ZAMANIN TANIKLARI ŞEHİRLER

04 Nisan 2017 14:44 Prof. Dr.Temel ÇALIK
Okunma
7122
ZAMANIN TANIKLARI ŞEHİRLER

ZAMANIN TANIKLARI ŞEHİRLER

Prof. Dr. Temel ÇALIK

Arş. Gör. Emre ER

Giriş

Şehir, insanların temel nitelikli ihtiyaçlarını karşılaya bilmeleri, iklim şartlarından ve her türlü zorluklardan korunabilmeleri amacıyla ortaya çıkan yerleşim bölgelerine verilen isimdir. İlk kurulan şehirlerde, düşmana karşı korunma ön planda tutulmuş, şehirler yükseklere, tabii kale görünümünde kayalar üstüne inşa edilmiştir. Daha sonra kurulan şehirlerde ise, ulaşım, su ve enerji kaynaklarının karşılanması, bu kaynakların dağıtım ve kullanımı öncelikle dikkate alınmıştır. Genel olarak şehirler; su, enerji kaynaklarına yakın ve ulaşıma uygun bölgelere kurulmuştur.

Günümüzde şehirlerin başlıca problemleri olarak hızlı nüfus artışı, ulaşım, çevre ve hava kirliliği, barınma, içme suyu sorunu, kişi başına düşen yeşil alan miktarı,gürültü gibi unsurları saymak mümkündür. Yukarıdaki problemlere bağlı olarak şehirlerde yaşamanın ve çalışma koşullarının çok hızlı olması, aynı zamanda üretimden çok tüketime dayanması, sadece şehirlerin hızlı olmasına değil, buna bağlı olarak insan hayatının da hız kazanmasına yol açmıştır. Bu durum,insanların fiziksel, psikolojik ve ruhsal sorunlar yaşama riskini günden güne arttırmıştır. Bu nedenle, çok karmaşık ve yoğun olan şehir hayatı insanı yeni arayışlara ve yeni yaşama yolları keşfetmeye sevk etmiştir.

Şehirler,içinde bulundukları medeniyetler ile çoğu zaman özdeşleşmektedir. Aynı zamanda,medeniyetleri anlamak için, şehirlere sirayet eden ruhu tanımak ve şehrin dinamiklerini incelemek gerekmektedir. Bu duruma örnek olarak; İstanbul, Moskova,Roma, Paris ve Madrit gibi şehirler, bir medeniyet iddiasının somutlaşmış hâli olarak görülebilir. Çünkü şehirler onları kuran, yaşatan ve dönüştüren aklın ve duygunun dinamik bir eseri olarak kabul edilmektedir. Şehirler insanlığın kaderini değiştiren önemli bir kurgu olarak ifade edilebilir. Bilimin, sanatın,edebiyatın ve ticaretin geliştiği noktalar her zaman şehirler olmuştur. Bununla birlikte, yeryüzündeki büyük isyanların, karışıklıkların ya da devletleri etkisi altına alacak çapta önemli düşünce ve ideolojilerin de doğum yeri olarak da şehirler görülmektedir.

Şehirler kurulurken her zaman medeniyete yol gösteren hâkim anlayışın felsefi etkileri görülmektedir. Bu anlayışı temel olarak ikiye ayırmak gerekir. İlk anlayışa göre, Bacon’ın ifadesiyle evreni sınırsız bir kaynak olarak görerek mücadele,müdahale ve dönüştürme kavramları çerçevesinde âdeta doğayı yıkıma uğratarak kurulan şehirler bulunmaktadır. Bununla birlikte evreni bir emanet olarak algılayarak doğayla mücadele etmek yerine kaynakların sürdürülebilir bir biçimde değiş tokuş edilmesine ve gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılmasına imkân sağlayan bir anlayış çerçevesinde oluşturulan şehirler de bulunmaktadır. Günümüzde insanların önemli bir bölümünün beklentisi, yukarıda sözü edilen ikinci anlayışa göre oluşturulan şehirlerde yaşamaktır.

