DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKLERİN EBED-MÜDDET BİR KALESİ:
KIBRIS
Prof. Dr. Temel ÇALIK
Turan İlteber Yalçın’ın muazzez hatırasına ithaf olunur… Yiğitler
diyarının yiğit evladı Turan İlteber’imiz mekânın cennet olsun, sevgin kalbimizde sönmeyen bir meşale olarak yanacaktır.
Eski Bir Sonbahar
Havada bir serinlik… Tatlı bir hayal gibi…
Toprak nasıl meçhuldü, tıpkı istikbal gibi.
Gün tabiat başka bir türlü yaşıyordu.
Kalbin acı, gözlerin yaşla dolmuştu senin;
Yapraklar gibi yere dökülüyordu enin;
Nağme mesafeyi, zamanı aşıyordu.
Bir beste değildi: Kuşlar ağlaşıyordu…
H. N. Atsız
Akdeniz’in doğusunda, turkuaz mavisi suların arasında, yüzünü Anadolu’ya dönmüş; taş sütunlarına kazınan tarihini ziyaretçilerine anlatmanın telaşı içindeyken, topraklarında inşa edilen medeniyetleri hoşgörüsü ile kucaklayan; binlerce yıl öncesine ait ayak izlerini görüp savaşçıların kılıç seslerini tarihî yapıların arasında duyabileceğiniz; Türk dünyasını Başbuğ’u ile buluşturarak Başbuğ’un izinde Turan’a ulaşmak için ölümsüzlüğe kavuşan yiğitlerin yetiştiği asil toprakların adıdır Kıbrıs…
Kıbrıs, her sokağında farklı bir güzellik; her sohbetinde farklı kültürel izler; her köşesinde bir gizem ile keşfedilmeyi beklemektedir. Masalsı bir yolculukla başladığı tarihî serüvenine acısını tarif bile edemediği gerçek duyguları ve yaşanmışlıkları da sığdıran bu aziz topraklar binlerce yıllık tarihini doğasıyla harmanlamayı başarmış; her bir medeniyet içinde farklı şekillerde adlandırılarak tarihî dokusunun zenginliğine zenginlik katmıştır. Hitit kaynaklarında Alaşya, Mısır kaynaklarında Asi, Asurlularda Yatnana veya Ya, Batı dillerinde Cyprus, Cypre, Gipros, Cypren olarak adlandırılan ada, Arapçada Kubrus, İbranilerde Kittim olarak geçse de bugünkü adına en yakın ilk kullanımlarından birini Homeros’ta Kypros şeklindeki isimlendirmesi ile dünya tarihindeki yerini almıştır. Sezar’ın Kleopatra’ya olan aşkını kanıtlamak için sunduğu bir hediye olarak doğal güzelliği ile rivayetlere konu olan Ada’nın ismini alışını anlatan rivayetlerden biri, burada bolca bulunan kına çiçeğinin (Lawsonia alba) İbranice karşılığı olan Kopher’dan geldiği konusuyken; bir diğer de yine adada bolca bulunan bakırın Latince karşılığı olan Cuprum’dan gelmesine ilişkindir. Eski diyarların en merak edilen toprakların ev sahibi olan Kıbrıs sahip olduğu birikimleri konukları ile paylaşabilmek için kapılarını tarih ve kültür meraklılarına hiç kapatmamak üzere açmıştır.
Kıbrıs’ın Tarihi
Binlerce yıl önce saklandığı yerden gün yüzüne çıkarılan büyülü bir yerdir Kıbrıs… Tarih kitaplarının henüz sessiz olduğu MÖ 10000 yıllarında dahi heybesine bir kültür mirasının izlerini toplamaya başlamıştır. Bölgeyi kendine yurt edinen medeniyetlerin izlerini o günlerden bugüne taşıyabilmenin haklı gururunu yaşarken o günlere ait izleri bir bir gün yüzüne çıkaran ada, Cilalı Taş Devri’nden Tunç Çağı’na uzanan bir tarih yolculuğuna ait çanak, çömlek, testi, bardak gibi kilden elde edilen kaplar döneme ait eserleri ile tarihe ışık tutmanın coşkusuyla geçmişine daha da sıkı sarılmaktadır… MÖ 3000 yıllarına gelindiğinde bakır madenlerinin çıkarılması ile birlikte dikkatleri üzerine çeken bölge Mısır, Suriye, Filistin ve Mezopotamya’dan gelenlerle birlikte ticari yaşamda aktif rol almaya başlamış ve Ada gelişen ticaretin merkezi konumuna oturmuştur. Akdeniz’in en güzel yerlerinden biri olan bu Ada, sahip olduğu bu özelliklerine coğrafi konumunun önemini de eklediğinde yüzyıllar boyunca uğruna mücadele verilen, birçok komutanın bir an önce ele geçirmek için yeni seferlerini düzenledikleri yerlerin başında yer almıştır. MÖ 1500-1450 yıllarında Mısır İmparatorluğu'nun egemenliğine giren bölge, MÖ 1320'ye kadar Hititler ile Mısırlıların arasındaki mücadeleye ev sahipliği yapmış ve bu mücadelelerden sonra MÖ 1200'lü yıllara kadar Hititlerin egemenliğinde varlığını sürdürmüştür. Hitit uygarlığı içinde sürgün alanı ve bakır ihtiyaçlarının karşılandığı bölge olarak değerlendirilen Ada, III. Ramses Dönemi’nde yeniden Mısır hâkimiyeti altına girmiştir. Bu dönemde Dorların istilası sonucu Ada’nın koloni yapılanmasına önem verilmiş ve kolonilerin birçoğunu elinde bulundurulan Fenikeliler, MÖ 1000 senelerinde Kıbrıs Adası’nı hâkimiyetleri altına almışlardır. Fenikelilerin ardından Asurlular ve sonrasından yeniden Mısır yönetimi altında varlığını devam ettiren ada MÖ 525’te Pers hâkimiyetine girmiştir. Koloni hâkimiyeti sürecinde Ada halkı ağır vergiler ödemek zorunda kalmış ve bu yüzden birçok kez ayaklanmalar yaşanmıştır. Daha sonra, bölge topraklarında Yunan hâkimiyeti başlamıştır. Büyük İskender’in ölümünün ardından sırasıyla Ptolemaios Hanedanlığı, Roma ve Bizans İmparatorlukları ile Arap egemenliklerini de yaşayan Kıbrıs, 688’den 868 yılına kadar olan süre zarfında Kıbrıs Arap-Bizans ortaklığında idare edilse de bu sürenin sonunda bir dönem yeniden önce Bizans, sonra Arap hâkimiyetini bir kez daha yaşamıştır. 