TÜRK DİLİNDE YABANCI KELİMELER ÜZERİNE
Özen Topçu
Bu yazımızda, Türkçemizde yer alan yabancı sözcüklere değinmek istiyoruz. Umarım ilginizi çekecektir. Ben, Türkçemizde yer alan yabancı sözcüklerin başında Arapçanın geldiğini sanırdım. Meğer öyle değilmiş.
2000 ya da 2001 yılıydı…Türk dili konusunda bir konferans metni hazırlığı içindeydim. İlk iş olarak, Türk Dil Kurumunun iki ciltlik Türkçe Sözlük’ünü ele aldım. Her bir madde başlığını tek tek inceleyerek bir istatistik yaptım ve şu sonuca ulaştım: Efendim, Türkçemizde yer alan yabancı sözcük sıralamasında ilk sırada tartışmasız–açık ara önde-Fransızca yer alır. İkinci sırada Arapça vardır. Sıralama; Farsça, Yunanca, İtalyanca… şeklinde devam eder.
Türk dilinde ilk beş sırada yer alan yabancı sözcüklere isterseniz sondan başlayarak kısaca göz atalım. Hemen, kendi kendimize sorarız: İtalyancanın Türkçede ne işi var? İlk beş sırada yer alan diğer dillerle komşu ve akraba ilişkilerimiz olduğundan karşılıklı kültür alışverişimiz doğal sayılır. Ancak İtalyanlarla sınırdaşlığımız birkaç ayla sınırlı kalmıştı. Bilindiği gibi, Gedik Ahmet Paşa 11 Ağustos 1480’de Otranto’yu (Taranto) fethetti. Fatih’in 3 Mayıs 1481’de ölümü üzerine, yeni padişah II. Bayezıt Gedik Ahmet Paşa’yı geri çağırdı ve böylece İtalya’nın istilası durmuş oldu. Öyleyse İtalyanca neden bu denli yoğun olarak dilimizde yer alıyor? Efendim, bilindiği gibi tarihte bir İpek Yolu gerçeği var. Ta Çin’in Şanghay Limanı’ndan başlayan bu yol, boydan boya Türk coğrafyasından geçerek Roma’da sona eriyordu. Onun içindir ki, günümüz Türkçesinde özellikle ticaretle ilgili kavramların büyük çoğunluğu İtalyancadır: Banka, bono, poliçe, kasa, piyasa, borsa, kampanya, fatura, riziko, sigorta, kasko, marka, moda, rekolte, kaparo, gazete, lokanta, berber, fabrika, avanta, avukat, acente…
Dördüncü sırada yer alan Yunancaya gelince… Bilindiği gibi, günümüz Yunanistan Devleti’nin bulunduğu coğrafya yaklaşık 400 yıl–tam olarak 370 yıl-Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Özellikle deniz ürünleri ve meyve isimlerinin önemlice bir kısmı Yunancadır. Örneğin; çipura, karides, kalamar, kefal, tirsi, palamut, kofana, midye, orkinos, sünger, vatoz gibi deniz ürünleriyle; fasulye, ıspanak, marul, pırasa, ıhlamur, kiraz, limon, kestane gibi meyve-sebze isimleri Yunancadır. Şimdi size bir cümle yazalım:
“Anadolu’nun limanları, körfezleri, iklimi, kiliseleri, feneri, lodosu, poyrazı, panayırları, mandıraları, fındıkları, lahanaları meşhurdur.” cümlesinde, meşhurdur hariç – ki o da şöhret kökünden gelip Arapçadır–her bir kelime Yunancadır.
