21. YÜZYILA GİRERKEN MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

18 Mayıs 2016 11:02 Prof. Dr.Temel ÇALIK
Okunma
10165
21. YÜZYILA GİRERKEN MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

 

Prof. Dr. Temel ÇALIK
Arş. Gör. Emre ER

1.  Milliyetçiliğin Tanımı ve Kapsamı
 
Milliyetçilik; genel bir tanımlamayla bireylerin vatanını milletini sevmesi, millî ve manevi değerlerini korumak ve yüceltmek için çalışması, ülkesinin kalkınması ve gelişmesi için gerekli çabayı göstermesi, bu nedenlerle de kendisini çağın gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatması anlamına gelmektedir. Aynı zamanda milliyetçilik[1];
a) Hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olması,
b) Kanunların halkın iradesiyle yapılması,
c) İnsanların hür ve bağımsız olarak yaşaması, olmak üzere üç temel ilkeyi kapsamaktadır.
Milliyetçi ideolojinin temel amaçlarından birisi de millî dayanışmanın oluşturulması ve sürdürülmesi için, milleti oluşturan unsurlar ile devlet arasında nesnel bir ilişkinin kurulması ve devam ettirilmesinin sağlanmasıdır[2]. Bununla birlikte ülkenin farklı bölgelerinde yer alan vatandaşların birbirlerini tanıyarak ve anlayarak daha homojen bir yapının kurulması, bir milleti diğerlerinden ayıran sınırların belirginleşmesine katkı sağlaması bakımından önemlidir.
Bir millete mensup olmak, her zaman milliyetçi olmak anlamına gelmemektedir. Bir milletin mensubu olmak tabii bir hadiseyken milliyetçilik; milletin ortak kültürü ve şuurunu iradi olarak benimsemek, yaşamak ve yaşatmaktır[3]. Milliyetçi; mensubu olduğu milleti tanıyan, seven ve onu yükseltmeye çalışan kişidir. Bu bakış açısına göre insan doğuştan milliyetçi olarak nitelendirilemez.
Milliyetçiliğin Batı düşüncesinde yer aldığı şekliyle ulusal sistemlerin fikrî dayanakları üzerinde durmak yerinde olacaktır. Batı düşüncesinin gelişiminde John Locke, J.J. Rousseau, Montesquieu gibi düşünürlerin önemli katkıları bulunmaktadır. Akılcılık ve deneyciliğin sentezlenmesi sonucu yeni bir dünya kurmak üzere bilimsel ve kültürel devrimlerin art arda yaşandığı Batı’da, önemli ölçüde sermaye birikiminin de desteğiyle, modern dünyayı önemli ölçüde şekillendiren siyasi gelişmelerin yaşandığı bilinmektedir. Batı temelli milliyetçilik anlayışının gelişme döneminde, devrimci ve gelenekçi yaklaşım arasında önemli fikrî çatışmalar yaşanmıştır. Avrupa’da milliyetçilik siyasi bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Kitlelerin ulusal hedefler doğrultusunda bir araya gelmeleri sonucu, bugünkü anlamıyla modern devletlerin kurulmasına da katkı sağlamıştır. Bir anlamda Avrupa modernleşmesinin ideolojik alt yapısını milliyetçilik anlayışı ve hareketleri oluşturmuştur. Buna karşılık Osmanlı İmparatorluğu açısından milliyetçilik, varlığını sürdürmesi ve ayakta kalması için başvurulan önemli ideolojilerinden biri olarak görülmektedir[4]. Batı dışı ülkelerde, milliyetçiliğin önemli rollerinden biri de uluslararası arenada ülkeler arasındaki eşitsizliğin ortaya çıkardığı farkı azaltmaya yönelik, bir anlamda mesafe kapatma çabası olarak da görülebilir. Bu bağlamda Batılı devletlerin milliyetçilikleri ile diğer devletlerin milliyetçilikleri arasında felsefi ve söylem bakımdan önemli farklılıklar olduğunu ifade edebiliriz. Çoğu zaman, Batı milliyetçiliği hegemonya, neokolonyalizm ve emperyalizmi reddetmemektedir. Türk milliyetçiliği ise bu anlayışlarla bağdaşmamaktadır.
Milliyetçilik, toplumsal çevre ve beklenti düzeylerine göre farklılaşan içeriklere sahiptir. Fransa, Britanya, ABD gibi güçlü devlet otoritesinin sağlandığı ülkelerde milliyetçilik daha çok yurttaşlık bağına ve vatanseverliğe dayalı bir içerikte ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Oysa İtalya ve Almanya gibi ülkelerde, yurttaşlık esası millî kimlik üzerinde etkili olmamıştır. Bunun yerine kan bağı, etnik köken, hatta ırk, milliyeti tanımlayan temel olgu olmuş; etnik bir milliyetçilik türü hâkim olmuştur[5].
Küreselleşme sürecinde milliyetçilik; tepkici, radikal, karşıt ve çatışmacı söylem ile millî değerleri koruyan savunmacı söylem arasında mücadeleye sahne olmuştur[6]. Söz konusu durum, milliyetçiliğin gelişim dinamiklerinin büyümesinin yanında bazı sınırlılıkları da beraberinde taşımaktadır. Sadece tepki göstererek ya da savunmacı tutumlar sergileyerek milliyetçi düşüncenin gelişmesi oldukça zordur. Küresel eğilimlerin milliyetçilik üzerindeki tahakkümlerinin aşılması bakımından akademi, sanat ve siyaset çevrelerinde milliyetçiliğin yol gösterici özgün yönlendirmelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bununla birlikte, milliyetçilik söylemi süreklilik arz eden bir sosyal olgu olarak bazı dönemlerde toplumsal gelişmeler sonucu etkisini artırabilir veya azaltabilir. Ancak milliyetçilik, bütün toplumlar için, bütün zamanlar önemini koruyacak bir anlayış ve bir yaklaşım olarak görülmelidir.
20. yüzyılın son dönemlerinde siyasi, ekonomik ve teknolojik gelişmeler meydana gelirken millet ve milliyetçilik kavramlarının önemli ölçüde gerileyeceği, tüm insanların ortak bir kültüre ve birliğe ulaşacağı ve bunun sonucu olarak barış ve refahın artacağı yönünde tezler öne sürülmekteydi[7]. Ne var ki 20 ve 21. yüzyıl; önceki dönemlerden eksik kalmayacak şekilde çatışmaların yaşandığı, insanlık açısından büyük kayıpların verildiği bir dönem olarak tarihe geçmiştir. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz yüzyılda, milliyetçiliği ortadan kaldırmaya yönelik politik harekâtlara tanık olmaktayız. Batılı ülkeler tarafından, kurucu ideolojilerini sağlamlaştırma ve devam ettirme amacıyla diğer ulusların karakteristik özelliklerini de dikkate alarak psikolojik savaş tekniklerinin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir.
 
