DOKSAN ÜÇ HARBİ VE İLGİNÇ GELİŞMELER
Özen TOPÇU
Giriş
Osmanlınınher türlü zayıf anından faydalanarak genişleme politikası izleyen Ruslar, Kırım Savaşı sonrası imzalanan 1856 Paris Antlaşması’yla ağır darbe yemişti. Bu antlaşma ile Avrupa’da kuvvet dengesi sağlanmış, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü teminat altına alınmıştı. Bu antlaşmada Rusları en çok etkileyen hüküm, Karadeniz’de donanma ve tersane bulundurmayacak olmalarıydı. 1870’lerin başında önce İtalyan birliğinin, ardından da Alman birliğinin (Cermen Birliği)kurulması Avrupa’da Paris Antlaşması’yla oluşturulan düzeni altüst edecektir.Bu durumdan yararlanan Rusya, tek taraflı olarak Karadeniz’in askerden arındırılması hükmünü kaldırdı ve bunu Avrupa devletlerine kabul ettirdi.[i]Alman birliğinin sağlanması Ruslar için büyük tehlikeydi. Bunun karşısında ancak Slav birliğinin kurulmasıyla durulabilirdi.[ii]19. yüzyılın başından beri var olan Panslavizm ülküsü 1870’lerden sonra büyük bir ivme kazandı. Ancak, Rusların Panslavizm idealleri için bir handikapları vardı: Ortodoksluğu temel unsur olarak kabul ediyorlardı. Rusya dışında yaşayan Slavların yarıya yakını Avusturya-Macaristan toprakları üzerinde yaşıyordu.Ancak onların büyük çoğunluğu Katolik idi ve Batı kültürüne yakındı. Slavların diğer bir kolunu oluşturan Polonyalılar da Katolikti ve Batı kültürüne bağlıydı. Dolayısıyla Panslavizm hareketi etkisini en çok Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde gösterecekti.[iii]
Rusların bitmek tükenmek bilmeyen kışkırtmalarıyla Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Ortodoks Hristiyanların huzurları kaçtı ve isyanlar başladı. İşte bu isyanları bahane eden Ruslar, Hristiyanları koruma görüntüsü altında Osmanlı Devleti’ne savaş açacak ve böylece 1877-1778 Osmanlı-Rus Savaşı ya da diğer adıyla Doksan Üç Harbi başlayacaktır. Savaşın hemen öncesi, Osmanlı Devleti’ne bağlı yarı özerk bir prenslik olan ve Slav ırkından olmayan Romanya’nın,Osmanlı Devleti’ne müracaat ederek kendilerine bağımsızlık tanınması ve prens unvanı olan hükümdarlarına kral denilmesi karşılığında tarafsız kalacakları teklifi Babiali tarafından geri çevrildi.[iv]Rusları durdurmanın doğal engeli Tuna Nehri’ydi. Ruslar, 16 Nisan 1877 tarihinde Romanya ile kendilerine bağımsızlık sözü veren bir antlaşma yaptı.Hemen ardından, 24 Nisan 1877’de Romanya topraklarından serbestçe geçerek Osmanlı Devleti’ne savaş açtılar ve kısa sürede Tuna Nehri kıyılarına vardılar.[v]Hatta 22 Mayıs’ta Romanya’nın Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmesini de sağladılar.[vi]Tuna’daki Osmanlı donanması kısa sürede yok edildi. Hızla ilerleyen Ruslar, Balkanların kritik ve stratejik noktası Şıpka Geçiti’ni ele geçirdiler. Ancak, daha gerideki Plevne’de beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. Osman Paşa değişikşekilde müstahkem bir mevki hâline getirdiği Plevne’de destansı bir savunma örneği vermiş, binlerce Rus askerini savaş dışı bırakmıştı. Rus çarının,“Hristiyanlık burada mahvoluyor!” diye feryat ederek gözyaşı döktüğü[vii]tarihî direniş aylarca sürmesine rağmen hiçbir yardım alamayan Osman Paşa huruç hareketine girişecek, bu harekâtta yaralanacak ve Ruslara esir düşecektir.Plevne’nin düşmesi ile Osmanlı-Rus Harbi karakterini değiştirerek yeni bir safhaya girdi. Rusya’nın yanında yer almış olan Romanya’dan başka Karadağ harbe devam ettiği gibi Sırbistan da harbe girdi. Ruslar tarafından işgal edilen yerlerde Bulgarlar da silahlandırılarak savaşa sokuldu. Böylece dengeler Osmanlı aleyhine değişti.