ERGENEKON BAYRAMI: NEVRUZ

07 Nisan 2016 12:52 ÖZEN TOPÇU
Okunma
16808
ERGENEKON BAYRAMI: NEVRUZ

 
 
Özen TOPÇU
 
Giriş
  Sanırım, 90’lı yılların başıydı. TRT-2’de naklen yayımlanan bir Nevruz Bayramı kutlamalarına tanık oldum. Şaşırıp kalmıştım. Yayın, Türkmenistan’dan canlı olarak yapılıyordu. Kırmızı, yeşil ve sarı renklerle donatılmış sahneler, ateşin üzerinden atlamalar, çeşitli oyunlar ve yarışmalar... Kendi kendime, “Bölücüler oraya da mı el attılar?” dedim. Baktım ki Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı da orada. Demirler dövülüyor, Ergenekon’dan çıkış anısı canlandırılıyordu... Kim ne derse desin; Sovyet Rusya dağılmasaydı ve Sarp Sınır Kapısı açılmasaydı, bizler Nevruz’un bir Türk bayramı olduğuna inanamayacaktık. Bunları gözlerimizle görünce inandık.
  Türk dünyasının “Evliya Çelebisi” olarak adlandırılan, 7 Türk Cumhuriyetini ve 30’a yakın bağımsızlık mücadelesi veren Türk topluluğunu karış karış dolaşarak Türk coğrafyası üzerinde çok önemli araştırmalar yapan rahmetli Kemal Çapraz, bu konuda şunları söylüyor: “Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, yıllarca bölücülerin istismar ettiği bir gün olarak hafızalara kazındı. Hâlbuki bu bayram; bütün Türk coğrafyalarında kutlanan, hatta resmî bayram olarak kutlanan bir gün…”[1]
  Bugün, şükürler olsun ki Birleşmiş Milletlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı-Türk bayrağı yanında 6 bağımsız kardeş Türk devletlerinin bayrakları dalgalanıyor. Günümüzde ayrıca 13 özerk, onlarca yarı özerk Türk topluluğu, bütün canlılığıyla varlığını sürdürüyor. İşte Nevruz; genişliği 20 milyon km²’yi bulan, sayıları 280 milyonu aşan “Türk dünyası, gönül coğrafyamızın”, aslını asırlarca koruyarak bugünlere gelen ortak lisanı, ortak kültürüdür.
  Bizler 90’lı yıllara kadar Nevruz’a hep yabancı gözle baktık. Meğer Nevruz, Türk dünyasının bayramıymış. Peki, Nevruz Türk dünyasında niçin ve ne zamandan beridir kutlanır? Bir kere zaman için şunu söyleyelim: Bilinmiyor. Türk’ün var olduğu günden beri kutlandığı söyleniyor. Nevruz; Türk’ün varoluş destanı olan Ergenekon’dan çıkış günü olup bu gün, 21 Mart’tır. 21 Mart; Türk coğrafyasında gece ile gündüzün eşit olduğu, baharın başladığı, eski Türk takvimine göre yeni yılın ilk günüdür.
  Nevruz; Türkiye’de, 1991 yılında Türk dünyası ile birlikte, “ortak bir gün olarak” resmî tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.[2] Türkiye dışındaki bağımsız Türk Cumhuriyetlerinde Nevruz sadece bayram değil, aynı zamanda resmî tatil günü olarak kutlanır.
 