966 ile 1191 yılları arasında Bizanslılar tarafından idare edilse de Üçüncü Haçlı Seferi sırasında Ada’nın yönetimi İngiltere Krallığı’na bırakılmıştır. Krallığın yönetiminden memnun kalmayan halkın isyanı sonucunda Tapınak Şövalyelerine satılan Ada, halkın bu yönetimden de memnun kalmaması sonucunda Krallığa geri verilmiş ve sonrasında kısa bir süre Lusignan hâkimiyetinde yer almıştır. Bu sürecin sonrasında ise yaklaşık 300 yıl boyunca oluşturulan Kıbrıs Krallığı tarafından idare edilen topraklar Cenevizlilerin, Memlüklerin ve Venediklerin egemenliğinde de bulunmuştur. Stratejik konumu ve sahip olduğu güzellikler sebebiyle Ada hep kuşatılması gereken bir yer olarak bilinmiştir. Bir kuşatmadan diğerine sürüklenen bu topraklar 1571’de derin bir nefes almış ve büyük tarih sırlarının saklı bulunduğu sandığın anahtarı Osmanlı Devleti’nin eline teslim edilmiştir. Türk yönetimine tek bir ateş dahi açmadan Girne kapılarını açarak Ada’nın Osmanlı askerleri tarafından alınmasına yardımcı olan halkın bu girişimine kayıtsız kalınmamış ve Ada’nın fethinden sonra bölgede yaşayanlara birtakım özerklik tanınmıştır. Ada’nın fethi sırasında en çetin mücadele ise Mağusa’da verilmiştir. Osmanlı ordusunun burada karşılaştığı direniş Eylül 1570’de başlamış olup 4 Ağustos 1571’de sona ermiş ve Mağusa Kale’sinin düşmesi ile birlikte Ada’nın kapıları tamamen Türklere açılmıştır. Ada halkının yaşantısına saygı duyularak bir devlet yönteminin hoşgörü tohumlarının atıldığı bu topraklar, yaşayacağı zulüm ve ıstıraplardan habersizce birlik ve bütünlük içinde, saygı ve hoşgörünün temelinde nasıl yaşanacağının dersini yakın geleceğine kanıtlarcasına varlığını sürdürmüştür. Süregelen yaşam düzeninin korunmasına özen gösterilerek Ada’da yaşanan savaşlar sırasında ya da fetihlerden sonra boşalan yerleşim yerlerine Anadolu’dan gelen gönüllü ve aynı zamanda afete uğramış Türklerin yerleştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Türklerin yanı sıra Türk olmayan Osmanlı tebaasından kişilerin de Ada’ya yerleşimi gerçekleştirilmiş olup tüm bu yerleşim sürecinde meslek sahibi olan kişilerin Ada’ya gönderilmesine ise ayrıca önem verilmiştir. Tarih boyunca üstlendiği sorumlulukları anlatmakla bitiremeyen Ada, Osmanlı hâkimiyetinde beylerbeyi statüsünde bulunmuş devlet yönetiminde hak sahibi olan halkın sesi divanlarda toplumun her kesiminden bir araya gelen temsilcilerle hükümdara duyurulmuştur. Ancak zaman içinde Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve uzaktan yönetimde sorunların yaşanması her ne kadar adil yönetim anlayışına bir zarar getirmese de 1878’de Ada’nın İngilizlere kiralanmasının ardından Ada yönetiminde yaşanan değişimler toplumsal yaşantıda huzursuzlukları ve yönetim anlayışındaki adaletsiz uygulamaları da beraberinde getirmiştir…
Millî Mücadele Dönemi ve Sonrasında Kıbrıs
19. yüzyıla kadar Osmanlı topraklarının en sakin yerleşim yerlerinden biri olan Kıbrıs, İngilizlerin yönetimi ile bambaşka bir tarih sahnesine kapısını aralamıştır. Bu süreç, Kıbrıs Türkleri için zulmün ve var oluş çığlıklarının atılmasının başlangıcı olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında başlayan İngiliz ilhakı ile birlikte Ada’daki yönetim politikası kabulü mümkün olamayacak şekilde sertleşmiştir. Ada’nın İngiliz yönetimine girmesiyle başlayan Türk-Rum kavgası günümüze kadar devam etmiştir. Millî Mücadele Dönemi’nde Anadolu’nun yanındaki duruşundan taviz vermeyen Kıbrıs Türkleri yüzyıllar boyunca ocaklarını tüttürdükleri ata topraklarında İngiliz varlığını Lozan Antlaşması’nın 20. maddesi ile hukuki olarak kabul etmiştir. Tüm bunların sonrasında yaşanan bazı gelişmeler karşısında zaman zaman yalnız mücadele etmek zorunda kalan Kıbrıs Türklerinin yürekleri yaşadıkları haksızlıklarla dolup taşmıştır. İngiliz yönetimi altında nefes almaya çalışan Kıbrıs Türkleri silahlanmaya başlayan ve Birleşik Krallık’ın bile kontrol etmekte zorlandığı Kıbrıslı Rumlara karşı haklı davasında sesini duyurmak için her ne kadar çabalasa da bölgede yaşayan Türklere yapılan zulümler yüreklere işleyen derin, tarifsiz bir acıyla kabuk bağlamayan yaralar oluşturmuştur. Yaşanan tüm bu haksızlıklara karşı korkusuzca mücadele ederek ve adını başta tarihin unutulmazları arasına kazıyan kahramanlara ise ayrı bir yer açmak gerekir. Dr. Fazıl Küçük o kahramanlardan biridir. Kıbrıs Türklerinin duyulmayan sesini duyurabilmek, verilmeyen haklarını alabilmek için 1943’te Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumunun kurucuları arasında olmanın yanı sıra Ada’daki Yunanistan ilhakını önlemek için Kıbrıs Millî Türk Birliği Partisinin yapılanmasında bulunmuştur. Ada’da Türklere karşı başlatılan terör eylemlerine karşı başlattığı girişimler karşısında aldığı tehditlere boyun eğmemiş ve 1955 yılı Eylül ayında Volkan Teşkilatını kurmuştur. Teşkilatın kurulmasından yaklaşık dört yıl sonra 17 Şubat 1959 yılında Londra’da gerçekleştirilen konferansta Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs Türklerini temsil ederek halk adına anlaşmayı imzalamış ve 27 Aralık 1967 tarihinde kurulan Geçici Kıbrıs Türk Yönetiminde başkanlığa getirilmiştir. 18 Şubat 1973 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Muavinliği görevinden ayrılarak yerini bir başka unutulmaz kahramana bırakmıştır. Rauf Raif Denktaş… Emin ellere bıraktığı görevinden sonra Kıbrıs Türk bayrağını bu topraklara nakış gibi işlemeye devam eden Dr. Fazıl Küçük hastalığına bile aldırmayarak Türk’ün haklı davasının sesi olmaya devam etmiştir. 1942 yılında Dr. Fazıl Küçük’le tanışarak Halkın Sesi’nde yazılar yazmaya başlayıp Kıbrıs Türk tarihindeki yerine emin adımlarla giriş yapan Rauf R. Denktaş, İngilizlerin gasbettikleri hakların alınması için hukuki süreçte Kıbrıs Türklerim adına önemli bir adım atmış olsa bu süreçte Ada’nın kısa süre sonra Yunanistan’a devredilmesi adına çalışmalar yapıldığını anlayarak Dr. Fazıl Küçük ile birlikte Kıbrıs’ın bütünlüğünü ve varlığını korumak için fiilî mücadele girişimini başlatmıştır. 1957 sonlarında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına seçilen Rauf R. Denktaş aynı yıl Türk Mukavemet Teşkilatını kurmuş ve bu teşkilat o güne kadar var olan Volkan Teşkilatının yerini almıştır. Kıbrıslı Rumların eylemlerine karşı sessiz kalmayan Kıbrıs Türkleri, Volkan adını verdikleri bu direniş grubuyla İngiliz politikası karşısında gerçekleştirdikleri eylemlerini “taksim” yönünde şekillendirmiştir. 