İKİ DÜNYANIN BİR ARADA OLDUĞU TARİHÎ BİR KAVŞAK: ANKARA
PROF. DR. TEMEL ÇALIK
Turan İlteber Yalçın’ın muazzez hatırasına ithaf olunur… Yiğitler diyarının yiğit evladı Turan İlteber Yalçın, mekânın cennet olsun, sevgin kalbimizde sönmeyen bir meşale olarak yanacaktır.
“Atatürk’ün hemen herkesin gördüğü, okul kitaplarında da yer alan bir fotoğrafı vardır… İşte Ankara Kalesi muhayyilemde daima ömrünün en güneşli saatine böyle yavaş yavaş çıkan büyük adamla birleşmiştir.” cümleleri ile Ankara’nın tarihî sorumluluğunu dile getirerek Beş Şehir eserinin satırlarına can veren Türk edebiyatının mihenk taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ankara’sından bugünün Ankara’sına uzanan bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? Şiirsel bir dil ile anlatılan Ankara tarihi, doğası ve kültürel zenginlikleri ve Anadolu’nun kalbi olması ayrıcalığıyla sayısız misafire kapılarını açmış ve kendisine bırakılan kültürel miraslarla zamanın farklı pencerelerinden bakarak tüm Anadolu’yu kucaklamıştır. Kuruluş tarihi hakkında kesin bilgi edinilemese de tarihin izleri takip edildiğinde şehrin kuruluşunun oldukça eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Destanların, kahramanlıkların ve daha nice tarihî birikimin satırları doldurduğu bu eşsiz kentin ismini alışı dahi hem tarihî hem de efsanevi bir kökene dayanmaktadır.
Çorum’da bulunan Hititlerin başkenti Hattuşa’da yapılan kazılar sonucunda elde edilen metinlerde Hattuşa’nın batısında, üç günlük mesafede “Ankuwa” isminde bir şehirden bahsedilmektedir. Tarihsel serüvenlerde yer alan bu ismin yanı sıra kuruluşu ile ilgili efsanelerde de farklı şekillerde anılan şehir, ismini alış sürecinde dahi derin bir birikim elde etmiş ve bugünlere “Ankara” ismi ile ulaşmıştır. Önemli ticaret yollarının merkezinde bulunan bu şehir, medeniyetler tarafından farklı şekillerde isimlendirilmiş ve adına yazılmış birçok efsanelerin başkahramanı olmuştur. Şehrin kuruluşuna ilişkin efsanelerden biri Frigya Kralı Midas’ın bir gece rüyasında belirsiz bir sesin ona ülkesinin toprakları içinde bir gemi çapası araması gerektiğini ve bu çapayı bulduğu yerde bir şehir kurması hâlinde o şehrin kendisine mutluluk getireceğini söylediği rivayet edilmiştir. Bunun üzerine her bir köşede arama çalışmalarını başlatan Midas bugün Ankara Kalesi’nin bulunduğu bölgede bir çapa bulur ve sonuç olarak Ankara’nın bu tepeye kurulduğu söylenir. Kurulan şehrin adına da “çapa" anlamına gelen “Ankyra” isminin verildiği belirtilmektedir. Şehrin bir başka kuruluş efsanesi ise, bir zamanlar bölgeye hâkim olan Galatlar’ın güçlü olduğu dönemde güneyde Akdeniz’e uzanmış ve Mısırlılar ile girdikleri deniz mücadelesini kazanarak bu zaferin bir nişanesi olarak aldıkları çapaları Ankara’ya getirerek tapınaklara koymuşlardır. Bu süreçten sonra buraya çapa anlamına gelen “Ancyra” veya “Angora” denilmiştir. Ancyre, Engüriye, Engürü, Angara, Angora olarak değişime uğrayan ve nihayetinde “Ankara” olarak günümüze ulaşan şehrin ismine dair efsaneler kulaktan kulağa yayılırken gerçeğin peşine düşüldüğünde Ankara’nın bir başka tarihsel zenginliği ile karşılaşmanın heyecanı sarıp sarmalar insanı… Sadece duyduklarınızla değil gördükleriniz, okuduklarınız ve hissettikleriniz ile daha da iyi tanıyacağınız bu şehre ait anılarınız hatıralarınızda bambaşka izler bırakmaktadır.
ANKARA’NIN TARİHİ
Eski Dünya olarak bilinen Avrasya’nın önemli yerinde bulunan Anadolu, pek çok devletin ve medeniyetin merkezi olmuştur. İlk yerleşim izleri ile Paleotik Çağ’a uzanan bir serüvenin sahibi olan Ankara’nın tarihî yolculuğu Helenistik Dönem’den itibaren pek çok medeniyete başkent olmuş ve uzun soluklu, kesintisiz tarihî serüveninde Hititlerin, Friglerin, Lidyalıların, Perslerin, Galatların yanı sıra Romalıları ve Bizanslıları da topraklarında misafir etmiştir. Roma döneminde şehrin önemi artmış ve Roma metropolleri arasındaki yerini almış olan bu tarihî kent, 4. yüzyıldan Türklerin hâkimiyetine geçene kadarki süreçte önemli bir Bizans şehri olarak bilinmiştir. 8. yüzyıl sonrasında güneyden gelen İslam orduları ile Bizanslıların savaşlarına da tanık olan şehir yaklaşık 200 yıl boyunca Arapların saldırısına uğramıştır ve kısa süreliğine Arapların egemenliği altında da yer almıştır. Ancak 1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte Anadolu’ya vurulan Türk mührü 1073 yılında Ankara’ya da vurulmuş ve Selçuklu Devleti’nin eşsiz kültürel mirası Osmanlı Devleti’nin bıraktıklarıyla birlikte günümüze ulaşmayı başarmıştır. Anadolu kapılarının Türklere açılmasıyla birlikte asıl ev sahiplerine kavuşan şehir bu süreçten sonra Büyük Selçuklu, Danişmendler, İlhanlılar ve Osmanlı Devleti’nin ocağı olmuştur. Bu süreç içinde ise Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında kısa bir süreliğine Moğol istilası ile karşılaşan şehir, İlhanlılar ve Eratnaoğulları yönetiminde bulunduktan sonra 1354 yılında Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın şehri Osmanlı ülkesine katmasıyla birlikte Yıldırım Beyazıt dönemine kadar önemli bir tarihsel olayın içinde bulunmamıştır. Bu sükût dönemi sonrası kent, Çubuk Ovası’nda Timur’un ordusu ile Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’ın ordusunun savaşına da tanıklık etmiştir. Savaş sonrasında ise kısa süreliğine Timur egemenliğine sahne olan şehir, Çelebi Mehmet’in 1403’teki yeniden gerçekleştirdiği fetih ile birlikte tekrar Osmanlı egemenliği içindeki yerini almıştır. Tarihsel süreçte Türk kimliğini perçinleyen gelişmelerle sadece Türk tarihinde değil dünya tarihindeki yerini de sağlamlaştıran Ankara, bugün taşıdığı tüm derin izleri geleceğe aktarabilmenin gururunu yaşamaktadır…
