DOĞU VE BATININ KUÇAKLAŞTIĞI KADİM ŞEHİR: MALATYA

25 Kasım 2021 10:48 Prof. Dr.Temel ÇALIK
Okunma
3805
DOĞU VE BATININ KUÇAKLAŞTIĞI KADİM ŞEHİR: MALATYA

DOĞU VE BATININ KUÇAKLAŞTIĞI KADİM ŞEHİR: MALATYA
Prof. Dr. Temel ÇALIK   
Gülten Türkan GÜRER  

Baharı getiren çiçekleriyle konuklarını karşılayan, kayısı ağaçlarının her mevsim farklı renkleri başına taç yaptığı, üzüm bağlarının ise bu renk cümbüşüne ortak olmanın sevincini yaşadığı, bol su kaynaklarının kudretiyle can bulan toprağın bereketiyle üreticisini sevindirdiği, doğanın kollarında dinlenip dertlerinizi suyun derinliklerine hapsedebildiğiniz, vadilerin ve akarsuların sunduğu güzellikleri unutmamacasına zihninize işlemek istediğiniz, sanatın rahatlatıcı gücünü hissedebildiğiniz, nice medeniyetin derin izlerini sinesinde barındırmanın yanı sıra, tarihin derinliklerinden süzülen ışığın yolculuk boyunca rehberiniz olduğu, değerini sükûnetinde gizlemiş bir Anadolu şehridir…  Malatya.
Medeniyetlerin köprüsü olan Anadolu’nun hikâyesinde kendi payına düşeni anlatmaya hazır olan Malatya, dünyadaki ilk şehir devleti yapılaşmasının önemli örneklerinden biri olan Aslantepe Höyüğü ile ziyaretçilerini selamlamaktadır. Şehrin ismini alışında bile nasıl bir kültür mozaiğinin içinde bulunduğunuzu hissedebilmek mümkündür. Binlerce yıldır üç kıtanın birleştiği bir geçit niteliği taşıyan bu şehir;  Hititler zamanında “bal ve meyve bahçesi” anlamına gelen “Maldia” olarak isimlendirilmiş olup Kültepe vesikalarında “Melitae”, Asur vesikalarında “Meliddu, Melide, Melid, Milidia”, Urartular tarafından “Melitea”, Roma ve Bizanslılar tarafından “Melitene” şeklinde isimlendirilmiştir. Şehir bugünkü ismine ise Türkler ile kavuşmuştur. Bir nefeste anlatılabilecek bir şehir olmayan Malatya’yı önce tarihi sonra tarihiyle bütünleşen coğrafyası ve bu bütünlüğün içine gömülmüş kültürel değerleri ile adım adım gezmek, incelemek ve anlamak gerekmektedir.
MALATYA’NIN TARİHİ
Taşından toprağına her bir köşesinde tarihin derin izlerini sürmenin keyfini yaşayacağınız bu kadim Anadolu şehrinde, Levent Vadisi kanyonu ziyaretçilerini 65 milyon yıl öncesine götürmektedir.  Burada Paleolitik Çağ’dan, Tunç Çağı’na kadar tüm yerleşim izlerini görmek mümkündür. Cafer Höyük’te yapılan kazılarda Paleolitik Dönem’de yaşayan toplumun mağaralardan çıkıp tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları köy yerleşkelerinden izleri bu topraklarda görüp yaşamanın tarifsiz duygusu insanın tüm benliğini sarmaktadır. Aslında Malatya’nın tarihine açılan her bir pencere, farklı hikâyeleri ve bu hikâyelerin günümüze ulaşan birbirinden değerli izlerine dokunabilmenin şansını sunmaktadır. Malatya bu sebeple kendi şehir tarihine sahip çıkmanın haklı gurunu yaşamaktadır.
Hititlerin ayak sesleri ile tarihe kapılarını aralayan şehir, MÖ 8. asra ait Hitit Sarayı’nın da içinde bulunduğu bölgede, Hititlerin ardından Kargamış Krallığını, Mitanniler, Hurriler, Sami ve Babilleri başta olmak üzere Asurluları, Medleri, Persleri, Kommagene Krallığı’nı, Pontus Krallığı’nı ve Bizanslıları misafir etmiştir. Bölgeye yerleşen Bizanslılara bir dönem de eyalet merkezliği yapan şehir İslam devletleri tarafından fethedilse de sonrasında tekrar Bizans sınırları içine dâhil edilmiştir. Bizanslıların şehrin üzerindeki egemenliği, Anadolu’nun ebed-müddet sahibi olacak olan, Türklerin 1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu’ya girişleri ile son bulmuştur. Bu topraklar üzerindeki Türk tarihinin sonsuz yolculuğu 1085’ye Selçuklular ile başlamıştır. Malatya, 1135-1175 seneleri arasında 40 sene boyunca Selçuklulara bağlı Danişmendoğullarının başkentlik yapmış olup sonrasında İlhanlıların ve Memlûklerin de yurdu olmuştur. 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Memlûk Devleti’ne son vermesi ile bölgenin hakimiyeti Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.