Türk Kültüründe Ergenekon
  Türklerin varoluş mitolojisi Ergenekon Destanı’na göre; düşmanlarına yenilerek dünya üzerinden yok olma felaketi yaşayan Türkler, sadece birkaç kişinin sağ kurtulabildiği, onların da kaçarak sığındıkları dört tarafı dağlarla çevrili yere “Ergenekon” adını verdiler. İşte bu sağ kalanlar; İl Han’ın küçük oğlu Kıyan (Kayan) ve eşi ile yeğeni Tukuz (Dokuz Oğuz) ve eşi kaçıp kurtulmayı başardılar. Destanda adı geçen Kayan, bir şahıs değil, ünlü Kayıhanlı aşiretidir. Tukuz ise Göktürklerin tarihinde önemli yeri olan Dokuz Oğuzların adıdır.[3]
  Bu sağ kalan Türkler, Ergenekon denilen yerde 400 yıl yaşadılar. O kadar çoğaldılar ki artık kendileri ve sürüleri Ergenekon’a sığmaz oldu. Bir çıkış yolu aradılar. Atalarından duyduklarına göre Ergenekon dışında geniş otlaklar, güzel yurtlar varmış; atalarının yurdu oralarmış. Ancak dağlardan çıkış yolu bulamadılar. Destanın bundan sonrası şöyle devam ediyor:
  “…O zaman bir demirci dedi ki ‘Burada bir demir madeni var. Yalınkata benziyor. Şunun demirini eritirsek bir yol olur.’ Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine birkaç odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. Ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın gücü ile (yardımı ile) ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar.
  O günden beri yeni yılın başladığı gece; Göktürklerde âdettir, o günü ‘bayram’ sayarlar. Birkaç parça demiri ateşe salıp kızdırırlar; kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döverler; ondan sonra beyler de öyle yapar. Bugünü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlar.”[4]
  Azeri akademisyen Doç. Dr. Tamilla Aliyeva, Ergenekon hakkında şunları söylüyor:
  “Göktürkler, Tatarlarla savaşta yenildiler ve tamamen yok edildiler. Yalnızca Hakan’ın oğlu, yeğeni ve onların hanımları kurtulabildi. Onlar bir dişi keyiğin ardınca geddiler. Dağları keçip düze geldiler. Burası güzel bir yer idi. Burada 400 sene kaldılar, çoğaldılar. Buraya yerleşmediler. Ama geçmeye yol bulamadılar. Bu kurdun ardınca deşikten çıktılar. Bu da eski takvimle Mart’ın 9’u (yeni takvimle Mart’ın 21’i) idi. O güne Yeni Gün Nevruz dediler. Ellerine kurt başlı bayrak aldılar, bayram ettiler.”[5]
  Orta Asya Türklerinde; özellikle Uygur, Kazan, Ufa, ve Mişer Türklerinde Nevruz günü yapılan toplantılarda oldukça ilginç bir âdet görülmektedir. Nevruz günü “Ergenekon Destanı” okumaktadırlar.[6]
 
