II. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA TÜRKİYE’DE SİYASİ ORTAM: SAĞ-SOL FRAKSİYONLAR

30 Mayıs 2015 11:13 Selim YILDIZ
Okunma
10140
II. DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA TÜRKİYEDE SİYASİ ORTAM: SAĞ-SOL FRAKSİYONLAR



II. Dünya Savaşı’nda Almanların yenilmesinden sonra Türk hükûmeti, Sovyetler Birliği’nin toprak istekleriyle karşılaşmış çok kritik günler yaşamıştı. Türkiye’nin bağımsızlığını korumanın tek yolu Batılı demokrasilerle iş birliği yapmaktı. Böylece dünya haritasının yeniden çizilmesinde Türkiye Batı bloku içinde kalınca hükûmet Rus yanlısı Marksistlere karşı eski yumuşaklığı ve müsamahasını bıraktı. Onları da çeşitli şekillerde baskı altına aldı.[1]
Böylece, 1940-1950 devresinde ortaya çıkan ve daha çok genç kitleyi hedef alan iki ideolojik hareket fazla genişlemeden dondurulmuş oluyordu. Ancak 1946’dan itibaren çok partili bir demokrasi tecrübesine girişilmiş olması memlekette değişik görüşlerin mücadelesine gençliğin de kendi gücü ve imkânlarıyla katılmasını kaçınılmaz hâle getiriyordu.[2]
 Siyasi rejimde meydana gelen değişmeler “sağ”ın yapısında da önemli fraksiyonların belirmesine sebep oluyordu: Milliyetçiler (Anadolucular-Çığır ve Millet dergileri), Türkçüler (Turancılar-Orkun, Göktürk, Ergenekon), dinciler (Büyük Doğucular), Millî Sosyalistler (Hareketçiler), Nurcular ve diğer yan grupları.[3]
Birçok milliyetçi ve İslamcı adayın 14 Mayıs 1950 Seçimlerinde parlamentoya girmeleri “sol”un karşısında “sağ”ı daha da güçlendirmiştir. 1930’lardan beri dinî değerlere önemli bir sosyal unsur olarak yer vermeyen milliyetçiler, 1950’lerin getirdiği halk-aydın diyaloğu neticesinde tek boyutlu olmaktan kurtulmuş, “Müslüman Türk milliyetçiliği” sentezinde birleşmişlerdir.[4]
Erol Güngör’e göre, inkılapçı gençlerin bir kısmı inkılapların elden gideceğini düşünüyorlar ve böylece demokrasiyi ancak Batılı ülkelerin zoruyla kabul eden inkılapçı partinin yani CHP’nin yanında yer alıyorlardı. Bunların aralarından çıkmış bir grup olan Marksistler ise tek komünist partinin işleri düzeltebileceğini inanan bir doktrini tutuyorlardı. Böylece Türkiye’de inkılapçı gençlik Türkiye’nin modernleşmesine karşı çıkan reaksiyoner grup hâline gelmişti. Böylece inkılap devrindeki monolitik bünye parçalanmış; gençlik, fikir ve teşkilat bakımından çok dağınık kalmıştır. Diğer yandan, o zamanın şartlarına göre hiç görülmemiş derecede geniş bir teşkilata ve üye sayısına sahip bulunan Türk Milliyetçiler Derneği de DP tarafından siyasi bir rekabete yol açar endişesiyle kapatılmıştır.[5]
Milliyetçiler Derneğinin kapatılmasına yol açan gelişme, tutanaklara Milliyetçiler Derneğinin üyesi olarak geçen Hüseyin Üzmez’in, Vatan gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’a yönelik Malatya’da gerçekleştirdiği suikast hareketidir. Ali Fuat Başgil’e göre DP’nin bu olayı bahane ederek Milliyetçiler Derneğini kapatması DP hükûmeti için çok ağır sonuçlar doğuracaktır. Çünkü bunu yapmakla üniversite çevrelerindeki sağlam bir destekten kendisini yoksun bırakıyor ve bundan böyle oralarda sadece komünist eğilimlerin değil, fakat bilhassa CHP propagandasının iyice güçlenmesine zemin hazırlamış oluyordu. Gerçekten de o Milliyetçiler Derneği mensubu gençler, hem solun ve kozmopolitliğin saldırılarına hem de Komünizm kadar Moskova tipi laiklik anlayışı dolayısıyla nefret ettikleri CHP’nin gizli heveslerine karşı da bir kale oluşturuyorlardı. O andan itibaren meydanı boş bulan CHP’liler, CHP Gençlik Kolları, Devrim Ocakları ve Mustafa Kemal Atatürk Dernekleri başta olmak üzere üniversite gençliği arasında kışkırtma odakları kurdular.[6]
DP’nin bu korkusu büsbütün yersiz değildi, çünkü Türk Milliyetçiler Derneği siyasi parti teşkilatı bulunmayan fikir ve temayülleri temsil ediyordu. Bu görüştekilerin kendi partilerini kurmaları hâlinde iktidar partisi çok sıkıntılı günler yaşayabilirdi. Bununla birlikte Türk Milliyetçiler Derneği önce inkılapçı sonra da onun uzantısı veya mantıki sonucu olan Marksist harekete karşı kuvvetli bir milliyetçi potansiyelin mevcut olduğunu göstermiştir.[7]
