MİLLİ MÜCADELE MEŞALESİNİN SÖNMEMEK ÜZERE TUTUŞTURULDUĞU KONGRELERİN SON DURAĞI: SİVAS VİLAYETİ

21 Eylül 2021 13:08 Prof. Dr.Temel ÇALIK
Okunma
2936
MİLLİ MÜCADELE MEŞALESİNİN SÖNMEMEK ÜZERE TUTUŞTURULDUĞU KONGRELERİN SON DURAĞI: SİVAS VİLAYETİ

MİLLİ MÜCADELE MEŞALESİNİN SÖNMEMEK ÜZERE TUTUŞTURULDUĞU KONGRELERİN SON DURAĞI: SİVAS VİLAYETİ
Prof. Dr. Temel ÇALIK


                                             Turan İlteber Yalçın’ın muazzez hatırasına ithaf olunur…
                                            Yiğitler diyarının yiğit evladı Turan İlteber Yalçın, mekânın cennet
                                             olsun, sevgin kalbimizde sönmeyen bir meşale olarak yanacaktır.

Medeniyetler beşiği Anadolu’nun kalbinde binlerce yıllık birikimini günümüze gururla ulaştıran; Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atarak bir milletin kaderini yazan; geniş meydanlarına eşsiz bir tarihî serüveni sığdırırken toprakları üzerinde atılan her bir adımda bir başka yönüne sevdalandığınız; usta ellerden çıkan ince el işçiliği ürünlerin yanı sıra sokaklarındaki mimari yapıtlarıyla yetenek sınırlarını aşan; kaplıcaları ile şifa dağıtan; bozkırın sükunetinde nice hikâyeler dinleyeceğiniz; tarihin ve doğanın kucaklaşmasına kalbinizi bırakacağınız âşıklar şehridir… Sivas.
İlk çağlardan itibaren farklı devletlerin egemenliğinde kalan şehrin dokusu savaşlar, göçler vb. pek çok oluşuma bağlı olarak sürekli değişime uğramıştır. Bu nedenle de Sivas’ın adının kaynağı, kimler tarafından nasıl verildiği konusunda da ayrı bir zenginlik yaşanmaktadır. Tarihe “saygıdeğer, yüce” anlamına gelen Sebaste, rivayetlere konu olan ulu ağaçlar altında kaynayan ve “Tanrı’ya şükür”, “ana babaya minnet” ve “küçüklere şefkat” duygularının timsali olan üç pınara verilen Sipas ismi ile ilk çağlarda bilinen hâliyle Megalopolis isimlerinin yanı sıra Kabira, Diaspolis (Tanrı şehri), Talaurs, Danişment İli, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas isimleri ile de misafirlerini tarih boyunca hoşgörüyle ağırladığını kanıtlayan Sivas, bugünkü ismine ise Cumhuriyet Dönemi’nde Anadolu topraklarında bir destan yazarak kavuşmuştur.
SİVAS’IN TARİHİ
Coğrafi güzellikleri ile gözlere, insanının samimiyetiyle yüreklere açılan kapılardan yola çıkıp tarihe açılan kapılardan da birer birer geçtikçe Sivas, hem gözlere hem gönüllere hem de anılardaki yere bir başka işlenir. İran ve Mezopotamya’nın önemli şehirlerini Karadeniz sahillerine bağlayan ana kervan yollarının kesişme noktası üzerinde kurulan Sivas şehrinin tarihi MÖ 8000 yıllarına dayanmaktadır. Neolitik Dönem’den itibaren de ilk yerleşime ait izlerin tarihî kanıtlarını ziyaretçilerine sunan bu şehirde yapılan kazı ve araştırmalarda;  Kalkolitik Dönem’e (MÖ 5000-3000) ve Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) Dönemi’ne ait kesintisiz yerleşim izlerine rastlanmış ve yine bu dönemlerden kalma çanak çömlek, ev ve kent kalıntıları ile Sivas, tarihinin zenginliğini ispatlamıştır. Yerleşim tarihini aydınlatmak için bölgedeki araştırma ve kazı çalışmaları devam etse de Sivas, Hititlere kol kanat gererek tarihî serüvenine adımını atıp Kimmer ve İsketlerin istilalarıyla savaşmış; Medlerin, Perslerin, Büyük İskender’in ve Romaların hâkimiyetine girmiş; Kadı Burhâneddin, Danişment ve Eretna Beyliği’ne başkent olma sorumluluğunu da üstlenmiş; Selçuklu Devleti’nin Darü’l-A’la’sı (yücelik beldesi unvanı); Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet merkezi olmuş ve Millî Mücadele Dönemi’nde Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu yedi cihana kafa tutarak bir kez daha haykırmıştır.
Sivas tarihinin sayfalarını çevirdikçe her bir medeniyetin izini şehrin dokusuna işlenişini hissedip kültüründeki birikiminde hoşgörüyle yerini aldığını gördükçe şehrin tarihî yolculuğunu geniş bir coğrafyada incelemek daha yararlı olmaktadır. Kapadokya tarihi içinde de yerleşim merkezi olarak kullanıldığı ve Eti hâkimiyeti içinde bulunduğu görülen Sivas, bu dönemde yapılan savaşlar sırasında tahrip olmuştur. Asurluların da bir dönem bu topraklarda hüküm sürdüğü; ancak kendilerinden sonra Medlerin hâkimiyetinde varlığını devam ettiren şehir, Persler ve Perslerin hâkimiyetine son veren Büyük İskender’in izlerini de tarihinde taşımaktadır. Savaşlarda gördüğü tahribatların yanında yağmalanmalara ve hatta yıkımlara da maruz kalan bu şehir bir süre de Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde bulunmuştur.