Balkan Savaşı sonrasında Rumeli vilayetlerinin kaybedilmesiyle batıdaki Türk sınırının İstanbul’a çok yaklaşması İstanbul Boğazı’nın ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Devlet merkezinin İstanbul’da kalmasının yaratacağı tehlikenin sakıncaları düşünüldüğünde başkentin bir başka şehre taşınması gündeme gelmiştir. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında Anadolu’nun dört bir koldan işgalinin yaşanmaya başladığı yıllarda bu yaşanan makûs tarihi değiştirecek adımı atan Mustafa Kemal’in Anadolu’da yaktığı bağımsızlık ateşi tüm vatan topraklarında görülmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa, Meclis açıldıktan sonra Temsilciler Kurulunun “Mebuslar Meclisini ve milleti izlemek ve yönetebilmek” için daha yakın bir yerde bulunması gerektiğine dikkati çekmiştir. Yapılan toplantılarda Temsilciler Kurulu Merkezi’nin Eskişehir yakınında bulunan Seyitgazi olması kararlaştırılmıştır. Ancak bu karar daha sonra Ali Fuat Paşa’nın önerisi ile değişmiş ve Ankara olmuştur.
Bir milletinin varoluş ve yeniden doğuş mücadelesini sinesine işleyen bu kadim şehir tüm yaşadıklarını o vakur duruşunda sergilemektedir. Millî Mücadele süreci içinde Ankara’nın merkez olmasına ilişkin karar bir müddet gizli tutulmuş ve sonrasında Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye üyeleri 18 Aralık 1919’da Sivas’tan ayrılıp millî bağımsızlık ve egemenlik savaşının çetin mücadelesi için 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmiştir. 16 Mart 1920’de İstanbul’un fiilen işgal edilmesi Mustafa Kemal Paşa’nın öngörülerinin doğruluğunu bir kez daha göstermiş ve ilerleyen süreçte yaşanan olayların ardından Anadolu’ya geçtiği ilk günden beri düşündüğü “Yeni Türk devleti”ni kurma yolundaki adımlar o zamandan itibaren tek tek ve sabırla atılmıştır. 17 Mart 1920’de Mustafa Kemal’in bütün valilik ve ordu komutanlarına gönderdiği bildiride bir “Meclis-i Müessi¬san”ın Ankara’da toplanacağını bildirilmiştir. Böylece yeni devletin ilerideki başkentinin ilk emareleri o aziz şehri işaret etmiştir: Ankara.
Millî Mücadele Dönemi’nde şehirdeki birlik ve bütünlük Ali Fuat Paşa, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi ve şehir aydınlarının birleşmesiyle daha da güçlenmiştir. Ankaralıların İstanbul hükûmetinin gönderdiği vali ve memurları kabul etmeyeceklerini belirtmeleri ve İstanbul’a karşı doğrudan aldıkları tavır Millî Mücadele’ye olan bağlılığın göstergelerinden yalnızca biridir. Ayrıca kendilerinin seçtikleri ve vali vekili olarak gördükleri Yahya Galip Bey’in de Ankara’ya yaraşır bir yönetim kurması gibi yaşanan gelişmeler Kurtuluş Savaşı’nın yürütülmesi için seçilmesi gereken merkezin Ankara olmasına zemin oluşturmuştur. İşte tam bu noktada Ankara’yı karargâh yapmış olan Heyet-i Temsiliye devletin sorumluluğunu hemen üzerine almıştır. 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetinin merkezi Ankara olarak ilan edilmiştir. Millî Mücadele Dönemi içinde İtilaf Devletleri’nin raporlarında “Türk’ün kıblesi” olarak nitelendirilen Ankara’nın 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından ve halifeliğin kaldırılmasından sonra 20 Nisan 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisince benimsenen Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Devleti’nin başkenti olduğu belirtilmiştir. Kurtuluş Savaşı Dönemi’nde Millî Mücadele’ye önderlik eden bu kıymetli şehir 1923 yılı itibarıyla da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olma sorumluluğunu alarak Türk milletinin ocağı olmaya devam etmektedir. Tanpınar’ın da dediği gibi Ankara; iki dünyanın bir arada olduğu, eskinin ve yeninin bir arada yaşadığı eşi benzeri olmayan tarihî bir kavşak…
Uzun süren savaşlar, yaşanan ekonomik sıkıntılar ve daha nicesi ile uzun yıllar mücadele eden Türk milleti, Millî Mücadele sonrasında yakılan, yıkılan, talan edilen şehirler içinde hayat mücadelesi içinde varlığını sürdürmek zorunda kalmıştır. Sabrı tüm hayatına ilmek ilmek işlemiş Türk milletini ise vermiş olduğu kayıplar sonrasında işgalden kurtarılan ve şehit kanları ile yeniden can bulan vatan topraklarında yeniden doğuşun umudu sarmış; ancak işgal görmeyen yerlerde dahi başını sokacak sağlıklı konutların varlığından, düzgün bir altyapı oluşumundan bahsetmek zor olmuştur. Verilen çetin bir mücadele sonrasında düşman işgalinden kurtulan ve Cumhuriyet’i kuran Türk milletinin her alanda başka bir yeniden doğuş hikâyesi yazması ise zorunlu olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında nüfusunun üçte birine yakını şehirde yaşamını sürdürmekteydi. Örneğin; 1927 yılında yapılan nüfus sayımı sonucunda 13.648.000 nüfusun %75.9’u köylerde, %24.1 ise şehirlerde oturmaktaydı. Ancak ülkenin genelinde sağlıklı konutların var edilmesi ve bunun için ihtiyaç duyulan düzenlemelere bir an önce başlanılması gerekmekteydi. Dört bir yandan kurtuluş mücadelesi veren bir ülkede bu düzenlemelere başlanılması için en uygun yer ise mücadelenin kalbi olmuş, millî birliği sağlama noktasında tüm sorumluluğu omuzlarında taşımış bir şehir olan Ankara idi. O yıllarda yirmi beş bin nüfuslu küçük bir şehir olan Ankara’yı bir de Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan kıymetli Şair, Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleminden “Beş Şehir” adlı eseri üzerinden dinlemek, okumak gerekir:
