merkezden yönetilen nihai gayesinin Türkiye’yi komünistleştirip doğuda bir Kürdistan kurmak istemelerine işaret etmektedir. Türkiye’de Marksist ve Kürtçü hareketin çoktan TİP’in dışına kaydığından hatta partilerin ve teşkilatların araç olarak kullanıldığından bu yüzden de Alevi vatandaşların çoğunlukta olduğu Birlik Partisi’ne de el atıldığından bahsedilmektedir. Bu konuda Malatya İnönü Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce’nin de çok ciddi tespitleri bulunmaktadır.
Milliyetçi dergilerden biri de 1967-1971 yılları arasında aylık çıkan Milli Işık dergisidir. Yazı işleri müdürlüğünü Altan Deliorman’ın yaptığı Milli Işık’ta İbrahim Kafesoğlu, Mustafa Kafalı, Erol Güngör, Ahmet Kabaklı gibi değerli bilim adamlarının ve tanınmış bazı Türk milliyetçilerinin dışında Yeni Kavga-Milli Demokratik Devrim kitabı ile Marksist terör sürecini çok iyi tahlil eden Aclan Sayılgan da bulunmaktadır. Aclan Sayılgan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin yayın organı olan Mücadele dergisinde de yazılar yazmıştır. Sonradan camiaya katılmış olan Sayılgan’ı Celal Öcal “Bir pınarın serin sularına giden biri gibi Komünizm’e gittim ve boğulmuş cesetlerin ve sel basmış şehirlerin enkazı ile zehirlenmiş bir nehirden tırmanarak çıkan biri gibi Komünizmi terk ettim” diyen Arthur Koestler’e benzetmektedir. Türkiye Köylü Partisinin kurucularından Türkçü, İstiklal Harbimizin Müdafaası kitabı ile ünlü Tahsin Demiray, diplomatlarımızdan Bilal Şimşir’in de bu dergide yazıları yayınlanmıştır.
Kendi ayakları üzerinde durabilen ve politik çıkarlarını koruyan “Milli Devlet- Güçlü İktidar” modelini savunan Devlet adlı yayın organı da 1969’da yayın hayatına girmiştir. Bu derginin yayınlanmasında Ülkü Ocaklarının kurulmasında ve kurumsallaşmasında etkili olan Sadi Somuncuoğlu ve arkadaşlarının büyük desteği olmuştur. Derginin yazar kadrosunda Ergun Göze, Nuri Gürgör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mehmet Eröz, Agah Oktay Güner ve yakın bir zamanda hayatını kaybeden Nevzat Kösoğlu yer almıştır.
Ahmet B. Karabacak’a göre 1973 seçimlerden istenen sonuç alınamamasına rağmen üç hilal artık Türkiye’de her tarafta dalgalanmaya başlamıştır. Türk milliyetçileri Seyit Ahmet Arvasi Hoca ile de bu dönemde tanışmışlar ve Türk-İslam ülküsü üzerinde kafa yormaya ve çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. Bu Türk milliyetçileri Ahmet B. Karabacak, Abdülkadir Sezgin, Hasan Külünk, Sakin Öner, Gavseddin Koçak, o zaman İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı olan Mehmet Gül, Ülkü Bir Başkanı Mehmet Narin, yazar Ali Uğur, Cemal Anadol, Cem Ertürk, Necdet Sevinç’ten oluşmaktaydı. Bu Türk milliyetçilerinin yaptığı toplantılar ve fikir alışverişleri Ülkücü Kadro dergisini ortaya çıkarmıştır. Taha Akyol da Karabacak’ın ifadelerine göre dergiye önce destek vereceğini söylemiş ama sonradan ayrılmıştır.
Ülkücü Kadro dergisi, komünistler, Marksist terör, masonlar (son dönemlerde AKP’lilerin de katıldığı Bilderberg grubu) hakkında yazılar dışında din, eğitim, edebiyat, tarih vb. konularda da gençliğin fikir seviyesini yükseltmek ve ülkücü kadrolaşmayı hızlandırmak için yazılar yayınlamıştır. Bu dergi de Türkiyem şiirinin yazarı ilahiyatçı Dilaver Cebeci’nin ve Başbuğ Alparslan Türkeş’in de yazıları yayınlanmıştır.