Şehrin kapısı 1071’de Malazgirt Zaferi ile birlikte Anadolu’nun asıl sahibi olan Türklerin eline teslim edilmiş ve Türklerin bölgede kurduğu hâkimiyetle birlikte Sivas derin bir nefes almıştır. Malazgirt Zaferi’nin ardından Danişment Beyliği’ne ev sahipliği yapan Sivas, II. Kılıç Arslan Dönemi’nde kesin olarak Selçuklulara bağlanmış ve Moğol saldırılarına karşı korunmak için surlarla çevrilmiştir; 1243 Kösedağ Savaşı’nda Gıyaseddin Keyhüsrev’in yenilgiye uğramasının ardından şehrin hâkimi bir süre Moğollar olmuştur. Moğol hâkimiyetinden sonra İlhanlıların ve Eretna Beyliği ile Kadı Burhanettin Devleti’nin de egemenliği altında kalan bu topraklar; Kadı Burhanettin Devleti’nde yaşanan iktidar boşluğunda kentin ileri gelenlerinin isteğiyle Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir. Bu süreçte Timur’un kuşatmalarına da maruz kalan şehir, 1408 yılında Çelebi Mehmed’in hamlesiyle Osmanlı toprakları arasındaki yerini almayı başarmıştır. Osmanlı Devleti sınırları içindeyken eyalet merkezi hâline getirilen Sivas; Amasya, Çorum, Tokat, kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur.
Medeniyetlerin bir bir hayat bulduğu bu topraklar, tarihte pek çok sorumluluğu üstlenmiş ve üstlendiği her bir sorumluluğun da hakkını vermiştir. Ama hiçbir sorumluluk vatan sevdasıyla yanan yüreklerin yedi cihana karşı göğüs germesi kadar ağır ve önemli olmamıştır. Bu nedenledir ki Sivas, Türk milletinin tek vücut olup düşmana aman vermediği kararlı ve vakur duruşunun timsalidir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak kurtuluş mücadelesini başlatan Mustafa Kemal Paşa, 22 Haziran 1919’da Amasya’da yayımladığı genelge ile Sivas’ta millî bir kongrenin yapılması düşüncesini “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!” maddesi ile ilan etmiştir. Milletin iradesini önde tutarak Türk milletinin bağımsızlığına olan bağlılığını anlatan Amasya Genelgesi’nin ardından söndürülmesi mümkün olmayan bir mücadelenin ateşi yakılmıştır. Öncelikle 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihinde Erzurum Kongresi ve ardından 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi düzenlenmiştir. 4 Eylül 1919 günü lise binasının bir salonunda toplanan delegeler Anadolu’nun bağımsızlık hareketi içinde bir dönüm noktasına imzalarını atmışlardır. Kongrenin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa vatanın işgal içinde bulunduğu durumu anlattıktan sonra millî onurunu baş tacı yapan Türk milletinin umutsuzluğa düşmeden “vatanımızın yek-pâre, milletimiz yek-vücûd” olup mücadele edeceğini tüm Anadolu’ya duyurmuştur.
Esareti kabul etmeyen ve etmeyecek olan Türk milletinin asil duruşunun en önemli göstergelerinden olan Sivas Kongresi, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Sultan Alparslan’ın binlerce yıl önce Türk mührünü vurduğu bu toprakların gerçek sahiplerinin yüce Türk milleti olduğunu tarihin sayfalarına bir kez daha kazımıştır. Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için bir araya gelen vatanseverlerin güven limanı olan Sivas, 108 gün boyunca Millî Mücadele’nin yükünü omuzlarına sırtlayarak bir milletin varoluş mücadelesine önderlik eden kadim Anadolu şehirleri arasındaki yerini almıştır.
SİVAS’IN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Doğuyu batıya, kuzeyi güneye bağlayan yol güzergâhındaki konumunu gürül gürül akan sularının oluşturduğu dar ve derin vadi sistemiyle harmanlayarak Anadolu’yu kucaklayan Sivas, tarih boyunca askerî açıdan stratejik bir konuma sahip olmasının yanı sıra dünyada cenneti yaşatan doğal güzellikleriyle dikkatleri hep üzerine çekmiş bir kültür şehridir. Yüksek dağların üzerine kurulan Sivas’ın büyük bölümü İç Anadolu bölgesinde yer alırken Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde de toprağı bulunmaktadır. Bir yanı Kızılırmak, diğer yanı Yeşilırmak ve delice akan Fırat nehirlerinin havzalarında bulunan şehir, Türkiye’nin ikinci büyük ili olması yönüyle de farkını hissettirir. Kuzeyinde Karadeniz’in kıymetli incisi olan Giresun’un Alucra ve Şebinkarahisar ilçeleri ile yine Karadeniz’in yeşil zümrüdü olan Ordu’nun Mesudiye ve Tokat’ın Reşadiye, Almus ve Artova ilçeleri; doğusunda bir kültür abidesi Erzincan’ın Kemaliye, Refahiye ve İliç ilçeleri; güneyinde ise altın kayısısıyla dünyaya nam salmış Malatya’nın Arapgir, Arguvan, Hekimhan ve Darende ilçeleri ile Toroslar’ın eteklerine kurulmuş bir Kurtuluş Savaşı kahramanı olan Kahramanmaraş’ın Elbistan, Afşin ilçeleri ve Erciyes’in görkemli duruşuna sırtını yaslamış Kayseri’nin Sarız, Pınarbaşı ve Sarıoğlan ilçeleri; batıda ise tarihini içinde tüm bilinmezlikleriyle saklayan Yozgat’ın Çayıralan ve Akdağmadeni ilçeleri yer almaktadır.