Kentleşme,sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeler, kent sayısının artması ve mevcut kentlerin büyümesi sonucunu doğurmaktadır. Toplum yapısında, artan oranda örgütlenme, iş bölümü ve uzmanlaşma sonucu insanların davranışı ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir süreç yaşanmaktadır. Türkçede zaman zaman aynı anlamda kullanılsa da şehir ve kent arasında sosyolojik olarak bazı ayrımlar yapmak gereklidir. Bu bağlamda kent-kır ya da merkez-çevre kavramlarıyla bireylerin paylaştıkları fiziksel mekânların yanı sıra ortak bir duygu ve düşüncelerinin ifade edildiği söylenebilir. Ayrıca kent, insanların modern ilişkiler ağı içerisinde toplumsal bir sözleşme kapsamında bir arada yaşama iradesi gösterdikleri yerler olarak tanımlanabilir. Kentlerin önemli özellikleri arasında planlı olması, öngörülebilir olması ve burada yaşanması için birtakım kurallara uyulmasının gerekliliği gösterilmektedir. Kentli ise, kentle birlikte yaşayan,kente katkı sağlayan ve kentten etkilenen aktif yurttaşlar olarak görülmektedir. Başka bir ifadeyle kentlileşme kent kültürüne ait değer,davranış ve tutumların benimsenmesi olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda uzmanlaşmanın geliştiği kent ortamında bireylerin profesyonel ilişkiler geliştirmeleri ve bir ilişki ağı içerisinde konum edinmeleri beklenmektedir. Kent,yabancılarla karşılaşmanın, gruplar ve topluluklar arası ilişkinin ve rasyonel davranışlar geliştirmenin, dolayısıyla ileri düzeyde toplumsallaşmanın mekânıdır. İnsanlar kentlerde daha farklı düşünür, hisseder ve tepki verir. Max Weber’e göre kent sosyolojisi kısmen kentli insanın sosyal davranışlarını ve insan ilişkilerini çözümlemeye çalışmaktadır.Bu açıdan ele alındığında kent sosyolojisi, bireylerin diğer bireylerden,topluluklardan ve kentin yapısından etkilendiği alanları araştırma konusu olarak ele almaktadır. 19. yüzyılın başlarında kentler modernleşmenin ve toplumsal dönüşümün simgeleri olarak görüldüğünden sosyoloji çalışmalarında kentin dönüştürücü rolü üzerinde durulmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrasında şehirlerin yerle bir olması yanında insanların yaşadığı psikolojik yıkım kent olgusunun temel belirleyicisi olarak görülebilir.  20. yüzyılda artan sermaye birikimi ve yükselen kapitalizm ışığında kentlerde çatışma, kentsel eşitsizlikler, devletin kentsel alanlara müdahalesi ve kentlerde sınıf mücadelesi gibi konular sosyolojinin ilgi alanına girmiştir.

Şehirler kentlere göre daha plansız ve daha doğal bir yapılanmaya işaret etmektedir. Söz gelimi bir bölgenin şehir olarak inşa edilmesi için birtakım doğal kaynakların ve demografik dinamiklerin olması beklenmektedir. Şehir âdeta kendiliğinden o bölgede açığa çıkar ve gelişir. İnşa süreci sadece bina ve yollar değil aynı zamanda bireysel bir olgunlaşmaya da işaret etmektedir. Oysa kentleşme süreci bir yerin doğal özelliklerinden bağımsız olarak da ele alınabilir. Örneğin ABD’de son yüzyıl içerisinde çölün ortasında inşa edilen bazı yerleşim alanları kente örnek olarak gösterilebilir. Bu gibi yerlere doğal kaynaklar uzun mesafelerden taşınmakta ve insanlar kentin sunduğu imkânlar için farklı bölgelerden buralara ulaşmaktadır. Bu noktada kent bir meydan okuma ve doğayı dizayn etme biçimi olarak görülebilir. Bazı yazarlara göre Pekin, Londra, Petersburg gibi yerler belirli bir planlama sonucu oluşturulmuş kentler olarak tanımlarken; İstanbul, Kudüs,Cenova, Hong Kong gibi yerleri şehir olarak adlandırmaktadır. Şehir ve kent kavramları arasındaki farklılıkları vurgulayan  sosyal bilimciler, kentlerin ruhsuz ve düzenli; şehirlerin büyüleyici ve karmaşık yapısından bahsetmektedir. Bütün bu değerlendirmeler yanında çoğu zaman şehir ve kent kavramı birbirinin yerine kullanıldığı gibi, iç içe geçmiş kavramlardır. Yukarıdaki açıklamalar kavramların net olarak tanımlanması amacıyla yapılmıştır. Çoğu zaman şehir ve kent kavramı aynı anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca farklılıkları belirlemek de söz konusu olamamaktadır.

