ATATÜRK DÖNEMİ OKUL ÖNCESİ EĞİTİM FAALİYETLERİ
Abdullah Cüneyt Küsmez
Okul öncesi eğitimin amacı; çocukların bedensel, zihinsel, duygusal gelişimini, iyi alışkanlıklar kazanmasını ve onların ilköğretime hazırlanmasını sağlamak olarak belirlenmiştir. Okul öncesi eğitim; isteğe bağlı olarak zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş genel olarak 3 ila 5 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Okul öncesi eğitim kurumları, bağımsız anaokulları, fiziki kapasitesi uygun örgün ve yaygın eğitim kurumları bünyesinde ana sınıfları ve kreşler olarak açılmaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 7. maddesinde; “Çocuk eğitimle aynı amaçlara yönelik oyun ve eğlenme konusunda tüm olanaklarla donatılır, toplum ve kamu mekânları çocuğun bu haktan yararlanma olanaklarını arttırmaya çaba gösterir.” ifadesi yer alır. Bu ifadenin genel kabul görmesinden çok önce çocuk eğitiminin önemi, 16-21 Temmuz 1921’de Türk İstiklal Harbi devam ederken yapılan Maarif Kongresi’nde ele alınmıştır. Kongre’nin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, “Gelecek için hazırlanan yurt çocuklarına, hiçbir zorluk karşısında baş eğmeyerek sabırla, güvenle çalışmalarını ve yetişmekte olan çocukların büyüklerine de yavrularının okumalarını sağlamak için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini salık veririm. Milletimizin yaratılıştan gelen elverişliliğini geliştirmek sizlere düşüyor. Türk öğretmenlerine ulusal hükûmetimizce, candan ve gönülden istendiği kadar iyi ve rahat yaşama koşullarının sağlanamamış olduğunu bilirim.” ifadesi ile çocukların eğitimine verilen önemi ortaya koymuştur. Nitekim bu düşünce yapısı Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte uygulamaya geçmiştir.
Okul öncesi eğitim sosyal ve duygusal gelişimi destekleyerek, yetişkinlik döneminde de kişilerin daha üretici ve verimli olmalarını ve sahip oldukları potansiyeli tam olarak kullanmalarını sağlar. Bu yüzden bu dönemde çocuğun zihinsel ve bedensel olarak yeterli beslenmesi ve etkileşimde bulunabildiği, onun gelişimini destekleyen bir ortamda bulunması gerekmektedir. Erken çocukluk eğitimi insan gelişiminin başlangıç noktasıdır. Okul öncesi eğitim, çocukların ve ülkemiz insanının uzun vadede daha üretken, daha yaratıcı, sorun çözmede daha yetkin olmasını sağlar. Bu temel düşünce Türk eğitim tarihinde farklı dönemlerde de olsa farkına varılan bir husus olmuştur.
Diğer taraftan Atatürk’ün çocuklara karşı sevgisi ve onları geleceğin en önemli bir parçası olarak görmesi Cumhuriyet’in çocuk eğitimi politikalarındaki genel esaslarını da belirlemiştir. Nitekim Atatürk’e göre, çocuk öncelikle sevgi demektir. Ata’nın çocuklarda en hoşuna giden yan, saflıkları ikiyüzlülük nedir bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarıdır. O, çoğu ailede öteden beri gelen bir alışkanlık olarak çocukların konuşturulmadığını ve dinlenmediğini, bu tavrın ise son derece yanlış olduğunu belirterek, çocukların serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik edilmeleri gerektiğini belirtmektedir.
Böylelikle hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur hem de ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça söylemeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı göstermeye alıştırmak okul öncesi eğitimin esaslarıdır. Aynı zamanda onlarda yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle birlikte doğruya, iyiye ve güzele karşı sevgi ve ilgi uyandırılmaya çalışılmak da diğer önemli amaçlardır.