İç Anadolu’nun yüksek platolarından esen rüzgârla dans ederken Kuzey ve Güney Anadolu’daki sıradağlarının devamı olan Köse Dağları, Toros Dağları, Tecer Dağları, İncebel Dağları, Akdağlar, Yama Dağları ile de kol kola giren Sivas’ın farklı jeolojik zamanlarda oluşan toprak yapısı ise zengin akarsu kaynaklarıyla buluştuğu an cana can katmaktadır. Sivas’ın %48’i platolarla; %46’sı dağlarla ve %6’sı ise ovalarla kaplıdır. Yüksek bir yerleşim yerine sahip olan ve çeşitli toprak kuşaklarıyla sarıp sarmalanan Sivas, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat Havzaları ile İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu iklimine el uzatmıştır. Farklı bölgelerin efendisi olan bu üç su yolu farklı zenginlikleri de Sivas’ın coğrafyasına armağan etmiştir. Karadeniz bölgesine yakın yerlerde havanın sertliği ve sıcaklığı, Giresun dağlarının üzerinden yaylaları da dolaşarak gelir Sivas’a ve tertemiz bir hava bırakır bu topraklara… Karadeniz’in yeşilinden süzülürcesine gelip esen rüzgâr, yağmurunun bereketini de Sivas ile paylaşır. Bu yüzden Sivas’ın Giresun’a yakın bölgelerinde endemik ormanlık alanlara rastlanmaktadır. Dağları, ovaları, platoları bir başka; akarsuları bambaşka olan Sivas’ın gölleri ise sanki bu dünyaya bahşedilmiş cennetten bir köşedir. Her biri birbirinden farklı ve birbirinden güzel; Hafik, Dipsiz, Tödürge, Lota ve Gökpınar Gölleri sakinliğiyle ruhunuzu dinlendirirken sessizliğinde tüm bilinmeyenleri kulaklarınıza fısıldar. Dünyada cenneti yaşamak için Sivas’ın göllerini görmek yeterlidir. Yüksek dağların gölgesinde gururlanan Sivas, Kızılırmak, Kelkit Çayı, Tozanlı Çayı, Yıldız Irmağı, Çallı Çayı ve Tohma Çayı ile bozkırın sonsuzluğunda bir nida oluverir. Dağların boynuna dolanan akarsuların yanı sıra Şuğul, Tohma ve Kızılırmak Vadileri; Suşehri, Yıldızeli ve Sarkışla-Gemerek Ovaları ile de doğanın oynadığı oyunlardan bir kesit sunuverir misafirlerine. Hele ki Uzunyayla Platosu’nun Sivas gezilerindeki yeri bambaşkadır. Özellikle yaz aylarında buz gibi havası ile insana derin bir nefes aldırırken sonsuzluğa uzanan bir yol boyunca varlığını devam ettiren bu plato insanı, derin düşüncelerin avuçları arasına bırakmaktadır. Uzunyayla’nın enfes havasından Meraküm Platosu’nun zengin otlaklarına doğru esen rüzgârın eşliğinde kulaklarda büyük halk ozanı Âşık Veysel’in dillere dolanan şu satırları ilişiverir: “Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz, gece…”. Kulaklarda ozanların eşsiz eserleri, gönüllerde ise bu coğrafyanın güzelliği ile Sivas gezisinin hiç bitmemesi istenir. Coğrafyasındaki tüm bu farklılıklar Sivas topraklarının zenginliğine yenilerini katmaktadır. Çevresine göre mikroklima iklim bölgesi özelliği gösteren Sivas, ana hatlarıyla karasal iklim özelliklerini taşımaktadır. Yazları sıcak ve kurak geçse de yaz mevsimi oldukça kısa sürelidir. Kış ayları ise soğuk, uzun ve kar yağışlıdır. En soğuk ay ortalaması –4o olup, zaman zaman   -36.4o’ye düşse de yaz aylarında sıcaklık genellikle 19o üzerindedir ve 38o’yi aştığı da görülmüştür. Doğal bir orman alanına hakimken yüzyıllar boyunca yapılan orman tahribatı sebebiyle ormanlık alanları sınırlı kalan Sivas’ta asıl önemli bitki örtüsü steptir. Kuraklığa dayalı köklere sahip olan keven, sığır kuyruğu, çoban döşeği, sütleğen, dağ yoncası, kekik, yavuşan gibi bitkilerin hâkim olduğu bölgedeki odun ihtiyacını karşılamak için de söğüt ve kavak ormanlarının oluşumuna önem verilmektedir. Evliya Çelebi Sivas’ı anlatırken buğday üretiminden söz edip bütün Anadolu’yla birlikte Trakya’da dâhil olmak üzere önemli bir nüfusu beslediğini “Bütün tarihçiler bu Sivas şehrine ‘beldelerin anası’ demişler… Gerçekten de beldelerin anasıdır… Buğday kıtlığı olsa bu beldelerin anası olan Sivas vilayeti o vilayetleri doyurur. Bu yüzden beldelerin anasıdır…” sözleri ile ifade etmiştir. Buğday başağından başlayan bereket yolculuğu arpayı ve çavdarı, ay çekirdeğini, patatesi ve şeker pancarını