TÜRK DEVLET KURAMININ NİTELİKLERİ

18 Nisan 2017 11:07 Abdullah Cüneyt KÜSMEZ
Okunma
7385
TÜRK DEVLET KURAMININ NİTELİKLERİ

TÜRK DEVLET KURAMININ NİTELİKLERİ

 

Abdullah Cüneyt KÜSMEZ

 

1. Tarih Felsefesi ve Devlet

Tarihin bir rivayetten öte artık felsefi olarak mütalaa edilmesi ve milletlerin kültürüne ait olan özelliklerin insanoğlunun yükselmesine hizmet etmesi ve bu suretle de doğru bilginin aktarılması gerektiğini 18.yy.de ilk belirten Voltaire’den sonra tarih felsefesini ona yakın bir şekilde ancak daha özel bir anlatımda kullanan Montesquieu de; milletlerin iklim, yaşayış özellikleri ile toplumsal çevre, kurumlar ve insanlar arasında karşılıklı ilişkiler nedeniyle farklılıklar gösterdiği ve ancak o milletin kendine has özelliklerine uygun bir devletle yönetebileceğini belirtmiştir.[i]

Devletin tarih boyunca topluluklar/toplumlar, medeniyetler ve bizatihi de kendisi tarafından nasıl anlaşıldığı veya nasıl olması gerektiği imparatorlar, krallar,sultanlar, hakanlar ve onların yöneticileri ve bilim adamları tarafından incelenmiş ve tarihin perspektifinde o hükümranlığın kültür ve medeniyet özellikleri ile biçim almış ve özüne farklılıklar getirmiştir.

Diğer taraftan devletin kaynağı ve doğuşu ile ilgili, tarihi incelemeler yeterli bilgi vermemekle birlikte, bu konuda birçok görüş (Aileyi devletin temeli sayan, ilahî ve dinsel kaynaklı, içgüdüsel,toplum sözleşmesine dayalı, metafizik temele bağlı, hukuk normlarını esas alan,kuvvet ve mücadeleyi ön plana çıkaran, ekonomik esaslı) bulunmaktadır. Bu görüşlerin tamamı kapsayıcı değildir. Ancak kolektif güvenlik ve savunma ağırlıklı görüş daha kabul edilebilir görülmektedir.[ii]

Arapça kökenli bir deyim olan ve “dvl” kökünden gelen devlet; iktidar, saltanat anlamındadır. Latince ise “status” kelimesinden türemiştir. Romalılar ise daha çok “res publica” deyimini kullanmıştır. Literatürde ise devletin ortak tanımı mevcut değildir.[iii]Devleti, siyaset bilimcileri, devletin unsurları üzerinden, toplum bilimciler topluma bakış üzerinden, tarihçiler ise insan topluluğunun gelişimi bakımından ele almıştır. Tanımdaki ortak zorluğa rağmen tarih felsefesine göre yapılacak bir tanım ise daha genel hatlar verir. Buna göre; devlete, ortak yararlar ve karşılıklı ilişkiler nedeniyle bir topluluk hâlinde yaşamayı kabul edenin sanların meydana getirdiği toplumda, sebebi ne olursa olsun bireylerin tümüne itaatini sağlattıran üstün bir otoritenin varlığının ortaya çıkmış halidir,denilebilir.[iv]

Devlet,konu olarak sosyal bilimlerin vazgeçemediği bir ilgi sahası olduğundan baştatanımı olmak üzere konusu, içeriği ve yapısı ile ilgili farklı açıklamalar ve değerlendirmeleri hâlen bünyesinde taşımaktadır. Hatta önüne ve arkasına en çok nitelenen ve niteleyen kelimeler eklenerek üzerinde tartışılan bir kavram olma özelliğini sürdürmektedir. Nitekim etkin devlet, refah devleti, bağımlı devlet,zayıf devlet vb. gibi sıfatlarla nitelenmekte; devletin yapısı, devletin sistemi, devletin kuramı vb. kelimelerle de nitelemektedir. Bununla birlikte devleti, millete ait, ona has ve kendi tarihinin felsefesine uygun kılan nitelikler vardır ki bunlar, tarih felsefesinin genel esaslarının dışında olup tamamıyla o devlete aittir.