1963 Olaylarından sonra Londra Konferansı ve Birleşmiş Milletlerde Türk halkının haklarını savunan Rauf R. Denktaş her ne kadar engellemelerle karşılamış olsa da bu süreçte Ankara’da Dışişlerinde Kıbrıs Dairesindeki çalışması boyunca dünyanın çeşitli merkezlerinde konferanslar düzenleyerek Kıbrıs’ta yaşananları anlatmaya çalışmış ve Ada’da kendisini istenmeyen adam olarak ilan etme küstahlığında bulunanları da Birleşmiş Milletlerin önerdiği ateşkes anlaşmasını uygulamaya razı etmiştir. 1967 yılında Ada’ya ayak bastığı an Rumlar tarafından yakalanıp esir edilen Rauf R. Denktaş’ın esareti Türkiye Cumhuriyeti'nin Rumlara olan baskısı neticesinde 13 gün sürmüştür. Ada’ya ancak 1968 yılı Nisan ayında dönüş yapabilen Denktaş bu sürecin ardından Kıbrıs Türk’ünün sesi olma yolunda bir başka tarih mücadelesi içinde kendini bulmuştur. Tüm bu mücadeleleri ile 2005 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Üstün Hizmet Şeref Madalyası ile Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Senatosu tarafından da Türk dünyasına yapmış olduğu üstün hizmetlerimden dolayı kendisine fahri doktora unvanı verilen Rauf R. Denktaş Kıbrıs’taki öne sürdüğü görüşlerin doğruluğu nedeniyle de Liderlik Ödülü’ne layık görülmüştür. Korkusuzca verdiği mücadelesi ile Rauf Denktaş, Türk milletinin unutulmaz kahramanları arasındaki yerini almıştır. Kıbrıslı Türklerin kararlı duruşundan rahatsız olan Rum çeteleri ne vicdanlara ne de akıllara sığan zulümlerini zaman kaybetmeden uygulamaya koymuşlardır. Kanlı Noel bu zulümlerden yalnızca biridir. Bu zulüm sonucunda yüreğine kor düşürülen Binbaşı Nihat İlhan’ın dilinden yıllar sonra sadece şu sözler dökülecektir: “Türkiye Kıbrıs büyükelçisi beni çağırdı. Bana ’Başın sağ olsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş.’ dedi. Katliamın üzerinden 3 gün geçmiş ve benim haberim yeni oluyordu. Ne yapacağımı şaşırdım… İlk sözüm ’Vatan sağ olsun!’ oldu." demiştir. Zulmün böylesine sadece vatan aşkı için katlanılır. Olaylarda saldırıya uğrayan 103 Türk köyü boşaltılmak zorunda kalırken, Kıbrıs'ta sadece bir yıl boyunca devam eden mücadele yüzlerce Türk şehit olmuştur. Bu şehitlerden biri de Yüzbaşı Cengiz Topel’dir. Yerden isabet alarak jeti düşürülen Yüzbaşı Topel, jetinden paraşütle atlamayı başarsa da Rumların vicdandan yoksun işkencelerinden kurtulamayıp esir düşmüş ve acımasızca şehit edilmiştir. 15 Temmuz 1974’te Yunanistan’a darbeyle bağlandığı söylenen ve toprak bütünlüğüne kastedilen Ada’nın nüfus çoğunluğunu Türklerin oluşturmasına rağmen azınlık statüsüne oturtulmaya çalışan Türk milleti üzerinden çirkin siyasi emeller elde etmeye çalışanlara Türk askeri tarafından cevap gecikmemiştir. 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk’ün adını unutmak isteyenlere yeniden hatırlatılmıştır. Ada’nın birlik ve bütünlüğünü korumak, barış ve sükûneti hoşgörü çerçevesinde yaşatmak için mücadele veren Türkiye Cumhuriyeti, garantör ülkeler ile bir araya gelerek bu amacını her ne kadar gerçekleştirmeye çalışsa da İngiltere ve Yunanistan ile birlikte Ada’da yaşayan Rumların uzlaşmadan uzak duruşları barışın önündeki en önemli engeli olmuştur. Bunun üzerine ikinci kez harekâta başlayan Türk kuvvetlerinin girişimi sonrasında 16 Ağustos’ta ateşkes ilan edilmiştir. Mücadele ile geçen yılların ardından Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte Ada’nın %36’lık kısmında, kuzey bölgesine konumlandırılan ve sınırları bu harekâtla birlikte belirlenen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gerek kuruluş bildirgelerinde gerek anlaşmalarında gerekse uluslararası platformlarda yüzyıllar önce ektiği barışı ve hoşgörü tohumlarını filizlendirmek için çok çabalamıştır ve bu çabasına devam etmektedir. Böylesi bir devlet düzeni kurulması ümidini her zaman canlı tutan Türk tarafının göstermekte olduğu tüm barış çabaları çeşitli engellenmelerle karşı karşıya kalmaktadır. Öyle ki birleşme planı konusunda Kuzey ve Güney Kıbrıs’ta gerçekleştirilen referandumda her ne kadar iki ayrı sonuç elde edilse de âdeta Türk’ün sesinin duyulmaması için yemin edilmişçesine kararlar alınıp uygulamaya konulmaktadır. Millî ve tarihî haklarımız üzerinde kuşku uyandırmaya çalışanlar unutmamalıdır ki her bir karışında şehit kanını taşıyan asil topraklarda Türk’ün ayak sesleri hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Bu millî şuuru ve bilinci gelecek nesillere emin adımlarla aktarmayı kendine ilke edinen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eğitimin gücüyle Türk dünyasının aydın gençlerini bir araya getirerek yetiştirmenin gururunu, millî birlik ve beraberlik ülküsünü ilelebet yaşamanın onuru ile taçlandırmaktadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Coğrafi Özellikleri
Turkuaz renkli suların üzerinde salınarak yüzyıllardır Akdeniz’in güzelliğiyle sarıp sarmalanan Kuzey Kıbrıs, dünyanın en güzel coğrafyalarından birine sahip olmanın öz güveni ile konuklarını selamlamaktadır. Güneşe sevdalı gündöndü misali yüzünü kadim Anadolu topraklarına çevirmiş, omzunu Beşparmak Dağları’na yaslamış, içinde ise bir solukta anlatılamayacak kadar uzun ve derin bir tarih ile Kuzey Kıbrıs doğusunda Suriye ile Lübnan, güneydoğusunda İsrail, güneyinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Mısır ve kuzeybatısında Yunanistan ile çevrelenmiştir. Türk’ün şerefli bayrağını burca diktiği an indirmemeye yemin etmiş olan Yavru Vatan Kıbrıs, konumu itibarıyla yüzyıllar boyunca Anadolu’nun güven limanı Akdeniz’in ise Türk Gölü olmasını sağlamanın sorumluluğuyla bir varoluş mücadelesi içindedir. Stratejik konumu ile her geçen gün önemi daha da artan