 

Türklerde Şehir ve Gelişim Süreci

Bilge Kağan, Çin’de olduğu gibi Türk ülkesinde de etrafı surlarla çevrili şehirler yaptırmak istiyordu. Veziri Tonyukuk onun bu düşüncesine itiraz ederek “Bunlar olmamalı. Biz, ömrünü sulu ve otlu bozkırlarda geçiren bir milletiz. Bu hayat,bizi daima savaşa hazır bir şekilde tutmaktadır. Göktürklerin sayısı Çinlilerin yüzde biri bile değil. Başarımız, yaşayış tarzımızdan ileri gelmektedir.Kuvvetli zamanlarda ordular sevk eder, akınlar yaparız. Zayıfsak bozkıra çekilir, mücadele ederiz. Eğer kale ve surlar içine kapanırsak Tang orduları bizi kuşatır, ülkemizi kolayca istila eder.” Bu sözlerden anlaşılacağı gibi şehirler, milletlerin kaderlerini etkileyecek kadar önemli görünmektedir. Eski Türklerde şehirlerin kurulma amaçları savunma ve ticaret olmak üzere iki temel ihtiyaç üzerine şekillenmekteydi. Asya ve Avrupa Hunlarından, Göktürklere, Uygurlardan Hazar’a kadar Türk tarihinin çeşitli dönemlerinde bu iki temel amaca yönelişi görmek mümkündür. Bununla birlikte Türklerde şehirleşme esas itibariyle hayvancılık üzerinden gelişen bir ekonomik faaliyet kapsamında gelişmektedir.

Türk şehirleşme anlayışında bahçeli evlerin önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.Evlerin az veya çok bir bahçesi bulunmaktadır. Evin günlük çöpü, artıkları bu bahçede gübre olarak değerlendirildiğinden sokaklara atılacak çöp neredeyse bulunmamaktadır. Genelde Türk ısınma sisteminde mangal hâkimdir. Mangallar için gerekli olan kömür de şehir dışındaki sahalarda yakılarak elde edilirdi. Şehir dışında büyük yanıcı kısmı yok olan kömürler şehirlerde daha az kirlilik vererek yakılır ve bu sayede hava kirliliği azaltılır.

Türk evlerinde yapılar ahşap, kireç gibi geçici malzemelerden yapılmaktadır. Ahşap,değişmeyen kalıcı büyük değerler sistemi karşısında günlük hayatı tanzim eden çevrelerin değişmeye açık olmasını, hayatın dinamik bir süreç olduğunu ifade etmektedir.Aynı zamanda ahşap binaların yapımında kullanılan malzemelerin yeniden kullanılabilir olması önemli bir özelliği olarak görülmelidir. Yukarıda ifade edildiği gibi Türk şehirleri doğayla uyumlu ve belirli bir dünya görüşünün tezahürü şeklinde inşa edilmektedir. Bu durum şehirlerin sadece binalardan ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumların dünya görüşlerini de içerdiğini göstermektedir.

