İLK MÜSLÜMAN TÜRKLER

18 Mayıs 2016 10:51 ÖZEN TOPÇU
Okunma
24707
İLK MÜSLÜMAN TÜRKLER

 

Özen TOPÇU
 
  Bizlere ta ilkokuldan beri öğretilen, ilk Müslüman Türk’ün Satuk Buğra Han olduğudur. Evet; devlet başkanı seviyesinde ilk Müslüman Türk Satuk Buğra, ilk Müslüman Türk devleti de Karahanlılardır. Ancak, şahıs olarak Müslümanlığı ilk seçen Türk, sahabelerden Osman bin Talha’dır. (Talha Oğlu Osman) Şimdi ilk Müslüman olan bu iki Türk hakkında ayrıntılı bilgi sunalım:
Osman Bin Talha: Peygamber’imiz döneminde Mekke’de demir işiyle uğraşan bir sülale vardır. MS 500’lerde Mekke’ye yerleşen Oğuzların Kayı boyuna mensup bu Türk ailesi, Arap kaynaklarında Süreyc kabilesi olarak geçer. Dönemin Arap kaynakları da bunlardan Türk diye söz ederler. Süreycler, kadim Türk mesleği olan demircilik yaparlardı. Bütün kılıçlar, zırhlar, kapı kolları vs. bu sülale tarafından yapılırdı. Bilindiği gibi, Kâbe’de öteden beri çeşitli görevler için çeşitli kabilelerden kişiler görevliydi. Hicabe denilen ve görevi Kâbe’nin perdedarlığı ve anahtarlarını taşıma olan hizmet, bu Türk sülale tarafından yürütülüyordu. Mekke’nin Fethi günlerinde, Kâbe’nin kayyumculuğu da denilen (Kâbe’nın korunması ve kapıların kilitlenmesi) bu görev, 120 yıldan bu yana bu Süreyc kabilesi tarafından yerine getiriliyordu.
  Hicret’in sekizinci senesi olan 630’da Mekke fethedildiği zaman, Hz. Peygamber Kâbe’ye girmek ister. Ancak kapı kilitlidir. Kâbe’nin kapısını açma görevi, demir sanatıyla uğraşan Türk ailesinden Osman bin Talha adlı bir Türk’tedir. Peygamberimiz, anahtarı almak için Hz. Ali’yi görevlendirir. Ali buna çok sevinir, çünkü Kâbe anahtarına sahip olmak oldukça onurlu ve ayrıcalıklı bir payedir. Hz. Ali büyük bir sevinç ve kararlılıkla gider, Talha’dan anahtarı ister. Talha vermez. Hz. Ali, hışımla onun elini burkarak anahtarı alır ve sevinç içinde Kâbe’nin yolunu tutar. Hz. Ali Kâbe’nin kapısını açar, Hz. Peygamber içeri girerek iki rekât namaz kılar. Peygamber’imiz Kâbe’den çıkarken amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan kayyumculuğu kendisine vermesini ister. Bu olaya tanık olan Mekkeli müşrikler, işte şimdi Müslümanlar birbirine düşecek, bakalım Ali’den anahtar nasıl alınıp Abbas’a verilecek diye sevinç içinde ellerini ovuştururlarken –işte tam bu esnada- Nisa suresinin 58. ayeti nazil olur. Bu ayetin manası mealen şöyledir:
  “Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semi’dir, çok iyi duyar; Basir’dir, çok iyi görür.”[1]
Efendi’miz, Hz. Ali’ye “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini” emreder. Hz. Ali şaşkınlık içerisindedir ama yapacağı bir şey de yoktur. Büyük üzüntüyle anahtarı Talha’ya geri verir. Bu kez Talha şaşkınlık içindedir. Hz. Ali, “Demin senden anahtarı alırken senin elin acıdı, şimdi de benim yüreğim acıyor.” der. Talha, anahtarın tekrar kendisine verilmesinin sebebini sorar. Hz. Ali, “Allah Resulü, ‘Emaneti ehline verin!’ buyurdular.” der. Tabii Osman bin Talha o sırada müşriktir, İslam’dan bihaberdir. Osman bin Talha, İslamiyet’in henüz hiçbir öğretisini bilmediği hâlde, sadece bu, “Emaneti ehline veriniz.” sözü ilgisini çeker. Bu nasıl bir din ki bu kadar ayrıntıya önem veriyor, bu kadar ince duygular barındırıyor der ve orada Müslüman olmaya karar verir. Tarih 630’dur. Bize; tarih derslerimizde, İslamiyet’in Türkler tarafından kabul edilişini, Karahanlı Hakanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olduğu tarih olan 940 yılı olarak öğretmişlerdi. Aslında ise Osman bin Talha, ta 630 senesinde Müslüman olmuş olan ilk Türk’tür. Süreycler, ilk Türk sahabelerdir.
  Süreyclerin Kâbe kayyumluğu vazifesi, 8 Ocak 1926’da Suudi Arabistan devletinin İngilizler tarafından kurulduğu yıla kadar, 1400 yıl kesintisiz devam etmiştir. [2]
  Süreyclerle ilgili ilginç bir bilgi daha verelim: Oğuzların Bozok kolu Kayı boyundan olan Süreyc kabilesinin lideri Osman bin Talha, yapmış olduğu değerli bir kılıcı 3. Halife Hz. Osman’a hediye eder. Kılıç o kadar güzel ve değerlidir ki büyük paralarla el değiştirir. Yüzyıllar sonra bu kılıç Şeyh Edebali’nin eline geçer, o da damadı Osman Gazi’ye verir. Şu ilginç duruma bakın ki Kayı boyundan bir Osman’ın yaptığı kılıç, Kayı boyundan başka bir Osman’a –Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracak olan- Osman Gazi’ye ulaşacaktır. Osman Bin Talha’nın yaptığı bu kılıç, şimdi Topkapı Müzesi’nde sergilenmektedir. Üzerinde Kayı boyunun damgası olan, “iki ok, bir yay” ibaresi “IYI” şeklinde bulunmaktadır.[3]
 