Millî Mücadele Dönemi’nde vatanın kurtuluşu için canını feda etmeye hazır olarak cephedeki yerini alan kahraman Türk askerlerinden biri olan Cevat Çobanlı’ya değinmemek Malatya tarihî ve kültürel birikimini eksik bırakmaktadır. 1914 tarihinde Boğaz’ın ve kıyıların savunmasından sorumlu tutulan Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığında görev alan Cevat Paşa, emrinde bulunan birlikleri ve 9. Tümen’i muharebeye hazırlarken Başkomutanlığa verdiği raporda denizden yapılacak bir taarruzda kesin savunmanın Boğaz’ın iç kısmı üzerinde yapılmasının önemi üzerinde durmuştur. Aynı raporda Boğaz’ın giriş kısmının her zaman kolayca düşürülebileceğini savunmuş ve Erenköy Koyu’nun düşmanın sığınmasına engel olacak şekilde mayınlanmasını önermiştir. Tarih 18 Mart 1915’i gösterdiğinde İngiliz ve Fransız donanmaları kıyıya asker çıkarma girişimlerinde bulunurken en ufak bir askerî hatanın affının mümkün olmadığı, her adımın ivedilikle ve yetersiz askeri teçhizat içinde gerçekleştirilmesi gerektiğinin bilincini bir an bile aklından çıkarmadan hareket etmeyi bilen Cevat Paşa, Nusret Mayın gemisinin karanlık liman bölgesini mayınlatmış ve Boğaza döşenen bu mayınlar Çanakkale Boğazı’nın geçit vermez duruşunu tüm dünyaya göstermiştir. Kurtuluş mücadelesinde adını 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi ile tarihe kazıyan yeri doldurulmaz kahramanlarından biri de bu üstün başarılarıyla Cevat (Çobanlı) Paşa olmuştur.
MÖ 6000 yıllarından günümüze ulaşan uzun soluklu tarih yolculuğunda bulunduğu, konum itibarıyla devletlerin çekişmelerine ve savaşlarına tanık olmuş bir şehir olan Malatya, süreç içinde birçok kez yağmalanmış; hem savunma hem de istilalardan korunabilmek için de şehir merkezinde iki kez değişim yaşamıştır. Ancak bu durum günümüzde Malatya’nın sahip olduğu tarihî zenginliklerin araştırılmasını her ne kadar zorlaştırıyor olsa da Malatya ve çevresindeki arkeolojik kazılar devam etmektedir. Eski Çağ coğrafyacılarından Strabon’un Kommagene sınırlarındaki Kapadokya Krallığı’nın (MÖ 280-212) on valiliğinden biri olarak gösterdiği ve tarihi boyunca birçok kez sancak eyaleti olma sorumluluğunu da üstlenmiş olan Malatya, Birinci Dünya Savaşı başında İç Anadolu’nun önemli merkez şehirlerinin biri hâline gelmiş ve Cumhuriyet Dönemi’nde bugünkü kimliğine kavuşmuştur.
COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Doğu Anadolu bölgesinin Yukarı Fırat bölümünde yer alan Malatya, Anadolu’nun en görkemli dağ silsilesinden olan Güneydoğu Torosları’nın batı kısmını oluşturan yüksek sıradağların kuzeyindeki bir ova (Malatya Ovası) üzerine kurulmuştur. Bu büyük ova her baharda ayrı bir renk cümbüşü ile akan Tohma Suyu tarafından ikiye bölünür. Eski çağlarda Küçük Asya olarak adlandırılan Anadolu Yarımadası’nın Fırat Nehri ile ayrılan bölümünün batı yakasında yer alan Malatya; doğuda Elâzığ, kuzeyde Erzincan ve Sivas, batıda Kayseri ve Kahramanmaraş, güneyde Adıyaman ile çevrilidir. Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Orta Anadolu arasında yer alan bir ovada kurulan şehir, tarihsel süreç içinde doğunun batısı, batının doğusu olarak tanımlanmıştır. Bugün de İç Anadolu, Doğu Anadolu; Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin kucaklaştığı bir şehir olma niteliğini taşıyan Malatya, bulunduğu konum itibarıyla bölgenin cazibe merkezi durumundadır. Sadece bulunduğu konumla değil doğasının sunduğu tarifsiz güzellikleriyle de misafirlerini kendine hayran bırakan Malatya, Anadolu’nun sayısız yolunu arşınlamış gezginlere daha önce deneyimlemedikleri masalsı bir yolculuğun sözünü vermektedir.
Malatya’nın coğrafi özelliklerine göz atıldığında ilk dikkati çeken mağrur duruşlu Beydağı olmaktadır. Beydağı’nın çağrısına kulak verildiğinde ise Malatya’yı ziyaret edenleri, doğanın sürprizleri ile karşılanmaktadır. “Etek sarı sen etekten sarısın / Kurban olam Beydağı’nın karısın” dizeleriyle türkülere konu olan Beydağı, tüm görkemi ile ziyaretçilerini ağırlarken kaynağından 24 saat boyunca dualar eşliğinde çıkartılan bereketli suyun şehrin dört bir yanına can veren hayat kaynağı olması ise bu coğrafyanın sunduğu bir başka nimettir. Karlı zirvenin çağrısını duyanlar suyun kaynağını görüp tadının eşsizliğine tanık olduktan sonra mineral bakımından zengin olan su kaynaklarının Malatya, Doğanşehir, İzollu, Akçadağ, Yazıhan, Mandıra, Distrik, Erkenek, Mığdı, Sürgü ve Çaplı Ovaları ile Güney, Batı ve Kuzey Platolarını nasıl güzelleştirdiğini görünce şaşkınlıklarını gizleyememektedirler. Ana vatanı Orta Asya olan kayısı bu topraklara hikâyesini de alıp gelmiş ve Malatya’nın suyu, toprağı ve havası ile tadına tat katmıştır. Evliya Çelebi’nin “…suları, havası ve bolluğuyla yeryüzünün tüm öbür bağlarından, bahçelerinden üstündür…” tanımlaması da bu gerçeği kanıtlar niteliktedir. İlkbaharda doğanın uyanışı ile birlikte yaklaşık 8 milyon kayısı ağacı bembeyaz çiçekleri ile coşkulu bir bahar karşılaması gerçekleştirmektedir. Dünya üzerinde doğudan-batıya, kuzeyden-güneye tüm kıtaya yayılan Malatya kayısısı dünya kuru kayısı ihtiyacının yaklaşık %80’ini karşılamaktadır. Kayısı ağaçlarının hem kendi içindeki türlerini hem de sayılarını belirleyebilmek için başka çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır. Dalından koparılan baldan da tatlı Malatya kayısısının kurutulmuş çeşitlerinden olan gün kurusundan ve kayısı çekirdeğinin benzersiz tadından tutun da cilt sağlığı için birebir olan kayısı çekirdeği yağı ve mis kokulu kolonyası ile kayısıdan elde edilen ürünlerin çeşitliliği içinde kaybolmamak elde değildir.