İnsanoğlu,yeryüzünde görüldüğünden bu yana doğaya karşı verdiği mücadelenin zorunlu bir koşulu olarak bir arada olma gereği duymuştur. Toplu yaşamın diğer bir anlamdada yanışmanın en ilkel biçimi olan kabile ve klan tarzı, onu güçlendirerek,öncelikle varlığının sürdürebilirliğini, sonra sahip olduklarının muhafazasını sağlamıştır. Başlangıçta doğaya karşı kendini gösteren bu olgu, giderek diğer insan gruplarına karşı verilen bir mücadeleyi de kapsamına almıştır. Doğa ve diğer insan gruplarına karşı birlikte yapılan dayanışmaya dayalı bu mücadelenin zorunlu sonucu ise bir düzen ve o düzene ait bir yöntemi ortaya çıkarmasıdır.Sonuçta insanoğlu, “dayanışma, düzen ve mücadele” olarak nitelendirilebilecek “üç olgu” ile varlığını sürdürme azminden hiç vazgeçmemiştir. Bu nitelikler tarih felsefesi içerisinde devletin genel nitelikleridir.

Ayırt edici nitelikler ise tarihin seyrinde insan topluluklarına, medeniyetlere,devletlere ait olayların zaman ve mekân içerisinde rastlantısal değil bir gelişim içerisinde görülmesi[v]sonucu ortaya çıkmıştır. Gelişimin istikrara dönüşebilmesi için zorunlu olan iki husustan birisi, topluluğun sahip olduğu irsiyet, din, âdet, kanun, ahlak ve terbiye ile ilerlemeye yatkın olması diğeri de bunu sağlayacak anın yakalanmasıdır. Anı yakalayanlar, tarih yaparlar ve bunlar ceddi sebeplere yani doğuştan dünyaya kendisiyle birlikte getirdiği kabiliyetler sayesinde olur.[vi]Hegel’in deyişiyle tarihin kendi felsefesinde akıl ve tutkular dengesi somut bir ortaklık ve birliğe ulaşarak devlette ahlaki özgürlüğe kavuşur.[vii]19. yy. pozitivistleri ise tarih felsefesini tek biçimli yasaların keşfi olarak gördüklerinden[viii]devlet kavramını daha çok şekli olarak ele almışlar milletle olan bağlantısı üzerinde pek durmamışlardır. Dolayısıyla tarihin/tarihçinin felsefesi,geçmişteki eylemin ardında yatan düşüncenin doğru analiz edilmesi ve zihinlerde yeniden yaşatılmasıdır.[ix]Şimdiki zamanı bilerek geçmişi anlamak,[x]bugüne aktarılan olayların bir millete, bir kavme ve bir çağa has olduğunu gösterir ki tarihte anlamlı bir durum (kendineait bir tarih felsefesi) yaratılmış olur.[xi]Böylelikle tarihî olayların önemi ve nedeni ile birlikte anlam ve bu anlamadayalı terakki yakalanır. Bu görüş, sorgulayan ve anlayan bir kavrayışla[xii]tarih felsefesinin anlamlandırmacı çerçevesini çizer ve tarihin seyrinde devletin bugünkü halinin ne olduğu ve/veya nasıl olması gerektiğini ortaya koyarak ayıt edici bir nitelik taşır.

Çok açık bir şekilde görülmektedir ki insanın olduğu her yerde, mutlaka var olan bu üç olgu beraberinde her biri ile uyumlu olan başka bir üç olguyu düşünmeyi gerektirir: Dayanışma ahengi, düzen yöneticiyi, mücadele ise tehdidi. Buna göre; meşru bir yönetici tarafından sağlanan/sağlattırılan toplumsal ahengin muhafazası için doğru tespit edilmiş tehditlere karşı verilen mücadelenin kurumsallaşmış ve kabul görmüş son halidir, devlet.