II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de iç siyasi ortamı etkileyen diğer önemli bir konu da Mehmet Emin Değer’in değerlendirmesine göre, Atatürkçü dış siyasanın gereği olan komşularımızla yaptığımız saldırmazlık antlaşmalarının yerini, NATO’nun almasıdır. Buna göre savunmamız, tek bir düşman için kuzey komşumuz için saptanıyordu. Bu görüş açısından ABD’nin ideolojik düşmanı bizim de düşmanımız sayılıyordu.[8]
Doğu Avrupa ülkelerinin teker teker Sovyet etki alanına girmesi, Japonya’da müttefikler arasında ortak bir anlayışın kurulamaması, Yunan iç savaşı ortamında ilan edilen Truman Doktrini ile Marshall Planı ve İran ile Türkiye üzerindeki Sovyet baskısı, özellikle Avrupa’da Soğuk Savaş’ı doruk noktasına çıkarmıştı. ABD ve Sovyetler arasındaki güvensizliğin derinleştiği bu ortamda 1948 Şubatında Prag Darbesi gerçekleştirildi. Prag Darbesi sonucu, Çekoslavakya’nın Sovyet etki alanı içine girmesinin Batı’daki ilk tepkisi de 17 Mart 1948’de Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve İngiltere arasında yapılan Brüksel Antlaşması olmuştur. Bu devletlerin arkalarında Amerikan desteğini görmek istemelerinin sonucuysa NATO olmuştur.[9]
Oral Sander’e göre, Türkiye’nin NATO’ya girmesini yalnızca Sovyet tehdidine karşı güvenlik sağlamak açısından değerlendirmek eksiktir. Sovyet tehdidi, Türkiye’de zaten var olan isteği güçlendirip hızlandırmıştı. Türkiye savaş sonu dünyasına çok partili demokratik rejimi kurma çabaları ve çok önemli ekonomik kalkınma sorunlarıyla girmişti. Türk hükûmetinin bakış açısına göre, Türkiye’nin NATO üyeliği ekonomik, siyasal ve askerî gelişme amaçlarına yardım edecekti.[10] 
İşte bu iç ve dış koşullar ortasında Türkiye’de bugüne kadar süregelen politik çizgilerin ana hatlarının oluştuğu yıllar 1960’lı yıllar olmuştur. Sol ve sağ terimlerinin[11] bugünkü anlamıyla, Türkiye’nin siyasal terminolojisinde yerini aldığı dönem büyük oranda bu dönemdir. Daha önce bir komünizm karşıtlığından söz edilebilecekken ve var olan ikilik komünist-milliyetçi/mukaddesatçı bir görünüm arz ederken bu karşıtlık, yerini 1960’ların ikinci yarısından itibaren sol-sağ çatışmasına bırakacaktır. İslamcıların milliyetçilerden ayrı olarak siyaset sahnesine çıkmaları ve kendi örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri de bu döneme denk düşer.  Bu dönemin üç önemli teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği (TKMD) ve Mücadele Birliği (MB)dir.[12]
Bunlardan 1916’da kurulmuş olan MTTB, 1916-1920 arası dönemde pantürkist anlayış doğrultusunda, 1926-1936 döneminde Cumhuriyet kadrosunun resmî görüşü çevresinde hareket etmiş, ayrıca Turancı çizgide kalarak kozmopolitliği reddetmiş, “Vatandaş Türkçe konuş.” kampanyalarına katılmış, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı yolunda izinsiz gösteriler düzenlemiş ve bu da kapatılmasına sebep olmuştur.[13] 1936’da kapatılan MTTB, 1946’da yeniden açılmıştı. DP dönemindeki tutumu, iktidarla ne tam uyumlu ne de ona karşıdır. 1957 yılından itibaren ise iktidara karşı, CHP’ye yakın bir tavır alır. 18 Mart 1965 tarihinde gerçekleştirilen kongrede Rasim Cinisli’nin başkan seçilmesiyle MTTB, İslam gençliği açısından da bir dönüm noktası olmuştur.[14] Rasim Cinisli’nin ailesi Erzurum’un Aşkale ilçesinin Cinis köyünden[15] oldukları için Cinisli soyadını almışlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” adlı kitabında Cinis beylerinden bahseder ve Rasim Bey’in babası Naci Bey’in de misafiri olmuştur. Cinisli’nin eşi Ulviye Hanım’ın babası Fevzi Bey’in de Erzurum’da Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin kurucuları arasında olduğu belirtilmektedir. Cinisli Nevzat Kösoğlu’yla da liseden arkadaşlardır.[16]
1965 Seçimleri MTTB için tarihî bir yıl olmuş ve Rasim Cinisli’nin olaylı bir kongre sonrası başkanlığa seçilmesiyle sağın kalesi hâline gelmişti. MTTB’nin sol ile olan ilişkisine son veren Rasim Cinisli bu dönemi şöyle anlatmaktadır:
“DP’li gençler olarak birbirimize savunma güdüsüyle yapıştık. Hayatın içinden birbirine yakın olan insanlardık. 1960’tan sonraki dönemde 65’e kadar üniversitenin içinde milliyetçi grubu bir araya getirdik. En çok kullandığımız kanıt, milliyetçilikti. 1962’de karşımızda sol grupların hamileri olan Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Sıddık Sami Onar gibi hocalar olmasına rağmen Hukuk Fakültesinde talebe cemiyeti seçimlerini kazandık. Bu dönemde Ali Fuad Başgil, Mümtaz Turhan ve Nurettin Topçu gibi hocaların hizmetleri unutulmaz. Üniversite yönetimine rağmen kazandık. Ardından İktisat, Edebiyat ve Fen Fakültesinin Talebe Cemiyeti seçimlerini kazandık.”[17]