Atatürk, çocuk eğitiminde ana kucağından başlayarak en yüksek eğitim ocaklarına değin her yer ve zamanda üzerinde durulacak hususların altını çizmiş, bu suretle çocuklarımızın memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olabileceğini belirtmiştir. Atatürk için çocuk, vatan gibi sevilmesi, ulusun haklarını korur gibi korunması gereken bir varlıktır. Atatürk’le karşılaşan çocukların âdeta yaşamlarının akışı değişmiştir. Çocuklar arasında zeki ve yetenekli olanlara yetenekleri doğrultusunda yetişebilmeleri için devlet desteği sağlamış, evlat edindiği manevi çocuklarının yanı sıra bazı çocukları himayesine alarak okumalarına imkân vermiştir. İşte Atatürk’ün Cumhuriyet’e kazandırmaya çalıştığı ruh, böyle heyecanlı, meraklı, araştırıcı, yaratıcı bir çocuk ruhudur. Cumhuriyet ruhu, bilim, sanat ve düşünce alanında özgün ve yaratıcı ürünler ortaya koyan, yaşama kendi açısından bakabilme cesareti taşıyan olgun bir çocuk ruhudur. Bu sebeple 23 Nisan’ı çocuklara armağan etmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni gençlere emanet etmesi, onlara olan derin şefkatinin yanı sıra, onlara duyduğu güvenin de bir göstergesi olması açısından dikkate değerdir. Zira 23 Nisan’ın Millî Egemenlik Bayramının yanı sıra Çocuk Bayramı olarak da kutlanması çok anlamlıdır. Bu suretle millî egemenlik kavramı ile milletin yarınlarını, geleceğini yansıtan çocuk kavramı arasındaki ilişki de vurgulanmış olmaktadır. Geleceğimizi kime emanet edeceğini isabetle tayin eden Atatürk, çocukları ve gençleri önemsemiş ve onlara ilgi göstermiştir. Bu nedenle Atatürk döneminde okul öncesi eğitimin temelleri atılırken sevgi en değerli unsur olmuştur. Ayrıca toplumun tamamına yaygınlaştırılacak şekilde ele alınmıştır. Çünkü Cumhuriyet öncesi dönemin okul öncesi eğitiminde süreklilik ve yaygınlık yoktur.
Osmanlı Dönemi’nde II. Mahmut’un 1824 yılında ilköğretimi zorunlu hâle getirmesi eğitim alanında ilk olumlu hareket olarak görülmekte ancak eğitimden genellikle erkek çocuklar yararlanmaktadır. 1869 yılında Ali Paşa’nın nazırlığında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile kız çocuklarının da eğitim alabilecekleri kabul edilmiştir. Gerçek anlamıyla okul öncesi kurumların örgütsel kuruluşu Emrullah Efendi'nin nazırlığında 23.9.1913 tarihinde çıkarılan Tedrisat-ı İptidaiye Kanunu Muvakkatı'na (Geçici İlköğretim Kanunu) dayanmaktadır. Bu kanun ile Sübyan (çocuk) Mektepleri ilköğretime bağlanmıştır. Bu kanunun çıkışından iki yıl sonra 1915 yılında Ana Mektepleri Nizamnamesi (Anaokulları Tüzüğü) yayımlanır. Buna göre, anaokullarının 4-7 yaşlar arasındaki çocuklara eğitim vermek üzere ilkokullara bağlı veya bağımsız olarak açılması düşünülmüştür. Anaokullarının açılmasıyla birlikte bu okullarda eğitim verecek öğretmen ihtiyacı ortaya çıkmış ve Anaokulları Nizamnamesi’nin yayımlanması ile birlikte aynı yıl İstanbul'da anaokullarına öğretmen yetiştiren ve öğretim süresi bir yıl olan bir ana öğretmen okulu açılmıştır. Dört yıl eğitim verdikten sonra 1919 yılında kapatılan bu okulda 370 anaokulu öğretmeni yetiştirilmiş ve gerçek anlamda okul öncesi eğitim, kurumsal olarak eğitim süreci içindeki yerini almıştır.
Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında genç devletin karşı karşıya kaldığı sosyal meselelerden en önemlisi “çocuk meselesi” idi. Çocuk meselesinin bir nevi fotoğrafı çekilmiştir: Devlet, çocukların ruhsal ve bedensel sağlığı ve eğitimi için tedbir almak zorunda olduğunu görmüştür. Toplumun önde gelenlerinin gösterdiği sosyal duyarlılık ve devletin, bu meseleyi görmemezlikten gelmemesi sonucunda çocuk politikaları geliştirilmiştir. Bu politikalar çocuğun bedensel anlamda iyi hâle getirilmesi, onların eğitilmesi ve birtakım manevi öğretilerle yetiştirilmesine destek vermesini sağlayacak şekilde olmuştur. Nitekim Cumhuriyet’in ilk yıllarında çocuğun belli idealler doğrultusunda terbiye edilmesi gerekliliği üzerinde durulmuştur. Çocuğu terbiye etmekteki maksat onu cemiyet hayatına faydalı üye olarak yetiştirmektir. Türkiye’de Cumhuriyet ile başlayan yeni dönemde çocuğun terbiyesi ile ilgili algı onları eğitmek ve toplumca kabul gören davranış özelliklerini kazandırmak şeklindedir. Çocukların aile içinde ve dışında aldığı eğitim, yeni devletin talepleri ile aynıdır. Türkiye’de, 1920’lerden beri çocuğun arzulanan davranış şekillerini göstermesi, topluma fayda sağlayacak bir karakter olarak yetişmesi için öncelikle onu iyi tanımak gerektiği öne sürülmüştür. Çocuk kimdir? Çocuk neden önemlidir? Çocuğun, toplumun geleceğindeki rolü nedir? Artık bu türden sorulara cevap aranmaya başlanmış, çocuk toplumun temeli olarak görülmüş ve bundan sonra onun için gerekli olan itinanın ve eğitimin gerek aile içinde gerek aile dışında ne şekilde verilmesi gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından itibaren, belirtilen bu esaslar doğrultusunda okul öncesi eğitime ve bu alana öğretmen yetiştirme politikalarına ve çalışmalarına hız verilmiştir.
Türkiye'de Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında 38 ilde 80 anaokulu vardır. Anaokullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla 1927-1928 yılları arasında Ankara'da öğretim süresi 2 yıl olan bir öğretmen okulu daha açılır ancak bu okul 1930-1931 öğretim yılında İstanbul Kız Öğretmen Okuluna nakledilir ve 1933 yılında da kapanır. Okul öncesi eğitim kurumlarının ve bu kurumlara öğretmen yetiştiren okulların belirli dönemlerde açılıp, maddi olanaksızlıklar nedeniyle kapanması bu alanın devlet tarafından ihmal edildiğinin göstergesidir. Bu durum, okul öncesi eğitimin ilköğretime bağlı olarak yürütülen ve zorunlu olmayan bir eğitim olmasından ve bu nedenle okul öncesi eğitime ayrılan kaynakların ilköğretime kaydırılmasındandır. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında okul öncesi eğitime verilen önemin göstergesi olarak kurumsal anlamda olmasa da, bu dönem çocuklarına yönelik başka uygulamalar başlatılmıştır. Bunlar; 1923 tarihli "Gebe Kadınların ve Emzikli Annelerin Çalıştırılması Nizamnamesi", “1930 tarihli Belediyeler Kanunu", 1930 tarihli "Umumi Hıfzıssıha Kanunu", 1936 tarihli "İş Kanunu", 1942 tarihli "İşçilerin Sağlığını Koruma Nizamnamesi" ve 6972 sayılı "Korunmaya Muhtaç Çocuklar Kanunu" olup, doğdukları andan itibaren çocukların ve annelerin yaşam ve çalışma şartlarını düzenlemeyi amaçlamıştır. Ancak çıkartılan yasa ve yönetmeliklerin gerektiği gibi işletilememesi sonucunda, ülkemizin artan nüfusuna hizmet verecek olan okul öncesi eğitim kurumları nitelik ve nicelik olarak yetersiz kalmıştır.