Selçuklularda şehirlerin fiziki yapısını belirleyen bölümlerde kamusal, dinî ve sivil yapılar ağırlıktadır. Her şehrin bir sur sistemi bulunmakla birlikte, yerleşimin sur dışına taştığı Amasya, Erzurum ve Kayseri örneklerin yanı sıra, yerleşimi sur sisteminin sınırladığı Ankara, Konya, Sivas, Kütahya ve Sinop gibi şehir modelleri de bulunmaktadır. Şehrin bölümlerini sur içinde yer alan yönetimsel merkez olarak iç kale, ticaret alanı ve barınma alanları oluşturur. İç kalede saray,darphane ve askerî birimler bulunur. Şehrin ticaret alanlarında, bedesten,hanlar, dükkânlar ve ulu cami vardır. Ulu camilerin dışında daha küçük boyutlu mescitler mahalle merkezlerinde yer alır. Ticari yapılar içerisinde bedestenler önemli bir yer tutmaktadır. Bu yapılar kumaş ticaretin yapıldığı yerler olmasının yanı sıra, kentin bankası gibi işlev de görmekteydi. Esnafın parasının saklandığı, iş bağlantıların yapıldığı, borçların alınıp verildiği bedestenler ticaretin organize edildiği yerlerdir. Eğitim yapıları şehir içinde önemli bir grup oluşturur. Anadolu Selçuklu kentlerinde, Kur’an ve hadis eğitimlerin verildiği, şerri kuralların öğretildiği medreselerin yanı sıra,rasathaneler, darüş şifa ve bimar hane gibi yapılar yer almaktadır. Yukarıda ifade edilen yapılardan başka, tekkeler, hamamlar, köprüler ve türbeler Selçuklu şehirlerinin fiziki yapısını oluşturmaktadır.

Osmanlı şehirlerinde vakıf kurumlarının önemli bir rolü bulunmaktadır. Vakıf, varlıklı kişilerin özellikle taşınmaz mallarının gelirlerini ve mülklerini dinî ve sosyal amaçlı hizmetlerde kullanmak için kurdukları kurumlardır. Vakıf,işleyişini düzenleyen bir vakfiye mütevelli heyeti ve kadı’nın imzasıyla yürürlüğe girmektedir. Vakıf mallarının dinî nedenlerden dolayı kamulaştırılamaması ve vergi alınmaması, iyi işleyen bazı vakıfların ekonomik olarak büyümelerinin önünü açmıştır.

Osmanlının son dönemlerinde şehirleşmede bir paradoks olarak özellikle Batı tipi kentler kurma girişimleri arkasındaki fikrî altyapı, Batı dışında özgün bir kentleşme modelinin olamayacağı ve Batı’nın geliştirdiği kent modelinin taklit edilmesinin yerinde olacağı anlayışına dayanmaktadır. Bu bağlamda kentlerden bağımsız düşünülemeyecek olan mimari anlayışı ve özellikle evler Batı’nın insan ideali ve yaşam biçimlerine uygun olarak yeniden düzenlenmeye başlamıştır. Bu durumu, şehirleşme anlayışımızın sağlıklı bir şekilde sürdürülememesine yol açan bir etken olarak da belirtmek mümkündür.

 

Günümüzde Şehirleşme ve Sorunları

Moderntoplumun en önemli özelliklerinden birisi de şehirlerde yaşamanın artık birzorunluluk hâline gelmesidir. Temel ihtiyaçlarını karşılamak isteyen bir şehirliiçin birçok alternatif sunulmuş olsa da özgürlükler birçok alanda insan eliylesınırlandırılmıştır. Şehirlerde yaşayanların önemli ihtiyaçları olarak barınmave ulaşımı sıralamak mümkündür. Örneğin şehirlerde evden iş yerine yürümek yada motorsuz bir taşıt ile seyahat etmek neredeyse olanaksızdır. Uzun süreliotomobil yolculukları yapılmaksızın şehirlerde yaşamak giderek zorlaşmaktadır.Gelişmiş ülkeler, diğer ülkelerdeki şehirleri âdeta bir şantiye hâlinegetirerek otomotiv ve inşaat endüstrisi sayesinde önemli sermaye birikimisağlamışlardır. Batı tipi şehir anlayışı bireylere sunduğu konut sistemi, yoğunotomobil kullanımı, yüksek hızlı tren, enerji kullanımı, gıda zinciri, iletişimgibi bir dizi denetleyici teknolojiyi diğer ülkelerde yaşayanlar için vazgeçilmezkılmaktadır. Şehir sistemi küreselleşmenin bir parçası olarak daha az gelişmişülkelere sunulmakta ve bunun dışında yaşamayı da imkânsız gibi göstermektedir. Bununbir sonucu olarak geçmişte mahallesinden neredeyse hiç çıkmadan bütünihtiyaçlarını karşılayan önemli sayıdaki insanın, günümüzde büyük bir harcamaile hayatlarını devam ettirmeleri mümkün olabilmektedir.