“Belki Millî Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silahşoruna benzeyen kalesinin bir telkinidir. Ankara bana daima dasitani ve muharip göründü. Şurası var ki şehrin vaziyeti de buna müsaittir. Daha uzakta gözümüze çarpan şey, iki yassı tepenin arasındaki geçidiyle tabii bir istihkâm manzarasıdır. Bu his şehrin etrafında ve ona hâkim tepelerinden bakarken pek küçük farklarla ancak değişir. Çankaya sırtları, Çiftlik, Baraj yolları, Etlik, Keçiören bağları velhasıl nereden bakarsanız bakın cam gibi keskin bir ışık altında bu kaleyi, bütün arazi terkiplerini kendisinde topladığı ufka hep aynı sükûnetle hâkim görürsünüz... O bütün Orta Anadolu’ya bir iç kale vazifesini görmüş eteklerinde daima tarihin büyük düğümlerini çözülüp bağlanmıştır. Etilerin, Frigyalıların, Lidyalıların, Roma ve Bizans’ın, Selçuk ve Osmanlı Türklerinin zamanlarında bu, hep böyle olmuştur.”
Atatürk, kent ve kentleşme sürecini savaş yorgunu bir ülkeyi yeni bir yönetimle birlikte toparlama ve geliştirme zemini olarak görmüş ve çalışmalarını doğrultuda başlatmıştır. Bu nedenle de Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da modern bir kent yapılanmasıyla işe başlanması doğru bir adım olarak düşünülmüştür. 19. yüzyılda surla çevrili olan bu şehir 20. yüzyılın başındaki yapılanma ile birlikte ovaya yayılmış ve yerleşim yerleri tepelere kadar ulaşmıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin oluşumuna her alanda önderlik eden Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin köklerine, öz değerlerine bağlı kalarak çağın getirdiği yenilikleri takip eden bir toplumsal yapının oluşturulmasına özen göstermiştir. Bu nedenle kültürel kimliğin simgesi sayılan kentlere özel bir ilgi ile yaklaşan Atatürk’ün öngördüğü kentsel yaşam tüm bireylerin kimliğine ve değerlerine sahip çıkarak, birlik ve beraberlik içinde, doğadan kopmadan bir yaşam sürmesi yönündedir. Öyle ki çağdaş bir kent başkent olarak Ankara’yı görmeyi hayal eden Atatürk’ün bu düşüncesi kenti olabildiğince yeşillendirmekle hemen hemen özdeşleşmiştir. Ankara imar planında bu ilginin sayısız izleri bulunmaktadır. Gençlik Parkı, Hipodrom, Ziraat Fakültesi Yerleşkesi ve Atatürk Orman Çiftliği bu yakın ilginin sonuçlarıdır. Ancak zaman içinde Atatürk’ün ön gördüğü bakış açısı sonraki dönemlere aktarılamayınca birçok sorun ile karşılaşılmış ve başta Ankara olmak üzere tüm Anadolu içinde kentleşme süreci bambaşka bir hâl almıştır…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anlatımında yer alan Ankara, zaman içinde değişmiş ve geri dönülmez hatalar ile yıllar içinde yüzleşmek zorunda kalmıştır. Başkent olması sebebiyle çekiciliği her geçen yıl katlanarak artan şehir yoğun göç alımları şehrin önemli sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Umudunu sırtındaki bohçasına doldurup yollara düşen kırsal kesimdeki yaşayanlar, kentlerde daha iyi sağlık, eğitim, ekonomi vb. hizmetlerle karşılanacaklarını düşünürken kendilerini sağlıksız bir düzenin içinde bulmuşlardır. Toplumsal değişmeyi inceleyen kuramcılara göre yenilikler bir yandan kentlerde doğup köylere doğru yayılım gösterirken diğer yandan da kırsal kesimden gelenleri kendi potası içinde eritmektedir. Dolayısıyla kentleşme süreci içinde Ankara sadece konut inşası süreci içinde değil aynı zamanda toplumsal bir değişim süreci içinde de değişimin yaşandığı şehirler arasındaki yerini almıştır.
Yeni bir Ankara kurmak üzere atılan önemli adımlar yıllar içinde kademeli olarak değişmiş ve çarpık bir yapılaşma ile kentleşme sorunu şehrin başlıca problemlerinden olmuştur. Konut yapımı her şehirde olduğu gibi Ankara’da da çevre ve kentleşme bütünlüğünü yok sayan bir olgu hâline dönüşmüştür. Göçlerle birlikte kent nüfusunun genişlemesi hızlanmış, konut yetersizlikleri sorunu ortaya çıkmıştır. Altyapı yetersizlikleri ise tüm bu sorunların cabası olmuştur. Dolayısıyla şehirde çarpık kentleşme sorunu da kaçınılmaz bir hâl almıştır. Şehre gelen memurlar konut yetersizliği sorunları başta olmak üzere yüksek kira bedelleri ödeme, ekonomik problemler yaşama gibi çeşitli rantiye sorunları ile baş etmek zorunda kalmışlardır. Böylece şehrin yaşadığı ekonomik dalgalanmalar derme çatma evlerin gelişigüzel konumlandırılması ile çarpık kentleşme sorunu Ankara için çözümlenmesi güç bir probleme dönüşmüştür. Şehrin kentleşme sorununa, ekonomik alanda yaşadığı sorunlar, kentleşmenin bölgelere farklılık göstermesi, işsizliklerin yaşanması, altyapı hizmetlerinin yetersiz kalması gibi birçok farklı sorun da eklenmiştir.