Diğer taraftan Harf İnkılabı’nın 1928’de yapılmasıyla her Türk vatandaşının okur yazar olmasına önem verilmiştir. Genç Cumhuriyet yeni bir vatandaş modeli yaratmaya çalışmış bu nedenle kaynakların büyük bir kısmı ilköğretime aktarılarak "Millet Mektepleri" açılmış, buralarda yetişkinler öğretime tabi tutulmuştur. Devletin zaten kısıtlı olan yardımları da böylelikle kesilmiş, okul öncesi dönem eğitimi ailenin ve yerel yönetimlerin sorumluluğuna bırakılmıştır. 25 Ekim 1925 ve 29 Ocak 1930 yıllarında çıkarılan iki tamimle, ilköğretimin geliştirilmesi için bütçe olanaklarının anaokullarından ilköğretime kaydırılması, yetersiz olan anaokullarının kapanmasına sebep olmuştur. Ancak İstanbul'da fabrikalarda ve ziraatta çalışan annelerden çalıştığı saatlerde çocuklarına bakacak birini bulamayan fakir kadınların çocukları için “çocuk yuvaları” açılmıştır. Hayatını işçilikle kazanmak mecburiyetinde bulunan dul ve fakir kadınların 3-7 yaş arasındaki çocuklarını sabahtan akşama kadar oyalamak, yedirmek, içirmek ve terbiye etmek amacıyla, 1932 yılında İstanbul Belediyesi tarafından bir çocuk yuvası açılmıştır. Ayrıca burası yemekli bir anaokulu niteliğindedir. 1937-1938 Eğitim İstatistiği’nde, resmî anaokulları hiç yer almazken, özel anaokullarının sayısı 47, öğretmen sayısı 59, öğrenci sayısı da 1555’dir. Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırma çalışmalarında kız meslek liselerinin de önemi büyüktür. Bu okullarda genç kızların çocuk gelişimi, bakımı, beslenmesi ve eğitimi gibi konularda yetişmeleri sağlanmıştır. Kız meslek liselerinin tarihî gelişimine değinmek ülkemizde okulöncesi eğitimin gelişimini ortaya koymamıza da yardımcı olacaktır.
İlk kez Mithat Paşa tarafından kimsesiz kız çocuklarının barındırılması ve becerilerinin geliştirilmesi amacıyla 1864'te açılan “Kız Islahhaneleri”, 1927-1928 öğretim yılında "Kız Enstitüleri" olarak adı değiştirilmiştir. Temel amacı iyi anne ve ev hanımları yetiştirmek olan bu okullarda ilkokul üzerine 5 yıl eğitim verilmiştir. Okuma yazma bilmeyen, zorunlu eğitim çağını geçmiş kadınların “Pratik Kız Sanat” okullarında eğitilmeleri sağlanmıştır. Okul öncesi eğitimi ile ilgili olarak buradaki öğrencilere çocuk bakımı ve eğitimi dersleri verilmiştir. Toplumun gelişmesi için kadının eğitilmesi şart olduğundan kırsal kesimde yaşayan kadınları eğitmek amacıyla 1938'de “Ana-Çocuk Sağlığı, Çocuk-Gelişimi ve Eğitimi” dersleri vermek amacıyla “Köy Kadınları Gezici Kursları” düzenlenmiştir. Bu da kadınların eğitimine Cumhuriyet’in ilk yıllarında değer verildiği ve bu alanda çalışmalarda bulunulduğunu göstermektedir. Çocuğun bakımı ve eğitimi ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda öncelik genç kızların ve ev kadınlarının eğitilmesi çalışmaları üzerinedir. Ailenin çocuk gelişimi ve eğitimindeki etkisi günümüzde bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Yetişkin eğitimi için yapılan bu çalışmaların sonuçlarının çocuk eğitimi için değeri çok büyüktür. 24.04.1930'da “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” (Genel Toplum Sağlığı Yasası) ile okul öncesi çağında bulunan çocukların korunması yerel yönetimler ve Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı'nın sorumluluğuna verilmiştir.