da kervanına katarak ilerlemektedir. Bir tarım şehri olan Sivas’ta küçükbaş ve büyükbaş hayvancılığa ve aynı zamanda arıcılığa da önem verilmektedir. Şehrin ekonomisinin temel yapı ise tarımın ve hayvancılığın yanı sıra sanayidir. En büyük ve eski endüstri kompleksi olarak 1939 yılında Sivas Cer Atölyesi olarak kurulan TÜDEMSAŞ, TCDD’ye bağlı Beton Travers Fabrikası, 1938’de temelleri atılan ve 1943 yılında hizmete giren Çimento Fabrikası da Sivas’ta bulunmaktadır. Demir ve demirciliğe dayalı sanayi sektörünün ön planda olduğu şehirde Türkiye’nin en önemli enerji kaynaklarından biri olan Kangal Termik Santrali de bulunmaktadır. Ayrıca Sızır Hidroelektrik Santrali ve Türkiye’nin en büyük linyit işletmesi de Sivas’tadır. 1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Türklerin yerleşimi ile tarihî serüveni başlayan, Karadeniz’in hırçın rüzgârına karışan kemençe sesinin dağlarında yankılandığı Akıncılar; Sarissa Antik Kenti’yle binlerce yıllık bir geçmişe sahip olmanın yanında Türk halı geleneğinin en güzel örneklerinden olan Tonus halısına da ev sahipliği yapan Altınyayla; zengin demir madeni yataklarını geçmişten günümüze taşımayı başaran Divriği; özgünlüğün anlamını yemyeşil doğasıyla açıklayan, ırmaklarında akan tertemiz sularıyla bahçelerini bereketlendirirken heybesine doldurduğu tarihî birikimini de sıkı sıkı elinde tutan, koyun yününden elde edilip dokumayla üretilen hamam keselerinin yanı sıra usta ellerin öncülüğündeki oymacılık ve nakkaş işlemelerinin de günümüzde yaşadığı yer olan Doğanşar; kendisini görmeye gelen herkeste yerleşip kök salma duygusu uyandıran, bozkırın rüzgârına karışan Sızır Şelalesi’nin sularıyla insanın ruhunu dinlendiren Gemerek; ardıç ağaçlarının şarkılarına eşlik eden Gölova; “beş belde” hikâyesine konu olup Hititlerin tarihî evlerini de içinde barındıran ve bir doğa harikası olan Gökpınar Gölü ile Şuğul Vadisi aracılığıyla misafirlerini şaşırtmaya devam Gürün; Türkiye’nin çok az yerinde karşılaşılan jips karstı olan ve kaynak suyu ile beslenip ilçenin adını da alan gölüyle Hafik; Türk kültürü ve folkloru içinde bulunan birçok anane ve geleneği yaşatmanın sözünü veren İmranlı; medeniyetlerin birbirini takip ettiği tarihsel birikiminin yanı sıra yörenin kendine özgü koyunlarını koruyan ve Orta Asya’dan miras olarak gelip genetik olarak en mükemmel kombinasyonlara sahip olan korkusuz Anadolu aslanlarının yetiştiği Kangal; orman örtüsünün çeşitliliği ile misafirlerinin ruhunu dinlendiren, Sarıçiçek Yaylası ile insanın içini huzurla dolduran, tadı ve aromasıyla farkını ortaya koyan domatesleriyle Koyulhisar; eski bir yerleşim yeri olup Kösedağ Savaşı’nın gerçekleştiği meydan olmasının yanında Mevlana’dan izleri de sinesinde barındıran Suşehri; Anadolu’nun en büyük ozanlarından biri olan Âşık Veysel’in doğduğu ve 16-21 Mart tarihleri arasında Âşıklar Bayramı ile her yıl anıldığı yer olan Şarkışla; Tecer Dağları’nın görkeminde varlığını sürdüren Ulaş; el işçiliğinin kıymetli ürünleri olan Yenihan bebekleriyle yörenin folklorik kıyafetlerini sergilerken demir, mermer, kalker gibi zenginliklerin de sahibi olan Yıldızeli; birçok kuş türüne ev sahipliği yaparken zengin su kaynaklarıyla beslenerek yeryüzünü beslemek için sabırsızlanan Tödürge Gölü’nün içinde bulunduğu, iklimi ve florasının güzelliğini kendine has tat ve aromasına işleyen balı ile Zara; Sivas’ın tarihî yolculuğuna eşlik eden kıymetli ilçeleridir. Sahip olduğu tüm bu güzellikleri Evliya Çelebi şöyle özetliyor: “Gerçekten de bir toprakları geniş, bütün halkı mutlu, ülkesi güzel ve beğenilir, ekinlikleri bol, her tarafta pınarları ve ırmakları kaynar ve akar şenlikli bir şehirdir… Garip dostu olduklarından her gece hanlarda kalan garip ve kimsesizleri hanelerine davet edip ikram edip üç dört gün hizmetinde olup hayır dualarını alırlar. Her hususta ta bu derece bolluk içinde büyük bir şehirdir…”
SİVAS’IN DOĞAL VE KÜLTÜREL DEĞERLERİ