Tüm bu durumlar birlikte düşünüldüğünde binlerce yıllık tarihi ile önemli bir ticaret ve yönetim merkezi olarak bilinen Ankara’ya ilişkin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anlattığı o eski Ankara’ya ithafen günümüzde şu soruyu sormak gerekir: Nerede o eski Ankara? Nerede o, Çankaya sırtları, Çiftlik’ten bugüne kalan ne, Baraj yollarının adını bilen var mı? Etlik, Keçiören bağlarının esamisi okunuyor mu? Bir zamanlar Atatürk’ün ilk çalışma ofisini kurup güzelliğine hayran kaldığı ve daha sonra Çankaya Köşkü olarak Türkiye’nin kalbinin attığı yer olan Çankaya’da o güzel Çankaya bağ evleri nerede? Bizim Ankara’yla ilgili feryadımız, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık etmiş olan Ankara’mızın beton yığınına dönüştürülmesinden, o eski Ankara’nın izlerinin silinmesindendir…
ANKARA’NIN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Ankara, başkent olmanın sorumluluğu altında bürokrasinin soğuk, mesafeli ve kasvetli rengini her ne kadar taşıyor olsa da doğasının sunduğu cömert renkleri büyük bir özveri içinde koruyarak gelecek nesillere aktarmak için mücadele etmektedir. İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Ankara, kuzeyinde tarihin izlerini ve Cumhuriyet’in sırlarını saklayarak İç Anadolu’nun Batı Karadeniz’e açılan yeşillere bürünmüş kapısı olan Çankırı ve tüm dünyayı kendisine hayran bıraktıran mutfağına eşsiz doğasının eşlik ettiği Bolu; batısında masalsı bir yolculuğun adı olan Eskişehir; doğusunda kadim eski dost Kırıkkale ile Selçukluların gül şehri olarak bilinen Kırşehir; güneyinde ise uçsuz bucaksız bir bozkırda gönüllere sükûtun güzelliğini işleyen Konya ile Ihlara Vadisi’ne konumlandırılmış bir açık hava müzesi olan Aksaray tarafından sarıp sarmalanmıştır.
Bir yanında Sakarya diğer yanında ise Kızılırmak ile çevrelenmiş topraklarına Mogan, Eymir, Karagöl, Kurumcu ve Samsun gölleri ile mavi bir nakış gibi işlenmiştir. Kuzeyinde Kuzey Anadolu sıradağlarına omuz veren İdris ve Elmadağları; güneybatı-kuzeydoğu arasında sıralanan Güre, Elma, İdris, Karyağdı-Mire-Aydos-Çile, Ayaş ve Hıdır dağ sıraları heybetli duruşları ile Ankara’ya kol kanat germektedir. Bir zamanlar aktif yanardağ listelerinde adı olan ancak bugün sadece Ankara’nın önemli yükseltileri arasında yerini alan Karadağ ile Karasimir Dağı, Paşa Dağı ve Teke Dağı’nı da söylemeden geçmemek gerekir. Bu yüce dağların arasında kendilerine yer bulmuş geniş düzlükler ise Ankaralılar için bir başka kıymetlidir… Çöküntü alanları ve kıvrılmalarından dolayı oluşan Balaban, Mogan Gölü, Çubuk, Mürted ve Babayakup Ovaları ile güney kısımda yer alan Tuz Gölü çanağı, Kepez Ovaları ve Hacıbekirözü düzlükleri bunlara örnektir. Doğaseverleri tarihle kucaklayan bu eşsiz bölgenin sahip olduğu geniş arazi içinde iklim de yer yer farklılıklar göstermektedir. Güneyde step iklimi, kuzeyde Karadeniz ikliminin ılıman ve yağışlı hâlleri kendisini gösterirken genel anlamıyla karasal iklim hâkimiyetini korumaktadır. Coğrafi yapısı dikkate alındığında etrafı dağlarla çevrili olan Ankara’da kışlar soğuk, yazlar ise kurak geçmektedir. En yağışlı mevsimin ilkbahar olduğu bölgede hem bölgenin topografik yapısı hem de iklimin sunduğu şartlar iki ayrı bitki topluluğunun gelişmesine imkân vermiştir: step ve orman. Kısa boylu çayırlıklar, ayrık otu, keven, sorguç otu, üzerlik otu, katırtırnağı, yabani arpa, püsküllü çayır, hardal otu, yemlik otu, yılgın otu, yavşan otu, gelincik, papatya, hatmi, kekik, sütleğen, ballıbaba, yabani gül, böğürtlen ve isimlerini sayamadığımız birçok bitkinin can bulduğu bu topraklarda nadir rastlanan doğa hazinelerini de görmek mümkündür. Bozkır ortasında adacıklar hâlinde bulunan ve yeşilin her bir tonunu başına yaptığı taç ile doğa içinde hemen yerini belli eden ormanlar, genelde tahripten arta kalan korulardır. Ormanlarda hâkim olan ağaç türü ise karaçam, ardıç ve yer yer meşedir. Kurakçıl orman deyimiyle bilinen bu ormanlara en güzel örnek Beynam Ormanı’dır. Şehrin içinden geçip doğasının şehir hayatından uzaklaştığı, sadeleştiği ve dinginleştiği anda huzuru yaşamaya başlayacağınız bu kentin yaşayan doğasına yapacağınız derin yolculuk büyüleyici güzelliği ile misafirlerini kendini hayran bıraktıracaktır…