[viii]
Doğu(Kafkas) Cephesinde ise, savaşın başında Ahmet Muhtar Paşa’nın başarıları maalesef uzun sürmeyecekti. Devamlı surette silah, cephane ve personel takviyesi alan Rus ordusu karşısında Osmanlı askeri, değil silah cephene yardımı almayı, günlük yiyeceğini bile düzenli şekilde yiyemiyordu.[ix]Erzurum’a çekilen Osmanlı ordusunun buradaki savunma başarısı, hele Aziziye Tabyasının olağanüstü şekilde savunulması, Nene Hatun’un insanüstü gayretleri gelecek nesillere aktaracağımız şan ve şeref destanı olarak tarihte yerini alacaktır.
Plevne’nin düşmesi sonrası Edirne önlerine gelen Rus ordusu, büyük tavizler içeren 31 Ocak 1878 tarihli Edirne Mütarekesi ile durdurulabildi. Böylece 10 ay 12 gün süren bu kanlı savaş sona eriyordu. Bu ateşkes sonrasında, 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması, hemen hemen Edirne Ateşkesi’nde belirlenen hükümleri içeriyordu. 29 maddeden oluşan Ayastefanos Antlaşması’nın en önemli maddesi büyük bir Bulgaristan Prensliği’nin kurulmasıydı. Bu prensliğin sınırları, kuzeydeTuna’ya, doğuda Karadeniz’e, güneyde Ege Denizi’ne ve batıda da Arnavutluk’a dayanıyordu.Yani Doğu Rumeli, Batı Trakya ve Makedonya Bulgaristan sınırları içinde kalıyordu.[x]Bulgarların Ege’ye dayanması Rusların Akdeniz’e inmesi demekti. Bunu İngilizlerin kabul etmeleri imkânsızdı. Avusturya da Selânik yolunun tıkanmasına göz yumamazdı.[xi]Balkanlar tamamıyla Rusya’nın kontrolüne geçiyor, Avrupa dengesi bu kez Rusya lehine değişiyordu. İngiltere ve Avusturya derhâl savaş hazırlıklarına başladılar. Her ikisi de savaştan yorgun duruma düşmüş Rusların hakkından gelebilecek güçteydi.[xii]İngiltere ve Avusturya, diğer Avrupa büyük devletlerini de yanlarına alarak Rusya’nın Ayastefanos ile oluşturduğu siyasi haritanın genel bir savaşa yol açmasını önlemek, doğuda yeni bir toprak dağıtımı ve diğer tanzimlerle yeni bir kuvvetler dengesi oluşturmak amacıyla Berlin Kongresi’ni tertip ettiler.[xiii]Osmanlı Devleti büyük ümit bağladığı Berlin Kongresi’nden daha da zararlı çıktı.[xiv]93 Harbi’nin sonucu olarak üç Osmanlı eyaleti (Romanya, Sırbistan, Karadağ)bağımsızlığına kavuşmuş, diğer üç eyalet ise (Bulgaristan, Bosna, Hersek) yarı muhtar hâle getirilmiş, bundan başka Kıbrıs elden çıkmış, bazı eyaletlerin yakın gelecekte muhtariyet esasları veya Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmaları yolu temin edilmiştir. (Girit, Arnavutluk)[xv]
Biz bu çalışmamızda, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden olan ve yıkılışı haber veren gerçek öncü mahiyetindeki[xvi]93 Harbi ile ilgili ilginç sonuçları ve değerlendirmeleri ortaya koymaya çalışacağız.