Şehirlerinen önemli özeliklerinden birisi, bireylerin tarım ve hayvancılık yerineticaret, sanayi veya hizmet sektörlerinde çalışarak geçimlerini sağlamalarıdır.Üretim süreçleriyle büyük oranda ilişkisi kesilmiş olan şehirlerde gündelikhayatın devam ettirilebilmesi ancak dışarıdan sağlanacak desteklerle mümkünolabilmektedir. Örneğin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerdeyaşayanların temel tüketim ihtiyaçlarını bulundukları şehirlerde karşılamalarımümkün değildir. Kendi kendine yeten küçük yerleşim yerlerinin yerini süreklibelirli bir tüketimin karşılanması gereken devasa şehirler almıştır.

Avrupa’dabirçok şehrin nüfusunu belirli bir sınırın altında tutarak şehirleriyönetilebilir kılmak en katı politikalardan birisi olarak görülmektedir. AncakTürkiye’de özellikle büyükşehir olmak için gereken 750.000 nüfus şartı illerdeyaşayan insan sayısının kontrolsüz bir şekilde artırılmasına neden olmaktadır. Türkiye’deotuz büyükşehir bulunmaktadır. Nüfusun fazla olduğu illere sağlanan imkânlardeğerlendirildiğinde, küçük şehirlerde yaşayanların büyük şehirlere göçetmeleri yönünde önemli bir baskı hissedilmektedir. Bu bağlamda nüfusu henüzkontrol edilebilir ve planlanabilir düzeylerde olan illere yönelik özendiricitedbirler alınması yerinde olacaktır. Küçük ve orta düzeyde nüfus ve imkânasahip illerde insanların barınma koşulları başta olmak üzere hayatstandartlarının geliştirilmesine yönelik daha fazla kaynak aktarılması önemlibir oranda tersine hareketliliği saylayarak hem büyük şehirlerdeki yüküazaltacak hem de insanların yaşadıkları şehirlerde mutlu olmalarına katkısağlayacaktır.

Avrupa’daözellikle Simmel ve Weber’in sosyolojik olarak bir kent kuramı üzerinde uzunsüren araştırmaları sonucunda birçok Avrupa başkenti en ince detayına kadarkurgulanmıştır. Modernitenin başkenti sayılan Paris şehir merkezinde, yaklaşık ikimilyon nüfusa sahiptir. Hemen hemen aynı nüfusa sahip olan Adana’ya göre yüz ölçümüyaklaşık yedi kat daha fazladır. Bu durum Adana’da yaşayanların oldukça dar biralanda büyük bir nüfus yoğunluğu içerisinde yaşamaya mecbur kalması sonucunuberaberinde getirmektedir.

Şehirlerinmimari özellikleri olarak silüet, doku ve üslup oldukça önemli görülmektedir. KlasikAvrupa’da şehirlerin silüetleri incelendiğinde özellikle Gotik katedraller gözeçarpmaktadır. Şehrin genellikle ortasına ya da hâkim bir tepeye konuşlandırılanmabet meydan okumayla birlikte şehri bir arada tutan en görkemli motivasyonuifade etmektedir. Bunun bir benzeri olarak Selçuklu ve Osmanlıda şehrinmerkezine inşa edilen bir külliye örnek olarak gösterilebilir. Binalarınbüyüklüğü kadar şehirde işgal ettikleri yerler de şehrin ruhunu anlamayayardımcı olmaktadır.

Şehirlerin içerisine düştüğü büyük buhranlar neticesinde artık bir moda kavram olarak kentsel dönüşüm ifadesini hemen hemen yerde görmek mümkündür. Oysa içerisinde yaşayan bireylerin mutluluğunu hedeflemeyen, doğayla uyum içerisinde kurgulanmayan ve sürdürülebilir olmayan kent planlaması içerisinde küçük bir kısmı dönüştürmek çözüm olmayacaktır. Bunun yanında dönüşüm adı altında henüz eldeğmemiş alanların da ranta açılması daha büyük sorunlara neden olmaktadır.