Rasim Cinisli’nin başkan seçilmesine kadar okullardaki öğrenci cemiyetleri sağcıların kontrolünde olmasına rağmen MTTB yönetiminde solcular vardı ve o dönemde Deniz Gezmiş ve arkadaşları da MTTB üyesi olmuşlardı. Ancak Cinisli’nin başkan seçilmesiyle birlikte sol dernekler MTTB’den ayrılıp Türkiye Millî Talebe Federasyonu (TMTF) çatısı altında toplanmışlardır. Millî konulardaki hassasiyetiyle, mücadeleci ve birleştirici kişiliğiyle sevilen ve sayılan Cinisli, Türk hukuk tarihinin büyük ismi Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in de öğrencisi olmuştu. 1969-1973 yılları arasında AP’den  Erzurum milletvekili seçilen Cinisli, 1973-1977 döneminde de Demokratik Parti milletvekili olarak TBMM’de bulunmuş ve faaliyet yürütmüştür.[18]
 O dönemler MTTB içinde günümüz siyasileri arasından birçok kişi vardır: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM başkanlığı yapmış Bülent Arınç, bakanlık yapmış olan Beşir Atalay, Ali Coşkun, Mehmet Ali Şahin, Hüseyin Çelik, Abdülkadir Aksu, Ahmet Davutoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Başbakanlık müsteşarlığı yapmış olan Ömer Dinçer ve daha çok sayıda milletvekili, bürokrat ve gazeteci… Bunların hepsi MTTB kökenli kişiler. MTTB’nin eski genel başkanlarından İsmail Kahraman AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002 Seçimlerinin ardından Meclisin yüzde ellisinden fazlasının MTTB geçmişi olduğunu söylemiştir.[19]
1960’lı yılların diğer önemli bir sağ teşkilatı ise “Komünizmle Mücadele Dernekleri”dir.  Türkiye’de komünizmle mücadele etmek için üç ayrı tarihte, üç ayrı ilde üç defa “Komünizmle Mücadele Derneği” kurulmuştu. Bunlardan birincisi 1950 yılında Zonguldak’ta, ikincisi 1956 yılında İstanbul’da, üçüncüsü ise 1963 yılında İzmir’de kurulmuştur. Zonguldak’ta kurulan Komünizmle Mücadele Derneğinin, Bahattin Dökerel, Nurettin Gürtunca, Zeki Kandemiroğlu, Bahattin Açıkel ve Yaşar Tüzün’den teşekkül eden kurucuları, iki yıl önce müracaat etmiş olmalarına rağmen dernek ancak Zonguldak’a 1950’de tayin edilen iki lise öğretmeni Nejdet Sançar ve Ziya Özkaynak vasıtasıyla canlandırılmış ve faal hâle getirilebilmiştir. Zonguldak Komünizmle Mücadele Derneğinin ilk faal idare heyetinde şu kişiler vazife almışlardı: Nejdet Sançar (lise edebiyat öğretmeni), Ziya Özkaynak (lise tarih öğretmeni), Bahattin Yurteri (Personel Müdürlüğünde memur), Kani Engin (tüccar), Zeki Kandemiroğlu[20] (Tasvir gazetesinin Zonguldak muhabiri), İsmail Tek (tüccar), Bahattin Dökerel (fabrikatör) ,Tahsin Baysal (tüccar) (Darendelioğlu, 1975:244). Derneğin başkanlığına Bahattin Dökerel, ikinci başkanlığına da Tahsin Baysal seçilmişlerdi. Dernek, Nazım Hikmet’in bir adli hataya kurban gittiğini, aslında onun vatanperver büyük bir şair olduğunu iddia eden Ahmet Emin Yalman’a karşı Nejdet Sançar tarafından kaleme alınan “Nazım Hikmet Meselesinde Ahmet Emin Yalman’a Cevap” adlı eseri 3000 adet olarak bastırmış; milletvekilleri, gazeteciler, üniversite mensuplarıyla tanınmış kişilere göndermiştir. Darendelioğlu’na göre, bu kitap oldukça alaka görmüş; birçok kör gözlerin açılmasına, dalgın kafaların uyanmasına vesile olmuştur. Bu ilk eserden sonra Zonguldaklılar derneğe üye olmak ve yardım etmek talebinde bulunmuşlardır. İlk yardımı Ereğli Kömürleri İşletmesi yapmış ve derneğe 500 lira teberruda bulunmuştur. İkinci büyük yardımı ise iki defa da 500 lira olmak üzere Karabük Demir-Çelik Fabrikası yapmıştır. Dernek, Zonguldak’ta bir sinemayı kiralayarak komünist aleyhtarı filmler göstermiş; iki defa da müsamere tertipleyerek bütçesini 2000 liraya çıkarmış ve bu parayla “Komünizme Karşı Türklük” adlı 15 günlük bir gazete yayımlamıştır. 27.9.1951 tarihinde yapılan ikinci yıllık kongresinde ise idare heyetine Nejdet Sançar, Ziya Özkaynak, Dr. Halit Taşman, Bahattin Dökerel, Av. Alparslan Avdan, Salih Sağlam, Orhan Sözen, Behçet Akın, Abdülkadir Telcioğlu seçilmişti. Bu defa da başkanlığa Diş Tabibi Halit Taşman, ikinci Başkanlığa da Nejdet Sançar getirilmişti. Bu idare heyeti de gazete neşriyatına devam etmiş, “Yalman’a Cevap” ve “Türk Gencine Açık Mektup’’ eserlerinden sonra, “Komünist Nedir?”, “Komünizmin İç Yüzü”, “Kızıl Cennet Masalı” ve “Mehmet Emin Yurdakul” adındaki eserleri çıkarmıştır. Dernek, faaliyetini 1953 yılında tatil etmiştir.[21]