93 Harbi ve Sultan Abdülhamit
Yerli ve yabancı birçok tarihçi ve devlet adamı, 93 Harbi’ndeki feci yenilginin faturasını II. Abdülhamit’e keser. En büyük eleştiri, onun ordu komutanlarına inisiyatif vermeyip, harbi binlerce kilometre geriden, Yıldız Sarayı’ndan yönetmeye kalkmasınadır. Bunda, onun yetişme tarzının sonucu olarak aşırı kuşkulu ve tedirgin bir yapıya sahip olmasının katkısı olsa gerek. Tarihçi Cemal Kutay, 93 Harbi’nde Rus orduları başkomutanı olan Grandük Nikola’nın bir fotoğrafının altına şunları yazmış: “Çarın kardeşi ve saltanatın veliahtı idi.Bütün diğer prensler gibi savaşın ön hattında çarpıştı. Ya bizimkiler?Bizimkiler, sarayların kalın duvarları ardında ya keyif ve zevk içinde ya üzerlerine çevrilmiş tarassut bakışları altında dertli ve endişeli idiler.[xvii]Bu büyük savaşta Batı (Tuna) Cephesinde çarın kardeşi Grandük Nikola, Doğu(Kafkas) Cephesinde diğer kardeşi Grandük Mihael(Mişel) yer almıştı.[xviii]Çar da bizzat zaman zaman –Plevne’de olduğu gibi- cephede bulunmuştu.
Dr.Rıza Nur şu eleştiriyi yapıyor: “Bu sonuç ile artık Rumeli’de karşımızda düşman olarak Rusya ve Avusturya’dan başka Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan da vardı. Eğer bu savaş saraydan verilen emirler yerine değerli bir komutan tarafından yerinde yöneltilseydi ve komutanlar arasında rekabet olmasaydı zafer bizimdi… Abdülhamit, kardeşi Murat’ı hapsettiği gibi, diğer kardeşi Veliaht Reşat Efendi’yi bir saraya kapatmıştı. Kendisi Yıldız Sarayı’na kapanıp, bahçesinin çevresine iki kat duvar çektirip içine oturdu. Hiç dışarı çıkmadı. Selamlığı da Yıldız’da inşa ettirdiği camide yaptı ki, saraydan iki adım uzaklıktaydı.”[xix]
Prof.Sina Akşin, “Abdülhamit’in hastalıklı ruhunun, yani kuruntularının bir ürünü olarak İstanbul’da kurduğu Meclis-i Askerî’nin kumanda işlerine karışması işleri büsbütün çorbaya çevirdi” yorumunu yaptıktan sonra eleştirilerine şöyle devam ediyor: “Abdülhamit’in yaptığı işlerden biri de ordu ve donanmayı,iktidara zararlı olmamaları için denetim altına almasıydı. Bunun için Abdülaziz’i tahttan indiren kumandanlardan her biri bir köşeye savruldu.Mesela, Şıpka kahramanı Süleyman Hüsnü Paşa ölünceye kadar (1878’den 1894’e kadar) Bağdat’ta sürgün hayatı yaşadı. 93 Harbi’nde isim yapan iki kahraman kumandan Gazi Osman ve Ahmet Muhtar Paşalar savaştan sonra ordudan çekip alındılar. Osman Paşa Yıldız Sarayı’na mabeyin müşiri, Muhtar Paşa Mısır’a yüksek komiser atandılar. Ordulara birbirleriyle geçinemeyecek kumandanlar atadı ve meslektaşlarıyla geçimsiz olmak, hatta belki onlar aleyhine jurnal vermek bir çeşit sadakat gösterisi sayıldı. Donanma’yı Haliç’e hapsedip çürüttü,orduda manevra yapılması, gerçek mermilerle atış talimleri yapılması tehlikeli sayıldı.”[xx]SultanII. Abdülhamit’in Meşrutiyet mücadelecilerine karşı tavizsiz kini, savaşı saraydan idare etmesi[xxi],Doğu Cephesinde Rusları perişan eden Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın kendisini tahttan indireceği jurnal edilince geri alması, hatta Mısır’a göndererek onyedi sene İstanbul’a gelmesini önlemesi, aralarında anlaşma yaparak aleyhine birleşmesinler gibi inanılmaz şüphelerle birbiriyle geçinemeyen kumandanlarıyan yana savaşan orduların başına geçirmesi, savaşın başlarında lehimize olan dengeyi kısa zamanda bozmuş, ordumuzun Doğu, Şıpka, Plevne gibi cephelerde ırkına has kahramanlıkla yaptığı, tüm dünyayı hayran bırakan örnek mücadelelere rağmen, sadece kişisel olaylar, vehimler, rekabetler ve bürokrasi Rus’u on ayon iki günde Edirne’ye getirmiştir.[xxii]