Üçlü Olgu her devlet anlayışında yer alsa da bunu ayakta tutan değerler her medeniyette ve onun günümüze ait olan kısmında yani devlette daha bir başkamana almıştır. Ve genel tarih felsefesi içerisinde kendi tanımını ve manasını bulmuştur.

Yani,devletin sahip olduğu dayanışma, düzen ve mücadeleyi içeren üçlü olgusu, siyasi olarak kolektif bir isteği, yapabileceklerini ispat edebilmeyi, temsil ettiği birliğin bölünmez ve değiştirilemez olduğu, zorlayıcı bir kuvvete sahip olduğu,hukuki altyapıyı oluşturduğu ve egemenliğe sahip olduğu[xiii]gerçeğini kapsamına alır ve ayırt edici nitelik olarak ise ahlak ve kültürle[xiv]tamamlanır.

 

2. Batı'da ve Türklerde Devlet Kuramı

Kuram,kavram olarak bir oluş, işleyen bir yapının temel özellikleri ve ona ait öztanımı ifade eder. Tarihçiler, sosyal bilimciler, siyaset bilimcileri bu kavram üzerinde yoğun görüşler belirtmişler ve hâli hazırda devletin daha iyi nasıl işlemesi gerektiği üzerinde durmuşlardır. Burada konu, daha çok tarihi birbakış açısı ile ele alınacak ve devlet kuramını teşkil eden nitelikler ve meydana geliş biçiminin Batı'daki algısına karşılık doğu düşünce tarzı üzerinde durulmayarak Türk tarih algısının ne olduğu gerektiği mukayeseli olarak incelenecektir.

Devlet kuramlarında hâkim görüş olarak batılı metinler ön plandadır. Bu kapsamda Batı'nın devlet anlayışı antik Yunan'a kadar uzanır. Eski Yunan politik hayatında doğrudan doğruya site kavramına bağlı olarak belli bir sınırı ve toprak egemenliğini içermeyen ancak ekilebilen toprak nereye kadar gidiyorsa oraya kadar uzanan bir alanda ortak inanç temelini önceleyen bir idare anlayışını ifade eder ki burada ortak tanrılara inanma, birlikteliğin esasını gösterir.[xv]Antik Yunan’da devlet anlayışını şekillendiren Eflatun ve Aristoteles, inançanlamında çok tanrılı bir yapıyı, sosyal anlamda ise ortak yarar düşüncesi ile sitenin menfaatlerini öne çıkarmıştır.

Roma Dönemi ile birlikte site tarzı yönetimler yerini birden çok site ve geniş toprakları içeren imparatorluk anlayışına bırakır. Artık, merkezî ve seçkinlerin kontrolünde olan bir yönetimin hâkim olduğu anlayış, çok tanrılı yapının yanında düzenin sağlanması için öncelikle düzenli bir orduya, hukuka ve buna uygun yasalara ihtiyaç duyar.[xvi]Devletin yönetimsel olarak Avrupa’da ilk temellerinin atıldığı Roma Dönemi,Hristiyanlığın yayılması ile birlikte etkisi altına girer ve yönetimde var olan çok tanrılı inanç anlayışı tek tanrı inancına yerini bırakarak kilisenin belirleyici rol almasına neden olur. Orta Çağ ile birlikte kilisenin daha etkili olduğu Batı devlet anlayışında, kilise evrensel krallığın yeryüzüne hâkimiyeti için Roma’nın gücünü kullanır.[xvii]

Batı'nın devlete bakışının temelinde iki ana belirleyicinin olduğu görülebilir:Birincisi, Hristiyanlığın yayılması ve ikincisi yeryüzünün hâkimiyeti. Burada devlet bir bakıma araçsal bir işlev görmektedir. Devlete biçilen bu görevin siyasi esaslarını hatta ahlaki değerleri de gerektiğinde bir kenara iterek iktidara gelme, iktidarda tutunma ve iktidarı sürdürme becerisini kısaca devleti yönetmenin esasları[xviii]ile Tanrı Krallığının yeryüzüne hâkimiyetinin esasları[xix]Batı'nın devlet kuramında belirleyici bir yere sahiptir.