Zonguldak’ta kurulmuş olan Komünizmle Mücadele Derneği, faaliyetine son verdikten sonra Türkiye’de ikinci defa Komünizmle Mücadele Derneği İstanbul’da 7 Aralık 1956 tarihinde kurulmuştur. Bu dernek, Burhan Yayınevinin idarehanesi genel merkez yapılarak kurulmuştur.[22]
Derneğin kurucu üyeleri tüzükteki sıraya göre şu kişilerdi: Ali Rıza Özer (gazeteci), Altan Deliorman[23] (Hukuk Fakültesi talebesi), Burhanettin Şener (Burhan Basım ve Yayınevi sahibi), Demir Aslan (İktisat Fakültesi talebesi), Ekrem Marakoğlu (Hukuk Fakültesi talebesi),  İlhan Darendelioğlu (Toprak Dergisi ve Yayınları sahibi), İrfan Açıkel (Ocak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü).[24]
Dernek, gençlik tarafından büyük alaka görmüş ve İstanbul şubesinin de kurulması için harekete geçilmiştir. 50’ye yakın gencin bir araya gelerek kaydolduğu İstanbul şubesinin başkanlığına da Yücel Hacaloğlu, sekreterliğe de Necmettin Hacıeminoğlu seçilmiştir. İdare heyetinin diğer üyeleri ise, Niyazi Yurdakul, Gündüz Sevilgen ve Ali Sait Yüksel’di. Bundan sonra İstanbul şubesi, Peyami Safa’nın “Marksisizme Bir Bakış” konulu konferans olmak üzere Prof. Dr. Cezmi Türk, İsmail Hami Danişmend, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan ve Tahsin Demiray’ın konuşmacı olarak katıldığı seri konferanslar tertip etmiştir. İstanbul şubesi ayrıca Cağaloğlu’ndaki dernek lokalinde seminerler düzenlemiştir.[25]
Akşam gazetesinin 24 Nisan 2011 tarihli nüshasında Gürkan Hacır adıyla yayımlanan bir yazıda, Türk milliyetçiliğinin bazı tanınmış şahsiyetleri, bu dernekle ilgili olarak şaibeli işlere karışmış gibi gösterilmekte ve Amerikancılıkla suçlanmaktadır.  Altan Deliorman da buna cevap olarak şunları yazmıştır:
“…Türk Milliyetçiler Derneğinin kapatılışının üzerinden uzun zaman geçmemişti. Benzer bir akıbete uğramamak için, derneğin adı bilinçli olarak Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği olarak kondu. Ama çalışmaları Türkçülük yönünde oldu. Derneğin yayın organı olan Ocak gazetesi de tam anlamıyla Türkçü bir gazeteydi. Türkçülerin Amerikan elçiliğine gidip para istemek gibi haysiyetsiz bir davranışta bulunmaları, ‘saf’ Amerikalıların da hemen çıkarıp para vermeleri ancak mizahi hikâye konusu olabilir. Kaldı ki derneğin bir tek İstanbul şubesi açılmıştı. O da dernek merkezi olarak kullanılan Ocak gazetesinin bürosunda bulunuyordu. Masaya, iskemleye ihtiyacı yoktu. Ayrıca şahsen Amerikan elçiliğinden kimin, nasıl ve ne kadar para aldığını kanıtlayan bir belgeniz varsa onu ben de görmek isterim.”[26]
Bu dernek, 27 Mayıs 1960 İhtilali’ne kadar yaşamış, daha sonra faaliyetini tatil etmiştir. 1963 yılında Türkiye için komünist tehlike geçmiş yıllara nispetle daha çok artmış, bu sebeple İzmir’de 41 kişi TKMD’yi kurmuştur.[27]
 18 Kasım 1967’de üç imamla (biri, eski bir öğrenci lideri olan ve genel başkanlığa getirilen Necmettin Erişen) bir Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi tarafından kurulan “Mücadele Birliği”nin ideoloğu ise 1991 Seçimleri öncesinde Islahatçı Demokrasi Partisi lideri olan Aykut Edibali idi. Alpay Kabacalı’ya göre, bu kuruluş, 1969 Şubat’ında “Huzur ve Asayiş Komitesi” adı altında bir vurucu güç oluşturdu. İstanbul’da Büyükçekmece’ye 4 km uzaklıktaki Gürpınar köyünde militan kadroya judo, ateşli silah ve bomba eğitimi verildi.[28]