2.  Türk Milliyetçiliği ve Kendine Özgü Yönleri
Türk milliyetçiliğini coğrafya bakımından ele alan düşünürler; onu, Anadolu’nun yapısı gereği hoşgörü temelinde ve Türklerin kendilerine has mimari, dil, edebiyat ve musikisiyle şekillendirdiği bir yaklaşımla açıklamaktadırlar. Coğrafi şartlar; tarihimizi ve sosyal hayatımızı izah etmesinin yanında, arz ettikleri imkân ve imkânsızlıklar ile bugünkü ve yarınki hayatımızı da tayin edebilir. Bununla birlikte milliyetçiliğin bir toplumsal gerçekliğe ve hareket felsefesine dayanması gerektiğinden bahseden M. Kaplan ve N. Topçu gibi düşünürler, milliyetçiliğin yaşanılan hayatla yakından ilişkili olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Türkiye’de milliyetçi düşüncenin gelişimi açısından, Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyet’in kuruluş sancılarının yaşandığı dönemi incelemek yerinde olacaktır. Öncelikle Türk milliyetçiliğinin temelinde halkçılık düşüncesinin etkilerinden bahsetmek mümkündür. Avrupa’ya karşı verilen mücadele, milletin gayretinin artmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti içerisinde ve İslam dünyasında Türklüğün tecrit edilmeye çalışılması, halk tarafından milliyetçiliğin sahiplenilmesinde etkili olmuştur[8]. Fransız İhtilali sonrası bütün dünyaya dalgalar hâlinde yayılan milliyetçilik ve bağımsızlık duyguları aynı dönemde Tanzimat Devri’ni yaşayan Osmanlıyı da etkilemiştir. Milliyetçiliğin Osmanlıda ilgiyle karşılanmasında bir başka önemli etmen de Avrupa’da yaşayan veya Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden aydınların milliyetçilikten haberdar olmasıdır[9]. Bu dönemde, Osmanlı Devleti için önemli savaşların, siyasi çatışmaların ve toprak kayıplarının yaşandığı ve bunların sonucunda nüfus hareketlerinin yaşandığı bilinmektedir. Savaşlar, devletler ve milletler arasında ayrışmalar yaratıp nüfus hareketlerine yol açmıştır. Bunun sonucunda, ortak bir kültür etrafında birleşen insanların bir araya gelmesiyle milliyetçiliğin toplumsal bir tabanı oluşmaya başlamıştır[10]. Tanzimat ve Islahat Fermanlarının gayrimüslimlere tanıdığı ayrıcalıklar zamanla Müslüman Türklerin yoksullaşmaları sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda imparatorluğun dağılma döneminde ortaya çıkan bütün fikrî akımlar gibi milliyetçilik de başlangıç dönemlerinde öncelikli olarak Batı düşünce sistemlerinden etkilenmiştir. Ancak zaman içerisinde milliyetçilik, Batıcı etkiden sıyrılarak toplumsal, kültürel ve tarihî gerçekler esasında yeniden yorumlanmıştır. Bu süreçte milliyetçilik, bazı gruplar tarafından yanlış yorumlanarak yıpratılmaya çalışılmıştır[11].
Gayrimüslimlerin Osmanlıdan ayrılma taleplerine Arapların da eklenmesi toplumsal olarak önemli bir hayal kırıklığına neden olmuştur. Bütün bu gelişmelerin ortasında Türkler herkes tarafından terk edildikleri hissine kapılmışlar, yeniden toparlanma ve kurtuluş için çabalama yoluna girmişlerdir. Türk milliyetçilileri; kendi millî, sosyal, siyasal ve dinî ideallerini ilan etmiş ve milletin parçalanmış birliğini tekrar inşa etme yolundaki vazifeyi devralmışlardır. Kendilerini dinî değerlere göre tanımlayan bazı Osmanlı seçkinlerinin, 20. yüzyılın başından itibaren dinî kökenlerine öncelik atfederken bunun yanı sıra milliyet algısını da dikkate almaya başladıkları görülmektedir.
Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçi akımlar daha çok ulusal bilinci pekiştirme ve mevcut hakların artırılması, refahın daha adil bölüşümü, din-devlet ilişkileri gibi tartışmalar üzerinden yürütülmüştür. Örneğin ünlü Fransız Düşünür Ernest Renan; ülkesini, kilisenin sosyal hayattaki baskın yerini önemseyenler ve karşı çıkanlar olmak üzere iki milletli ülke olarak tanımlamakta, Fransız milliyetçiliğinde ayrışma din temelinde gerçekleşmektedir[12]. Ancak Türk milliyetçiliği var olma mücadelesi etrafında gelişmiş ve bütün sosyal olgular gibi aslında çok daha eski dönemlerden ödünç alınan bir geleneğin devamlılığını yerine getirmeyi amaçlamıştır. Başka bir değerlendirmeyle, Rusya’nın Bolşeviklik yaklaşımını bir tür milliyetçilik olarak Türk milliyetçiliğinden oldukça farklı bir noktada konumlandırmak gerekmektedir. Bolşevizm daha çok başka milletlerin tahakküm altına alınmasına dayalı iken Türk milliyetçiliği bir arada yaşama ve her grubun kendisini ifade etmesine ve kültürünü yaşatmasına imkân sağlama anlayışına dayanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dinamiklerinden birisi olarak milliyetçilik, diğer devletlerin sınırlarına, milletlerin can ve mal güvenliğine, bütün insanların emniyetine saygı duymayı gerektiren bir resmî ideoloji olarak öne çıkmaktadır.
Modern toplumlarda bilimin ilerlemesi ile doğanın daha çok kontrol altına alınması hedeflenmiştir. Bilimsel kalkınmayı ele alan felsefi yaklaşımlar milliyetçilik düşüncesini de etkilemiştir. Bu anlayışın ortaya koyduğu determinist bakış açısı, ortaya çıkarmak istenilen toplumsal düzen ve devlet-millet ilişkisi, Türk milletinin kültürel özellikleriyle tam olarak bağdaşmamaktadır. Türk milliyetçiliği Batı merkezli milliyetçilik modellerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Bu bağlamda Türk milliyetçiliği, insanları sadece akılla açıklamaya çalışan yaklaşımların öne sürdüğü rasyonel ulus yaklaşımının dar kalıplarıyla açıklanamaz. Aynı zamanda Türk milliyetçiliği bir sınıf ya da zümrenin sınırlı bir alanda elitist bir bakış açısıyla geliştirdikleri milliyetçilik anlayışlarıyla da ifade edilemez.
Toplumsal hareketlerin yoğun olarak yaşandığı ve belirsiz bir dönemden geçildiği düşünüldüğünde, değişik grupların da önceliklerinin farklı olacağı söylenebilir. Diğer düşünceler gibi milliyetçilik de ancak mensuplarının idrak ve telakkisi ölçeğinde gelişim gösterebilir. Bazı dönemlerde milliyetçiler için güçlü ve bağımsız bir devlete sahip olma arzusu öncelik kazanmıştır. Türk milliyetçiliği de içerisinde bulunduğu kültürle etkileşim içerisinde ivme kazanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında söz konusu olan güçlü ve bağımsız bir devlete sahip olma arzusu, bugün çağdaş milletler seviyesine ulaşma çabası ve isteği olarak öncelik almaktadır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türk milliyetçiliği anlayışının gelişmesinde; Türkçülük, Pantürkizm ve Turancılık gibi kavramların tartışılmasının katkısı olmuştur[13]. Türk milliyetçiliği farklı yaklaşımlar çerçevesinde değişime uğrasa da Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak ideallerini içerisinde barındırmaktadır. Bunlardan ilki uluslaşma sürecine, ikincisi inanç yapısına, üçüncüsü ise gelişme ve kalkınma düşüncesine göndermelerde bulunmaktadır. Türk milliyetçiliğinin ortaya çıktığı dönemlerde birbirine yoğun bir biçimde karşıt olan ve aynı zamanda Türklük ile birlikte ele alınması gereken iki büyük akımdan söz edilebilir. Batıcılık ve İslamcılık olarak ifade edilen bu iki yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin gelişimine katkı sağlamıştır,