 

16.yy.ile birlikte gücün paylaşımı ve kullanımı konusunda, hatta yeryüzü hâkimiyetinin kilisenin öncülüğünde değil devletin öncülüğünde olacağı görüşünün ağırlık kazanması 8.yy. de ortaya çıkan feodaliteyi zayıflatmış ve kilisenin etkisini devlet lehine birey hakları ve toplumsal yaşantının düzenlenmesine bırakmıştır.[xx]

Burada amaç değişmemekle birlikte sadece bir yer değiştirme söz konusudur: Kilise gücünü devlete bırakarak bu kez yeryüzü hâkimiyetinde aracı konuma geçmiştir.Fransa’daki halk ayaklanması bunun siyasi neticesi,[xxi]İngiltere’deki sanayinin gelişmesi ise ekonomik neticesi olmuştur. Toplumsal hayatın haklar ve ihtiyaçlar temelinde yeniden düzenlenmesi ve normatif bir yapıya duyulan ihtiyaç,[xxii]modern devlet kavramını ortaya çıkarmış ancak Batı'nın, hâkim olma ve ele geçirme diğer bir ifade ile sömürme güdüsünü engellememiştir.

17 yy. den itibaren giderek artan bir hızla dünya, batı merkezli bir kolonyal düzenin etkisi altında kalmış; Asya, Afrika ve Amerika kıtası bundan fazlasıyla etkilenmiştir. Etkilenme kıtalar arası büyük seferleri, istila ve işgalleri ve sömürgeciliği ortaya çıkarmıştır.[xxiii]Nitekim 19.yy. sonunda Avrupa, yeryüzünün kabaca %85’lik bölümünü sömürge,himaye, dominyon ve bağımlı ülke konumuna getirmiştir.[xxiv]Yayılmacılık ana çizgisinde, batının devlete bakışında eleştirel bir yaklaşımortaya çıkmamış, devletin oluşumu ve yapısına dair Marksist[xxv]ve kapitalist görüş sadece ekonomik eleştiriler[xxvi]getirmiştir.

Bunun karşısında yer alan liberal görüş ise devleti yapısal olarak geri planda tutarak ihtiyaçların temin edilebilirliğinin her türlü koşulunu kabuledilebilir almış[xxvii]bir bakıma Fransız ihtilalinin siyasi sonuçlarının ekonomik faktörlerin üzerine çıkmasını istememiştir.[xxviii]20.yy.de batının itici gücünü oluşturan Avrupa kıtasının liberal devlet yapısının  yayılmacı ve kullanıcı niteliği, Amerika kıtasına, Amerika Birleşik Devletleri'ne geçmiştir. Batı, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa devletleri ekonomi temelli yayılmacılığı ile beraberinde kültürel baskıyı da getirmiş ve topyekûn etki birçok ülkede fiili karşı duruşların meydana gelmesinin nedenini oluşturmuştur.[xxix]

Özet olarak batının devlet kuramında, daima güçlü olmak, gücü bir vasıta olarak kullanarak yayılmak ve dünya üzerinde kontrol sağlamak değişmez amaç olarak görülebilir.

Batı'nın devlet kuramına karşılık doğunun devlet kuramı kendi içerisinde bir insicama sahip değildir. Belki de Doğu'nun bu dağınık hâli batının karşısına daha etkin,ahenkli ve düzenli bir devletçi özellikleri ile Türk kuramını çıkarmış ve dünya üzerindeki dengenin sağlanmasına neden olmuştur. Türk kuramını, Ziya Gökalp,bir mantık çerçevesinde Türk uygarlığının ahlak, dil, ekonomi, fen kurumlarıile birbirine bağlayan bir düzenleyicisi olarak ifade eder.[xxx]Türk kuramında yer alan bu mantık Türk devletinin yapısında da bulunur.