Berlin Konferansı günlerinde, Türk Murahhas Heyetinden 93 Harbi’nde ordu komutanlığı yapmış Mehmet Ali Paşa ve Berlin Büyükelçisi Sadullah Paşalar ünlü Alman mareşali Moltke’yi ziyaret etmek isterler. Mareşal onları büyük bir nezaketle kabul eder. Bilindiği gibi, Mareşal Moltke, henüz genç bir yüzbaşı iken Osmanlı ordusunda ıslahat subayı olarak görev almış, değerli hizmetlerde bulunmuştur. Oyıllarda Alman ordusunun genelkurmay başkanlığı makamında bulunuyordu. “Türkiye benim ikinci vatanımdır.” diyen Mareşal Moltke, karşılıklı samimi görüşmeler sırasında şu değerlendirmeyi yapar:
“Ruslara bu kadar feci şekilde mağlubiyetiniz katiyyen mantıkî ve tabii değildir. Bu mağlubiyet Osmanlı askerinin kıymetinin zaafını ve Türk halkının cengȃverlik kabiliyetini izaha sebep olamaz. Harbe başladığınız zaman donanmanız da ordunuzda Ruslardan daha zayıf değildi. Zaferle bitecek bir harbi tam bir felaketde korku içinde kaybettiniz. Başınıza gelenler kendi hatanız… Bir milletin mukadderatına bu kadar tesir edecek hayat memat harbinin binlerce kilometre uzaklardan, sarayın içinden padişahın emriyle idare edilmiş olması havsalanın alamayacağı garabettir. Ne o padişahınıza, hatta ne de sizlere acıyorum.Münhasıran o kahraman zabitlerinize, cesur ve fedakâr askerlerinize acıyorum.İşte bu mülahaza ile Başvekil Prens Bismark’ı hemen ziyaret edeceğim. Sulhun imzasından sonra da hükûmetiniz müracaat ederse size en kıymetli Alman zabitlerinden bir ıslah heyeti göndermeye amadeyim. Hatta bunların başında muvakkaten kendim de gelirim. Türk vatanına ve Türk halkına dair hayatımda unutamayacağım güzel hatıralarım vardır. Osmanlılar, kahraman ve büyük bir topluluktur. Kuvvetli bir Türkiye, Slav tehlikesinin Avrupa’yı perişan etmemesi için şarttır.”[xxiii]
Sultan Abdülhamit’in 93 Harbi ile ilgili eleştirilen bir yönü de Berlin Kongresi’ne gönderdiği heyet olmuştur. Osmanlının ölüm kalım meselesi niteliğindeki böylesine önemli bir kongrede Osmanlıyı bir Rum’un temsil etmesi herkesi şaşırtmış, hatta alay konusu yapılmıştır. Bu kongreye Avrupa’nın 7 büyük devleti başbakanları ya da dış işleri bakanları tarafından temsil edilirken,Türkiye’yi Nafia Nazırı Aleksandr Karatodori Paşa temsil etmiştir. Tarihçi Cemal Kutay bu durumu şöyle anlatıyor: “Bütün dünyanın gözleri Berlin’de idi.İngiltere, Fransa, ev sahibi Almanya, İtalya, Rusya, Avusturya-Macaristan başbakanları ve dışişleri bakanlarını, öteki devletler ise müşahit olarak dışişleri bakanlarını göndermişlerdi. Biz ise Nafia Nazırı Rum asıllı Aleksandr Kara Todori Paşa’yı baş murahhas olarak tayin etmiş, yanına da Alman asıllı olan Mehmet Ali Paşa’yı vermiştik.Osmanlı murahhaslarına bir Rum’un başkanlık etmesi o kadar hayreti, hatta istihzayı mucip olmuştu ki, Alman mizah mecmuaları,neden Yunan Başvekili’nin Osmanlı murahhası olarak gönderilmediğini yazmışlardı.”