Türk milliyetçilerinin mücadelelerinde ifade edeceğimiz son dergi İlhan Darendelioğlu’nun çıkardığı Toprak aylık ülkü dergisidir. Türk Yurdu istisna edilirse milliyetçi dergilerin en uzun ömürlüsü Toprak olmuştur.
Daimi yazarları arasında, Arif Nihat Asya, Cezmi Türk, Hikmet Ertez, Zübeyr Koç, M. Sait Çekmegil, Cemal Oğuz Öcal, Nurettin Pakyürek, Refet Körüklü, Fethi Tevetoğlu, Prof. Şakir Berki, Ziya İlhan Zaimoğlu, Aydil Erol, Tahsin Ünal, Hikmet Tanyu, Nejdet Sançar, Zeki Sofuoğlu, Ziyaeddin Babakuran, Hızırbek Gayrıtullah vs. kimseler vardı. Derginin yazı ve şiir seçmelerini çok kere Nurettin Pakyürek yapmakta idi.
Toprak dergisinde Yavuz Bülent Bakiler, Zeki Velidi Togan, Faruk Kadri Timurtaş, Hayrani Ilgar, gazeteci-yazar-şair Kemal Fedai Coşkuner, Yücel Hacaloğlu, Necmettin Sefercioğlu, “Milliyetçi Türkiye”nin yazarı Fikret Eren (Kurt Karaca)’nin yazı ve şiirlerine de yer verilmiştir. Bunlardan Fedai dergisinin sahibi ve Türk Ocağı İzmir Şubesi Başkanı, Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Başkanı, MHP Antalya Müfettişliği gibi görev ve faaliyetlerde bulunmuş olan Kemal Fedai Coşkuner 3 Aralık 1979’da suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Vatanda Gurbet adıyla bir kitapta toplanmış olan şiirlerinden Türkistan Ağıtları, Tatlı Sızı gibi şiirleri ünlüdür.
İlhan Darendelioğlu, Türkiye dışından bilhassa Sovyet hegemonyası altındaki Türk yurtlarından gelen soydaşlarla da zaman zaman bir araya gelmiş çeşitli faaliyetler gerçekleştirmiştir. 1962 yılında Doç. Dr. Ergeş Şermet Bulakbaşı, Milli Türkistan Komitesi Başkanı Veli Kayyum Han, Garip Sultan, Dr. Mustafa Edige Kırımal, Mehmet Emircan’ın basın ve sohbetler yoluyla Türk halk efkârını komünist politikalar hakkında bilgilendirme ve bilinçlendirme etkinliklerine Darendelioğlu da katılmış ve Türk kardeşlerine rehberlik etmiştir. Darendelioğlu, bu misafirleri arkadaşı Türkistanlı Ziyaeddin Babakuran’ın5 da katkısıyla Toprak dergisinin idarehanesinde ağırlamış uzun ve etraflıca sohbet etmiştir. Doç. Dr. Bulakbaşı, Darendelioğlu ile sohbetinde Türkistan’da milliyetçiliğin ve Komünizmle mücadelenin cezasının yıllardır sürgün ve ölüm olduğunu ve milliyetçilerin halkın gözünden düşürülmesi amacıyla gerici ve yobaz olarak nitelendirildiğini söylemiştir.
Diğer yandan, Toprak dergisinin 1970’li yıllarda çıkan sayılarına baktığımızda derginin sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden kişi olarak Darendelioğlu görülmektedir. İlk sayfada dergiyle ilgili bilgiler kısmında “Dergimiz Basın Ahlak Yasasına değil, Türk-İslam Ahlak Yasasına uyar.” ifadesi yer almaktadır.
Dergi, Ağustos 1974 sayısını “Kıbrıs Özel Sayısı” olarak çıkarmıştır. Bu sayı Darendelioğlu’nun “Hain Korkak Olur” yazısıyla başlamaktadır. Türk milletinin topyekûn ordunun yanında olduğu mesajını veren dergide Nurettin Pakyürek’in “Ben Yürürsem” başlığıyla Kıbrıs için yazdığı şiir de ilk sayfalarda yer almış, diğer sayfalarda da Kıbrıs davası çeşitli yönleriyle ele alınmıştır.