  Mustafa Eren’in anlatımlarına göre, derneğin kuruluş çalışmalarında bulunmuş olan İrfan Küçükköy; derneğin ilkelerini antisiyonist, antikomünist, antikapitalist, millî değerlere bağlı olmak, İslam’a saygılı olmak olarak sıralamaktadır.[29] O dönem MB’yi izlemekle görevli bir polis olan Sadettin Tantan’ın da MB söz konusu olduğunda “Ha şu Ziya Uygur’un kurduğu teşkilat mı?” sözlerini kullandığı iddia ediliyor. Tantan’ın sözünü ettiği Ziya Uygur, 3 Mayıs 1944 Türkçülük Olayları nedeniyle ordudan atılan ancak askerî istihbarat görevini sürdüren bir devlet görevlisidir. Kendisi de 1970’li yıllarda sağcı gençlik içerisinde yer almış olan akademisyen Mümtaz’er Türköne ise MB hakkında oldukça kesin konuşmaktadır. Türköne’ye göre, MB başından sonuna kadar Özel Harp Dairesinin belirlediği standartlara göre kurulmuştur.[30] MB içerisinde bulunmuş birçok isim de Türkiye siyasetinde önemli görevler yürütmüşlerdir. Bunlar: Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Ali Müfit Gürtuna, Burhan Özfatura, Taha Akyol gibi kişilerdir.[31] Ahmet B. Karabacak, Taha Akyol’la 1966’da tanıştığını geniş kültüre sahip bir olduğunu, bir süre sonra MB’den ayrıldığını, sonraları ise Ülkücü Kadro dergisinde Nejdet Sevinç’le birlikte yazı yazmayı kabul ettiklerini ancak Taha Akyol’un daha sonra çekildiğini söylemekte “Taha, bugünkü değişik çizgisiyle ve şimdiye kadar çizdiği çizgiyle zannediyorum incelenmesi gereken bir değişik insan.” diye eklemektedir.[32]  
  Türkiye’de sağ fraksiyonda 1960’lı yıllarda yukarıdaki yapılar ortaya çıkarken sol fraksiyona da Demokratik Devrim Derneği (DDD) ve Millî Demokratik Devrim (MDD) damgasını vuracaktır.
Milliyetçi yazarlardan İlhan Darendelioğlu’na göre, DDD’nin kurulmasına temel teşkil eden manifestonun bazı kısımları önemlidir. Bu manifestoda her demokratik devrimci hareketin emperyalist dünya sistemiyle bağlarını koparıp Sosyalizme yönelmesi zorunluluğundan bahsedilmekte ve temel slogan olarak da “Tam Bağımsız ve Demokratik Türkiye” sloganı belirlenmekteydi. Bu slogan Türkiye’de ilk defa bu manifesto ile ortaya atılmış ve solcu teşekküllerin malı olmuştur.[33]
MDD adıyla yayınlanan bildiriden sonra kurulan DDD’nin kurucuları şu kişilerden oluşuyordu: Kemal İşler, Nejat Tözge, Aslan Başer Karaoğlu, Bedia İleri, Kutber Akalın, Halil Oyman, Cemil Ormanlar, Vedii Bayraktar, Rasih Nuri İleri, Sevinç Özgüner, Halil Bulut, Şaban Ormanlar, Muammer Öztürk, Hamit Yabaş, Ali Aksoy, İhsan Memoğlu, Bora Gözen, Hikmet Gürdağ, Arif Damar, Halil Çalışır.[34]
Derneğin amacı: “Madde 2- Tarihimizin bu döneminde emperyalistlere, iş birlikçilerine ve toprak ağalığı düzenine karşı olmak 27 Mayıs’ı ve bu hareketin getirdiği Anayasa özgürlüklerini sonuna kadar savunmak; halkı her türlü iç ve dış sömürüden kurtulmuş tam bağımsız özgür bir Türkiye doğrultusunda olmak anlamını taşır. Bu inançla kurulan derneğimizin amacı MDD’yi gerçekleştirmeye çalışmaktır.”[35]  
MDD tezini, komünist partilerinin, toplumların kapitalist dönemden sosyalizme geçişinde uyguladıkları bir strateji, katedilmesi zorunlu bir aşama olarak değerlendiren Sayılgan’a göre, bu stratejiyi bütün komünist partilerinin uyguladıkları söylenemez. Fakat her ülkenin komünist partilerinde, V. İ. Lenin’in “İki Taktik” kitabında sistemleştirdiği MDD tezi özellikle Stalin’in ölümünden sonra bazı fraksiyonlara sebep olmuştur. Diğer taraftan SSCB Komünist Partisinin 20. Kongresinden sonra uluslararası komünizm ikiye ayrılmış ve Çin ve Sovyetler karşı karşıya gelmişlerdi. Bunun elbette ki, dünya komünist partilerinde de yankıları olmuştur. MDD, aslında komünizmin klasik bir cephe stratejisidir. Literatürde “Geniş Cephe” olarak da geçer. Her toplumun özel şartlarına göre sloganlar ortaya atar. İkinci Dünya Savaşı arifesinde Batı Avrupa’da faşizm aleyhtarı eylemlerle şekillenmiş; savaş içinde geliştirilmiş; Stalin’in ölümünden sonra da bu strateji Sovyetler tarafından Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Uzak Doğu ülkeleri için planlanmıştır.[36]
Ülkemizde komünist hareketlerin MDD kesimi, mahkûm komünistlerden Mihri Belli tarafından temsil edilmiştir. Uygulamada illegal mücadele, yan kuruluşlar aracılığıyla legal platforma çıkarılmaktadır.[37] Bu eylemin yürütücüleri kendilerini proleter devrimci olarak nitelerken devrimi bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçiş olarak tanımlayan Mihri Belli de devrimi “geçiş” kelimesi ile demokratik bir gelişim şeklinde değil, diyalektik görüşte “ihtilal”e, “darbe”ye karşılık gelen atlama ve sıçrama olarak ifade eder. Marksist teoriyle ve literatürle ilgili olanlar çok iyi bilirler ki, diyalektikte “atlama”nın karşılığı ihtilalken bir üretim tarzından bir öncekine geçişte “karşı devrim”dir.[38]