Malatya bahçelerinde kayısının yanı sıra dut, vişne, üzüm, elma, armut, kiraz gibi daha birçok meyve ağacı yetiştirilmektedir. Özellikle son yıllarda Yeşilyurt ve Akçadağ ilçelerinde Antep fıstığı da yetiştirilmeye başlanmıştır. Malatya’da yetişen kayısıdan, üzümden ve kirazdan övgüyle bahseden Evliya Çelebi, bu ilin 7 türlü ayvası, 20 türlü elmasının yanı sıra 7 türlü 7 taneli buğdayın yetiştiğinden de bahsetmektedir. Öyle ki Aslantepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda ortaya çıkan buğday taneleri ve buğdaydan elde edilen bulgur çeşitleri Malatya kültürünün tamamlayıcısı olduğunu âdeta kanıtlar niteliktedir. Buğday, şeker pancarı, arpa, nohut, mercimek, mısır, çavdar da bu topraklarda üretimi gerçekleştirilen başlıca tarım ürünlerindendir. Özellikle son yıllarda yapılmaya başlanan modern besicilik, süt inekçiliği, tavukçuluk ve ırmak balıkçılığı da geçim kaynakları arasındadır.
Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ’sında, Malatya, bayındır ve büyük bir şehir olarak, dağların eteğinde uzayıp giden bahçeleri ve bol suları methedilmektedir. Beydağı’nın yanı sıra Malatya Dağları, Nurhak Dağları, Akçababa Dağları ve Yama Dağı ile çevrelenen Malatya’nın zengin su kaynakları bölgeye hayat vermektedir. Başta Tohma Suyu olmak üzere Söğütlü Çayı, Morhamam Çayı, Kuruçay, Sultansuyu, Sürgü Suyu ve Beylerderesi özellikle bahar aylarında artan cüsseleri ile gücünü gizlemeyen önemli su kaynaklarındandır. Fırat’ın büyük bir bölümünün de Malatya’nın doğusundan tüm görkemiyle “Ben de buradayım!” dercesine akmaya devam ettiğini de unutmamak gerekir. Bölgeye inşa edilen barajlar ise il genelindeki sert karasal iklim özelliklerinin yumuşamasına neden olmuş ve Malatya’da oldukça ılıman bir iklim hüküm sürmeye başlamıştır. Her toprak türünü içinde barındıran Malatya’nın her ne kadar bitki örtüsünde ormanlık alanlara az rastlansa da dağlarında egemenliğini kabul ettiren meşe ormanlarının hakkını verirken akarsuların kenarlarında yaz mevsiminin kavurucu sıcaklığını dağıtan söğüt, kavak ve ceviz ağaçlarının varlığını da unutmamak gerekir. Yer üstü zenginliklerine yer altındaki zenginliklerini de ekleyerek ülke ekonomisinde önemli bir yere sahip olan Malatya’da zengin demir yataklarının yanında pirofillit, alüminyum, krom, bakır, alçı taşı, mermer yatakları gibi çeşitli doğal kaynaklar da yer almaktadır.