Satuk Buğra Han: Bilindiği gibi, Orta Asya’daki ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar Devleti’dir. Bu devletin hükümdarlarından olan ve İslamiyet’i ilk kabul eden, Müslüman olduktan sonra da Abdülkerim adını alan Satuk Buğra Han ile yeni din; Türkler arasında hızla yayılmıştır.[4] Karahanlılar ailesinin bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadır Han’dır. Satuk Buğra Han, Bilge Kül Kadır’ın torunu, Bazir Arslan Han’ın oğludur.
  Satuk Buğra, genç bir Prens iken Karahanlılara sığınmış olan Ebu Nasr adlı Samani[5] şehzadesi ya da sufi vaizi ile karşılaşması, onun İslam dinini benimsemesi ile neticelenmiştir. Atalarının dinini terk edip başka din seçen Satuk Buğra, Türkler arasında ilk başlarda büyük tepki görmüştür. Daha sonra, amcasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazanmış ve sonra da hâkim olduğu bölgelerde İslamiyet’i resmen ilan etmiştir[6]. Bu olay, Türk tarihinde büyük dönüm noktası oluşturacaktır. Türk kültür ve medeniyetinin, orta çağda dünya çapında doruk noktaya ulaşması bundan sonra başlamıştır. Karahanlıların önde gelen illeri Buhara, Semerkant, Farab, Balasagun, Kâşgar, Taşkent (Şaş) zamanının önemli kültür merkezleri olmuştur. Düşünce hayatının büyük isimleri Farabi, İbni Sina, Kâşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi, Gazali gibi daha birçok Türk düşünür ve ilim adamı Karahanlı ülkesinde bu merkezlerde yetişmiştir.[7]
  Türk tarihinin ve Türk kültürünün en temel eserleri Karahanlılar devrinde yazılmıştır. Bunlardan Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ü başta gelir. Ayrıca, Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i, Edip Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakayık’ı bu dönemin başlıca eserlerindendir.[8]
  Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile ilgili olarak günümüze erişen menkıbe, Türk-İslam kültür ve edebiyatı açısından abide niteliğindedir. Bu menkıbe, Satuk Buğra’nın Hızır Aleyhisselam ile karşılaşması ve rüyasında İslam dininin esaslarını öğrenerek Müslüman olmasını anlatır. Bu ünlü Türk destanı, ilk olarak Fernand Grenard(1866-1942) tarafından 1900 yılında Journal Asiatique mecmuasında yayımlanmış, buradan Osman Turan tarafından Ülkü dergisinde Türkçeye çevrilmiştir.[9] Bu destan, özetle şu şekildedir:
Satuk Buğra Han Destanı: Hazreti Peygamber bir gece kanatlı Burak’a binmiş, miraç ediyordu. Yanında büyük meleklerden Cebrail vardı. Mana âleminde, bütün peygamberler çevresini almışlardı. Peygamber’imiz, hepsini tanıyordu. İçlerinden bir çehreyi tanıyamadı. Cebrail’e kim olduğunu sordu.
  Cebrail, “Bu.” dedi, “Sizden üç yüz yıl sonra gelecek Satuk Buğra Han’dır. Türkistan’a dinimiz yayacak ve Türkleri İslam’ın nuruna kavuşturacaktır.” Peygamber’imiz, bu cevapla sonsuz bir sevinç duydu. Buğra Han’ın ruhuna sevgiyle baktı. Sonra miracından yeryüzüne avdet buyurdu. Buğra Han’ı unutamıyordu. Her gün ona dua ediyordu.
  Ashabıkiram bir gün kime dua ettiğini Peygamber’imize sordular. Allah’ın Resulü, vakıayı anlattı. Ashap, merak ettiler, Buğra Han’ın ruhunu görmek için yakardılar. Peygamber’imiz, kabul buyurdu ve Türklerin hakanının ruhunun erişmesi için Cenabıhakk’a dua etti. Birden kırk atlı göründü. Bunlar, ortalarına Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı almış kırk Türk atlısı idi. Hepsi, Peygamber’i ve ashabını saygıyla selamladı. Hazreti Peygamber Türk hakanı ve Türk ordusu için dua etti.
  Satuk Buğra Han, hidayet nuruyla doğmuştu. Daha çocukken ağırbaşlı, vakur, yüksek ahlaklı idi. On iki yaşına iken kâhinler, annesine müracaat ettiler. Bu çocuğun ileride atalarının dinini bırakacağını, Müslüman olacağını, bütün Türkleri Müslüman yapacağını, katlinin gerektiğini söylediler. Hatun, atalar dinini bırakmanın ayıp olduğunu fakat oğlunu şimdiden öldürmenin gerekmediğini, ileride Müslüman olmak istediği zaman icabına bakılabileceğini söyleyip kâhinleri savdı.
  Kâhinlerin kehanetinden on iki yıl sonra Satuk Buğra Han, ormanda avlanırken kendisine Hızır Aleyhisselam göründü ve nasihat etti. O günün gecesinde de rüyasında İslam dininin esaslarını öğrendi. Türk prensi, kelimeişahadet getirerek Müslüman oldu.
  Haber, derhâl amcası Harun Buğra Han’a erişti. Han, yeğeninin ata dinini bıraktığını öğrenince çok kızdı. Derhâl yanına geldi. Satuk Buğra’nın bir cami inşa ettirmekte olduğunu gördü. Tepesi attı. Caminin taşlarını devirmek istedi. Fakat yer bir miktar yarıldı. Harun Buğra Han, dizlerine kadar toprağa gömüldü. Yeğeni Satuk Buğra Han, amcasına acıdı. “Tek kelimeişahadet getirip bu beladan kurtul. Allah Rahman ve Rahim’dir ey Türklerin hakanı!” dedi. Harun Buğra Han, kızgınlığından küfretti. Yer yine yarıldı. Türklerin hakanı boğazına kadar toprağa gömüldü.
  Abdülkerim Satuk Buğra Han, amcasına tekrar tövbe ve istiğfar teklif etti. Türk hakanı, atalarının dinini bıraktığı için yeğenine lanet etti. Bunun üzerine yer biraz daha yarıldı ve Harun Buğra Han’ı içine aldıktan sonra yarık kapandı.
  Bu mucizeyi görenler, görmeyenlere anlattılar. Bütün Türk illeri Müslüman oldu. Abdülkerim Satuk Buğra Han Türklerin hakanlık tahtına geçti. İslam’ın keskin kılıcı idi. Bütün ırktaşlarını Hak dinine çağırdı. Karşı koyan Uygurları cezalandırdı.
  40 sene hakanlık tahtında şan ve şerefle oturdu. Fena âleminden beka âlemine geçtiği zaman Türk illeri hak dini ile müşerref olmuşlardı. Türkler, Allah’ın adını yüceltmekle görevlendirildiklerini biliyorlardı. Bu kutsal gaye için Türkistan’dan Yakın Doğu’ya akmaya hazırdılar.
  Abdülkerim Satuk Buğra Han, dört oğul ve dört kız bıraktı. Hepsi babalarının yolunda devam ettiler. Ne büyük şeref ve saadete eriştiklerini biliyorlardı. Her millet içinde İslam dininden dönenler ve belalarını bulanlar çıktı. Yalnız Türklerin içinden, bir defa Hak dinini kabul ettikten sonra dönen görülmedi. Zaten Hz. Peygamber, daha üç asır önce “Benim Türk adında bir ordum vardır.” buyurmuştu. Türkler, bu hadisişerifin sırrına mazhar bir millet olarak yaşadıkça Tanrı onlardan hiçbir şeyi esirgemedi, onlara hiçbir yüceliği çok görmedi. Tanrı’nın seçilmiş kavmi olan Türkler, uzun asırlar boyunca, tarihte hiçbir millete nasip kılınmamış bir şan ve şevket içinde yaşadılar.[10]
 