Toprak dergisinde Baymirza Hayıt ve İsa Yusuf Alptekin gibi Türk dünyasının önemli isimlerinin Türkistan Türklüğünün sorunlarını dile getiren yazıları da Türk dünyası ile paylaşılmıştır. Bunların dışında kendini Hun-Macar olarak niteleyen Prof. Dr. İmre Toth da sürekli Toprak dergisiyle iletişim içerisinde olmuştur. Nihal Atsız, “Kardeş Kahraman Macarlar” şiirini de bu profesöre ithaf olarak kaleme almıştır.
Darendelioğlu, Ötüken dergisinde Kürtçüler için “Bunları ya Barzaniler’in ülkesine veya özledikleri komünist ülkelere gönderip yerine Kazak, Kırgız Türkmenleri getirmeliyiz.” şeklinde yazdığı bir yazısından dolayı ırkçılık propagandası yapmaktan 18 ay hapse mahkûm edilen ve 68 yaşında hapse giren Nihal Atsız’ın 11 Aralık 1975’te ölümü üzerine de Toprak dergisinin Aralık 1975 sayısını “Nihal Atsız Özel Sayısı” olarak çıkarmıştır. Dergi, Altan Deliorman’ın ifadesiyle “Türk gibi yaşayan ve Türk gibi ölen” Büyük Türkçünün Sağmalcılar Cezaevinden çıkarken çekilmiş fotoğrafına da yer vermiştir.
Türk milliyetçiliğinin kurumsallaşmasında ve fikri yönden olgunlaşmasında kurduğu matbaa ve çıkardığı “Toprak” aylık ülkü dergisi ile önemli hizmetlerde bulunmuş olan İlhan Darendelioğlu, Türk Kültür Çalışmaları Derneği ve İstanbul Milliyetçiler Derneği gibi milliyetçi derneklerde de faaliyet yürütmüştür. iki dönem Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Genel Başkanlığı da yapmış olan Darendelioğlu, 1969 seçimlerinde Adalet Partisi’nden İstanbul milletvekilli seçilmiştir. Demokratik Parti’nin de kurucuları arasındadır. 1975’ten sonra Milliyetçi Hareket Partisi’ne geçen Darendelioğlu, 19 Kasım 1979’da suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. “Bizim için milletvekili sıfatı da gelip geçicidir. Bizim asli sıfatımız mezara kadar namuslu yaşamaktır. Biz o asli vazife içindeyiz” diyen Darendelioğlu, Ahmet B. Karabacak’a göre mücahit ağabey; Nurettin Pakyürek’e göre, radyum beyinli Türk; Altan Deliorman’a göre ise Güneyli Yiğit idi.
Altan Deliorman onun hakkında şöyle demektedir:
“Çukurova’dan başlayıp eski Bizans’ın çamurlu sokaklarında sona eren bu fırtınalı hayat, bir mücadele adamının hazin romanı mıdır, yoksa kendi öz yurdunda gurbet öksüzlüğünü duya duya yaşamanın dramı mı, bilinmez. Bildiğim şu ki, onun kanlı cesedinin üzerine boşalan yağmur, muhakkak tatlı bir rahmetti. Yine de, herhangi bir çamurlu su birikintisine bastığımda, ayaklarıma onun sıcak kanı bulaşıyor sanırım. Ve yüreğim ürpertilerle sarsılır. Bu seciyeli vatan evladını koruyamamış bir topluluğun ferdi olmak, bana bir cürümün ortaklık payı gibi gelir. Onun hafızalarda çarçabuk geri plana itilmiş olması ise büyük bir utanç gibi görünür. Düşünürüm: Acaba benim bu hissimi paylaşan kaç kişi vardır?”
Görüldüğü üzere Türk milliyetçileri Adnan Ötüken ile Türk milletinin milli hafızası olmuş, Hamit Kemali ile şehirlere damgasını vurmuş ve Türk milliyetçileri çıkardıkları dergilerle tarihe şerh düşmüşlerdir. Kimisi de İlhan Darendelioğlu ve Kemal Fedai Coşkuner gibi şerh olup tarihe düşmüşlerdir.