Malatya’nın, her bir ilçesinde farklı bir birikimini gözler önüne sermektedir. Bir zamanlar Anadolu ile İran-Azerbaycan hac yolu olarak da kullanılmanın yanı sıra Hacı Bektaş’a ulaşmak için katedilen yol güzergahında bulunmanın mutluluğunu yaşamış, günümüzde tarihe katkı sunmayı bekleyen ve henüz araştırılmamış höyüklere ev sahipliği yapan, Osmanlı Dönemi’nde “parıltı, ışıltı, yüksek” anlamına gelen “Arga” adıyla bilinen Akçadağ; Çanakkale’de yazılan tarihî destanda imzası bulunan ve Atatürk’ün en yakın silah arkadaşlarından olan Cevat (Çobanlı) Paşa başta olmak üzere dana nicelerini yetiştiren ve bu nedenle halk arasında “Paşalar Diyarı” olarak bilinen, Göktürk alfabesiyle yazılı mezar taşlarını topraklarında gün yüzüne çıkaran, dağlarında mor renkli reyhanın mis gibi kokusunun tüm bölgeyi sardığı, Kaya Arası Kanyonu’nda her yıl yüzlerce fotoğraf severleri buluşturan fotokamp etkinliklerinin yanı sıra tarihî Millet Hanı’ndaki yöresel yemekleriyle ve bölgeye özgü yetişen Köhnü üzümüyle damakları şenlendiren, yeşilin  gökyüzünün maviliğine karışıp huzuru resmettiği Kozluk Çayı ve el tezgâhlarında pamuk iplik eşliğinde zarifçe ve solmayan renklerle işlemesi yapılan Manusa dokumacılığıyla Arapgir; Osmanlı Devleti zamanında Arapgir’e bağlı bir bucak olan, türküleri ile gönüllere ismini mühürlerken “Türkü Festivalleri” ile sesini tüm Anadolu’ya duyurmaya çalışan, Arguvan; Malatya’nın ikinci yerleşim yeri olarak bilinen, Hun akınlarıyla Malazgirt Zaferi’nin de yüzlerce yıl öncesinde Anadolu’ya giriş yapmaya başlayan Türk milletinin en büyük destanlarından biri olan ve “fevkalbeşer” diye söylenegelen olağanüstü yeteneklere ve güce sahip bir cengâver şeklinde nitelendirilen Seyit Battal Gazi’den yola çıkılarak Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılmasında Bizanslılar ile yapılan kahraman mücadeleleri ve Battal Gazi’nin yiğitliğini anlatan bir destandan adını alan, başta Ulu Camii olmak üzere cami, türbe ve kümbetleriyle ön plana çıkan Battalgazi; Hititlerden kalan bir miras olmanın yanı sıra Zengibar Kalesi ile çeşitli dönemlerde askerî üs olarak da kullanılan, Hasan Gazi Türbesi ve Şehitlik Abidesi ile bir başka kıymetli olan, şiir gibi doğasıyla tarihini kucaklayan ve “Otuz Yapraklı Gül Şehri” olarak bilinen Darende; Roma Dönemi’ne ait gözetleme kuleleriyle tarihte bir askerî üs bölgesi olduğu, Sürgü Çayı üzerine kurulan barajı ile bölge insanı ve tarım arazileri için oldukça önemli olan Doğanşehir;  sükûnetinde gizlediği güzelliği ve anlatmayı, anlaşılmayı bekleyen tarihî birikimiyle Doğanyol; Tarihi İpek Yolu- Bakır Yolu güzergâhında bulunup birçok medeniyete kapılarını açmış, ismini Selçuklular Dönemi’nde kazanmış, yüksek rakımda yetiştirdiği ceviz ile şifa dağıtan Hekimhan; dağlarında yabani meyve ağaçları ile şenlenen,  Malatya’nın il sınırında yer alan Karakaya Barajı’na da sahip çıkan Kale; vadi içerisine kurulu olup Tohma Çayı üzerinde konuşlandırılan, yer altındaki zenginlikleri bir yana sabırla ve büyük bir emekle işlenen halıcılığı ile göz dolduran Kuluncak; tarihî hanı, Dilber Kalesi ile Ormaniçi köyündeki aslan kabartması, Kubbe Dağı’nın görkemi ve “güzel yer, istenen yer” anlamına gelen adıyla Pütürge; İlk Çağların yerleşkesi olan, mağaraları ve başta Buzluk Mağarası olmak üzere sayısız mağaralarında yer alan izleri ile konuşan bir tarihe kucak açan, İpek Yolu-Bakır Yolu üzerinde bulunmasıyla farklı kültürlerden nice yolcuyu misafir etmiş, 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında sadece ibadet için değil diğer din ve dünya işlerinin tedris ve müzakere edildiği çok amaçlı ihtiyacını karşılamak için yapılan ve geçiş dönemi özelliklerini taşıyan Hasan Badırık (Uzun Hasan) Camii’siyle Yazıhan; geleneksel sivil mimarinin incileri olan ve tescillenerek koruma altına alınmış evleri, el emeği göz nuru bez bebekleri, arkeolojik yerleşimlerinin yanında höyükleri ve tümülüsleri ile tarihçilerin dikkatini üzerine çeken, kuzeyindeki ve güneyindeki yeşilin maviye uyumuna eşlik eden baraj gölleri, bahçe ve bostanları bereketle dolup taşan, Dalbastı kirazıyla farkını her zaman hissettiren, kekik kokularına bürünmüş Karlık Yaylası ve ikliminin yumuşaklığını tabiatına işleyerek adına yakışır bir diyar olan Yeşilyurt ile Malatya, gezdikçe doyamadığınız, keşfettikçe merakınızın arttığı, gezerken bir sonraki gelişinizin dahi planlamalarını yaptığınız ayrıcalıklı gezi rotalarının ev sahibidir.
DOĞAL VE KÜLTÜREL DEĞERLERİ
Kafkasya’ya kadar uzanan en eski ulaşım yollarının durağı olan Malatya, güneyden Toroslar’a güneydoğu üzerinden de Mezopotamya’ya varan bir güzergâhın önemli tanıklarından biri olmuştur. Doğunun batıya açılan kapısı konumunda olan şehrin sahip olduğu tüm bu yollar, Akad İmparatoru Sargon zamanlarından beri hiç durmaksızın işlemektedir.