bu toprakların dağlarında, ovalarında Türk’ün sesi yankılanmış ve yankılanmaya da devam edecektir. Sakinliğin rengi olan mavinin her bir tonu ile bezenmiş Akdeniz’in kalpleri ısıtan sıcaklığına konumlandırılmış, engin gökyüzünün altın kumsallara göz kulak olduğu bir doğa harikası olan Kuzey Kıbrıs, Akdeniz turizminin cennet köşelerinden biridir. Kadim Anadolu’yu tamamlayan can parçası olan bu topraklar, iç içe geçmiş tarihi ve doğasıyla yaz kış dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilerle dolup taşmaktadır. Denizin ve güneşin tadını çıkarmak isteyen tatilciler için en uygun zamanlar mayıs-haziran ve eylül-ekim dönemleriyken özellikle temmuz-ağustos aylarında hava sıcaklıkları en üst seviyeye çıkarak deniz suyu sıcaklığı 28 dereceye ulaşmaktadır. Sonbaharda da yaz keyfinin devam ettiği Ada’da altın rengi kumsalların ufukla birleşen masmavi denizi ile yaptığı iş birliği ve tertemiz doğası içine yerleştirdiği bu eşsiz uyum Kuzey Kıbrıs ekonomisini turizm ile canlı tutmaktadır. Portakal çiçeklerini kıskanan limon ağaçlarının eşsiz kokularına çeşit çeşit meyve ağaçlarının gösterişi eşlik ederken narenciye kokusuna bezenmiş zeytin ağaçları, harnup ağaçları (keçiboynuzu) da Kıbrıs ekonomisinin kıymetlilerindendir. Zeytin, harnup ve narenciyenin yanı sıra çam, selvi, meşe ve sonradan Ada’da yetiştirilmeye başlanan okaliptüs ile süslenen Ada toprakları değişik türden çeşit çeşit çiçekleri ise başına taç yapmaktadır. Bu tacın kıymetlileri ise farklı türdeki orkidelerdir. Tipik Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgede yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlıdır. Yıllık ortalama en düşük sıcaklık ise yaklaşık 14 dereceyken yıl içinde en çok yağışın düştüğü ay ise aralık ayıdır. Kışın yumuşak bir havaya sahip olan Ada’nın yıllık ortalama yağış miktarı ise 500 mm’dir. Kasım ayında ilk düşen yağmur taneleri ile birlikte can suyunu bulan topraklar yeşili boynuna dolarken; ovalar kırmızı laleler, sarı papatyalar, sıklamenler ile dolup taşmaktadır. İklimin doğaya sunduğu bu güzelliğe kayıtsız kalamayan verimli Kıbrıs toprakları, tabiatını zenginleştirerek minnetini her daim sunmakta âdeta… Ada’da yetişen nadide bitkiler arasında yer alan orkidelerin yanı sıra makilik, yaprağını döken ağaçlar ve çalılıklarla tüm bu değişik türdeki çiçekler Kuzey Kıbrıs’ın genel bitki örtüsünü oluşturmaktadır. Bitki örtüsü bakımından Akdeniz ikliminin etkisinde kalan zengin doğası, Akdeniz florası ile çevrelenmiş olup binlerce tür farklı bitkiye ev sahipliği yapmaktadır. Bu türlerin arasından birçoğu ise endemiktir. Böylesi bir doğal zenginliği yetiştirdiği çeşitli tarım ürünleri de taçlandırmayı başaran yöre halkı hayvancılık için ideal olan bitki örtüsü sayesinde küçükbaş, büyükbaş ve kümes hayvancılığını da Ada’nın hemen hemen her bölgesinde yapmaktadır. Kuzeyinde uzanan Beşparmak Dağları ile güneyinde bulunan Karlı Dağ arasında kalan Mesarya Ovası ise Ada halkı tarafından tahıl ambarı ya da ekmek sepeti olarak bilinmektedir. Karlı Dağ’dan doğan akarsularla sulanan tarım toprakları 1974 Barış Harekâtı sonrasında Rum tarafının Kuzey Kıbrıs’a giden akarsuların önüne set çekerek buradaki suları denize akıtmasıyla binlerce dönüm narenciye bahçesi can suyundan uzak kalmış ve yöre halkı suluma usulü tarıma mahkûm bırakılmıştır. Ne acı bir gerçektir ki insanın hayatta varlığını sürdürebilmesi için temel ihtiyaçlarından biri olan su kaynaklarını keserek insanlık suçu işleyen Rumlara dünya seyirci kalmaktadır! Durum böyle olunca Beşparmak Dağları’ndaki kaynak sularına daha fazla görev düşse de bölgedeki taş ocağı işletmelerinin varlığı kaynak sularının etkisini ortadan kaldırmış, Ada sondajlar vurularak topraktan çıkarılan suya muhtaç edilmiştir. Konumu itibarıyla medeniyetlerin kavşak noktası olan Ada, kıtalar arasında göç eden farklı türdeki birçok hayvan için de durak noktası olmuştur. Coğrafi konumu nedeniyle bazı kuş türlerinin Afrika ve Doğu Avrupa arasındaki konaklama ve yumurtlama merkezi olan bu Ada’da Kıbrıs kuyrukkakanları ile Kıbrıs ötleğenlerinin ev sahipliğinde bir araya gelen kuşların heyecanla ve neşeyle birbirlerine anlattıklarını dinlerken tüm dertlerinizden bir anda sıyrılırsınız. Bu kavuşma anlarına şahitlik eden ve Akdeniz’de nesli tükenmekte olan caretta caretta ile chelonia mydas kaplumbağalarının (yeşil kaplumbağa) doğanın neşesine bulundukları katkıyı görmeden geçmemek gerekir. Hele ki Karpaz Millî Parkı’nda özgürce yaşayan ve sizi o kocaman güzel gözleri ile karşılayan yabani şirin eşeklerle karşılaşma anınız unutulmayacak anılar arasındaki yerini alacaktır. Yer üstü kadar yer altı zenginlikleri ile de dikkatleri üzerine çeken Ada, Karlı Dağ'ın kuzey yamacında bulunan zengin bakır ve krom yataklarına sahiptir. Ancak 1974 Barış Harekâtından sonra bakır yatakları Ada’nın Rum kesiminde, bakır izabe tesisleri ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Gemi Konağı kasabasında kalmıştır. Sermaye yetersizliği nedeniyle sanayinin beklenilen düzeyde gelişim gösterememesi Kuzey Kıbrıs’ın ekonomisini başta turizm olmak üzere tarım ve hayvancılıkla sınırlandırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir ülke tarafından tanınmamış olması Ada’nın ekonomisini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlı kılmaktadır. Dünya Posta Birliği’nin bir devlet olarak Ada’yı tanımaması postalarda Mersin 10-Turkey posta kodunun kullanılmasına sebep olmanın yanı sıra ithalat ve ihracatın da yine Türkiye üzerinden gerçekleştirilmesine yol açmaktadır. Tarihî kaynaklarda Kyrenia olarak da bilinen, sakinliğin ve huzurun adresi olmanın yanı sıra Osmanlı-İngiliz mimarisinin sentezinden oluşan evleri