Öğretim Yılı Okul Öğrenci Öğretmen
1923-1924 80 5880 136
1940-1941 51 1690 60
1943-1944 49 1604 63
1950-1951 52 1760 71
Tablo:1 Cumhuriyet Dönemi Okul Öncesi Eğitimde İlk Otuz Yıl
1923'de kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nden kalan birçok sorunları olduğu gibi, eğitim ve öğretim sorunlarını da çözmekle karşı karşıya kalmıştır. Ülkenin parasal olanaklarının çok kısıtlı, yetişmiş insan gücü açığının çok büyük olduğu bu ilk dönemlerde, ülkedeki okur-yazar oranı yalnızca %10’dur. Bu nedenle de genç devletin yöneticileri, eğitim-öğretim işlerinde önceliği ilköğretime vermek zorunda kalmışlardır. Okul öncesi dönemin eğitimi daha çek ailelerin ve özel kurumların sorumluluğuna bırakılarak, bu iş için ayrılan paranın ilköğretime aktarılması için çeşitli genelgeler de yayımlanmıştır.
1923 ile 1951 yılları arasında okul öncesi eğitimin gelişimi incelendiğinde olumlu bir seyir izlemediği görülmektedir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte her seviyede eğitime önem verilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yılları yapılan okul sayısı ile öğrenci ve öğretmen yetiştirilmesi diğer yıllara göre daha fazladır. Atatürk Dönemi sonrası okul öncesi eğitime gereken destek azalmış ve öncelik ilköğretime verilmiştir. Günümüzde de okul öncesi eğitime yönelik ilginin yeterli olduğu söylenemez. Nitekim Türkiye’de son yıllarda yapılan araştırmalarda 4-5 yaşta okul öncesi eğitime katılım oranının %56.6, OECD ülkelerinde ise bu oranın %95 olduğu düşünülürse, ülkemizde okul öncesi eğitime katılım konusunda oldukça ciddi bir sorun olduğu görülür.
Okul öncesi eğitim kurumlarının Atatürk Dönemi sonrası yeterli ilgiyi görememesi, nitelik ve nicelik yönünden zaman zaman yetersiz kalması, son yıllardaki hızlı sosyo kültürel ve ekonomik değişim ile kadının toplum içerisindeki konumunun değişmesi, ayrıca en önemlisi çocuğun ilk yıllardaki eğitiminin, gelişim açısından önemli olduğunun eğitim çalışmaları ve araştırmaları ile kanıtlanması, çocukların erken dönemde bakım ve eğitim sorununa ciddi önlemlerin alınması gereğini ortaya koymaktadır. O hâlde, öncelikle eğitimciler olmak üzere her vatandaşın, Türk İnkılabı esasları doğrultusunda, kendi öz benliğine yabancılaşmadan, bilim, sanat ve düşünce alanında çocuk aktivitesi ve yaratıcılığıyla özgün ürünler ortaya koyabilmek ve Cumhuriyet ruhunun sürekli bir atılım, sürekli bir yenilenme, sürekli bir araştırma gerektirdiğini gözden kaçırmaması gerekir. Ayrıca Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında olduğu gibi eğitimde temel düşünce olan “birey eğitiminin başlangıcı olarak görülen ve böylece dayanışmanın, birlik ve beraberliğin başlangıcı olarak kabul edilen okul öncesi eğitimine” bilimsel esaslar doğrultusunda gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekli ve önceliklidir.