Anadolu’da unutulmaya yüz tutan ve geleceğe aktarılmak için çabalayan geleneksel el sanatları Malatya’da yaşatılmaya çalışılmaktadır. Köylerde halı, kilim, heybe, çulfa ve çarpana dokumacılığı nefes alıp vermeye devam ederken; bakırcılık sınırlı sayıda varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır. Tüm bunların yanı sıra ahşap oymacılığı, arabacılık, semercilik, yemenicilik, bez ve kumaş baskıcılığı da geleceğe aktarılabilmenin telaşın içindedir. Geleneksel el sanatlarının unutulmaması için var gücünü ortaya koyanlardan biri de tahta çivili ayakkabı ustasıdır. Arapgir’de bulunan kunduracıyı diğer kunduracılardan farklı kılan ise ayakkabı köselesini yapıştırmak ya da dikmek yerine gürgen veya fırınlanmış kayın ağacından 4-5 mm boyundaki ahşap çivilerle montelenmesidir. Sağlamlığı ve bir o kadar da rahatlığı ile bilenlerin, duyanların vazgeçilmezi olan noktalardan biri geleneklerine bağlı yaşayan kunduracıdır. Armut ağacından yapılmış tahta kalıplar balmumu ve parafin karışımıyla elde edilen bir eriyikle birlikte “Bervanik Baskısı” olarak bilinen ve Batik bir baskı tekniği olan bu baskı da Malatya’nın yaşatmaya çalıştığı el sanatları arasındadır. Ustaların ellerinden çıkan emeğin sesinin duyulduğu yerin adı olan Bakırcılar Çarşısı’nda ise atalardan miras alınan eşsiz el zanaatlarının örnekleri olan kazan, sitil, sini, tas, sehen (tabak), ibrik, lamba vb. araçlar gereçlerin yanı sıra hediyelik eşyaların da satımı gerçekleştirilmektedir.
1876 yılından günümüze ulaşan 2023 adet çalışır durumdaki fotoğraf makinesinin içinde yer aldığı ve dünyada sayılı olarak bulunan müzelerden biri olan Malatya Fotoğraf Makinesi Müzesi, 1800’lü yıllardan günümüze gelen ve yine çalışır durumda olan 703 adet radyo ile gramafonun sergilendiği Malatya Radyo ve Gramofon Müzesi ve çeşitli daha nice müzeleri içinde bulunduran Şehit İbrahim Tanrıverdi Kültür ve Sanat Sokağı’nda gerçekleştirilen etkinlikleriyle sanatseverlerin buluşma noktası olan Malatya, ziyaretçilerinin ruhunu sanatla iyileştirmeye devam etmektedir. Doğadaki sanatın ölümsüzleştiği nokta ise devreye fotoğrafçılık festivalleri girmektedir.  Bembeyaz çiçeklerin ardından Anadolu’nun ekonomisine değer katan kayısı ağaçlarının çiçeklendiği anların ölümsüz kılındığı fotoğraflar ise her yıl düzenlenen fotoğrafçılık festivali aracılığıyla tüm yurda yayılmaya devam etmektedir.  
Arslantepe Höyüğü
Anadolu medeniyetler silsilesinin anıtsal bir yapıtı niteliğindedir Aslantepe Höyüğü. Binlerce yıl öncesinde kurulan ve ardından yıkılan medeniyetlerin yenisinin eski yıkıntıları üzerine inşa edildiği bir höyük olan Arslantepe Höyüğü, Malatya Ovası içine gizlenmiş ama Fırat Nehri’nden de çok uzakta kalamamış bir bölge üzerinde bulunmaktadır. Heyecanla başlayan kazı çalışmalarında ilk olarak alçak kabartmalı taş orthostatlarla bezeli kapısı (Arslanlı Kapı) ve avlusu bulunan bir saray ortaya çıkarılmıştır. Höyük, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yerini almıştır. MÖ 3800 ile 3400 yılları arasında devletleşmeye yönelik izlerinin görüldüğü bu höyüğün zirvesi ise bu kamusal yapılaşmanın oluşumuna kanıt niteliğindir.  Yapılan kazı çalışmalarında küçük bir mekânda topluca bulunan mühürler, Arslantepe’nin bir zamanlar büyük bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra işçilere yaptıkları işlerin karşılığının verildiğinin de göstergesi olarak kabul edilmektedir. İlk kazılarda bulunan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenirken Malatya’da müzelerin oluşturmasıyla birlikte diğer eserler Malatya Müzesi’nde sergilenmeye başlamıştır…

Eski Malatya (Battalgazi) Şehir Surları
Battalgazi ilçesinde yer alan ve Roma İmparatoru Titus zamanında (79-81) yapılmaya başlanan sur, son şeklini Justinianos (527-565) zamanında almıştır. Beşgen bir plan üzerine oturtulan bu yapı birçok önemli olayın da yaşayan şahidi olarak günümüze ulaşmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 5100 adım uzunluğundaki şehir sularının doğu ve güney cephesinde 24 adet, kuzey ve batı cephesinde 23 adet kule ve burç bulunduğunu belirtmektedir. Günümüzde ise bu kapıların 5’i doğuda, 1’i kuzeyde, 1’i batıda ve 4’ü güneyde olmak üzere toplam 11 tanesi varlığını korumayı başarabilmiştir...
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı
Kayseri ve Sivas üzerinden Malatya’ya ve buradan da Diyarbakır üzerinden Doğu-Güneydoğu Anadolu ve Irak’a uzanan İpek Yolu’nu da kapsayan ticaret yollarının üzerinde bulunan kervansaray, 1637 yılında IV. Murat’ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yapılmıştır.. “Kervansarayların en mükellefi” olarak nitelenen bu kervansaray 170 odasıyla hem ticari hem de askerî fonksiyonlara sahip olup oldukça sağlam bir temel üzerine oturtulmuştur. Günümüzde çocuk sesleri ile şenlenen bu kervansaray çocukların resim, ebru, çini, tezhip, minyatür, hüsnühat, bağlama, keman, piyano, ney gibi çeşitli dallardaki sanatsal etkinliklerinin eğitim merkezi hâline dönüşmüştür. Malatya’nın sosyokülterel yaşam alanın kalbi konumunda olan bu kervansaray çetin yolculukların sonunda alınan bir nefes olmanın ötesine taşınarak kültürel zenginliğin en önemli aktarıcılarından biri olarak varlığını devam ettirmektedir.