Sayılgan’a göre, devrim stratejisini bir darbeye göre ayarlayan Mihri Belli’ye, Türkiye İşçi Partisi (TİP)  Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın “tepeden inmeciler’’ ithamında bulunması boşuna değildir. Mihri Belli’nin konferansında bunu açıkça belirtmesi, eylemdeki bazı davranışları ile de belgelenmektedir. Özellikle birkaç tabii senatörün de katıldığı ve öncülüğünü yaptığı “Devrimci Güçler Birliği”  ile ilişkileri de ayrıca dikkati çekmektedir[39]
Diğer yandan TİP üyesi Mihri Belli 1967’den beri ısrarla “Artık teori pratiğe kaydırılmalıdır.” vurgusu yaparak Türkiye’yi 12 Mart’a götüren olayların çıkmasına da etki etmiştir.[40] .
O dönemlerin sol gençliği içinde bulunan Harun Karadeniz’e göre ise MDD görüşü, gençler arsında ilk kez 1966 yılında ortaya çıkmıştı. MDD görüşünü benimseyen ilk örgüt “Devrimci Hukukçular”dı. Fakat MDD görüşü, daha sonra kurulan DÖB ile eyleme geçti. Kısa adı DÖB olan “Devrimci Öğrenciler Birliği” kurulduktan sonra çatışmaya yönelik bir eylem çizgisi izlemeye başladı.[41]
Karadeniz; MDD görüşü ilk yıl gençlik arasında pek tutunamadığını fakat 1968 yılından itibaren tutunmaya başladığını yazmakta ve MDD’nin kısa sürede TİP’i,  İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliğini (İTÜÖB) ve Fikir Kuluüpleri Federasyonunu (FKF) Genel Merkezini ele geçirerek tüm karşı çıkmalarına rağmen Dev-Güç ve sonrasında onun yerine Dev-Genç’i kurduklarını belirmektedir.[42] Karadeniz, kitabında (s.191) 1960-1970 yılları arası gençlik eylemlerini anlatırken MDD ve cunta ilişkilerine de vurgu yapmaktadır.
İlhan Darendelioğlu’na göre 27 Mayıs sonrası hazırlanan 1961 Anayasa’sından masum vatandaş değil, sinsi ve kökü dışarıda düşüncenin mensupları istifade yolları aramışlar ve ilk önce Anayasa’nın sosyalizme açık mı kapalı mı olduğu sorusunu ortaya atıp cevabını da kendileri bulmuşlar ve Anayasa sosyalizme açıktır demişlerdir. Daha sonra Darendelioğlu’nun ifadesiyle devrin devleşmiş siyasisi İsmet Paşa’yı da bu yalana ikna edince önce Sosyalist Kültür Derneklerini ve TİP’i ve daha sonra üniversiteler arasında sosyalist bir teşkilatlanmanın nüvesi olan Fikir Kulüplerini kurmuşlardır. 1965 yılının Kasım ayı içinde muhtelif fakültelerde kurulmuş olan Fikir Kulüpleri bir araya gelerek FKF’yi meydana getirmişlerdir. Federasyonun ilk genel başkanlığına önceleri TİP paralelinde hareket eden Doğu Perinçek,[43] sonra ise Zülküf Şahin seçilmiştir. 1969 yılının Ocak ayı kurultayında FKF’nin genel başkanlığına Yusuf Küpeli seçilmiş, federasyonun MYK’si adına bir de bildiri yayımlamıştı. Bildiride MDD’nin ilkeleri ve zorunluluğundan bahsedilmiş ve eylemlerin kitlelere mal edilmesinin gerekliliği belirtilmiştir. Darendelioğlu, bu zümrenin millî kelimesini de maske olarak kullandığına işaret etmektedir.[44]
Darendelioğlu’na göre, FKF’nin bu kurultayı o güne kadar daha ziyade fikir mücadelesi şeklinde yürütülen pasif mücadelenin aktif mücadele şekline dönüşmesine vesile olmuş hatta denilebilir ki sol eğilimli öğrenciler için bir dönüm noktası olmuştur. Kurultaydan hemen sonra federasyonun öncülüğü altında Akhisar ve Ödemiş’te sözde köylüleri de bu eylemin içine sokmak maksadıyla iki tütün mitingi tertiplenmiştir. Arkasından ise emperyalizme karşı işçi yürüyüşü adı verilen daha sonra ise Kanlı Pazar dedikleri hadisenin yöneticileri arasında vazife almışlardır. FKF’nin adı 1969 yılının son ayında yapılan olağanüstü kurultayda Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu olarak değiştirilmiştir.[45]
Kemal Karpat’a göre, Devrimci Gençlik (Dev-Genç) radikal olduğu hâlde terörist olmayan bir öğrenci grubuydu. Fikir Kulüpleri ise başlangıçta bir tartışma grubu olarak kurulmuştu. Gerek şu ki sol terör grupları, radikal sol partilerin politik doktrinlerini benimsemişlerdi. Bu doktrin, mevcut sosyoekonomik sistemi reddederek bunun yerine sosyalizm veya komünizmin kurulmasını savunuyordu. Bu amaç uğruna gerekirse devrim yapılmalıydı. Bu politik doktrin kendine muhalif tüm görüşleri faşizm olarak niteliyordu. Bu grupların ortak ideolojik temeli ve nihai amacı ise Marksizm-Leninizm idi.[46]
 