Anadolu’nun dört bir yanına kucak açan coğrafi konumunun içine bir de derin bir tarihî geçmiş eklenince Sivas, etkileyici bir gezinin sözünü misafirlerine verir. Tarihî dokusu ve eserleri, kültürel zenginliği ve el değmemiş eşsiz doğasıyla ziyaretçilerini heyecan içinde sabırsızlıkla bekleyen Sivas, tarihin ve doğanın birbirine kavuştuğu yerdir. Geniş meydanlarında misafirlerine tarihî bir şölen yaşatırcasına tüm görkemini sunan şehirde Selçuklular Dönemi’nden Cumhuriyet’e kadar pek çok döneme ait eseri tek bir meydanda ve aynı anda görmek mümkündür. Sivas tarihinin kültürel dokusunu şehirde yaşatan Kangal Ağası Konağı, Mihrali Bey Konağı, Divriği Ayanağa Konağı, Akaylar Konağı tarihî süreçteki sivil mimarinin en güzel örneklerindendir. Tüm bunların yanı sıra sema gösterilerinin sergilendiği Susamışlar Konağı; millet kıraathanesi olarak kullanılan Osman Ağa Konağı; Sivas evi olarak kullanılan Abdi Ağa Konağı ve geziniz sırasında yorgunluğunuzu dindirecek olan kahvelerin yudumlandığı Yeşil Konak’ı (Ahmet Hüdai Müze Evi) Sivas’ın kıymetlilerindendir. Sivas’ı gezen birçok seyyahtan biri olan Evliya Çelebi o dönemde surlarla kuşatılan şehrin içinde 44 mahallenin olduğunu; sur dışındakilerle birlikte 6 bin 60 evin, 7 caminin 1 medresenin 6 tane de hamamın adını vererek 8 handan, Ulu Cami civarındaki bedestende 1000 dükkân olduğundan bahsetmektedir. 1576 yılından beri konaklama hizmeti vermeye devam eden Behram Paşa Hanı, 16. yüzyılda inşa edilip bugün de esnaflara kucak açan Sultan Hanı, İhramcızade Kültür ve Sanat Evi olarak hizmet veren Çorapçı Hanı gibi daha birçok hanın varlığıyla ticaret açısından ne kadar güçlü olduğunu gösteren şehir yörede “çermik” ismiyle bilinen kaplıcalarıyla da yüzyıllardır şifa dağıtmaya devam etmektedir. Romatizmadan, solunum ve dolaşım yolları rahatsızlıklarına, çeşitli deri rahatsızlıkları da olmak üzere pek çok hastalığa merhem olan şifalı sular bu toprakların el değmemiş doğasından çıkmaktadır… Geçmişte çevresinde çadır kurma geleneğinin yaygın olduğu bu çermik alanların günümüzdeki önemli merkezleri ise merkeze bağlı Soğuk Çermik, Yıldızeli’ne bağlı Sıcak Çermik, Kangal’daki Balıklı Çermik ve Şarkışla’daki Ortaköy ve Alaman Çermikleridir. Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırlarını kimi zaman maviye kimi zaman yeşile bürüyen Sivas’ın doğası geziniz sırasında hiç beklemediğiniz güzellikleri önünüze çıkarıverir.  Ağaçların köklerinden usul usul akarken sert kayalıkların üzerinde yemyeşil yosunları iz olarak ardında bırakan Sızır Şelalesi; yaz aylarında serinleten rüzgârını büyülü manzarasına karıştıran Eğriçimen Yaylası tüm güzelliğiyle huzur vermeye devam ededursun kesme taştan yapılan işçiliği ile gözleri dolduran Taşhan; 1580 yılında kare plan üzerine yaptırılan mukarnas süslemeli Kale Camii; MÖ II. bin başlarından itibaren şehrin kentsel gelişimine katkı sağlayan Sivas Kalesi ile şehrin tüm birikimine kol kanat geren, Orta Anadolu’nun en büyük arkeoloji müzesi olma özelliğini de kimseye bırakmayan Sivas Arkeoloji Müzesi ile Sivas tadına doyum olmayan bir Anadolu şehridir.
Gürün Gökpınar Gölü
Doğanın mucizelerini gösterdiği, güneşin açısına göre değişen tonlarıyla renklerin hünerli ellerinin değdiği bilge bir kaynak: Gökpınar Gölü.  Gölün altında volkan püskürmesini andıran kaynak suyuyla beslenen ve yeryüzündeki canlılığa değer katabilmek için heyecanlanan bir yer altı suyu, Suyun temizliği ve berraklığına mı yoksa yeşilin binlerce tonunu kuşanmış su bitkilerine mi şaşırmalı? İçinde yaşayan canlılara hayat vermek bir yana dursun ürettiği oksijenle yeryüzündeki diğer canlıların da yaşam kaynağı olmaya devam etmektedir Gökpınar Gölü… Her mevsim 11 derece sabit kalan su sıcaklığına sahip bu göl, içme suyu standartlarına uygun yüksek kalitedeki suyu ile günümüze kadar kirletilmeden korunabilmiş parmakla gösterilen sayılı göllerden biri… Yeşil su bitkilerinin ürettikleri oksijen kabarcıklarını tertemiz suyun berraklığı içinde görebilmek ise müthiş….