Arkeoloji Müzesi
Malatya ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen eserlerin korunarak sonraki nesillere aktarıldığı Malatya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen çoğu eser Arslantepe Höyüğü kazılarına aittir. Bugüne kadar bulunmuş dünyanın en eski kılıçlarından mızrak uçlarına, mühür baskılardan çanak çömleklere, Geç Hitit saray duvarı süslerinden Cafer Höyüğü’nden çıkarılan kireç taşından yapılmış ilk heykellere kadar pek çok eser sergilenmektedir. Müzede ayrıca Urartulara ait takılar, tıp aletler ve çeşitli devletlere ait sikkeler de sergilenmektedir. Malatya’nın zengin tarihî dokusunu misafirlerine anlatmayı bekleyen Malatya Arkeoloji Müzesi tarihin her döneminden izleri saklıyor olmanın mutluluğunu taşımaktadır…
Beşkonaklar Etnografya Müzesi
Saray Mahallesi Sinema Caddesi üzerinde bulunan; 1900’lü yılların başında inşa edilen; kerpiç, hatıl ve ahşabın kullanımı ile oluşturulan; demirin ise yalnızca kapı, pencere ve kapı üstü havalandırmadaki parmaklıklarda kullanıldığı en güzel sivil mimari örneklerindedir. Tarihin sessiz tanıkları olan bu konakların ikisi günümüzde müze olarak hizmet vermektedir. Malatya Etnografya Müzesi hem içinde bulunduğu bu tarihî konağın hem de Malatya’nın tarihini anlatan giyim, aksesuar, para-saat keseleri, saatler, takılar, el işleri, mutfak araç gereçleri, silahlar ve tarım aletleri, dokuma araçları, ölçü aletleri, mühürler, kilitler ve hatta kapı tokmaklarına kadar pek çok detayıyla misafirlerini hem zevkli hem de öğretici bir zaman yolculuğuna davet etmektedir.
Atatürk Anı Evi ve Etnografya Müzesi
1926 yılında Türk Ocağı binası olarak temelleri atılan bina kesme taştan yapılmış olup kare bir plan üzerine oturtularak inşa edilmiştir. 1928 yılında Türk Ocağı olarak hizmet verecek olan binanın durumu Mustafa Kemal Atatürk’e telgrafla bildirilmiş ve kendisi bu haberden memnuniyet duyduğunu başarı dilekleri ile birlikte iletmiştir. 1931 yılında Malatya’yı ziyarete gelen Atatürk, istasyonunda büyük bir coşkuyla ve sevgiyle karşılanmış ve kendisi ziyareti süresince bu binada misafir edilmiştir. Tarihî serüvenine Türk Ocakları binası olarak adım atan bu yapı sonrasında çeşitli sorumluluklar üstlenmiştir. 1976 yılında Kültür Bakanlığı tarafından korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenip Atatürk'ün doğumunun 100. yılında DSİ tarafından restorasyonu da tamamlandıktan sonra 1981 yılında Atatürk Evi adıyla müze olarak kapılarını açmıştır.
Somuncu Baba Camii ve Türbesi
Kıymet bilen Anadolu’nun ve Anadolu insanının günümüze ulaştırdığı en güzel hayat hikâyelerinden biridir Somuncu Baba. Malatya’ya gelen ziyaretçilerin burayı gezmeden önce okumaları gerekir bu hayat hikâyesini… Hacı Bayram Veli gibi Osmanlı Devleti Dönemi’nde nice âlimler yetiştiren Somuncu Baba, bir devletin manevi ruhuna kaynak olmuş tarihî isimlerdendir.  Hayatının bir dönemini Bursa’da geçiren Somuncu Baba, buradaki çilehanesinde pişirdiği ekmekleri Ulu Cami’nin inşasında çalışan işçilere, çarşı-pazar gezerek ihtiyacı olan halka dağıtırmış. Caminin inşası bittikten sonra Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Beyazıt ilk hutbeyi okuması için dönemin tasavvuf büyüklerinden Emir Sultan Hazretlerini görevlendirmiştir. Kendisinden daha âlimler varken bu görevi yerine getirme hakkının “Somuncu Baba” lakabıyla Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’ne düşeceğini belirtmiştir. Somuncu Baba, Fatiha suresini 7 farklı şekilde yorumlayınca manevi büyüklüğü ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Bursa’dan ayrılan Somuncu Baba Anadolu’nun farklı şehirlerinde ilim yolunda görev almış ancak ömrünün son kısımlarında daha önce yaşadığı Darende’ye gelerek inzivaya çekilmiştir. Vefatının ardından Darende’de inzivaya çekilmiş olduğu mekân zaman içinde camiye dönüştürülmüştür.