ile konuklarına her seferinde Adalı olma duygusunu tattırabilen tarihî liman kenti Girne; muhteşem kültür mirası eserleri bir yana dillerden gönüllere uzanan Arap Ali Ağıtı’nın (Mağusa Limanı Türküsü) ruhlara işleyen ince sızısının yaşandığı yer olan Gazimağusa; efsanelere konu olan güzelliği ve en nefis narenciyelerin yetiştiği diyar olan Güzelyurt; Trodos Dağları’nın eteklerinde kurulan, Güzelyurt Körfezi’ne bakan, sakinliği kendine kural edinmiş, huzurlu ve sessiz şehir Lefke; rengârenk çiçeklerle süslenmiş cumbalı evlere sahip olan şirin sokakları, Türk dünyasının ölümsüz lideri Başbuğ Alparslan Türkeş’e ocaklık etmenin gururunu her daim yaşayan, dünyada bölünmüş tek başkent olan güzel şehir Lefkoşa; Kuzey Kıbrıs topraklarının can suyu olan yer altı sularının sahibi olduğu kadar eşsiz Kıbrıs doğasının bütünleştirici gücü olan Yeni İskele ilçeleri ile tarihi yaşatan, doğasıyla dinginleştiren, kültürel birikimi ile de büyüleyen bir gezinin sözünü vermektedir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Doğal ve Kültürel Özellikleri
Kuzey Kıbrıs; âdeta bir Akdeniz rüyası, Sevimli caretta carettalarla paylaştığınız tertemiz sahilleri, dünya derdini unutturacak kadar güzel altın rengi kumsalları ile başta Altınkum, Alagadi ve Kervansaray Plajları olmak üzere insana denizden çıkmadan gün batımını izleyebilme keyfini yaşatan, Akdeniz’in huzura açılan kapısı olan Kuzey Kıbrıs tüm bu doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihî ve kültürel birikimi ile de insanı mest etmektedir. Ada’nın kuzeybatı ucunu kendine yer edinmiş yeşillere boyalı Yeşilırmak köyü; “incir geçidi, limongil…” gibi nefis isimli ve daracık sokaklarında birbirine benzemeyen özgün evlerin kurulu olduğu sakin Karaman köyü; Lefke’nin sembolü olan Kuğu mozaiğini bugünlere taşıyan bir kültürel miras örneği Soli Antik Kenti; “Rüzgâra meydan okuyan” anlamına gelen ismi ve konumu itibarıyla Kıbrıs’ta bulunan en yüksek kale olma özelliğine Lefkoşa’nın o güzel manzarasına rüzgârın her daim eşlik ettiği Bufavento Kalesi; Pers hâkimiyeti döneminin izleri ile varlığını devam ettiren Vouni Sarayı; 925 yılından bu yana dağların zirvelerinden şehre el sallayan ve “sağlam bir kale” anlamına gelen Kantara Kalesi; şehir merkezinde yüzyıllar boyunca Ada tarihine ettiği tanıklığı misafirlere anlatmak istercesine bekleyen Venedik Sütunu; II. Mahmut’un tuğrasının bulunduğu ve farklı mimarisi ile dikkat çekerken tarihî yolculuğun bir başka boyutuna insanı çıkaracakmış hissini uyandıran Girne Kapısı; Kıbrıs Beylerbeyi Câfer Paşa tarafından 16. yüzyılda yaptırılan ve adını araziyi bağışlayan Osmanlı Kıbrıs Valisi’nden alan Ağa Cafer Paşa Camii; kubbesi bulunmadığından küt görüntüsü ile diğer tarihî dokulardan ayrılan Haydar Paşa Camii; Hristiyanlığı yaymak için gelen St. Barnabas adına 477 yılında yapılan St. Barnabas Manastırı; yarı çember biçimindeki çatılarıyla dikkat çeken, gerçek ismi Hımarcılar Hanı olan ancak günümüzde Gezgin Çalgıcılar Han’ı olarak da bilinen Kumarcılar Hanı’ı; 900 yaşında olan ve asırlar boyunca kralların sığına olup Ada soylularını saklama görevini yerine getiren Kantara Kalesi; 19. yüzyıl mimari özelliklerini taşıyarak dönemin Ada yaşantısını anlatan güzide köşelerden biri olan Derviş Paşa Konağı; bugün bile gizemini koruyan yapısı, rivayetlere konu olan inşası ve dönemin şartlarına göre en üst teknoloji ve donanımla oluşturulmuş Mavi Köşk; 477 yılında inşa edilen ve Orta Çağ mimarisinin özelliklerini taşıyan Aziz Barnabas Manastırı ve İkona Müzesi; bölgede çıkan çeşitli arkeolojik eserlerin sergilendiği, kazılarda çıkarılan altın taç ile gözleri kamaştıran Güzelyurt Doğa ve Arkeoloji Müzesi; Osmanlının deniz seferlerinde kullandığı araç gereçlerin yanı sıra kalkanların ve silahların tarihî belgelerle birlikte sergilendiği Canbulat Müzesi; Türk Millî Mücadele’si kapsamında yapılan harekâtlar esnasında kullanılan birçok eser, belge, silah, fotoğraf, Türk sancağı ve bayrağının sergilendiği Millî Mücadele Müzesi; Ada’nın son elli yılını özetleyen belgeleri ile Kıbrıs Özel Etnografya Müzesi ve Barış Harekâtı sürecinde dağa çıkarken arazi koşullarından dolayı arıza yaparak burada kalan, paletlerinin arızalandığı andaki görüntüsü ile bugün de olduğu yerde bulunan Türk tankı gibi daha nice adresleri ile misafirlerine unutulmaz anılar yaşatmanın heyecanını taşıyan Kuzey Kıbrıs’ın doğası, tarihi ve kültürünün ahenkli birleşimine daha yakından bakılınca…
Girne Limanı ve Kalesi
Girne’nin sembolü olan kale, yüksek duvarları ve ihtişamlı görünüşü ile ziyaretçilerini karşılarken limana ayağınızı bastığınız her an Ada halkının deyimiyle “Kıprıs’tan her dönüşünüzde biraz daha ‘Adalı’ oluverirsiniz…”. Saçlarınıza ve teninize bulaşan Akdeniz mavisi ve tuzuyla limanın hemen arkasında yer alan kaleyi ziyaret etmek ise bir başka keyifli tarih yolculuğu. Bizanslılar tarafından inşa edilen kale Lüzinyanlar ve Venediklilerin yaptığı ilavelerle son görüntüsüne kavuşmuş olup kale içindeki burçlardan olan Venedik Kulesi ve Lusignan Kulesi içinde ise dönemin giysi, zırh ve silahları ile donatılmış mankenleri yer almaktadır. Kale içinde yer alan zindanlar ise dönemin yürek burkan hikâyelerin dile gelişidir. Müze olarak da hizmet veren kalede Girne yakınlarında bulunan Cilalı Taş Devri yerleşimi Vrysi ile Tunç Çağı yerleşimi olan Kırnı’dan çıkan arkeolojik eserler sergilenmektedir. Özellikle bütün hâlde sergilenen ve 2000 yaşında olduğu bilinen batık gemi ise görenleri şaşırtmaya devam etmektedir. Bir balıkçı tarafından tesadüfen bulunup gün yüzüne çıkarılan bu eser, Akdeniz sularında yaşanan tarihî hikâyeleri ziyaretçilerin kulağına fısıldıyor görüntüsü veriyor… âdeta.