Eski Türklerde Nevruz
  Bir milletin başına gelebilecek en büyük felaket, onun millî kültürünü kaybetmesidir. Beş bin yıllık yazılı insanlık tarihi şu gerçeği çok açık ve net olarak ortaya koymuştur ki bir millet, ne bir savaşta yenilgi ne ülkesinin işgali ne de ekonomik çöküntü sonucu millî varlığını yitirmiştir. Ancak millî kültürünü kaybetmekle tarih sahnesinden silinmiştir.[7] Türk milletinin töresini destanlar çağında Oğuz Han düzenlemiş ve nesiller boyu yaşatılarak günümüze kadar ulaşmıştır.[8]
  Nevruz geleneği, Türk kültürünün en eski, en temel âdeti olarak tarihi kestirilemeyen bir dönemden günümüze kadar ulaşmıştır. Ergenekon menkıbesi; eski Çin kaynaklarının da ifade ettiği gibi, 400 yıl etrafı dağlarla çevrili bir vadide Türk’ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon’dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklalini tekrar kazanmış; dünyadaki yerini tekrar almıştır. İşte o gün, 21 Mart günü, “istiklalin kazanıldığı” kurtuluş günü Türklerde bir geleneğin doğmasına sebep olmuş ve bu gelenek günümüze kadar gelmiştir. Bu özelliği ile Ergenekon Nevruz Bayramı, Türk’ün aynı zamanda kurtuluş ve varoluş bayramıdır.[9] Oğuz Kağan bu günü kutsal saymış ve bayram gibi törenlerle kutlanmasını sağlamıştır.[10]
  Divanü Lügati’t-Türk’e göre; on iki hayvanlı Türk takviminde yılbaşı, 21 Mart yani Nevruz’dur. Türkler bu güne, “yeni gün” demektedirler.[11] Nevruz Türkiye’de Yılsırtı, Mart Dokuzu, Sultan Nevruz, Gün Dönümü, Yeni Gün gibi isimlerle anılır. Diğer Türk toplulukları ise Nevruz’a şu isimleri vermişlerdir:[12]
Altay Türkleri: Cılgayak Bayramı
Azerbaycan: Ergenekon Bayramı, Bozkurt Bayramı
Başkurt Türkleri: Ekin Bayramı
Doğu Türkistan: Yeni Gün, Baş Bahar
Gagavuzlar: İlk Yaz
Karaçay: Gutan, Sabantoy, Tegri Toy
Kazakistan: Nevruz Bayramı, Nevruz Küce, Ulus Günü
Kazan Türkleri ve Karapapaklar: Ergenekon Bayramı
Kırgızistan: Noruz
Kumuk Türkleri: Yazbaş
Nogay Türkleri: Navruz, Saban Toy
Özbekistan Türkleri: Nevroz
Tatarlar: Nevruz
Türkmenler: Teze Yıl
Uygur Türkleri: Yeni Gün
  Bilindiği gibi “Nevruz”, kelime olarak Farsçadır. İranlılar bu günü Saka Türklerinden alırken kendi dillerinden bir kelime olan nevruz (yeni gün) ismiyle adlandırmışlardır. Nevruz kelimesinin köken olarak Farsça olması yüzünden, Nevruz’un tamamıyla İran kültürünün eseri olduğunu ileri sürenler vardır. Bu konuda Prof. Dr. Abdulhalûk Çay şunları söylemiştir:
  “Nevruz kelimesinin Farsça olması ve aynı günün İranlılar tarafından da bayram olarak kutlanması, ister istemez bu Türk yılbaşısı üzerinde şüpheler yaratmıştır. Özellikle hiçbir kültür unsurunu Türklere yakıştırmayan ve her Türk kültür unsurunun altında başka milletler arama hastalığındaki Türk düşmanı çevreler için mesele çok basittir. Derhal o kültür unsuruna bir sahip bulmak.”[13]
  Bu konuda biz de bir değerlendirme yapalım: Anadolu Selçuklu Devleti’nin resmî dili Farsça diye Selçukluların İran kökenli olduğunu söyleyebilir miyiz? İranlılar tarihten beri Fars diline ve kültürüne büyük bir özveriyle sahip çıkmışlardır. Özellikle Farsçanın Arapça karşısında kendini koruması takdire şayandır. İranlılar, kendi kültürlerine giren her yabancı unsur için bir şekilde kendi dillerinden bir kelime bulmuşlardır. Bir örnek verelim: Bugün bizler namaz, abdest, oruç gibi dinî kelimeler kullanırız. Bunların hiçbiri Arapça değildir. Abdest kelimesini ele alalım: İranlılar bunu kendi kültürlerine sokarken ona, “ab-ı dest”, yani el suyu demişler. Örneğin oruç kelimesini, atalarının dini olan Zerdüştlükten bir öğretiyi onun yerine koymuşlar. Arapçada, abdest=vızu, namaz=salât, oruç=savm gibi tamamen başka kelimelerdir. Tabii biz bunları direkt olarak Araplardan değil, İranlılardan aldığımız için bizdeki dinî içerikli kelimelerin hemen tamamı Farsçadır. “Peygamber” kelimesi bile Arapça değil, Farsçadır. Elbette ki, “Ergenekon”, “Yeni Gün”, “Bozkurt Bayramı” gibi kelimelerin yerine kendi öz sözcüklerini kullanacaklardır.
 