Şuğul Kanyonu
Tohma Çayı’nın bozkır yolculuğu Şuğul Kanyonu’nda başlamaktadır. Suyun kayaları sabırla işlediği kanyonda Gövdeli Dağı’ndan çıkan su etrafa dik kayalar üzerinden akarken, akan suyun etrafında kimisi kayalıklara kimisi toprağa sıkıca tutunmuş ağaçları ve bitkileri gördükçe bozkırın büyüsü sarar tüm benliğinizi… Yöre halkının iki yanı dik kaya olan dar ve denize verdikleri isim olan Şuğul, suyunun gücüyle ve sabrıyla oluşturduğu bu kanyonda kuş gözlemciliği ve bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Kanyonun uzunluğu ise 7 km olup denizden yüksekliği 1650 metredir.
Sarissa Antik Kenti
Yüzyıllar öncesine ait büyük bir antik kent Sarissa.  İçinde tarihin bilinmezliklerini saklarken arkeolojik kazılarda ele geçen amorf vaziyetteki bir seramik parçası üzerindeki yazıda kentin adının Sarissa olduğu anlaşılmış olup yıllar öncesine ait göz alıcı güzelliğiyle bugün de tarihseverleri etkilemeye devam ediyor. 4 bin yıllık tarihiyle dünyadaki ilk yazılı anlaşmanın yapıldığı yer olan Sarissa Antik Kenti âdeta bir Hitit Kentidir. Hitit tabletlerinde burada hem bir kralın varlığından söz edilmekte hem de bayram kutlamaları gösterilmektedir. MÖ 1525'e tarihine ait olan tapınak binası ise “Hitit kentlerinde bulunanların en büyüğü” olarak tanımlanmaktadır. Yöre halkının buraya “Kuşaklı” demesinin nedeni kentin sahip olduğu surlarıdır.  Kazılarda ele geçirilen eserler ise Sivas Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
Seher vaktinde görenlerin gönül gözünde derin izler bırakan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası Anadolu’nun nadide eserlerinin başında gelmektedir… Dünya sanat tarihinde yer alan bu eşsiz eser Anadolu Selçukluları Mengücek Oğulları Beyliği Dönemi’nden miras kalmıştır. Hz. Mevlana’nın şifa bulduğu Anadolu’nun Elhamrası olan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Mengücek Beyi Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırılmış; ancak Şifahane bölümü Ahmet Şah’ın eşi Melike Turan tarafından inşa ettirilmiştir. Hastaların su sesiyle iyileştirildiği şifahanesi bir yana birbirinden farklı bezemeleri ve barok mimarinin Türk ve İslam sanatı içinde yorumuyla göz kamaştıran yapı, mühendislik ve mimarlık harikasıdır… Taş işçiliğin muazzam bir örneği olan bu şaheser Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkmış olup asimetrik binlerce motifin hiçbirinin kendini tekrar etmemesi yönüyle de farkını ortaya koymaktadır. Asırlar önce, güneşin doğuşundan batışına, yıldızların çıkışından kayboluşuna kadar birçok konuda ince hesaplamalar yapılarak akıllıca ve ustaca inşa edilen bu yapı cennet kapısı adı verilen bölümünde güneşin geliş açısına bağlı olarak saat 07.00 sıralarında namaz kılan kadın silüeti ile taç kapı adı verilen batı kapısında da ikindi vakti görülen namaz kılan erkek silüeti ile ziyaretçilerini büyülerken şah kapısı adı verilen bölümde de saat 09.00 sıralarında oluşan ve Ahmet Şah’ın başını temsil ettiğine inanılan gölge ile ziyaretçilerini kendilerine hayran bıraktırmaktadır. İlmin, inancın ve sevginin nakış nakış işlendiği bu yapı 1985’te UNESCO tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak gösterilip koruma altına alınmıştır. Evliya Çelebi’nin “Methinde diller kısır, kalem kırıktır.” şeklinde tanımladığı Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası Selçuklu mimarisinin tüm eşsizliğinin canlı ispatı olarak Sivas topraklarında yaşamaktadır. 18. yüzyıla ait Alacahan Camii, Hatipoğlu Camii ve Kangal Merkez Camii ise şehrin diğer önemli tarihî ibadethanelerindendir.
Şifaiye Medresesi
Anadolu’da dönemin en büyük tıp merkezi olarak kabul edilen Şifaiye Medresesi, Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından 1217 yılında şifahanesi olarak yaptırılmış olup Osmanlı Dönemi’nde Şifaiye Medresesi olarak kullanılmıştır. Dünyada varlığını yüzyıllar boyunca varlığını korumayı başarabilen en eski hastanelerden olan Şifaiye Medresesi Selçuklular Dönemi’nin en büyük hastanesidir. Görkemli bir taç yapısının yanında dört eyvanlı ve revaklı bir avluya sahip olan şifahanenin türbe cephesi çini süslemelerle kaplı olup tuğla işçiliğiyle, kitabesiyle, süslemem ve kabartma figürleriyle âdeta bir başyapıttır.