St. Hilarion Kalesi
Gökyüzüne uzansanız tutacakmışsınız gibi hissettiren, dimdik duruşu ile Kıbrıs coğrafyasının bütünleyicisi olan Beşparmak Dağları’nın üzerinde bulunan kalenin inşa edildiği tarih tam olarak bilinemese de 11. yüzyılda Bizanslılar tarafından Arap akınlarından korunmak için gözetleme kulesi olarak yapıldığı düşünülmektedir. Kale, Lüzinyanlar Dönemi’nde mimarisinde değişiklik yapılmış ve son hâline kavuşarak günümüze ulaşmıştır. Adını ömrünün son zamanlarını burada ibadetle geçiren bir keşişten aldığı söylenegelen kale üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Kalenin alt bölümü ana giriş yeri olup bu bölüm atlar ve askerler tarafından kullanılırken; orta bölümde kralın sarayı, mutfağı, kilisesi ve kalenin su deposunun bulunduğu bilinmektedir. Kalenin en üst bölümünde ise Prens John Kulesi bulunmaktadır. Bir savunma kalesi olarak tarihe hizmet etmiş olan bu kalenin öne çıkan bir diğer özelliği ise sahip olduğu Gotik mimarisi ve iç bahçesinin yaz aylarındaki serinliğidir. Girne’ye 10 kilometre mesafedeki St. Hilarion Kalesi, Walt Disney’in “Uyuyan Güzel” masalındaki kalenin ilham kaynağıdır. Yaklaşık 700 metre yükseklikteki sarp tepelerin arasına konumlandırılan ve ulaşılması imkânsız gibi görünen bu kaleye erişmek için 480 adet merdiveni çıkmayı göze almak gerekmektedir. Ancak kaledeki Kraliçe’nin penceresinden göreceğiniz manzara tek kelime ile muhteşemdir! Zirvede Prens John Kulesi’nden dünyaya açılan manzara ise büyüleyici güzelliktedir. Yüzyıllar öncesindeki yaşamın nasıl olduğunu deneyimlemek isterseniz St. Hilarion Kalesi’ni mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Othello Kalesi
Her bir taşın ayrı bir hikâyesi her bir yapının ise dile getirmek istediği ayrı bir tarihî gizem vardır Ada’nın şehirlerinde. İşte bu gizemli hikâyelerden biri de Othello Kulesi olarak da bilinen Othello Kalesi’ne aittir. 14. yüzyılda Kıbrıs Krallığı’nı yöneten Lüzinyanlar tarafından inşa edilen ve dönemin kraliyet ailesinin yaşadığı bu kulenin etrafı surlarla çevrili olup Venedikliler Dönemi’nde ise askerî bir kale hâline dönüştürülerek günümüze ulaşmıştır. Güçlendirilen duvarları ile Orta Çağ kale yapılarına dönüştürülen bu kulenin yapısı ise ağır topların kullanımına uygun olması için dikdörtgenden dairesel bir hâle getirilmiştir. Shakespeare’in 1603’te trajedi türünde yazdığı Othello oyunu, Kıbrıs liman şehrinde can bulmuş olup eserin ismini de bu ünlü kaleden aldığına inanılmaktadır.
Büyük Han
Yüzyıllar boyunca hangi gezginin, hangi kervanın ve kaç yolcunun uğrak noktası olduğu bilinmeyen, göz alıcı mimarisi ile bugün de ziyaretçilerini dönemsel bir yolculuğa götürmeyi başaran, 68 odası ile konuklarına hizmet vermeye devam eden Büyük Han, Kıbrıs Valisi Sinan Paşa tarafından Osmanlı Devleti Dönemi’nde yaptırılan han, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Özgün yapısı korunarak şehir hayatına uyum sağlayan bu eşsiz yapı bugün de ticari dükkânları ve restoranları ile varlığını görkemli bir şekilde sürdürmektedir. Burada, bu tarihî doku arasında, Türk misafirperverliği eşliğinde ağır ateşte pişmiş bol köpüklü Türk kahvenizden alacağınız bir yudumun sizi zamanın hangi köşesine bırakacağını deneyimlemelisiniz…
Lala Mustafa Paşa Camii (St. Nicholas Katedrali)
Gazimağusa’nın en eski yapılarından olan Lala Mustafa Paşa Camii, benzersiz mimari dokusu ile ilgi odağıdır. Günümüz Avrupa’sındaki katedrallerden daha görkemli sayılabilecek olan motifleri bir yana tarihî birikimi ile de benzersizliğini ilan eden bu yapı Ada’da inşa edilen katedraller arasında Lüzinyan krallarının taç giydikleri ve Gotik mimari tarzının en güzel örneklerinden biridir. Haçlılar Dönemi’nde inşa edilen 700 yıllık geçmişi olan bu eser, özgün mimarisi korunarak Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiştir. Etkileyici görünüşü ile ziyaretçilerinin gözlerini ayıramadıkları Lala Mustafa Paşa Cami, Osmanlı mimarisinin izlerine sahip olmanın gururuna yüzlerce yıllık cümbez ağacını da yanı başında yaşatmanın gururunu ekleyerek ziyaretçilerini karşılamaktadır.