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği yemyeşil ormanlarına üzüm bağlarının eşlik ettiği Akyurt; tarihinin zenginliklerini anlatan ve âdeta bir kültür mozaiği olan önemli müzelerin ana vatanı olmanın yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin sesi olan ilk TBMM’nin sınırları içinde kurulduğu Altındağ; şehrin görkemli geçmişinin yaşayan eserleri arasında yer alan evleri ve tarihî camileri ile Ayaş; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün milletvekilliği görevini üstlendiği Balâ; attığınız ilk adımda zamanın kentte durmuş olduğuna inanacağınız, mimarisinin güzelliğine ise gönlünü bırakacağınız, Seyahatname’de anlatılan kıymetli sof ipliğin tarihî ticaret yolu üzerindeki pazarlarında çokça satıldığı Beypazarı; dünyada parmakla sayılırcasına az sayıda olan fosil ormanlarından birine ev sahipliği yapan, 23 milyon yıl öncesine ait değerlerin yanı sıra zümrüt yeşiline bürünmüş doğası içinde tüm doğa severlere kucak açan Çamlıdere; sadece başkentin değil aynı zamanda tüm Türkiye’nin en büyük ve en gelişmiş ilçelerinden biri olmanın yanı sıra Türk bürokrasisine yön veren tarihî konumuyla bir başka kıymetli olan Çankaya; Osmanlı Devleti’nde Fetret Devri’ni başlatan savaşın gerçekleştiği ovası ile tarihteki yerini alan, Kral ve İpek Yollarının güzergâhında bulunmasıyla tarihsel zenginliğine zenginlik katan, Atatürk’ün emriyle Aydos Dağı yaylasına mandıra yapılarak kent ekonomisine yön verilen ve bugün dünyaya nam salmış leziz turşuların üretim merkezi olarak ünlenen Çubuk; Atatürk’ü Ankara’da yiğit seğmenler eşliğinde karşılamış, Türk gelenek görenek ve el işçiliğinin detaylarıyla birlikte yaşadığını göreceğiniz, her şeyiyle istiklal mücadelesine katılmış, son dönemde arıcılığıyla ön plana çıkan, Perme-Trias yaşlı kalkerler ile plosen formasyonları üzerine kurulan Elmadağ; yağmur sularıyla beslenen Göksu Gölü’nü içinde barındıran, ismini Ahi Mesud adıyla bilinen Ahi reisinden esinlenerek aldığı söylenen Etimesgut; Kızılırmak ve Hirfanlı Baraj Gölü ile flamingoları kendine çeken, pullu sazan balığından tatlı su kefaline kadar çeşitli baraj balığı türlerine ev sahipliği yapan Evren; Tunç Devri’nden itibaren yerleşim alanı olarak kullanılmaya başlayan, hikâyesi ile yürek burkan sevgi çiçeğinin dünyada yetiştiği tek yer olan, Mogan ve Eymir Gölleri ile mavi ve yeşilin en güzel tonlarını misafirlerine sunan, Kuş Cenneti ile yüzlerce çeşit nesli tükenmekte olan kuş çeşitlerini ve endemik bitki türlerine hayat sunan Gölbaşı; İç Anadolu Bölge’mizi ve Ankara’nın ilk Cittaslow kenti olan, kent müzesinde kültürel değerleri koruyan, etkileyici mimarisiyle misafirlerini karşılayan ve bugün kentsel sit alanı olarak tescillenen, Yeşilöz Mahallesi’nin bakir doğası ve tertemiz havasından bir dakika olsun ayrılmak istemeyeceğiniz, termal turizmin adresi Güdül; yemyeşil Haymana Platosu bir yana hikâyesiyle dinleyenlerde hem merak uyandıran hem de şifa dağıtan kaplıcaları Haymana; Türk kültürüne ait ince işlemelerle kaplı olan ve dönemi insanın gözünde canlandırılmasını sağlayan miraslarla donatılmış Satıkadın Müzesi’nin ev sahibi olmanın yanı sıra tarihî Şehitler Cami’nin de sınırları içinde yer aldığı Kahramankazan; tarihinin özünde gizlediği sırları misafirlerine anlatmak için sabırsızlanan, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde oldukça gelişmiş bir kasaba olarak nitelendirilen, dönemin usta eserlerinin verildiği el sanatlarına ev sahipliği yapan, vadilerin arasından göz kırpan Uludere Barajı’nın yanı sıra yemyeşil bağlarında bir inci gibi dizilen ve lezzetiyle damakları şenlendiren tatlı üzümüyle adından bahsettiren doğa harikası Kalecik; kurtuluş mücadelesi hazırlıkları sırasında Atatürk’ün karargâh olarak kullandığı Ziraat Mektebinin yer aldığı, betonlaşmaya direnen ve tarih kokan şirin bağ evleri, meteorolojide kullanılan antik alet ve cihazların sergilendiği Meteoroloji Müzesi’ne ev sahipliği yapan Keçiören; kaplıca turizmi bir yana doğasının cömertliğini de misafirleri ile paylaşabilen, başkentin ciğerlerini oluşturan yemyeşil gür ormanlarla kaplı, birbirinden güzel yürüyüş alanlarının var olduğu, doğa içine sakladığı ve oldukça rağbet gören jeolojik ve biyolojik çeşitliliğiyle misafirlerini şaşırtmaya devam eden Kızılcahamam; tarih boyunca Türk obalarının birer birer yerleştiği ve adını alışında bile askerî bir yöne sahip olan Hüseyin Gazi Türbesi ve Kayaş Eski Camii gibi mimari eserleri ile turistlerin dikkatini çeken Mamak; yeşilin en güzel tonlarını bürünen geniş düzlükleri, tadına