Osmanlılarda Nevruz
  Osmanlılarda Nevruz; sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneşin Hamel (Koç) burcuna girdiği -21 Mart- anda “Nevruziye” denilen bir macun veya tatlı yemek âdet olmuştur. Nevruz geleneği sadece halk arasında değil, saray ananeleri içinde de yer almıştır.[14] Osmanlı Devleti’nde Nevruz hayatın her alanını kapsayan etkinliklerle kutlanmıştır. Nevruz yaklaşırken hazırlıklar yapılır, evler temizlenir, yeni elbiseler alınır, nevruziyeler hazırlanmıştır. [15]
  Saray çevresinde yapılan etkinliklerde, hekimbaşı tarafından hazırlanan ve başta padişah olmak üzere devlet ricaline sunulan nevruziye macunu şöyle hazırlanırdı: İçinde amber, afyon, misk, gül kurusu, tarçın kabuğu, sandal ağacı, karanfil, şekerci çöğeni, havlıcan, vanilya tozu, kakule, pespase, Hindistan cevizi, kişniş, gül suyu, melek otu, badem yağı gibi çeşitli maddelerin kaynatılmasıyla elde edilen macuna nevruziye denilirdi.[16] 
  Nevruz’un en eski simgelerinden olan kırmızı, yeşil ve sarı renkler, Osmanlıların son günlerine kadar ordu birliklerini ve özellikle de devletin başında bulunan hükümdarları temsil eden sancak ve bayrakların rengi olmuştur. Osmanlı padişahının şahsına ait sancağın (Zat-ı Hazret-i Padişahi’ye mahsus sancak) renkleri sarı, kırmızı ve yeşil renklerden ibarettir.[17]
  Osmanlılarda, bilhassa devletin kurucusu “Ertuğrul Gazi’yi Anma Şenlikleri”nin 21 Mart günü devlet töreni şeklinde yapıldığını görüyoruz. Sultan II. Abdülhamit’e kadar 21 Mart Nevruz günü yapılan törenler, Abdülhamid’le birlikte hükümdarın tahta çıkış günü olan 19 Ağustos’a alınmıştır. Törenler, son elli yıldan beri ise Eylül ayının ikinci haftasında yapılmaktadır.[18]
   
Atatürk ve Nevruz
  Türk milletinin en eski mitolojik unsurlarından olan Nevruz Bayramı geleneği, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’nin en sıkıntılı günlerinde bile sürdürülmüştür. Elimizdeki bilgi ve belgelerden, biri 1921 diğeri de 1925 yılına ait. Bunlara göre, Atatürk’ün huzurunda Nevruz Bayramı kutlandığını biliyoruz. 1921 yılında yapılan Nevruz Bayramı kutlamaları TBMM’nin önünde yapılmış; Atatürk, yapılan resmigeçit törenini Meclisin balkonundan izlemiştir. Geçit sonrası başlayan yarışma ve şenlikleri yakından izlemek üzere yarışmacıların yanına gitmiş, şenliklere halkın arasında katılmıştır.[19]
  1925 yılında Ankara’da Keçiören Çayırı’nda, “Ergenekon Bayramı” adıyla yapılan Nevruz kutlamalarına Atatürk de katılmıştır.[20] Bu kutlamalarda da resmigeçit töreni yapılmış, bu törende askerî birlikler, başlarında “gök sancaklar, al sancaklar” olduğu hâlde yürümüşlerdir.[21]
  Bozkurt, Türklerin tarih sahnesinde var oluşundan bu yana bayraklarda, paralarda, pullarda kullanılan bir semboldür. Mitolojik Türk destanları olan Oğuz Kağan Destanı, Bozkurt (Gük Börü) Destanı, Ergenekon Destanı ve Göç Destanlarında ortak temel motif, bozkurttur.
  Atatürk, Nevruz’un simgesi olan bozkurtu devlet arması yapmak istemiştir. Bozkurt figürü Türklüğün ve Nevruz’un yegâne simgesi olarak Kuva-yı Milliye ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok kullanılmıştır. Maarif Vekâleti, Atatürk’ün direktifleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet armasını seçmek için 1925’te bir yarışma açmıştır. Yarışmayı Namık İsmail’in bozkurt figürlü eseri kazanmıştır. Ancak eser, bozkurtun görkemini yansıtmadığı gerekçesiyle kullanılamamıştır. Daha Cumhuriyet ilan edilmeden TBMM’nin 1922’de çıkardığı pullarda, 1924’te kurulan Türkiyat Enstitüsünde, Millî Türk Talebe Birliğinin ambleminde, İzcilik-Yavrukurt teşkilatında, 1927’de çıkarılan kâğıt paralarda bozkurt amblem ve logoları kullanılmıştır. [22]
  Yine Atatürk, bir gemimizin ismini “Bozkurt” koymuştur.[23] Bu gemimiz; Ege Denizi’nde Fransız Lotus gemisiyle çarpışmış, bu dava uluslararası mahkemeye intikal etmiştir. Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat, bu davada Türkiye Cumhuriyeti’nin avukatlığını yapmış ve kazanmıştır. Bu sebeple Atatürk bu olayı unutmamış, Soyadı Kanunu çıktığında Mahmut Esat’a “Bozkurt” Soyadını vermiştir.[24]
 