[xxiv]Berlin Kongresi’ne katılmış olan Berlin Büyükelçimiz Sadullah Paşa da bu duruma isyaneder ve hatıralarında şunları yazar: “Ben kendi kendime kaldığım zaman, aslen Rum olan ve babasının Etnik-i Eterya Rum İhtilal Cemiyetinin kurucularından olduğu ısrarla söylenen bu zatı, başka Müslüman ve Türk yokmuş gibi, o muhataralı, devletin varlığı dünya huzurunda ortaya konulduğu günlerde baş murahhas olarak gönderenlere nasıl teessüf ettim, bu acı kadere nasıl gözyaşı döktüm, Allah bilir.”[xxv]
93 Harbi’nde Sultan Abdülhamit’in olumlu yönde katkıları da olmuştur. Edirne Mütarekesi görüşmelerinde Bulgaristan’a özerklik verilmesi, Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıklarının tanınması, ödenmesi imkânsız savaş tazminatı gibi neredeyse İstanbul’un işgaline denk gelecek Rus istekleri kabul edilmişti.[xxvi]Ancak bu görüşmelerde Rusların ileri sürdüğü bir istek daha vardı: Osmanlı donanmasının bel kemiğini oluşturan 6 zırhlı savaş gemisinin Ruslara verilmesi.İşte bu istek Sultan Abdülhamit’in gösterdiği direnç yüzünden gündemden düşürülmüş, daha sonraki Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarında da yer almamıştı.Tarihçi Enver Ziya Karal, bu durumu şöyle aktarıyor: “Bu isteklerden biri, harp tazminatı olarak altı zırhlının da Rusya’ya verilmesi idi. Vükelȃ Heyeti, bu meselede padişahın Grandük Nikola’nın futuvvet ve nefasetine müracaat etmesine,Nikola böyle bir nefaset göstermeyi kabul etmediği takdirde imparatorun nefasetine müracaat etmesine, çarın da ısrarı hâlinde, çaresiz zırhlıların Ruslara teslim edilmesine karar verdi. Abdülhamit, bu kararı kabul etmedi.Osmanlı donanmasının Ruslara teslimi hâlinde İstanbul ve Karadeniz limanlarının ilk fırsatta Rus taarruzuna kolaylıkla hedef teşkil edeceğini takdir ediyordu.Bu sebeple sadrazama bir hattı hümayun göndererek donanma konusunda Rus tekliflerini reddetmekte olduğunu bildirdi. Sadrazam Ahmet Vefik Paşa bu hattı hümayunile Ayastefanos’a giderek Grandük nezdinde birçok yüz suyu döktükten sonra onu donanma talebinden vazgeçirmeye muvaffak oldu.”[xxvii]
Abdülhamit’in 93 Harbi’ne diğer olumlu katkısı ise, Berlin Antlaşması’na eklenen, “Ermeni nüfusu ile meskûn Doğu Anadolu illerinde Ermeniler lehine ıslahat yapılması”maddesini uygulama alanına sokmamasıdır. Sultan Abdülhamit, bu antlaşma hükmünü çeşitli bahaneler yaratarak uygulamamış ve orada bir Ermenistan kurulmasını önlemiştir.[xxviii]
Harp Tazminatı ve Tazminat Karşılığı VatanToprağı
Harp tazminatına karşı vatan toprağı ödemek gibi tarihimizde bir örneği bulunmayan utanç ve çaresizliği de 93 Harbi’nde yaşadık. Harp tazminatı konusu ilk kez 31Ocak 1878 tarihli Edirne Mütarekesi’nde gündeme geldi. Rus Orduları Baş kumandanı Grandük Nikola, Osmanlının harp tazminatını ret etmesini önlemek için; “bu harp tazminatı konusunda itiraz olursa hiç tereddütsüz İstanbul’u işgal ederek, tazminatı bizzat tahsil edeceğini”[xxix]söylüyordu.