Harvey'in belirttiği gibi şehirler, giderek tahkim edilmiş parçalardan, çitlenmiş mekânlardan, demir parmaklıklarla çevrelenmiş topluluklardan, gözetim altında tutulmuş özelleştirilmiş alanlardan oluşmaktadır. Bazen şehirler, zenginlik ve yoksulluğu aynı anda içerisinde barındırarak eşitsizlik, kutuplaşma,ayrıştırma, dışlanma mekânları da oluşturabilir. Kentte yaşama hakkı, bireylerin piyasa değeriyle özdeşleştirilerek sosyal adaletin görmezden gelindiğine de şahit olunmaktadır. Şehrin bazı bölgelerinde yer alan ve sosyal alanlarda dahi bulunulmasını engelleyen psikolojik duvarların varlığı da göz ardı edilemez.Şehirlerde bir başka önemli olgu eğitimdir. Bireylerin uzun yıllar boyunca eğitim almasının artık bir zorunluluk olarak kabul edilmesi sonucunda şehirlerde yaşayanların önemli bir bölümü diplomalı işsiz olarak tanımlanmaktadır.Türkiye’de bu anlamda eğitimden yoksun veya istihdama katılamayan belirli bir miktarda bir genç nüfusun bulunduğu da bir gerçektir. Aynı zamanda çalışacak yaşın üzerinde olan ya da çeşitli nedenlerle aktif olarak bir iş bulamamış orta ve üzeri yaştaki bireylerin modern kentlerde yapabilecekleri etkinlikler oldukça sınırlıdır. Bu bağlamda yönetimler, şehri sadece bina ve altyapı olarak görmemelidir. Özellikle yerel yönetimlerin çok önemli görevlerinden birisi de bireyleri sosyal bir varlık olarak dikkate almaları, onların sosyal ihtiyaçlarına yönelik yatırımları da öncelemeleri ve önemsemeleridir. Bu anlayış, modern toplum olmanın bir koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Sonuç

Tarihî süreç içerisinde insan toplulukları incelendiğinde önemli bir bölümünün şehirler kurdukları ve yaşamlarını burada sürdürdükleri görülmektedir. Özellikle ülkemizde ve Avrupa’da giderek gün yüzüne çıkan ve zamana tanıklık eden antik kentler incelendiğinde, insanlığın vazgeçilmezi olarak kent yaşamını görmekteyiz. Günümüzde gelişmiş ülkelerin nüfusu incelendiğinde %90’ından fazlasının şehirlerde yaşadığı gerçeğiyle yüzleşmekteyiz. Bu açıdan şehir ve şehir yaşamı ne kadar iyi planlanır ve düzenlenirse insan yaşamının niteliği ve kalitesi o ölçüde yükselecektir. Şehir; kültür, medeniyet, gelişme ve kalkınma ile eş anlamlı olarak görülmektedir. Şehri bir binalar topluluğundan veya bir beton yığınından farklı olarak ele almak ve değerlendirmek zamanı çoktan gelmiştir. Nüfusun önemli bir bölümünün şehirlerde yaşamaya başlamasının,toplumun gelişmesi ve kalkınması anlamına gelmediği de bilinmelidir. Bu açıdan sağlıklı bir toplum için şehirlerin bilgi, kültür ve sanat merkezi olarak da düşünülmesi ve buna uygun olarak geliştirilmesi bir zorunluluktur.

Şehirleşme ve sonuçları özellikle iktisadi ve sosyal planlama yapılmasını gerekli kılmaktadır. Sınırlı ekonomik imkânlar ve öngörülemeyen bazı toplumsal hareketlilikler sonucunda Türkiye önemli bir şehirleşme problemi ile karşı karşıya kalmıştır.İmar ve iskân politikaları orta ve uzun dönemde şehirlerde yaşamın sürdürülmesinde bazı zorlukları beraberinde getirmiştir. Çoğu zaman medeniyetler şehirlerle birlikte anılmaktadır. Şehirlerdeki zamana tanıklık eden yapıların mimarisi,sanatı ve estetiği toplumun bütün özelliklerini yansıtmakta ve gelecek kuşaklara bilgi olarak aktarmaktadır.