Modern Türkiye’de imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde birçok zorluğun yaşandığı görülmektedir. Bir anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına verilen bir tepki olarak milliyetçiliğin yayılma alanı bulduğu söylenebilir. Dağılma dönemlerinde ayrılıkçı isyanlarla mücadele eden Osmanlı Devleti, kendine özgü bir milliyetçilik oluşturamamıştır[14]. İlerleyen dönemlerde I. Dünya Savaşı’nın sonlanması ve sınırlı bir alanda mücadele etme ve devlet kurma fikrinin pekişmesiyle Türk milliyetçiliği düşüncesinin gelişme kaydettiği bilinmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren modernleşme hedefini bir şekilde muhafaza eden milliyetçi yaklaşım, bu amacına ulaşabilmek için bir yönüyle sanayileşmeyi ve beraberinde kentleşmeyi diğer yönüyle taşrayı ve köylüyü önemsemiştir[15]. Bu yaklaşıma göre Türk milliyetçiliği kent ve köyün dinamiklerini içerisinde barındıran, bir bakıma bu iki dünya görüşünün sentezi olma özelliği taşıyan ender yaklaşımlardandır.
Osman Turan’ın Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi ve milliyetçilik anlayışına göre geçmişte yaşanılan önemli gelişmeler, bir milletin geleceğini garanti altına almaya yetmemektedir. Milliyetçiliğin millî kültüre dayanması gerektiğini savunan yazar, her millet gibi Türk milletinin de kurtuluşunu istemenin hem insani hem de millî bir sorumluluk olduğunu vurgulamaktadır.
Türkiye’de geleneksel milliyetçilik, millet kavramını hiçbir zaman devlet kavramından bağımsız olarak düşünmemiştir[16]. Bu anlamda diğer fikir akımları ile kıyaslandığında Türk milliyetçiliğinin devleti olmazsa olmaz olarak gördüğü, eleştirilerini ve mücadelesini yapıcı bir zeminde yürüttüğü görülmektedir. Bununla birlikte millet kavramıyla çoğunlukla bir etnisiteye gönderme yapan asabiyet temelli bir yaklaşım da benimsenmemiştir. Gökalp’e göre[17] millet; lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir.
Türk milliyetçiliği, fiilî olarak bir devlet ilkesidir. Bu kapsamda kabul görerek her alanda egemen olması beklenen doğal bir refleks olmalıdır. Ancak, siyasi alanda mücadelesi yapılan bir fikir sistemi hâline getirilmiş olması, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur[18]. Bu bağlamda milliyetçiliği, bir grup tarafından savunulan veya başka bir grup tarafından reddedilen bir düşünce olmaktan çok milletin ortak paydası ve devletin devamlılığını sağlamak açısından bir toplumsal sözleşme zemininde ele almak zorunludur. Milliyetçilik, fikir dünyasında bütün yönleriyle sosyolojik bir konu olarak incelenebilir, akademik çalışmalar yoluyla farklı sosyal gerçeklikler içerisinde milliyetçiliğin rolü ve önemi ele alınabilir. Ancak Türk milliyetçiliğini siyasi rakip olarak kurgulamak, toplumsal barışa ve ülke menfaatlerine hizmet etmeyecektir. Bu durum iki yönüyle toplumsal bir çıkmazı kaçınılmaz kılmaktadır. Birincisi; kendisini Türk milliyetçisi olarak ifade edenlerin, sürekli milliyetçiliği savunmak zorunda kalması sonucu milliyetçiliğin güç kaybetmesi, ikincisi ise milliyetçiliği rakip düşünce ve hatta yok edilmesi gereken bir anlayış olarak ele alanların aslında devlet düzeninin temel taşlarını yerinden oynatarak toplumsal sinir uçlarına zarar vermeleri olarak özetlenebilir. Bunun doğal bir sonucu olarak ülkemizde toplumsal kurumlar milletin hassasiyetlerine duyarlı yapı ve işleyişe kavuşamamaktadır.
Türk milliyetçilerinin bakış açısına göre toplumu birbirine bağlayan ülküler, ortak bir geleceğin kurulmasına yönelik bir siyasi iradeyi ve müşterek bir kültürel hazineyi içermektedir. Uzun zamandır toplumun farklı kesimleri tarafından dile getirilen özgün eğitim sistemi, kendi değerlerimize uygun kültürel ve sanatsal yaklaşımlar, beklentileri karşılayacak ölçekte gelişim gösterememiştir. Bu durum bir yönüyle Türk milliyetçiliğinin düşünce, sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlarda yeterince temsil edilmeyişinden kaynaklanmaktadır.