 
 


* Ardahan Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Okutmanı.




[1] Erol Güngör, Dünden Bugüne Tarih Kültür ve Milliyetçilik, İstanbul, 2007, s. 117.

[2] Erol Güngör, age., s. 118.

[3] Orhan Türkdoğan, Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, 1996, s. 179.

[4] Orhan Türkdoğan, age., s. 180.

[5] Erol Güngör, age., s. 118-119. 

[6] Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, İstanbul, 2011, s. 94-95.

[7] Erol Güngör, age., s. 119. 

[8] Mehmet Emin Değer, CIA Kontr-Gerilla ve Türkiye, Ankara, 1979, s. 34-35.

[9] Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994),  Ankara, 2009, s. 263-264.

[10] Oral Saner, age., s. 266.

[11] Cemil Meriç bu terimleri şu şekilde değerlendirmektedir: “Sol, Latincede meş’um, eski Almanca’da eğri demek. Cehenneme inen merdiven hep sola bükülür. Sağ kibar ve imtiyazlı; Rabbin sevgili kulları sağında oturacaklar diyor Tevrat. Napolyon orduları ihtilalin ideolojisini dünyanın dört bucağına taşır. Önce burjuvazinin bayrağıdır sol, sonra dördüncü sınıfın. Hürriyettir, terakkidir, müsavattır. Sağ’a türbedarlık düşer; türbedarlık yani ezeli değerlerin bekçiliği... Avrupa bütün cinayetlerini sağ’a yükler. Sağ yakın tarihin günahkâr tekkesidir... Sol-sağ. Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla ilgisi olmayan iki yabancı Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, (Haz. Mahmut Ali Meriç), İstanbul, 2013, s. 12-13. 