Buruciye Medresesi
1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan Buruciye Medresesi mimari özellikleri ve süslemeleriyle Anadolu Selçuklu sanatının en uyumlu ve bütünlük arz eden mimari yapılarındandır. Hamedan (İran) yakınlarındaki Burucerd’den gelen Muzaffer Burucerdi tarafından çeşitli konularda öğretimin yapılması amacıyla inşa ettirilen medresenin mimarı hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamasa da Anadolu'da simetrisi en düzgün medrese planına sahip olan, muhteşem taç kapısı, sarıya dönük renkteki renkli taşlardan yapılan oyma kapısı, kesme taştan örülü duvarları ve açık avlusuyla medrese baş döndürücü güzelliktedir…
Çifte Minareli Medrese
Anadolu’nun en yüksek taç kapısına sahip olan ve Dârü'l-Hadis adıyla da bilinen Çifte Minareli Medrese İlhanlılar Veziri Şemseddin Cüveyni tarafından 1271 yılında yaptırılmıştır. Şifaiye Medresesi’nin tam karşısında yer alan medresenin büyük bir bölümü yıkılmış olup günümüze ulaşan tek özgün yapısı görkemiyle ve heybetiyle ayakta kalan ön cephesidir. İki katlı ve dört eyvanlı yapıyı bitki ve geometrik motiflerden oluşan süslü taş kapısı tamamlamaktadır. Sivas’ın simgesi olan minareler, tarihin izlerini ve Türk kültürünün zenginliğini göstermek için tek başına yeterli bir kanıt niteliğindedir…
Gök Medrese
Sahibiye Medresesi olarak da bilinen Gök Medrese, Anadolu Selçuklular Dönemi’ne ait olup 1271 yılında Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından Mimar Kaluytan’a yaptırılmıştır. Türk mimarisi ve süsleme sanatının aynı eser üzerindeki işlemesinin birlikte görüldüğü önemli eserlerden olan medrese 1926 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Mermer taş kapısı, ışık-gölge oyununu yaşatacak kadar zengin görünümüyle Selçuklu mimarisinin gizemini saklayan yapı, Evliya Çelebi’nin “Bir benzeri daha yapılamaz.” deyimiyle tarihi süreçteki eşsizliğini korumaya devam etmektedir…
Divriği Kalesi
Tarihe “fethi mümkün olmayan kale” olarak kazınan Divriği Kalesi, kesme taşlardan yapılmıştır. Günümüze ulaşabilen hâli Mengücekoğulları Dönemi'ne ait olan kalenin yalnızca dış kaleye ait surların bir bölümü korunabilmiştir. Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu’da kullanılan önemli kalelerden biri olan Divriği Kalesi, temelinden burcuna kadar otantik bir Türk Kalesi olması bakımından önemli bir eserdir.
Eğri Köprü
Selçuklu mimarisinin 12. yüzyıldaki örneklerinden biri olan Eğri Köprü, Sivas’ı ziyarete gelenlerin ilgilerini çeken yapıtlar arasındadır. Yaklaşık 180 metre uzunluğunda ve 5 metre yükseklikte olan köprünün üzerinde 18 kemer bulunmakta olup 12. yüzyıldan bugüne dek bölge insanına hizmet vermeye devam etmektedir. Aynı doğrultuda gitmediği için adına Eğri Köprü denilen bu yapı herhangi bir restorasyon çalışması görmeksizin hem yıllara hem de coşkuyla akan Kızılırmak’a meydan okurcasına “Ben buradayım!” demektedir… Kızılırmak üzerinde yalnız olmayan Eğri Köprü’ye Kesik Köprü ve Boğaz Köprüsü de eşlik etmektedir.
Atatürk Kongre Binası ve Müzesi
Bir milletin dünya tarihine ismini kazıyarak yazdığı ve varoluşunun temellerinin atıldığı nokta olan kongre binası, 108 gün boyunca “Millî Mücadele Karargâhı” olarak kullanılmıştır. Türk milletinin kaderini belirleyen kararların alındığı bina Cumhuriyet yönetiminin temellerinin atıldığı yer olması sebebiyle de tarihî bir hüviyete sahiptir. Binanın bir bölümü kongre binası diğer bölümü ise etnografik eserler için ayrılmış olup müze olarak kullanılmaktadır. 19. yüzyıl geç Osmanlı Dönemi sivil mimarisinin en güzide örneklerinden biri olan bu yapının içindeki müzede Atatürk’ün birçok şahsi eserinin yanı sıra Sivas Kongresi’ne ait tarihî belgeler ve Selçuklular ile Osmanlı Dönemi’ne ait eserler de bulunmaktadır.
Hükûmet Konağı
1884 yılında dönemin valisi Halil Rıfat Paşa tarafından yaptırılan ve hâlen Valilik Binası olarak kullanılan Hükûmet Konağı’nın ilk iki katı kesme taştan yapılırken üçüncü katı 1913 yılında ahşaptan inşa edilmiştir. Geçirilen yangın sonucunda ahşap katı yanan bina bugünkü görünümüne 2005 yılında kavuşmuştur.
Kurşunlu Hamamı
Osmanlı Dönemi’nin klasik hamam kültürünün yaşatıldığı şehir olan Sivas’ta yine bu döneme ait hamamların en güzel örneklerinden biri Kurşunlu Hamamı’dır. Kadın ve erkekler için ayrı bölümleri bulunan bu hamamın yanı sıra sadece kadınlar için Hamamcıoğlu Hamamı ve sadece erkekler için de Meydan Hamamı ile Mehmet Ali Hamamı bulunmaktadır.
Ziya Bey Yazma Eserler Kütüphanesi
Osmanlı mimarisinin izlerini her bir işçiliğinde gösteren kütüphane içinde sakladığı el yazması eserleriyle tarihin içinden süzülüp bugünlere ulaşmanın mutluluğu ve huzuru içinde ziyaretçilerini beklemektedir… Nihayetü’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an adlı el yazma eseriyle birlikte çok sayıda el yazma ve nadide matbu eserleri kütüphanede görmek mümkündür.