Milliyetçiliğe yöneltilen eleştiriler daha çok şu başlıklar altında ifade edilmektedir: Irkçılık, entelektüel derinlik sorunu, cihanşümul bir ideal olmaması[19]. Tarih boyunca Türk milletinin bir devlet çatısı altında yaşamış olmalarının birçok siyasi ve kültürel sonucu ortaya çıkmıştır. Öncelikle devlet geleneğinin doğal bir sonucu olarak hür ve bağımsız yaşama alışkanlığına sahip olunması gösterilebilir. Avrupa’da özellikle 18. yüzyılda başlayan milliyetçi hareketlerin Türklerde ortaya çıkması, çok daha eski dönemlere dayanmaktadır. Türk milliyetçiliğini ırkçılıkla aynı bağlamda değerlendirmek büyük bir haksızlık olur. Türk milliyetçiliği etnisiteye dayanan bir anlayış olarak ifade edilemez. Atatürk’ün millet hakkındaki “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına Türk milleti denir.” ifadesi; esasen başlangıcından itibaren Türk milliyetçiliğinin felsefesini, millet ve milliyetçilik anlayışını ortaya koymaktadır.
Türk milliyetçileri açısından geçmişte ve günümüzde kurulmuş örgütler, siyasi hareketler ve liderler; vatanına ve milletine hizmet ettiği ölçüde önemlidir. Bu açıdan bakıldığında bütün bu organizasyonlar amaç değil, araç olarak görülmektedir. Yakın dönem sosyal ve siyasi gelişmeler göstermiştir ki bazı çevreler Türk milliyetçiliğini temsil ettiği düşünülen kişi ve kurumlar üzerinden Türk milliyetçiliğine yönelik haksız eleştirilerde bulunmaktadır. Milliyetçilik ve milliyetçiler bu eleştirileri hak etmemektedir. Aslında Türk milliyetçiliği bir aydınlanma, kültürlenme ve kalkınma hareketi olarak değerlendirilmelidir.
Türk milliyetçiliğini etnisiteye dayanan yaklaşımlardan ayıran temel farklılık, millî kültür ve medeniyeti geliştirmek amacıyla ortak duygu ve düşüncelere dayanmasıdır. Aynı zamanda bir ideoloji olmasının yanı sıra daha çok bir ideali ifade etmesidir. İdeal ve ideoloji aynı kökenden gelmiş olmalarına rağmen aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. İdealler daha çok fikirlere, ideolojiler ise tasavvurlara dayanmaktadır. Türk milliyetçiliği her ikisini de kapsayan yönüyle birleştirici ve bütünleştirici bir özelliğe sahiptir.
Türk milliyetçiliğini bir düşünce sistemi olarak ele alındığında, dört ana unsurdan söz edilebilir21. Bunlar:
a)  Muhafazakârlık ve ilerlemecilik: Türk milletine ait özelliklerin korunması ancak aynı zamanda dönemin koşullarına uygun olarak ihtiyaç ve beklentilerin yenilenmesi,
b)  Güçlülük: Milletlerin bekası için bilimsel, sosyal, ekonomik ve siyasal alanda güçlü olmak,
c)  Turancılık: Uzun dönemli düşünerek yılmadan ve yorulmadan hedefe odaklanmak,
d)  Milletin zaman boyutu ve ülkücülük: Fertlerin ömürleriyle sınırlı olmayan uzun dönemli hayal, hedef ve idealler bütünü olarak Türk milletinin geliştirilmesi mefkûresidir.
Bilimin gelişmesiyle birlikte, ideoloji ve fikir sistemlerine ihtiyaç olmadığını ifade eden bazı görüşler söz konusudur. Bu yaklaşım kabul edilemez. Ancak, bilimle çelişen ideoloji ve fikir sistemleri devamlılıklarını sürdüremez. Türk milliyetçiliğinin içeriği ve yöntemi bilimle çelişmemektedir. Aksine bilimsel bilgileri ve metodu kullanarak Türk milletinin gelişimine katkı sağlamak temel hedef olarak görülmektedir.
Türk milliyetçiliği, millet kavramının yeniden tanımlanmasına ve dağılan imparatorluktan bağımsız ve millet hâkimiyetine dayanan yeni bir devlet kurulmasına öncülük etmiştir. Kurtuluş Savaşı’na Türk milletinin kitlesel olarak destek vermesinde milliyetçi hissiyatlar etkili olmuştur. Aynı zamanda Türk milliyetçiliği, milletin devamlılığını sağlamak açısından oldukça önemli görülen kültürel dinamiklerin geliştirilmesinde de rol oynamıştır.
 