Türklerde devlet, millet kavramı ile bütünleşik ve onun ayrılmaz bir parçası olmuş ve devletin esas kurucusu ve sahibi olarak görülmüştür. Tanrı'dan alınan devlet kurma gücü ise eğer doğru kullanılmazsa Tanrı tarafından devletin elinden geri alındığına inanılırdı. Bir bakıma Tanrı'dan alınan ilahî güç ile devlet kurulurdu. Bunun en güzel örneği, İl-Teriş Kağan’ın Göktürk Devleti’nin kuruluşundaki diğer Türk boylarını hâkimiyeti altına almasında dikkate değer bir durumdur.[xxxi]Hakanın şahsında beliren devleti kurma gücü, kutsal bir inancın bir temsili olan “kut” ile ifade edilmiştir. Kut’un sahibi devletin de sahibidir. Bu, Kül Tigin ve Bilge Kagan Yazıtları'nda “Tanrının irade ettiği ve kendi devleti var olduğu için” hakanların tahta çıktığı vurgusunda görülür. Aynı zamanda kut kelimesi devlet, ikbal ve saadet anlamlarına gelir.[xxxii]

Hükümdarlık yetkisinin Tanrı tarafından bağışlandığı, Türk kağanlarının unvanlarında görülür. Böylelikle Tanrının manevi gücünü şahsında bulan kagan, devletine karşı da kutsal bir sorumluluk taşımış olur. Türk devleti somut bir varlık olmasına rağmen Tanrı'dan alınan bu yetkilerin gökten yere doğru indiğine inanılır ve sağa sola, öne arkaya mevkiler dağıtılmak suretiyle devlette hiyerarşik bir yapılanma sağlanmış olurdu. Kaganda vücut bulmuş yetkilerin verdiği bu karizmatik hâkimiyetin başka bir özelliği de liyakatın esas olmasıdır.[xxxiii]

Eski Türkçede İl siyasi bakımdan müstakil, düzenli teşkilatlı devlet demektir. Ordu sistemi ve merkezden idare edilen teşkilat sayesinde Türk birliği sağlanmaktadır. Türk devlet varlığı bağımsızlık, toprak, millet-halk ve kanun unsurları[xxxiv]ile tarih felsefesinde belirtilen devlet olmanın üç olgusunu taşıdığı görülür.Dayanışmayı millet-halk, düzeni kanun ve toprak, mücadeleyi ise bağımsızlık temsileder.



[i] M. Şükrü AKKAYA, Tarih İlminin Tarihi, Ulus Basımevi, Ankara, 1938, s. 4-5.

[ii] Yahya K.ZABUNOĞLU, Devlet Kuramına Giriş, İmaj Yayınevi, Ankara, s. 57-60.

[iii] Nevzat SAYGILIOĞLU-Selçuk ARI, Etkin Devlet, Sabancı Üni. Yayınları,Şubat 2003, İstanbul, s. 19-20.

[iv] Y. K. ZABUNOĞLU, Devlet Kuramına Giriş, 2015, s. 30.

[v] E.BERNHEİM, Tarih İlmine Giriş, Tarih Metodu ve Felsefesi, çev.: M. ŞükrüAkkaya, Devlet Basımevi, İstanbul, 1936, s. 57-61.

[vi] Gustave Le Bon, Bir Tarih Felsefesinin İlmi Esasları, çev.: Haydar Rıfat, ÖtükenYay., İstanbul, 2016, s. 117-118.

[vii] Doğan ÖZLEM, Güçlü ATEŞOĞLU, Tarih Felsefesi, Seçme Metinler,Doğu-Batı Yay., Ankara, 2006, s. 169.

[viii] R.George COLLİNGWOOD, Tarih Tasarımı, çev.: Kurtuluş Dinçer, Doğu-Batı Yayınları, Ankara,2010, s. 36.

[ix] Edward Hallet CARR, Tarih Nedir, çev.: M. Gizem Gürtürk, İletişim Yayınları, İstanbul,2012, s. 73.

[x] Marc BLOCH, Tarih Savunusu, çev.: Ali Berktay, İletişim Yayınları, İstanbul,2013, s. 85.