Battalgazi Ulu Camii
Dört eyvanlı planı ile İran’daki Büyük Selçuklu cami geleneğinin Anadolu’daki tek örneği olan ve Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubad tarafından 1224 yılında yaptırılan camii öncelikle tuğladan yapılmış sonraki ilaveleri ise taştan oluşturulmuştur. Mütevazı duruşunu çok incelikli ve bir o kadar da çok ustalık gerektiren yapılaşmasından alan Ulu Camii, firuze ve patlıcan moru rengi zikzak şeklindeki çini mozaiklerle, geometrik yıldızlar ve geçmelerle süslenmiştir. Camini kubbesinde çiniler kullanılarak dekoratif kufi yazıyla Mühr-i Süleyman motifi şeklindeki “Muhammed” yazısı ve isminin hayranlık uyandıran işlemesi ile Selçuklu mimarisinin inceliğini bir kez daha göstermektedir…Caminin orijinal ahşap minberi üzerindeki 21 kitabe ise Ankara Etnografya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Yeni Camii
1843 yılında ulemadan Hocazade Hacı Yusuf tarafından yaptırılan Yeni Camii 1893 yılındaki büyük bir depremde hasar görmüş ve sonrasında yaşanan yangın felaketiyle birlikte yıkılmıştır. Günümüzde ancak şerefesine kadar sağlam kalan minaresi ile cami yıkımının ardından 1912 yılında Osmanlı hükümdarlarının desteği ile yeniden inşa edilip halkın hizmetine açılmıştır. Muntazam bir işçilik örneği olan Yeni Camii, tamamen silme taştan yapılmış olup Osmanlı mimarisinin bütün izlerini taşımaktadır.
Levent Vadisi’ne ayağınızı basıp seyir terasından da vadinin tarifi mümkün olmayan manzarasına şöyle bir baktığınızda hangi zaman diliminde yaşadığınızı unutursunuz. Bir yanda vadiden esen rüzgâra karışan toprağın mis gibi tertemiz kokusu diğer yanda ise kekliklerin misafirlere kendilerini özel hissettiren o muhteşem sesleri.  İşte Levent Vadisi günümüzden alıp götürür ve bilinmeyen huzur dolu bir diyara bırakıverir insanın ruhunu. Bisiklet yarışçılarının hazırlandıkları; paraşüt, kaya tırmanışı, kampçılık ve izcilik gibi spor ve alternatif turizm faaliyetlerinin gerçekleştirildiği; yürüyüş severlerin patika yollarını aşındırdığı; fotoğraf severlerin ise ayrılamadığı bir vadi olan Levent Vadisi Neolitik Çağ’dan kalma kalıntıları, kaya kabartmalarının olduğu mağaraları ile de âdeta bir doğa harikasıdır…
Tohma Çayı ve Kanyonu
Aşılması imkânsız diye düşünülen sarp kayalıkların ortasında her mevsim farklı bir renk kataloğuyla ziyaretçilerini şaşırtan Tohma Çayı, bahar mevsiminde cüssesini kabartarak tüm sert koşullara meydan okurcasına akmaktadır. Ayrıca kanyon; trekking, tırmanış ve fotosafari gibi etkinlikler yapabilme imkânını da sunmaktadır.

Günpınar Şelalesi
Kayaların arasından gülümseyen ve doğaya can veren bir kaynak: Günpınar Şelalesi. Sesinin huzuru, yeşilinin dinginliğiyle gönüllere taht kuran bu şelale Günpınar Vadisi içinde yer almaktadır. Buz gibi akan soğuk sularının etkisiyle doğanın serin kucağında yapılan vadi yürüyüşü, unutulmaz bir anı olarak hem fotoğraflarda hem de anılardaki yerini almaktadır…
Nemrut Dağı
Bir kolunu Adıyaman’a diğer kolunu ise Malatya’ya uzatmış olan Nemrut Dağı’nın hazinesi bu iki ilin gölgesinde varlığını sürdürmektedir. Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek adına 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı’nın yamaçlarına yaptırdığı mezarlar ve anıtsal heykeller Helenistik Dönem’e ait en güzel örneklerdendir. Yamaçlarında kireç taşı bloklardan yapılan ve boyları 8-10 metre arasında değişen heykeller bulunan Nemrut Dağı’nın doruğunda ise kralın kemik ile küllerinin içinde yer aldığı bilinen ve keşfedilmeyi bekleyen Tümülüs bulunmaktadır. Gökyüzünün şifrelerini çözercesine varlığıyla insanoğlunu şaşırtan aslanlı horoskop ise Nemrut Dağı’nın gizemini çözmek isteyenleri beklemektedir.  Gün doğumunu ve gün batımını bu dağın zirvesinde izlemek ise bambaşka bir masal dünyasının kapılarını aralamak gibidir…
Sultansuyu Harası
Türk kültürünün vazgeçilmezi olan ve Anadolu topraklarında tüm zarafeti, cesareti ve asaleti ile yetiştirildiği yer olan Sultansuyu Harası, 1865 yılında Osmanlı ordusunun binek at, keçe ve yapağı ihtiyacını karşılamak için kurulmuş olup günümüzde Doğu ve Orta Anadolu’daki at ıslahını sağlamanın yanı sıra çöl şartlarına uyumlu Arap atlarını ve ordunun hafif süvari bineğine olan ihtiyacı karşılamak için at yetiştiriciliği yapmaktadır. 1984 yılından beri TİGEM bünyesinde gerçekleştirilen at yarışlarında başarı gösteren atların yetiştirilmesini sağlayan bu çiftlik 27 bin dekarın üzerindeki arazisinde ise bitki ve meyve üretimi, arıcılık, sığırcılık gibi faaliyetler de gerçekleştirmektedir. …