Sonuç
Milliyetçiliğin her türlüsünün modern toplumlarda dışlandığı yönünde oluşturulmak istenilen yaygın ve yanlış bir kanaatten bahsedilebilir. Oysa sosyal olgular söz konusu olduğunda teori ve pratiğin birbiriyle çoğu zaman çeliştiği bilinmektedir. Örneğin farklılıkların yönetilmesi, kültürel çeşitlilik, medeniyetlerin ittifakı gibi son derece insancıl teori ve söylemlerin yaygın bir biçimde ifade edildiği Avrupa ülkelerinde gerçekte neler olup bittiği herkesçe malumdur. Özellikle son dönemde mülteci krizleriyle bir kez daha gün ışığına çıkan Batı tahammülsüzlüğü, yıllardır tekrarlanan birlikte yaşama söylemlerini altüst etmektedir. Batı, kısa sürede köleleştiremeyeceği ve kontrol edemeyeceği kadar çok insanın sorumluluğunu almaktan kaçınmaktadır. Bu bağlamda insanlığın huzur ve barışını hedefleyen Avrupa ideali, büyük ölçüde sorgulanmaya muhtaç görünmektedir.
Türk milliyetçiliğinin, Cumhuriyet'imizin kuruluş sürecinde olduğu gibi siyasal yaşama şekillendirici ve belirleyici bir şekilde damgasını vurabilmesi için toplumun ve devletin geniş katmanlarına ulaşan bir çalışma ahlakı ve dinamiği oluşturması gerekmektedir. Günümüzde, ulus devletlerin küresel olarak tehdit altında olduğu, buna bağlı olarak Türk milletini var eden bazı değerlerin de aşındığı görülmektedir. Türk milliyetçilerinin sanat, bilim ve siyasette daha görünür olması ve Türk milletinin kaderini etkileyen gelişmeler karşısında daha aktif bir rol oynaması beklenmektedir. Kriz dönemlerinin aynı zamanda fırsatları da beraberinde getirdiği düşünüldüğünde büyük kaoslar büyük sıçramalara da yol açabilir. Türk milliyetçiliği, gücünü büyük oranda milletten ve değişim kapasitesinden almaktadır. Konjonktürel olarak birçok çalkantılı dönemin atlatılmasında önemli rol oynayan Türk milliyetçiliğinin bir ucu gelenekte diğer ucu gelecektedir.
Son olarak bilinmelidir ki Türk milliyetçiliğinin, herhangi bir dünya görüşünden çok daha fazlasını ifade etmesinden dolayı kaybetmesi, Türkiye’nin kaybetmesi anlamına gelmektedir. Türk milletine ve dolayısıyla milliyetçilere düşen en önemli görev; söylem ve slogandan çok, bilime ve teknolojiye önem vermek, çağın gerektirdiği bilgi ve beceriler ile donanmaktır. Ancak bu şekilde milliyetçiliğin gerektirdiği sorumluluklar yerine getirilebilir.
 