Üçüncü sırada yer alan Farsça için bize en ilginç gelen, din ve ibadetle ilgili kelimelerin çokluğudur. Bir örnek verelim: Bugün bizler namaz, abdest, oruç gibi dinî kelimeler kullanırız. Bunların hiçbiri Arapça değildir. Abdest kelimesini ele alalım: İranlılar bunu kendi kültürlerine sokarken ona, “ab-ı dest”, yani el suyu demişler. Örneğin oruç kelimesini, atalarının dini olan Zerdüşlükten bir öğretiyi onun yerine koymuşlar. Arapçada, abdest=vızu, namaz=salâd, oruç=savn gibi tamamen başka kelimelerdir. Tabii, biz bunları direkt olarak Araplardan değil, İranlılardan aldığımız için bizdeki dinî içerikli kelimelerin büyük çoğunluğu Farsçadır. “Peygamber” kelimesi bile Arapça değil, Farsçadır.
Gerçekten de bizler İslam dininin öğretilerini ve esaslarını direkt olarak Araplardan değil, İran’da hüküm sürmüş olan Samanilerden aldık. İlk Müslüman Türk devlet adamı Karahanlı Satuk Buğra Han’ı Müslüman yapan, Karahanlılara sığınmış olan Ebu Nasr adlı Samanlı şehzadesidir.
Türkçede yer alan Farsça kelimeler denildiğinde insanın aklına hemen edebiyat, sanat ve güzellikle ilgili kavramlar gelir. Örneğin; arzu, avize, bahar, bahçe, beste, buse, bülbül, canan, cümbüş, çehre, çeşme, derya, ebru, mehtap, efsane, hüner, şahane, yadigâr, halı, kilim, sebze, meyve, karpuz, incir, kehribar, keman, lale, nilüfer, gül, sümbül, menekşe, meze, müjde, nadide, nargile, narin, nazik, para, sermaye, zengin, pembe, peri, renk, saray… gibi kelimeler Farsçadır.
Arapça kelimelerin Türkçede çok sayıda bulunmasının sebepleri oldukça fazladır. Herhâlde, bunun temelini, kendi alfabemizi bir yana atarak Arap alfabesini benimsememiz oluşturur. Özellikle içtimai hayat dediğimiz sosyal çevremizde çokça Arapça sözcük kullanırız.
Türkçemize giren Arapça kelimeler bende hep bir korku, çekingenlik ve ciddiyet yaratmıştır. Örneğin; acaba, acayip, tuhaf, cahil, dehşet, devlet, dikkat, düstur, emniyet, esir, eşkıya, fakir, fukara, sefalet, gariban, harabe, hukuk, kanun, adalet, adliye, mahkeme, hükûmet, iktisat, maliye, meclis, mahkûm, soytarı, şeytan, suikast, taarruz, talim… Arapçadır. Türkler nedense “zengin” sözcüğünü Farsçadan, “fakir” sözcüğünü Arapçadan almış. Aynı şekilde “taze” Farsça iken, “bayat” Arapçadır.
Arapça sözlerin Türkçeye en yoğun girdiği devir, Osmanlı Dönemi’dir. Bilindiği gibi Osmanlılar tarafından Osmanlıca adıyla bir dil oluşturulmaya çalışılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçenin sözlüklerini, dil bilgilerini birleştirmekle oluşturulan Osmanlıca, her anlam için en az üç eş anlamlıyı, her tamlama için en az üç biçimi, her ek için en az üç deyişi kapsayan yapma bir gereksizlikler karmasıdır.5 Bu dönemde her nedense, Türkçede karşılığı eskiden beri mevcut olan sözcüklerin Arapça karşılıklarının alınıp kullanılmasına özel bir önem verilmiş, bu konuda çaba sarf edilmiştir. Örneğin, Türk’ün ekmeği dururken, bunun yerine Arapçadan “nan” kelimesi alınmış. Türk dilinin o güzelim “hece vezni” dururken, Arap edebiyatına özel “aruz vezni” Türk edip ve şairler tarafından büyük bir özenle işlenmeye çalışılmış, sonuçta millî dilimiz büyük sekteye uğramıştır.