93 Harbi sonunda Osmanlı Devleti, Rusya’ya 1.410.000.000 ruble harp tazminatı ödeyecekti. Yani, 245.307.300 Osmanlı altını ödemeyi kabul ediyorduk.[xxx](Osmanlı altını 7,20 gram, Cumhuriyet altını 7,22 gramdır) Bu paranın ödenemeyeceğini iyi bilen Rusya, antlaşmaya; “Rus İmparatoru, Devlet-i Aliyye’nin mali müzayakasını nazara alıp, kendisine teklif edilen arazi teklifini kabul etmek müsamahasınıda ihzar etmiştir.”[xxxi]cümlesinide eklemiştir. Rusya, harp tazminatının bir milyar rublesinden vazgeçerek[xxxii]karşılığında Tolca Sancağı, Maçin, Kilya, Tulçi, Sunne, Mahmudiye, Babadağ,Köstence, Mecidiye, Hırsova ve Tuna’daki Türk Adaları, Ardahan, Kars,Sarıkamış, Batum, Doğu Beyazıt’ı almıştır.[xxxiii]Ruslara, tazminat karşılığı olarak bırakılan, bir anlamda parayla satılan vatan topraklarının genişliği iki İsviçre’nin kurulabileceği alana denk geliyordu. Bu satırların yazarı olarak ben, çocukluğumdan itibaren Sultan Abdülhamit için,“33 yıllık saltanatında düşmana bir karış vatan toprağı kaptırmamış padişah.”sözleriyle yetişmiştim. Ancak, daha sonraları bunun böyle olmadığını öğrenince çok üzülmüş, hayal kırıklığı yaşamıştım. İnanın, Kars, Ardahan, Köstence gibi Türk illerinin tazminat bedeli olarak, yani bir nevi parayla Ruslara satıldığını da bu çalışma sırasında öğrenmiş oldum. Büyük Tarihçi Cemal Kutay,Ruslara bırakılan vatan toprakları için; “Rusya’ya bırakılan topraklarda yaşayan bir milyondan fazla Türk, üç sene içinde mülklerini tasfiye edip baba ocaklarını terk etmezlerse Rus tebaası sayılacaklardır.” şeklindeki antlaşma hükmünü belirtikten sonra şu yorumu yapıyor: “Görülüyor ki, bu topraklarla beraber üzerinde yaşayanları da satmıştık!”[xxxiv]
93 Harbi sonrası Osmanlı maliyesi de iflas edecektir. Hicri takvime göre 28 Muharrem 1299’a tekabül eden 20 Aralık 1881’de, Osmanlı hükûmeti ünlü Muharrem Kararnamesi’ni yayımladı.35 Bu kararnameyle, imparatorluk içinde yabancı alacaklıların temsilcisi olarak çalışacak, devletin vergi gelirlerinin bir bölümünü yabancı alacaklılar adına toplayarak Avrupa’ya aktaracak bir örgüt olan, “Düyun-ı Umumiye Konseyi”kurulacaktır.
[i]Turhan Şahin; Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür ve Turizm BakanlığıYayınları, Ank., 1988, s.36.