SONUÇ
Bugün kayısının başkenti olarak bilinen Malatya, sadece kültüründeki geçmişin derinlikleriyle değil Orta Asya’dan yaklaşık 5000 yıl önce Anadolu’ya geldiği düşünülen kayısının tadına tat katıp altın renkli bu meyvenin bir numaralı üreticisi olmanın gururunu da yaşamakta ve yaşatmaktadır. Doğanın son derece cömert davrandığı bu topraklarda yetişen meyve ve sebzelerden yapılan yöresel yemeklerinde bulgurun hâkimiyetine ise ayrıca değinmek gerekir. El emeği sabırla birlikte önce tarlalarda alın terine dönüşür sonrasında ise mutfaklardan sofralara lezzet şöleni yaşatır. Bir yanda yemeğin hazırlıkları yapılırken diğer yandan da kurulan sohbet ortamında derdi olanın derdi dinlenip birlikte çözüm aranır, mutlu olanın da mutluluğuna ortak olunarak yeri doldurulmaz anıların temelleri sağlam atılır. Ekşi ile tatlının, tatlı ile tuzlunun, meyve ile etin mükemmel uyumlarını deneme fırsatı bulacağınız Malatya sofralarında başlangıcı yörenin kendine has olan tarhanası ile yapıp kaburga dolması, erik ekşisinin tadına tat kattığı kiraz/ayva/fasulye yaprağından yapılan sarma köfteleri, içli köftesi, bir kuşaktan diğerine aktarılarak sofraların vazgeçilmezi olan analı kızlı köftesi, dut yaprağından yapılan ve parmaklarınızı yiyeceğiniz dolaması, sırını, akıtması ve içinde reyhanın mis kokusunun eşlik ettiği salataları ve sonunda tadı dillere destan olan un helvası (Arapgir usulü) ile katmerinin yanı sıra  yaz aylarında tadıyla insanın yüreğini ferahlatırcasına bir tazelik sunan reyhan ve kızılcık şerbetleri ile benzersiz bir sofranın keyfini yaşarsınız. Özellikle Arapgir’in kendine has olan yüzlerce yıldır aynı topraklarda yetişen dut ağaçlarının meyvelerindeki o eşsiz tatlarının ürünü olan pekmezlerine ve pestillerine damaklarda ayrı bir yer açılmalı. Böylesi bir yemek kültürünün bütünleyici olan sporun ise bu şehirdeki yeri önemlidir. Türklerin ata sporu olarak olan atlı cirit sporundan tutun da farklı spor dallarından nice sporcuyu ağırlayan ve aynı zamanda Millî takımlara bu sporcuların yetişmesine de destek olup imkânlarını sunan Malatya’nın spordaki kalbi ise son zamanlarda Yeni Malatyaspor ile bir başka atmaktadır. Tarihiyle kültürüyle sofrasıyla insanıyla doğasıyla ve ağırladığı medeniyetleriyle Malatya Anadolu’nun eşsiz kadim şehirlerindendir. Doğunun batısı, batının doğusu olarak anılan bu topraklarda herkes kendinden bir parça bulduğu için Malatya hiç kimseye gurbet olmayan bir Anadolu şehridir.
KAYNAKLAR
Akçadağ, G., (2016), Malatya Şehir Adı ve Şehrin Tarihi Süreçleri, Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, S.185-206.
Aytaç, İ., (2013), Malatya Türk-İslam Dönemi Mimari Eserleri II, Malatya Kitaplığı Yayınları,
Baş, N. (2015). Çanakkale Cephesi Deniz Savaşlarında 18 Mart Kahramanı Cevat (Çobanlı) Paşa. Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 13(18), 89-116.
Başıbüyük, Ş., (2015), Saadet Şehri Malatya, Beyan Yayınları,
Demirbağ, H., (2013), Dört Mevsim Malatya, Malatya Kitaplığı Yayınları, İstanbul.
Demirbağ H., & Fırat F. (2013). Medeniyetin beşiği Malatya. İstanbul: Promat A.Ş.
Güngör,Y ve D. Azaz, (2011) Levent Vadisi Jeoparkı Doğal Miras Envanteri, Malatya Valiliği Kudep,                
Karabacak, Z. İ. (2013). Yerel Dokusunu Yitirmekte Olan Bir Kent: Malatya. Turkish Studies, 8(5), 345-355.
Kalender, A., (2010), Bendeki Malatya, Heyamola Yayınları.
Karagöz, M. (2021). XVII. Asrın ortalarında Malatya Kazası. İstanbul: Timaş Yayınları.
Kazancıoğlu, H., (2019), Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında Malatya’daki Vakıf Eserleri, Kayıhan Yayınları.
Oğuz, M., (1985), Malatya Tarihi, Gülük Ticaret Gazetesi Tesisleri, İstanbul.
Sağlam, F. ve Diğerleri, (2012), Malatya Kent Rehberi, Malatya Valiliği Yayınları, BasımYeri: İstanbul.
Tuğruluca, O., (2013), Malatya Tarih Kent ve Kültür Cilt 1-2- 3, Malatya Belediyesi Kültür Yayınları, Yayın Yeri: İstanbul.
Yapıcı, S. (2014), 1869-1908 Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Malatya, Yayınevi: Malatya Valiliği Yayınları, Basım Yeri İstanbul.
Yılmaz, B. (2021). Rota Malatya. Malatya: İnönü Üniversitesi Yayınevi.

https://www.kulturportali.gov.tr/arama/malatya
https://www.malatya.bel.tr/
http://www.malatya.gov.tr/
https://www.trthaber.com/haber/yasam/tohma-kanyonu-sonbaharda-doga-tutkunlarinin-ugrak-mekani-440338.html