doyum olmayan kıpkırmızı domatesleri, zamana yenilmiş yaban koyunun bir zamanlar yetiştirildiği, bugün tiftik keçisi üretimi ile ihtiyaçları karşılamaya çalışan, tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan ve yüzlerce çeşit kuş türü için âdeta bir sığınak olan Kuş Cenneti’nin yanı sıra görsel bir şölen olan Ilıca Şelalesi, ipek böcekçiliğinden ipek iğne oyalarına uzanan el işçiliğinin güzelliği ile insanı kendine bağlayan ve Juliopolis Antik Kenti ile gizemini koruyan Nallıhan; Frigya Krallığı’nın başkenti olan ünlü Gordion şehrinin kalıntılarına kucak açan, Kartaltepe Mehmetçik ve Duatepe Anıtları bir yana Sakarya Şehitleri Anıtı ve Müzesi ile Sakarya Meydan Muharebesi Tarihî Millî Parkı gibi eserlerle Türk milletinin kahramanlıklarla dolu mücadelelerini ölümsüzleştiren Polatlı; eski köy olarak bilinen, parkları ve bahçeleri ile bölgenin vazgeçilmezlerinden olan Pursaklar; rengârenk laleleri ile âdeta bir renk armonisi olan, mis kokan yemekleri ile hem gözleri hem gönülleri hem de mideleri fethedebilen, Ankara’nın ilk ve tek matematik müzesinin yer aldığı, yıl içinde düzenlediği çeşitli kültür ve sanat etkinlikleriyle Ankaralıları buluşturan Sincan; güneşi kıskanan bulutların gökyüzünde ahenkle üzerinde dans ettiği eşsiz bir maviliğin adresi olan Tuz Gölü’nün içinde bulunduğu, tarihi Aşık oyunu ve daha niceleri ile gelenek ve görenekleri ayakta tutmaya çalışan Şereflikoçhisar; geçmiş ve geleceğin arasındaki bir zaman ayracı gibi duran Akköprü’nün içinde bulunduğu, başkentin sanayileşmiş yüzü olarak varlığını devam ettiren, kıymetli Atatürk Orman Çiftliği bir yana bu çiftliğin içine Ata’ya duyulan özlem, sevgi, saygı ve minnet duygularının eşliğiyle yapılan Ata’nın Selânik’te doğduğu evin bir benzerinin de bulunduğu Yenimahalle ilçeleriyle Ankara bir başka güzeldir…
ANKARA’NIN DOĞAL VE KÜLTÜREL DEĞERLERİ
Geçmişin izlerini takip ederken her bir adımı farklı bir zaman dilimine uzanan parçaları birleştirerek eski kültürlerin zenginliklerini günümüze taşımaya çalışan arkeologların her daim göz bebeği olan Ankara, bugün millî benliğini koruyup yüceltmeye çalışan yüce Türk milletinin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkentliğini yapma sorumluluğunu yerine getirmeye devam etmektedir. Hititler, Frigler, Lidyalılar ve Galatların bıraktıkları eserlerle zengin geçmişini misafirlerinin gözlerinin önüne seren şehir özellikle 1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Selçukların ve Osmanlıların birbirinden güzel eserleriyle ön plana çıkmaktadır. Binlerce yıldır pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olmanın gururuyla misafirlerini selamlayan başkent, ayakta tutmaya çalıştığı doğal güzellikleri, tarih meraklılarını cezbeden adresleri, her türlü beklentiye hitap edebilecek etkinlik seçenekleri, yeri doldurulamayacak olan mis gibi kokusu ve sıcacık simidi başta olmak üzere farklı lezzetler sunarak damakları şenlendiren mutfağı (Beypazarı güveci, Ankara tava, Ankara döneri, çemen çorbası, Çubuk turşusu, Kalecik ekmeği, Beypazarı kurusu, Kalecik çöreği, Beypazarı baklavası, Güdül leblebisi, erkeç pastırması vb.), geçmişten bugüne değin millî şuur içinde millî bekanın devamlılığını sağlamanın ağır sorumluluğunun bilincinde olan halkı, zamanda durmuş sanrısı oluşturacak tarihî eser ve yapıtları ile insanı kendisine hemen bağlayan Ankara ziyaretçilerini bu şehre bağlıyor…
Şehir sınırları içinde yer alan çok sayıda tarihî yapı mimari dokusu ve eşi benzeri olmayan duruşu ile kentin satır aralarına gizlenmiş sırlarını misafirlerinin gözleri önüne seriyor… Bir zamanlar Roma’nın hışmından kaçanların saklandığı Mahkemeağcin Jeositi, Friglerin yaşamını anlatmayı bekleyen Gordion; Roma İmparatorluğu Dönemi’nden günümüze ulaşan Roma Hamamı, Trabzon’daki Sümela’yı andırdığından “Mini Sümela” olarak bilinen ve yerden yaklaşık 70 metre yükseklikte dik bir vadi yamacında inşa edilen Alicin Manastırı, Roma Dönemi’nin en önemli yapılarından biri olarak gösterilen Augustus Tapınağı bölgede ziyaret edebileceğiniz önemli kültürel miraslardandır. Şehrin manevi yanını oluşturanların Tapduk Emre, Bacım Sultan, Ömer Şeyhler, Cafer Sadık, Şeyh Ali Semerkandî türbelerinin yanı sıra ahşabın doğal hâlinin korunduğu tarihî konakları ve evleri ile sayısız doğal ve kültürel mirasa sahip olan Ankara’nın bu kıymetli emanetlerinden başlıcaları sırasıyla değinelim.