Jandarma Binası
1908 yılında Vali Reşit Akif Paşa zamanın da Jandarma Dairesi olarak yaptırılan binanın planı “L” biçimindedir. Sivas kent meydanın tarihsel dokusunda önemli bir yere sahip olan yapının kolların kesiştiği köşe sekizgen olarak düzenlenmiş olup her üç kattaki odalar bu plan düzenine uyularak yapılmıştır. Sekizgen planlı köşe kulesi denebilecek bölümün silmelerle çerçevelenmiş alınlığında yapım yazıtı da bulunan bina bugün, sosyal tesis olarak kullanılmaktadır.
SONUÇ
Zengin tarihine coğrafyasının insanı hayran bırakacak güzelliklerini dolduran; kurtuluş mücadelemizin bir nişanını gururla taşıyan; kendine özgü üslubunun bir yansıması olan çubukçuluktan (ağızlıkçılık) tutun da taştan mermere, mermerden kemiğe ve ahşaba kadar bir çok malzemenin üzerinde gerçekleştirilen oymacılık gibi el işi sanatının en nadide örneklerini ziyaretçilerine sunan; kemik tarağı, kara kemik bıçağı, ince işlemelerle ortaya çıkan süs eşyaları ve hem zarif hem doğal hem de dayanıklı olan el dokuması kilim ve halıları ile Sivas, zamanın durmasını isteyeceğiniz yerdir. Sofraları soharıç karışımı ile hamurun tadına tat katan tutamaç (lakişe/kesme çorbası) ve yörenin kendine özgü olan katıklı çorbası; sade tereyağın damakları çatlatan lezzetiyle fırın katmeri; pancardan elde edilen müthiş lezzetiyle pezuk turşusu ve pancar çorbası; eski yemekler arasındaki yerini alıp bir nesilden diğerine aktarılarak bugünlere eşsiz tadıyla ulaşan pehli; hamur işlerinin vazgeçilmezlerinden olan sac katmer, yumurta ve kavurma erişteleri ile enfes tatlara sahip olan Sivas mutfağı tatlı dost sohbetine eşlik eden başta hurma olmak üzere karaş, hasuda, üzümlü çorba (bayram çorbası), kelle ve kavut tatlıları ile misafirlerinin beğenilerini kazanmaktadır. Ziyaretçilerinin damaklarını şenlendirirken farklı gezi ve tatil olanaklarını da sunmaktan geri durmayan Sivas’ta çeşitli spor dallarına ilişkin aktiviteleri de yapabilme fırsatı bulmanız mümkündür. Spor demişken Sivasspor’un bu şehir için önemini de belirtmeden geçmemek gerekir.
Geniş coğrafyasında pek çok yöresel ezginin davul, zurna ve horonla buluştuğu; Pir Sultan Abdal’dan Âşık Ruhsati ile Âşık Veysel’in dizelerine sazıyla ve sözüyle uzanan bir zenginliğin içinde yer aldığı Sivas’ta kentin kimliğini oluşturan müzeler, türbeler, kiliseler, camiler, konaklar, hamamlar, kaleler, medreseler ve hanlar bir dönemden diğerine doğru adeta bir zaman yolculuğu yaşatmaktadır. Anadolu kültürünü iliklerinize kadar hissedeceğiniz Sivas, bu müthiş deneyimi siz değerli gezginlerle paylaşmayı beklemektedir.
Kaynaklar
Akbulut, G. (2009). Sivas Şehri’nin tarihi coğrafyası. Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 33(2), 212-222.
Ceylan, O. (1988). Sur ve kaleleri ile tarihte Sivas. Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları No: 24.
Demirel, Ö. (2006). Osmanlı dönemi Sivas şehri. Sivas 100 Temel Eser.
Günaydın, A. N. (2009). Millî Mücadelede Sivas 108 gün. Sivas Valiliği.
Kaya, D. (2006).  Âşıkların diliyle Sivas. Sivas 100 Temel Eser.
Kaynar, H., & Tonus, E. (2016). Altınyayla (Tonus) ilçesi halı örneklerinin motif yönünden incelenmesi. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 9(18), 249-282.
Özcan, S. (2013). Amasya Genelge’sinin Erzurum ve Sivas Kongreleri üzerindeki etkisi. Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (1), 69-82.
Sancaktar, F. M. (2020). Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) delegelerine dair bazı tespitler. Tarih Dergisi, (71), 473-496.
Sönmez, S. (2019). Tanzimat’a giden yolda bir Osmanlı şehri Sivas (1777-1839). İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Şenol, S. (2007). Anadolu Türk konut mimarisinde Divriği evleri. Sivas 100 Temel Eser.
Uzunçarşılı, İ. H., & Edgüer, R. N. (2014). Sivas şehri. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
https://gezimanya.com/turkiye/sivas-gezilecek-yerler
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/sivas/genelbilgiler
https://www.milliyet.com.tr/gundem/divrigi-ulu-camiide-namaz-kilan-insan-silueti-1911273
http://www.sivas.gov.tr/
https://www.sivaskulturenvanteri.com/sivas/sivasin-cografi-konumu/
https://www.youtube.com/watch?v=D-hveaorCS0