[12] Mustafa Eren, Kanlı Pazar, İstanbul, 2012, s. 67.

[13] http://www.mttb.org.tr/?page_id=86/20.04.2013.

[14] http://www.kazimsaglam.com/index.php?option=com_content&view=article&id=127/25.01.2013

[15] Bkz. Enver Konukçu, İbrahim Atnur, Bir Köy Tarihi, İstanbul, 2010.

[16] Cemal A. Kalyoncu, 8 Haziran 2009, Demirel’i Daha O Günden Çözmüştü, www.aksiyon.com.tr.

[17] http://www.kazimsaglam.com/index.php?option=com_content&view=article&id=128/25.01.2013.

[18] http://www.kazimsaglam.com/index.php?option=com_content&view=article&id=128/25.01.2013.

[19] Mustafa Eren, age., s. 77.

[20] Zeki Kandemiroğlu, Zonguldak Basını açısından önemli bir kişidir. Zonguldak “Demokrat Türkiye” gazetesinde de yazılar yazmış, “Karadeniz Postası” adlı haftalık gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yürütmüştür. Ayrıca Zoguldak “Günün Sesi” gazetesini de 1955’ten itibaren yeniden çıkarmaya başlayanlardandı. Bkz. Dilşad Yirsutimur, Zonguldak Basın Tarihi, Sakarya Üniversitesi SBE, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2008, s.30-39.

[21] İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul, 1975, s. 243-245.

[22] Altan Deliorman, Tanıdığım Atsız, İstanbul, 2000, s. 119.

[23] 22 Ağustos 2012 tarihinde hayatını kaybeden Altan Deliorman aynı zamanda Aydınlar Ocağının kurcusu olup gazeteciliği, Tarihçiği ve Edebi yönüyle de öne çıkmış önemli bir yazar ve kişiliktir. Kırık Kanatlı Jöntürk, Sessiz Bir Ses onun nefis üslubunun somut kanıtlarıdır. Ayrıca Liseler için Tarih ders kitapları hazırlamış ve MEB tarafından okutulmuştur. Daha detaylı bilgi için bkz. Oğuz Çetinoğlu, 7 Ekim 2012, Tarihçi-Yazar Altan Deliorman, http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr.

[24] İlhan Darendelioğlu, age., s. 311.

[25] İlhan Darendelioğlu, age., s. 313.

[26]Altan Deliorman, Milliyetçilerin Alınları Aktır 157.sayı, Türkçü İnternet Dergi 175. sayı, http://www.orkun.com.tr.

[27] İlhan Darendelioğlu, a. g. e., s. 386. 1963’te kurulan TKMD hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Selim Yıldız, Güneyli Yiğit: İlhan Egemen Darendelioğlu ve Siyasi Mücadelesi, Ankara 2013, s. 172-199. 

[28] Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, İstanbul 1990, s. 206.

[29] Mustafa Eren, age., s. 92.

[30] Mustafa Eren, age., s. 95.

[31] Mustafa Eren, age., s. 96.

[32] Ahmet B. Karabacak, Üç Hilal’in Hikâyesi,  İstanbul, 2011, s. 42 ve 91.

[33] İlhan Darendelioğlu, Pazarlar Kanlı İdi, İstanbul, 1977, s. 104-106.

[34] İlhan Darendelioğlu, age., s. 107-109.

[35] İlhan Darendelioğlu, age., s. 109.

[36] Aclan Sayılgan, Yeni Kavga-Milli Demokratik Devrim Nedir?, Ankara, 1970, s. 9-10.

[37] Aclan Sayılgan, age., s. 12

[38] Aclan Sayılgan, age., s. 19-20.

[39] Aclan Sayılgan, age., s. 19.

[40]İlhan Darendelioğlu, “12 Mart”, Toprak, Sayı:5, Mayıs 1974:14-15. 

[41] Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul, 1979, s. 177.

[42] Harun Karadeniz, age., s. 178.

[43] Doğu Perinçek, ismi ilk kez NATO'nun kontrgerilla örgütlenmesi olarak bilinen ‘Gladio'nun Türkiye'deki yapılanması’ şeklinde gazeteci Tuncay Güney'in İstanbul Emniyeti'ne verdiği ifadeyle gündeme gelen Ergenekon adı ile anılan soruşturma kapsamında 24 Mart 2008’de gözaltına alınmış ve tutuklanarak cezaevine konmuştu. İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 10 Mart 2014’te Doğu Perinçek’in tahliyesine karar vermiştir.

[44] İlhan Darendelioğlu, age., s. 115-116.

[45] İlhan Darendelioğlu, age., s. 117.

[46] Kemal Karpat, Türk Siyasi Tarihi, İstanbul, 2011, s. 242.