Selimiye Camii (St. Sophia Katedrali)
Güzellik ve zarafeti ile Lefkoşa’nın ana camisi olarak kullanılma görevini üstlenmiş olan Selimiye Camii, gotik tarzda inşa edilen yapısında taş oyma pencereleri, anıtsal kapısı ve görkemli duruşu ile bambaşka bir mimari doku örneğidir. Dönemin en ünlü mimari tarzı olan Gotik sanatının yaşayan en güzel örneklerinden biri olan bu yapı eski zamanlarda Ada’da yaşayan Lüzinyanlar tarafından 1208 yılında inşa edilmeyi başlanıp 1326 yılında dönem halkının hizmetine açılmıştır. Şimdilerde Ada’nın en büyük camisi olan mabet, inşa edildiği dönemde Kıbrıs krallarının taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış bir katedraldi. Eskiden St. Sophia Katedrali olarak bilinen bu tarihî dokuya saygı duyan ihtişamlı Osmanlı mimarisinin izlerini de üzerinde taşıyan Selimiye Camii, eşsiz bir mimari doku mozaiğidir.
Bellapais Manastırı
Girne’nin 4-5 kilometre doğusunda yer alan limon ağaçlarının kokusuyla baş döndürürken yeşiller içindeki nar ağaçlarının kırmızısıyla büyüleyen Beylerbeyi köyünün içinde bulunan bu manastır enfes manzarası ve sakin atmosferine yılın belli zamanlarda klasik müzik konserlerini de ekleyerek unutulmaz anılara imzasını atıyor… Barış Manastırı anlamına gelen ismi ve kitaplara konu olan güzelliği ile Bellapais Manastırı, 1160 yıllarında inşa edilmiş olup kuzey sahillerini tümüyle görebilen dağ manzarasıyla misafirlerini ağırlamayı beklemektedir.
Apostolos Andreas Manastırı
Mucizelerin toprağa işlediği hikâyelerinden birine sahip olan bu manastır Ortadoks inancı için oldukça önemli bir ibadet merkezidir. Her yıl çok sayıda ziyaretçiye kapılarını açan manastır Hz. İsa tarafından papazlığa çağrılan St. Andrew (Apostolos Andreas) adını taşımaktadır. Hristiyan inancına göre Hz. İsa’nın havarilerinden Andreas’ın kutsal topraklara ve Kudüs’e deniz yoluyla yaptığı yolculuğu sırasında gemide yaşanan su sıkıntısı ile gemiden inen havarinin manastırın bulunduğu yere bastonu ile vurması sonucu su çıktığı ve bu suyla gözlerini yıkayan gemi kaptanın kör alan bir gözünün yeniden görmeye başladığı rivayet edilmekle birlikte manastırda hâlâ akan bir su bulunmaktadır.
Salamis Antik Kenti
Geçmişteki ihtişamını bugün de sunan ender antik kentlerden biri olan Salamis Antik Kenti, Ada’nın en eski yerleşim yeri olma unvanına sahiptir. Bütün zamanlara hitap eden bu antik yerleşim bölgesinin yaklaşık 2000 yıl önce inşa edildiği düşünülmektedir. Ancak bu tarihî kent, yaşadığı birçok doğal afet sonucu zaman içinde tahrip olmuştur. Bu nedenle kentten günümüze tiyatro, bazilika, toplu mezarlar ve birkaç anıt ulaşabilmiştir. Bir zamanda Ada’ya başkentlik yapan kentin içinde Salamis Gymnasium’u, Salamis Tiyatrosu, Roma Villası, Bizans Sarnıcı, Aziz Epiphanios Bazilikası, agora (Pazar yeri), Zeus Sunağı, Cellarga Mezarları ve Nikokreon Anıtı gibi birçok yapıyı bir arada görmeniz mümkündür.
Barbarlık Müzesi
Acının da müzesi olur mu? Ne yazık ki oluyormuş. Görmeyen gözler, duymayan kulaklar ve bilerek susan dillerin görmesi, duyması ve konuşması için olur. Kanlı Noel olarak tarihin utanç sayfaları arasındaki yerini alan bu olayda görevi başındaki Binbaşı Nihat İlhan’ın ailesi kendi evlerinde vicdansızca Rumlar tarafından şehit edilmiştir. Binbaşının ailesinden geriye kalan izler, Kıbrıs Türklerinin yaşadığı zulmü ve göçe zorlanan Türklerin yaşadığı vicdana sığmayan acıyı gözler önüne sermektedir.
Namık Kemal Müzesi
"…Can korkusu geçmez ovamızda, dağımızda. / Her köşede bir aslan yatar toprağımızda…” sözleri ile Türk edebiyatının yapıtaşlarından olan Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre oyunu sonrasında sürgüne gönderildiği yer olan Mağusa, Türk edebiyat tarihinin ölümsüz isimlerinden birini misafir ettiğinden o zamanlar habersizdi… 38 ay boyunca Ada’ya sürgün edilen Namık Kemal’in en iyi eserleri ise burada doğmuş olup o günleri şimdiye taşıyan izleri ve geride bıraktığı eserlerine ilişkin bilgiler ise bugün Namık Kemal Müzesi’nde bulunmaktadır.
Kapalı Maraş
Yapılan katliamları kanıtları ile tüm dünyaya haykırmak için bir can suyu verilmesini bekleyen Maraş, ütülerin fişlerde, bir yudum ekmeğin sofralarda, yazılamayan mektupların masalarda, giyilemeyen ayakkabı teklerinin sokaklarda olduğu hâliyle 1974 senesine ait tüm izleri dünya kamuoyuna sunmayı sabırla beklemektedir. Bir zamanların en gözde tatil merkezi konumunda olan bu şehir, yaşam izlerinin geride bırakıldığı o anda kalmış olup zamanın kendi lehine çevrilmesi umudunu taşımaktadır…
Karaoğlanoğlu Müzesi ve Şehitliği
1974 senesi Kıbrıs Barış Harekâtının kahramanlarını sinesine saran Karaoğlanoğlu Şehitliği, çıkartmanın yapıldığı ilk günlerde Ada’nın karargâhı olarak kullanılmış olup o dönemde bir roketatarın hedefi olmuştur… Binbaşı İbrahim Karaoğlanoğlu ile Yüzbaşı Fehmi Ercan’ın önderliğinde yürütülen mücadele sonrasında buradaki evin günümüzde müze ve şehitlik olarak kullanılması uygun görülmüştür. Döneme ilişkin savaş kalıntılarını görüp harekâta dair bilgileri müzede bulabilmeniz mümkündür.
Alparslan Türkeş Müzesi
Türk Dünyasını Lideri Başbuğ’una kavuşturan, bugün ise anılarına sahip çıkarak Başbuğ’u yaşatan Alparslan Türkeş Müzesi, ömrünü Türk milliyetçiliği davasına adamış olan büyük devlet adamının doğduğu evdir. Ülkücülerin kulaklarında her daim yer alan sesinin duvarlarında yankılandığı bu müze Başbuğ’un Türk devlet ve siyaset hayatında bıraktığı derin izlere ait anıları bugüne ulaştırılmakla birlikte, Başbuğ’un Türk töresinin vazife duygusu ile hareket ederek Türk dünyasının birlik ve bütünlüğünü sağlamak bir yana dünyanın farklı yerlerinde zulüm gören her bir Türk’ün kurtarıcısı olarak verdiği kutsal mücadelenin izlerini de taşımaktadır.