[xi] İbn HALDUN, Mukaddime, haz.: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul, 2004,s. 195-198.

[xii] Michael STANFORD, Tarihin İncelenmesi İçin Bir Kılavuz, çev.: Can Cemgil, Tarih VakfıYay., İstanbul, 2013, s. 249.

[xiii] Y.K.ZABUNOĞLU, Devlet Kuramına Giriş, s. 33-35.

[xiv] Ziya GÖKALP, Hars ve Medeniyet, haz.: Yalçın Toker, Toker Yayınları, İstanbul,2012, s. 19-31.

[xv] İlhan F. AKIN, Devlet Doktrinleri, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, Eylül2016, s. 1.

[xvi] Patrick J.GEARY, Uluslar Miti ve Avrupa’nın Kökenleri, çev.: Çağdaş Sümer, TanYayınları, Ankara, 2012, s. 75-80.

[xvii] İ. F. AKIN, Devlet Doktrinleri, s. 59

[xviii] MACHİAVELLİ, Prens, çev.: Nazım Güvenç, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 2008, s.56-58.

[xix] Thomas HOBBES, Leviathan, çev.: Semih Lim, Yapı Kredi Yayınları, Ocak 2017,İstanbul, s. 345-354.

[xx] Gianfranco POGGI, Devlet: Doğası, Gelişimi ve Geleceği, çev.: Aysun Babacan, İstanbul Bilkent Üniversitesi Yayınları, Kasım 2104, İstanbul, s. 58-60.

[xxi] Cemal Bali AKAL, Devlet Kuramı, “Somut ve Çağa Bağlı Bir Kavram Olarak Devlet”, CarlScmitt, Dost Kitabevi, Kasım 2013, Ankara, s. 246-247.

[xxii] Martin CARNOY, Devlet ve Siyaset Teorisi, çev.: Simten Coşar, Aykut Örküp, MetePamir, Mehmet Yetiş, Dipnot Yayınları, 2014, Ankara, s. 37-39.

[xxiii] Edward SAID, Şarkiyatçılık, çev.: Berna Yıldırım, Metis Yayınları, Ocak 2016,İstanbul, s. 83-87.

[xxiv] Edward SAID, Kültür ve Emperyalizm, çev.: Necmiye Alpay, Hil Yayınları, Mayıs2010, İstanbul, s. 43.

[xxv] M.CARNOY, Devletve Siyaset Teorisi, s. 312-313.

[xxvi] Bob JESSOP, Devlet Teorisi, çev.: A. Süreyya Özcan, Epos Yayınları, Kasım 2016,Ankara, s. 41-45.

[xxvii] Quentin SKINNER-Bo Strath, Devletler ve Yurttaşlar, “Devletler veYurttaşların Özgürlüğü”, Quentin Skinner Çev.: Gökhan Aksay, Türkiye İş BankasıKültür Yayınları, Mart 2011, İstanbul, s. 15-16.

[xxviii] İmmanuel WALLERSTEIN, Dünya Sistemleri Analizi, çev.: Ender Abadoğlu, Nuri Ersoy, BGSTYayınları, Şubat 2014, İstanbul, s. 113-114.

[xxix] Theda SKOCPOL, Devletler ve Toplumsal Devrimler, çev.: S. Erdem Türközü, İmgeKitabevi, Temmuz 2004, Ankara, s. 52-61.

[xxx] Ziya GÖKALP, Türk Uygarlığı Tarihi, haz.: Yusuf Çotuksöken, İnkılap Kitabevi,1991, İstanbul, s. 93.

[xxxi] Aydın TANERİ, Türk Devlet Geleneği, Töre Devlet Yayınevi, 1981, Ankara, s. 30-33.

[xxxii] Saadettin Yağmur GÖMEÇ, Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014, s.77-78.

[xxxiii] S. Y. GÖMEÇ, Türk Kültürünün Ana Hatları, s. 83-84.

[xxxiv] İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, Ekim 2015, İstanbul, s.224-225.