[ii] Fahir Armaoğlu; 19 Yüzyıl Siyasî Tarihi, Alkım Yayınevi, 6. Baskı, İst., 2010,s.698.
[iii]Armaoğlu; age.,s.700.
[iv] Sina Akşin; Türkiye Tarihi, Cilt 3, Cem Yayınevi, İst., 1990, s.161.
[v]Tahsin Ünal; Türki Siyasi Tarihi (1700-1858),Kutluğ Yayınları, Üçüncü Baskı, İst., 1974, s.294.
[vi] Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, TTK Yayınları, 2. Baskı, Ank., 1983,s.47.
[vii]Armaoğlu; age.,s.753. Karal; age., s.50.
[ix]Nedim İpek; “1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı”, Türkler, Cilt 13, Yeni TürkiyeYayınları, Ank. 2002, s.17. Şahin; age.,s.68.
[xi]Hakkı Dursun Yıldız; Büyük İslȃm Tarihi, 12. Cilt, Çağ Yayınları, İst., 1993, s.144.
[xii] Cemal Kutay; Örtülü Tarihimiz, Birinci Cilt, Hilal Matbaası, Alioğlu Kitapevi,İst., 1975, s.300.
[xiv]Bayram Kodaman; “II. Abdülhamid Hakkında BazıDüşünceler”, Osmanlı, Cilt 2, YeniTürkiye Yayınları, Ank., 1999, s.277.
[xvi] Yılmaz Öztuna; Osmanlı’ya Veda(1808-1922), Yakın Plan Yayınları, İst., 2013,s.191.
[xvii] Cemal Kutay; Türkiye Hürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, Cilt 13, AlioğluYayınları, İst., 1981, s.7821.
[xviii]Hayat Ansiklopedisi, 2. Cilt, Doğan Kardeş Yayınları, İst., 1973,s.1071.
[xix] Dr. Rıza Nur; Türk Tarihi, Cilt 3-4, Toker Yayınları, İst., 1994, s.187.
[xx] Akşin; age,s.167, 168.
[xxi] Hikmet Süer; 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, Ank., 1993,s.530.Kutay; age., s.277, İpek; agm., s.21.
[xxii] Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.277,278.
[xxiii]Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.319, 321.
[xxiv]Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.312.
[xxv]Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.326.
[xxvi] Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.367.
[xxix] Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.367.
[xxx] Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.370.
[xxxi] Kutay; TürkiyeHürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.7824.
[xxxii]Türk Ansiklopedisi, Cilt 4, M.E. Basımevi, İst., 1968, s.368.
[xxxiii] Karal; age.,s.66. Kutay; Türkiye Hürriyet veİstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.7824.
[xxxiv] Kutay; TürkiyeHürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.7824.
35 Bernard Lewis;Modern Türkiye’nin Doğuşu,TTK.Yayını, Ank.,1984, s.447.
37 Kutay; TürkiyeHürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.7812.
38 Kutay; TürkiyeHürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.7813.
39 Kutay; TürkiyeHürriyet ve İstiklȃl Mücadeleleri Tarihi, s.8046.
40 Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.319, 280.
41 Akşin; age.,s.167, 163.
42 Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.319, 301.
43 Öztuna; age.,s.191. Akşin; age., s.162.
45 Kutay; ÖrtülüTarihimiz, s.279.
49 İpek; agm.,s.20. Yıldız; a.g.e., s.144.
54 Haluk Ülman; “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e DışPolitika ve Doğu Sorunu”, Tanzimat’tanCumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, 1. Cilt, İletişim Yayınları, İst., s.283,284.
56 İsmail KAYABALI, Cemender ASLANOĞLU; Doğu Problemi, Ank., 1990, s. 4.
57Armaoğlu; age.,s. 750,751.
60 Karal; age.,s.79,80. Bu araştırmada kullanılan fotoğraflar şu kaynaklardan teminedilmiştir: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 1; TürklerAnsiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Cilt 13, Ankara 2002; Cemal Kutay, ÖrtülüTarihimiz, Birinci Cilt; https://www.google.com.tr