Şimdi de Türkçemizdeki yabancı sözcükler sıralamasında ilk sırayı alan Fransızcaya gelelim. Bunun sebepleri olarak ilk akla gelen, Tanzimat Dönemi’yle başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde en fazla temasta olunan ülkenin Fransa olması ve özellikle dil ve edebiyat alanında Fransızcadan çok etkilenildiğidir. Yine aynı şekilde Tanzimat Dönemi’nden bu yana Osmanlı Dışişleri Bakanlığının yazışma dilinin Fransızca olması da Fransızcanın Türkçeye oldukça etki edeceği değerlendirilebilir. Daha birçok başka sebepler de vardır. Ancak biz burada daha başka bir olgudan, bizce en etkili olan bir gerçekten söz edeceğiz.
Bilindiği gibi, Sultan II. Mahmut tarafından Avrupa tarzı eğitim veren rüştiyeler (ortaokullar), sultani ve idadiler (liseler) açılmıştı. Tamamen dinî eğitim veren medreselere, maalesef modern ilimler sokulamamış, böylece memlekette birbirinden bağımsız iki farklı eğitim veren mektep ve medreseler dönemi başlamıştı. Bizler, her derde deva olarak gördüğümüz Arapçaya dört elle sarılmış, bu uğurda kendi öz dilimizi bile ikinci plâna atmıştık. Ancak Arapçanın modern eğitimin gereklerini karşılamadığı kısa zamanda ortaya çıktı. İlk defa olarak bugünlerde yabancı dilde eğitim gerçeği/mecburiyetiyle karşılaştık. Sultan II. Mahmut, 1838’de Askerî Tıbbiyenin yeni binasının açılış töreninde öğrencilere şunları söylüyordu:
“Burada Fransızca olarak fenni tıbbı tahsil edeceksiniz… Sizlere Fransızca okutmaktan benim muradım Fransız lisanı tahsil ettirmek değildir. Ancak fenni tıbbı öğretip refte refte kendi lisanımıza almaktır… Hocalarınızdan ilm-i tababeti tahsile çalışın ve tedricen Türkçeye alıp lisanımız üzere tedavülüne sây eyleyin.”6
Elbette ki, yabancı dil eğitimi başka şey, yabancı dilde eğitim başka şeydir. Bir ülkede özel olarak birkaç yerde ve konuda yabancı dilde eğitime göz yumulabilir, ancak ülkenin tamamını kapsayan yabancı dilde eğitimin bir milletin dilini ne hâle getireceğini hesap etmek lazım gelir. Bizler maalesef bunu yaşayarak tecrübe ettik. Türkçedeki Fransızca sözcükler hemen her alana yayılmış durumdadır. Örneğin; üniversite, rektör, profesör, fakülte, konferans, mikrofon, seminer, jüri, lise, karne, metre, milim, ansiklopedi, literatür, kariyer, sistem, plan, program, strateji gibi eğitim ve bilim terimleri; antrenör, kondisyon, şampiyon, turnuva, eşofman, antrenman, halter, barfiks, kupa, jübile, klinik, doktor, vizite, ortopedi, organ, vitamin gibi spor ve sağlık terimleri; film, senaryo, stüdyo, sinema, artist, aktör, afiş, reklam, müzik, gitar, klarnet, senfoni gibi sinema ve müzik terimleri; apartman, beton, koridor, antre, salon, balkon, aksesuar, kalorifer, şofben, korniş, perde, tül, möble gibi ev ve eşya terimleri; polis, noter, garson, sekreter, manken, komiser, diplomat, makinist, şoför gibi meslek ve iş terimleri; kamyon, otobüs, taksi, vapur, tren, bisiklet gibi ulaşım vasıtaları başta olmak üzere çok farklı konularda binlerce kelime Fransızcadır.