Türkiye’de son dönemde Batı’da kinin aksine sanayileşme yeterince gelişmeden kentleşme süreci başlamıştır. Bu noktada şehirlerde yeterli istihdam alanları oluşmadan kitlelerin büyük şehirlere göç etmesi sonucunda, güvenlik, çevre, barınma sorunları başta olmak üzere birçok toplumsal sorun yaşanmaya başlanmıştır. Söz konusu hızlı iç göç dalgası toplumsal yapının radikal bir şekilde değişmesine yol açmıştır. Kırsal kesimdeki hayat şartlarının zorluklarından kaçtığını düşünen bireyler kentlerde daha ağır koşullar altında yaşam mücadelesi vermeye başlamıştır. Ekonomik ve sosyal gelişme olmaksızın nüfusun artması olarak ifade edilen bu durum, yalancı şehirleşme olarak ifade edilmektedir. Ülke yöneticilerinin şehirleşme politikalarını gözden geçirerek, hızlı ve plansız şehirleşmenin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldıracak uygulamaları bir an önce hayata geçirmeleri gerekmektedir. Şehir mekânlarının düzenlenmesinde tarihimiz,kültürümüz ve özgün mimarimiz önemle dikkate alınmalıdır. Çoğu zaman şehirler,bir milletin kimliğini belirleyen simgeler olarak da görülmektedir. Bu açıdan ait olunan kültüre uygun olarak düzenlenmeyen şehirler, birtakım toplumsal sorunların da nedenleri olarak ortaya çıkabilmektedir. Gelecek kuşaklara kültürün aktarılmasında, şehirlerde yer alan somut ve soyut kültürel mirasların önemli bir rol oynayacağı unutulmamalıdır. Bu bağlamda şehir ve şehirleşme bir toplumun yaşamı, mutluluğu, refahı ve geleceği olarak düşünülmeli ve ele alınmalıdır.

 

KAYNAKLAR

 

Baykara,T. (1992),Tanzimatta Şehir ve Belediye,Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.

Bergen,L. (2015),Küresel Kent Düzeni,22/08/2015 tarihli Yenisöz gazetesi.

Bergen,L. (2012),Az Gelişmişlik Üstünlüktür,İstanbul: Ayışığı Yay.

Cansever,T. (1994),Ev ve Şehir,İstanbul: İnsan Yay.

Connerton,P. (2014),Modernite Nasıl Unutturur,İstanbul: Sel Yay.

Davutoğlu,A. (2016),Medeniyetler ve Şehirler,İstanbul: Küre Yayın.

Demircan,H. A. (2010),Hayal Şehirler,Ankara: Akçağ Yay.

Harvey,D. (2016),Sosyal Adalet ve Şehir,İstanbul: Metis Yay.

Harvey,D. (2016),Mekân Meselesi,İstanbul: Tekin Yay.

Keleş,R. (2015),Kentleşme Politikası,Ankara: İmge Yay.

Kılıçbay,M. A. (2000),Şehirler ve Kentler,Ankara: İmge Yay.

Özer,İ. (2004),Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme,İstanbul: Ekim Yay.

Pınarcıoğlu,N.Ş., Uğurlu, Ö., Kanbek, A. ve Şiriner, M. (2013),Türkiye Perspektifinden: Kent Sosyolojisi Çalışmaları,İstanbul: Örgün Yay.

Sezal,İ. (1992),Şehirleşme,İstanbul: Ağaç Yay.

Tanpınar,A. H. (2004),Beş Şehir,İstanbul: Dergâh Yay.

Toffler,A. (2012),Üçüncü Dalga,İstanbul: Koridor Yay.

Tümertekin,E. ve Özgüç, N. (2014),Beşeri Coğrafya: İnsan, Kültür, Mekân,Ankara: Çantay Yay.

Weber,M. (2012),Şehir: Modern Kentin Oluşumu,İstanbul: Yarın Yay.