 
Kaynaklar


[1] Macit, N. (2011). Türk milliyetçiliği: Kültürel akıl içtihat ve siyaset, Ankara: Berikan Yayınları.

[2] Boztemur, R. (2006). Tarihsel Açıdan Millet ve Milliyetçilik: Ulus Devletin Kapitalist Üretim Tarzıyla Birlikte Gelişimi, Doğu-Batı, 38, 161-180.

[3] Kaplan, M. (2010). Nesillerin Ruhu, İstanbul: Dergâh Yayınları.

[4] Ete, H., Taşdelen, H., Ersay, S. O. (2014). Ülkücülükten Tepkisel Milliyetçiliğe: MHP’nin İdeolojisi ve Seçmen Eğilimleri, İstanbul: SETA Yayınları.

[5] Çarkoğlu, A., & Kalaycıoğlu, E. (2014). Türkiye’de ve Dünyada Milliyetçilik, İstanbul: IPM Yayınları.

[6] Yıldırım, E. (2006). Küreselleşen Dünyada Milliyetçilik, Doğu-Batı, 38, 181-202.

[7] Çalık, T. (1995). Zamanımızdaki Hızlı Değişmeler ve Milliyetçilik, Türk Yurdu.

[8] Muhiddin, A. (2004). Modern Türklükte Kültür Hareketleri (çev. S. Mertoğlu), İstanbul: Küre Yayınları.

[9] Kushner, D. (1998). Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul: Fener Yayınları.

[10] Yıldırım, E. (2014). Türkiye’de Milliyetçilik ve Millî Kimlik: Türkçülüğün Keşfi ve Ulus Devletleşme Sürecinde Türk Millî Kimliği, The Journal of Academic Social Science Studies, (78), 73-95.

[11] Topçu, N. (1978). Milliyetçiliğimizin Esasları, İstanbul: Dergâh Yayınları.

[12] Çitak, Z. (2006). Fransa’da Laiklik ve Milliyetçilik: 1950 Kilise-Devlet Ayrılığı Yasası, Doğu-Batı, 38, 145-160.

[13] Karakaş, M. (2006). Türkçülük ve Türk milliyetçiliği, Doğu-Batı, 38, 57-76.

[14] Keyder, Ç. (1999). 1990’larda Türkiye’de Modernleşmenin Doğrultusu. İçinde S. Bozdoğan ve R. Kasaba (Editörler) Türkiye’de Modernleşme Ve Ulusal Kimlik (29-42), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

[15] Öztan, G. G. (2006).Türk Milliyetçiliğinde Taşra Fetişizmi ve Toplumsal Cinsiyet, Doğu-Batı, 38, 77-92.

[16] Çalık, M. (2008). Millî Kimlik, Milliyet, Milliyetçilik, Ankara: Cedit Yayınları.

[17] Gökalp, Z. (1963). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Varlık Yayınları.

[18] Kösoğlu, N. (2000). Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, İstanbul: Ötüken Yayınları.

[19] Kafesoğlu, İ. (1970). Türk Milliyetçiliğinin Esasları, İstanbul: Milli Eğitim Yayınları.

21 Tuğcugil, A. (1980). Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi: Teori, Ankara: Töre Devlet Yayınları.