Görüleceği üzere Türkçeye etki sadece Doğu’dan olmamıştır. En yoğun saldırı Batı’dan gelmiştir. Bu satırların yazarı olarak benim memleketim Ordu’dur. Bizde fındık, lahana ve hamsi çok önemsenen ve neredeyse kutsal sayılan ürünlerdir. Bizler lahana çorbasıyla büyüdük, hamsi ile güçlendik, fındık parasıyla da okuduk. Şimdi ben gidip, köyümüm kahvesinde bu üçlünün Yunanca olduğumu söylesem bana kimse inanmayacağı gibi, bir de dövmeye kalkarlar. Bunları artık bizler benimsemişiz. Bunlar artık bizimdir. Arkadaşlar arasında konuşurken, şarap ve kebap kelimelerinin Arapça olduğunu söylediğimde bana “Hadi oradan!” derler. Hele rakı ile baklava kelimelerinin de Arapça olduğunu söylediğimde ise “Yok artık.” diye inanmayacaklarını belirtirler. Ama işin gerçeği maalesef böyle.
Türk Dili ve Edebiyatı Hocası Prof. Dr. Süer Eker bir olay anlatmıştı.7 Yıllar önce Harbiyede ders verirken hoca başlamış: Şapka Rusça, kasket Fransızca, mintan Farsça, fanila Yunanca, kravat Fransızca, kazak Fransızca, ceket Fransızca, palto Fransızca, pardösü Fransızca, pantolon Fransızca, çorap Arapça, iskarpin İtalyanca, kundura Yunanca, fotin Fransızca… Hocayı pürdikkat dinleyen bir Harbiyeli heyecanla bir soru sorar: “Hocam, biz bu Anadolu’ya donla mı geldik?” Süer Hoca’nın dediğine göre don kelimesi de eski Farçaymış.
Tabii, buraya kadar yazdıklarımız Türkçedeki yabancı kelimelere dikkat çekmek içindi. Okuyanın morali bozulabilir. Ancak şu var ki, Türkçe sadece başka dillerden etkilenmemiş, başka dilleri de etkilemiştir. Örneğin; Farsçada yaklaşık 3.000, Arapçada 2.000 Türkçe kelime vardır. Günümüzde, Türk diline yerleşmiş Ermenice kelimeler haç, kodoş, mucur, avanak, mertek ve moruk olmak üzere beş altıyı geçmez. İsimleri bile Ekmekçiyan, Tokmakçıyan olan Ermenicedeki Türkçe kelime sayısını bir düşünün? Yine Türkçede yerleşmiş olan Rusça kelimelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bunlar; izbe, kapuska, mazot, şapka ve semaverdir. Ancak günümüz Rusçasında 2.000’in üzerinde Türkçe kelime kullanımdadır.8 Türkçeden yabancı dillerle geçen yaklaşık 12.000 kelime mevcuttur. Tek tek sayıldığında bir kelimenin birkaç dilde biden kullanılmasıyla bu sayı 35-40 bine ulaşmaktadır.9
Son olarak bu konuya en fazla önem veren, bu konuda büyük çabalar göstermiş, atılımlar yapmış kişi olarak büyük Atatürk’ün bir sözüyle yazımızı bitirelim.
Prof. Sadri Maksudi Arsal, 1930 yılında “Türk Dili İçin” adlı bir eser yazar. Bu eserde Türkçenin yüzyıllardır süregelen Arapça ve Farsçanın etkisinden bütünüyle sıyrılmasını önerir. Atatürk bu eseri çok beğenmiş ve duygularını kitabın ilk sayfasına şu şekilde yazar:
“Ulusal his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.
Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”10
FOTOĞRAFLAR
Atatürk’ün kurduğu Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Atatürk, Türk Dil Kurumu Toplantısına Başkanlık Ederken (4 Ocak 1936)
(Soldan sağa) Hasan Ali Yücel, Celal Sahir, Ahmet Cevat Emre, Dr.Reşit Galip, ATATÜRK, Afet İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, İ.Necmi Dilmen, Dr.Hamid Kosay, Ragıp Hulisi Özden.