 


[1] Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Hürriyet Ofset, İstanbul, 1994, s. 89.

[2] Bu bilgiler; 29 Aralık 2013 tarihinde Karadeniz TV’de yayımlanan “Gönül Mimarları” adlı programda, Oktan Keleş tarafından aktarılmıştır.

[3] www.turktarihim.com/Süreyciler_HzOsmanın_Klıcı.html.oktankeles@gmail.com

[4] Reşat Genç; “Satuk Buğra Han ve Türklerin İslamiyet’i Kabulü”, Makaleler-1, yayına haz. Semih Yalçın, Uğur Ünal, Togay S. Birbudak, Ankara, 2009, s. 364, Berikan Yayınları.

[5] İran’daki Samani Devleti

[6] Genç; “Karahanlılar”, age., s.146.

[7] Ümit Hassan; “Karahanlılar ve Kutadgu Bilig”, Türkiye Tarihi-1, Osmanlı Devleti’ne Kadar Türkler, yayına haz. Sina Akşin, İstanbul, 1987, s. 302, Cem Yayınları.

[8] Ana Britannica, Ana Yayıncılık, C. 18, İstanbul, 1993, s. 141.

[9] Yılmaz Öztuna; “Satuk Buğra Han Destanı”, Türk Ansiklopedisi, C. 28, Ank. 1980, s. 176, Millî Eğitim Basımevi.

[10] Öztuna; age., s. 176-177.