Anıtkabir
10 Kasım 1938’de saat dokuzu beş geçe yüreklere düşen bir kor… “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” diyerek ömrünü Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına adamış eşi benzeri olmayan bir önderin Türk milletinin sonsuz sevgisiyle 105 yerden getirilen vatan toprağını örtündüğü ebedî istirahatgâhı olan Anıtkabir, her yıl milyonlarca sevdalıyı Ata’sı ile buluşturuyor; Atatürk’ün altını çizerek okuduğu satırlardan kitap köşelerine kendi el yazısıyla aldığı notlara kadar Ata’sına ait nice detaya kol kanat geriyor olmanın gururunu taşımaya devam ediyor… Türk milletinin bağlılığının ölümsüz simgesi olarak “Burada çok güzel bir anıt mezar olur.” sözünden hareketle kendisine Rasattepe adı verilen tepede hazırlamış olduğu bu anıt Atatürk’ün her bir sözünü kendine ilke edinen, gösterdiği yolda durmadan ilerleyen, vatanına sevdalı Türk milletinin Ata’sına kavuştuğu yerdir…
Ankara Kalesi
Atatürk’ün “Bir gün elbet öleceğim. Milletim beni nereye isterse oraya defnedebilir. Ancak ben, mezarımın karşısında her daim dalgalanan şanlı bir Türk bayrağı görmek isterim.” sözlerinin vasiyet kabul edilmesiyle birlikte Anıtkabir’de kabrinin yer aldığı mezar odası tarihî Ankara Kalesi’ndeki Türk bayrağını görecek şekilde inşa edilmiştir. Göklerde şanıyla dalgalanan Türk bayrağı ile Atatürk’ü selamlayan Ankara Kalesi, yüzyıllar öncesine ait birikimini çevresiyle birlikte kuşanarak misafirlerini karşılamaktadır. Galatlardan Romalılara ve oradan Bizanslılara uzanan mimari dokusu Selçukluların bölgeye hâkimiyeti sonrasında hem onarılmış hem de genişletilmiştir. 20’den fazla kulesi olan kalede dış kale olarak bilinen kısım Ankara’yı âdeta bir yürek şeklinde çevirmektedir. Bugün kale içinde Osmanlı Ankara’sından kalan çok sayıda ev bulunmaktadır. Ahşap evlerin Arnavut kaldırımlı sokaklarına taştığı mükemmel mimarisinin içinde Ankara Kalesi misafirlerini masalsı bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
10 bin yıllık geçmişin izlerini sürmeye hazırsanız rotanızı müzelerin yıldızlarından biri olan Anadolu Müzesi’ne çevirmeniz yeterli olacaktır. Anadolu tarihinin en önemli arkeolojik eserlerinin sergilendiği müzede zamanın farklı noktalarına açılan pencerelerden bakarcasına bir keşfin izlerini süreceksiniz… Atatürk’ün emriyle 1921 yılında kurulan müze görkemli Anadolu tarihinin kilometre taşlarından biridir. Kurşunlu Han ve Mahmutpaşa Bedesteni’nde faaliyet gösteren müze Paleolitik Çağ’dan Osmanlı Devleti’ne kadar uzanan geniş bir zaman sürecine ait eserleri sergilemektedir. Detaylarında anlatılmak istenenleri hayretle dinleyeceğiniz Hitit Dönemi’ne ait İnandık Vazosu, Urartu Dönemi’ne ait Tunç Kazanı ve Yapı Taşı bu önemli eserlerinden sadece birkaçı… 2014’te restore edildikten sonra sanal turlar ile ziyaret edebileceğiniz müze Ankara’nın ilk müzesi olması yönüyle de şehrin kıymetlileri arasındadır.
Müzeler konusunda oldukça zengin bir birikime sahip olan Ankara’da tarihi kucaklayan diğer eşsiz müzeleri Ankara Cumhuriyet Müzesi, Ankara Kurtuluş Savaşı Müzesi, Ankara Resim Heykel Müzesi, Ankara Etnografya Müzesi, Gordion Müzesi, Şereflikoçhisar Kent Müzesi’dir.
Ahi Şerafeddin Camii
Doğusunda bulunan türbe külliyesinin duvarına gömülü olan ve antik çağdan kalma aslan heykeli nedeniyle Arslanhane Camii olarak da bilinen Ahi Şerafeddin Camii, Ankara Kalesi’nin güney ucunda yer almaktadır. Ahşabın doğal hâliyle korunduğu direkleri ve kirişleri ile Orta Çağ Dönemi’nin nadir rastlanan hazinelerinden biri olan bu tarihî bir cami Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud zamanında, Ahi Şerafettin’in babası ve amcası olduğu düşünülen Ahi kardeşler tarafından inşa edilmiştir. Dış görünüşü oldukça sade olan caminin mukarnas nişli mihrabı çini mozaik ve alçı ile yapılmıştır. Usta ellerin sabırla ve büyük bir emekle işledikleri ağaç oymacılığının en başarılı örneklerinden biri olarak kabul eden bu cami mütevazı güzelliğiyle şehrin en çarpıcı yapılarından biridir. Cami, UNESCO Dünya Kültür Mirası Kalıcı listesi içinde yer almaktadır. Yüzyıllardır göğe açılan ellerin dualarını gönülden ebediyete taşıyan diğer tarihî camiler ise Sultan Alaaddin Camii, Ahi Elvan Camii, Cenâbî Ahmet Paşa Camii, Akşemseddin Camii, Bünyamin Ayaşi Hazretleri Camii, Hacı Bayram-ı Velî Camii’dir.
SONUÇ:
Kurtuluş mücadelesinin karargâhı, Türk milletinin istikbali ve istiklalinin merkezi olan Ankara yüzyıllar boyunca süregelen bir sevdanın adıdır… Zeybeği ve seğmeni ile düşmanı korkudan titretirken “misketi” ile tüm Anadolu’nun yüreğine neşe saçıverir… Bu masalsı diyar tarihin en güçlü duygularını gönüllere usul usul işler… Asırlar boyunca birçok kavmin geçtiği önemli bir kavşak noktası olan Ankara, askerî bakımdan oldukça önemli olan Ankara Kalesi’nden Ege liman kentlerine, Mezopotamya’ya ve diğer doğu ülkelerine kadar uzanan benzersiz bir coğrafi bölge içindeki konumuyla ne denli önemli olduğunu tarih sahnesinde öne çıktığı her an göstermiştir. Şehrin Millî Mücadele Dönemi’nde Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki boyun eğmez duruşu ise dünya tarihine altın harflerle yazılmıştır. Uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Ankara, İç Anadolu platosunu çevreleyen görkemli dağlarıyla güven veren; tertemiz su kaynakları ve iyi iklim koşullarıyla birlikte tarih boyunca nice yolcunun derin nefes aldığı, sayısız kervan yollarının geçtiği önemli bir ticaret merkeziyken bugün bir yudum suyu, bir kısa soluklanmayı zor aldığımız, etrafı betonlarla çevrili bir yaşam merkezi hâline dönüşmüştür. İkliminin tiftik keçisi yetiştirilmesine imkân verilmesi sonucunda 19. yüzyıldan önce dünyada tiftik keçisi yetiştiren biricik yer özelliğini dahi taşıyan bu şehirde bugün kaç tiftik keçisi yetiştirilmekte bileniniz var mı? Ya da çarpık yapılaşma, betonlaşma ve doğanın gördüğü zarar sonucu değişen iklim değişikliği ile birlikte yaşanan şehir selleri karşısında kent ne kadar dirençli? Peki ya Mogan Gölü sanayi ve evsel atıklarla dolup taşarken kirliliğe karşı bir başına daha ne kadar dayanabilecek?