Sonuç
Kıbrıs, herkese açık gibi görünen gizemli bir kapıdır. O kapının gizemini ancak hisseden bilir. Gizem, Kıbrıs’ın her taşında, taşa emanet edilmiş her izinde çözülmektedir. Türklüğünü ay ve yıldızla, uğruna dökülen şehit kanlarını kırmızıyla sembolize ettiği bayrağı, bu topraklar üzerinde hiçbir zaman yere indirilmemek üzere gökyüzüne yükseltilmiş en büyük miras iken bırakılan emanetlerin her birini gelecek nesillere eksiksiz aktarabilmek ise bu topraklara olan borcumuzdur. Binlerce yıl öncesine ait tarihî izlerin peşinde süreceğiniz, aklınızdan ve anılarınızdan hiç çıkmayacak bir gezinin kapılarını açan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, eşsiz doğasına koca bir tarih saklamış olup her bir köşesi konukları tarafından yeniden keşfedilmeyi bekleyen tarihî yapılarla doludur. Katedral olarak inşa edilmiş; ancak günümüzde cami olarak kullanılan yapılardan, Antik Çağ’dan günümüze ulaşan insanlık tarihine tanıklık etmiş antik kentleri ve çeşitli dönemlere ait birbirinden değerli eserleri ile birlikte kadim bir tarihi olan Kuzey Kıbrıs’ta gezinizi renklendirecek birçok rota bulunmaktadır. Gözünüzün değdiği tüm güzellikleri kalbinize işleyecek, bir tabloyu andıran manzaralarını izlerken tüm dertlerinizi bir kenara bırakıp bedeninizi ve ruhunuzu dinlendirmenin keyfini çıkaracağınız Kuzey Kıbrıs gezinizin planını yaz mevsimi için yapacak olursanız pek çok yerin öğleden sonraları için kapalı olabileceğini dikkate almayı unutmamalısınız. Sadece nüfus cüzdanlarınız ile giriş yapacağınız Ada’da birçok aktivite sizleri beklemektedir... Tüplü dalış ile Akdeniz’in su altı yaşamına akvaryum koylarında tanık olup burada yaşayan deniz canlılarının yaşamını birebir gözlemleyebilirsiniz. Tekne turları, uzun doğa yürüyüşleri, trekking gibi aktivitelerin yanı sıra özellikle yaz mevsimlerini süsleyen geleneksel festivallerinden Kuzey Kıbrıs Uluslararası Bellpais Müzik Festivali, Mağusa Kültür Sanat Festivali, Kıbrıs Tiyatro Festivali, Uluslararası Zeytin Festivali, Güzelyurt Portakal Festivali, İskele Festivali, Hellim Festivali gibi birçok şölen de Ada’nın ev sahipliğinde gerçekleşmektedir. Kuzey Kıbrıs’ın Zafer Burnu ile Koruçam Burnu’nda kıyı şeridi boyunca yapacağınız gezinin sonrasında ise denizin sonsuzluğuna bırakacağınız oltanızla sakinliğin keyfini sürüp kampınızı kurarak doğayla kucaklaşabilirsiniz. Geleneksel el sanatlarının usta ellerde yaşamaya devam ettiğini görmek ise gezinizdeki ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Kadınların asil zevklerinin yansıması olan yemenileri; keten üzerine ve iğne işi olarak yapılan lefkaraları; ipek işi, hesap işi ve bitkisel örücülük gibi çeşitli el sanatlarının en güzel örneklerini Kıbrıs tezgâhlarında görmek mümkündür. Ada’nın berrak denizinin ve eşsiz atmosferinin üzerine bir de Ada’da karşılaşacağınız lezzetler eklenince, Kuzey Kıbrıs tüm gezginlerin rotalarında vazgeçilmezlerin arasına adını yazdırıyor. Zengin ve özgün menüsü, sıcakkanlı insanı, mükemmel konumu ile gurmeleri kendine hayran bıraktıran Kuzey Kıbrıs mutfağının göz bebeği hellim peyniridir. Hellim peyniri ile yöreye özgü yapılan ve yöre halkı tarafından “hellimli” olarak bilinen nefis ekmeğinden nor peynirinden yapılan dumanı üstünde tüterken yediğiniz sıcacık nor böreğine, koyun etinden ızgarada kızartılarak yapılan ve damakları çatlatan şeftali kebabından tulum peyniri, tereyağı ve ceviz üçlüsünün unutulmaz buluşması olan piruhi isimli mantısına, zeytinyağlıların içinde vazgeçilmez olan börülcesinden kahvaltıları süsleyen alıç reçeline, kolokas bitkisinden yapılan ve tadına doyum olmayan lezzeti ile kolokastan Ada’nın özel tatlarından biri olan Molehiya’ya ve çeşit çeşit meyve ile sebzeden yapılan macunlarına kadar damakları mest eden tüm bu lezzetlerle midenizi şenlendirmeden Ada gezinizi sonlandırmayın. Hem kültür hem deniz hem de damak tatilini bir arada yapabileceğiniz bu muhteşem gezi imkânlarını önünüze sermek için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti siz kıymetli ziyaretçilerini dört gözle beklemektedir.
Kaynaklar
Alasya, H. F. (1987). Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.
Altan, M. H. (2004), Kıbrıs'ta Rumlaştırma Hareketleri 5-I-9.
Çay, A. (1989). Kıbrıs’ta kanlı noel-1963. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.
Çilingir, A. (2007) Andımız Olsun Ki Bu Topraklar Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Denktaş, R. R. (1996). Rauf Denktaş’ın hatıraları. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
İkiz, İ. N. (2007), Bir Ada Bir Dava Bir Savaş, Alfa Yayınları.
Kapluhan, E. (2002). Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin coğrafi özellikleri ve bu özelliklerin eğitime yansıması. Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Keser, U. (2018). Kıbrıs Türk mücadele tarihinde iletişim (1955-1974). Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 18 (36), 361-411.
Koday, Z. (1995). Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti'nin coğrafi özellikleri. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, (2), 17-45.
Mor, A., & Çitçi, D. (2007). KKTC'de Kentleşme. Doğu Coğrafya Dergisi, (18), 225-244.
Olguner, O. (2020). Bir Lefkoşa Hikâyesi, Hotel Valide Hanım Kültür Sanat Yayınları.
Özarslan, B. B. (2007). Kıbrıs Sorunu, IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
M. Atıf Ürük, M.A. (2018), Kıbrıs Gerçeği, Cinius Yayınevi.
Yiğit-Yüksel, D. (2009). Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi (1914-1958). Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 8(18), 161-184.
https://blog.obilet.com/kibris-gezi rehberi/amp/?gclid=CjwKCAjw0dKXBhBPEiwA2bmObWnPmlNcu3WZShX_StFSj40BMJbdEEAOm9C2uZLd1no7Cywqavx6pBoCNu0QAvD_BwE
https://users.metu.edu.tr/home102/birten/wwwhome/index.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kuzey_K%C4%B1br%C4%B1s_T%C3%BCrk_Cumhuriyeti