Doğanın sunduğu eşsiz güzelliklerden yararlanmak yerine doğayı acımasızca tahrip eden bir kentleşme yaklaşımına diğer tüm şehirler gibi maruz kalan Ankara da her köşesinde bu tahribatın izlerini taşımaktadır. Ankara Çayı’nın yıllar içindeki değişimine baktığınızda akarsu rejiminin öngörülemez değişimini, akarsu biyolojisinin yok oluşunu ve tüm bunlarla birlikte doğal fonksiyonlar bakımından Ankara Çayı’nın yetersizliğini görmek oldukça üzücü… Oysaki insanlık tarihi boyunca şehirler suyla can bulmuştur. Çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği sorunların bir kolu şehirlerin temiz sudan uzak kalmasının da ötesinde susuz kalan kentler yaratarak şehirlerin yaşam mücadelesi vermesine neden olmuştur. Bu şehirlerden biri de Ankara’dır… Nerede o ağaçlar, taşlar, güzel kuşlar… Yıllar geçtikçe eskiye hep özlem duyulmuştur. Herkesin ağzındadır; nerede o eski bayramlar, ah… Nerede kaldı o eski ramazanlar, artık eski tadı kalmadı, nerede… O eski dostluklar gibi. Bu ifadeler: belki yaş ilerledikçe, gelecekle ilgili beklentisi azalan veya kalmayanların çırpınışıdır. Belki de değişime, dönüşüme veya yeniliğe uyum sağlayamamanın bir sızıntısıdır. Belki de kaybolan ve kaybedilen değerlerin asla bir daha geri getirilemeyecek oluşunun bir feryadıdır. Özellikle son 10-15 yıldır şehrin tarihî, doğal ve kültürel güzelliklerinin bir bir yok edilmesi hız kazanmıştır. Dört bir yanı görkemli dağların heybeti ile tarih boyunca korunan Ankara bugün dört bir yanı betonlarla çevrili bir şehir olmuştur. Şehrin simgesi olan tepelerden hiçbir iz kalmamıştır... Adını bir semte veren Beştepe’nin ise hiçbir tepesi kalmamıştır. Şentepe’nin şenliği ortadan kaybolmuştur. Artık Ufuktepe’den ufuk görülmez olmuştur. Tüketime yönelik bir şehirleşme ile her köşesi alışveriş merkezleri ile kaplanmıştır. Şehrin her yanında, bağrına hançer gibi saplanmış gökdelenler yükselmekte ve Ankara’nın bütün güzelliklerini ortadan kaldırmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren başkentte orman ekosistem alanın oluşturulması için verilen mücadelenin yeri peyzajlar eşliğinde oluşturulan bir iki ağaç ve çalı kümeleri almıştır. Cumhuriyet’imizin önemli simgelerinden olan Atatürk Orman Çiftliği’ni; spor kulüpleri, fabrikalar ve son olarak da hiçbir işe yaramayan Ankapark âdeta işgal etmiştir. Sonuç olarak Ankara’ya insan eliyle verilen tüm bu zararlar geri dönüşü olmayacak ekolojik sorunlara neden oluyor ve gün geçtikçe tüm bu sorunlar dağ gibi büyüyor. Ankara Türkiye’nin başkentidir. Türkiye’nin ve Türk dünyasının kalbi Ankara’da atmaktadır. Her Türk vatandaşının görevi diğer şehirlerin olduğu gibi, bu şehrin de yani Ankara’nın da tarihine kültürüne, tabiatına sahip çıkmak ve korumaktır. Türkiye’nin ve Türk dünyasının kalbi olan Ankara’nın tarihî, kültürel ve doğal güzelliklerini küçük hesaplar ve rant uğruna feda edenleri tarih affetmeyecektir. Şair boşuna söylememiş:
Ankara’nın taşına bak.
Gözlerimin yaşına bak.
Biz düşmanı esir ettik.
Şu feleğin işine bak.
KAYNAKLAR
Baş, B., (2015)., Pursaklar’ın kentleşme süreci. Yüksek Lisans Tezi, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Karabük.,
Baycan, N., (1990). Ankara'nın Başkent oluşu. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 7(19), 119-130.
Bayraktar, N., (2017). Ankara Yazıları. Nobel Yayın Dağıtım.
Bayramoğlu, F. (1993). Milli Mücadele yıllarında Ankara. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 9(27), 485-492
Cantek, F. Ş. (2012). Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara. Ankara Üniversitesi Yayınevi.
Çakır, S. (2011)., Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu Sorunu ve Üretilen Politikalar. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2011(23), 209-222.
Çoban, A. N., (2012). Cumhuriyetin ilanından günümüze konut politikası. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 67(03), 75-108.
Görgülü, P., (2022), Türk Romanında Millî Mücadele Dönemi’nin
Merkezi Ankara’ya Genel Bir Bakış, Erciyes Akademi, 36(Özel Sayı), 1479-1500
Kurtan, F., (2018), Burası Ankara, Phoenix Yayınevi.
İrdem, İ., & Lenger, A. (2021). 1923-1950 arası dönemde Ankara kentleşmesi ve sorunları. Gazi Akademik Bakış, 14(28), 331-357.
Kaypak, Ş. (2014). Atatürk’ün kent ve kentleşmeye bakışı. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(27), 349-365.
Özkan, S. (2018). Başkent Ankara’nın kentleşme sürecinde konut sorunu. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, 7(20), 383-424.
Sargın. G. A., (2017), Ankara'nın Kamusal Yüzleri Başkent Üzerine Mekan-Politik Tezler, İletişim Yayınları.,
Şimşir, B., (1991) Ankara’nın Başkent Oluşu, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Sayı:7, 189-222.
Yıl 1991, Cilt: 7 Sayı: 20, 189 - 222, 01.03.1991,
Tanpınar, A. H. (2016). Beş şehir. İstanbul.
Taş. H., (2014), XVII. Yüzyılda Ankara, Türk Tarih Kurumu.
Tunçer, M. (2019). Ankara’nın Kaybolan Doğal ve Kültürel Değerleri. Türkiye Peyzaj Araştırmaları Dergisi, 2(2),
108-138.
Yıldız, A. M. Ö., (2017), 20. Yüzyılda Ankara’nın Kentsel Yapısı ve Ulaşım Sistemindeki Gelişmeler, Ankara Araştırmaları Dergisi.
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ankaranin-baskent-olusu/
https://ankara.ktb.gov.tr/
https://www.kulturportali.gov.tr/