Sonuç
  Şurası bir gerçek ki Türk tarih ve kültürünün en köklü, en temel varlıklarının günümüze ulaşması son 150-200 yıl içerisinde mümkün olmuştur. Bizler Kutadgu Bilig, Divanü Lügati’t-Türk, Satuk Buğra Han Destanı gibi daha birçok eseri aslına 1800’lü yıllardan sonra ulaşabildik. Orhun Abideleri’nin okunması bile 1983 yılında mümkün olabilmiştir. Bundan birkaç yıl önce bir televizyon kanalında Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan (1920-2010) hocamızdan dinlemiştim. Ergenekon denen yerin de içinde bulunduğuna inanılan Moğolistan’ın kuzey gölgesinde 96 bin adet yazılı taş (anıt/tablet) günümüzde okunmayı beklemekteymiş. Keşke o yazılar birer birer okunabilse... Eski tarih ve kültürümüzle ilgili neler öğreniriz, neler…
  Evet, tekrar esas konumuza dönelim. Nevruz’un en temel unsurlarından birinin kırmızı, yeşil ve sarı renkler olduğunu söylemiştik. Günümüzde bu üç rengin bir arada kullanıldığına en eski örnek, Göktürkler dönemine aittir. Rus arkeologu S. V. Kiselev tarafından 1935 yılında Altay ve Sayan Dağları bölgesinde yapılan kazılarda bir Türk beyine ait mezarda, iskeletin üzerinde üç kat elbise olduğu görülmüştür. Üst kat koyu kırmızı ipekten, ortadaki kat yeşilimsi ipekten, içteki kat da altın sarısı renginde ipektendir.[25]
  Nevruz; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan Türk coğrafyasında kutlanan, Türklerin en eski, en büyük kültürel etkinliğidir. Nevruz; gerek Türkiye’de gerekse Türk dünyasında kültür birliğinin ortak paydalarından biri, dostluk, kardeşlik ve barışın teminatı ve simgesidir.[26] Bu ortak dilde; ortak paydada barış vardır, kaynaşma vardır, dayanışma vardır. Kâinatın dirilişi, suların toprağın bağrına yürüyüşü vardır.[27]
  Türklerde “Nevruz” adını taşıyan tarihî şahsiyetler[28] (Nevruz Han, Alabeg Nevruz, Emir Nevruz, Nevruz Mirza, Nevruz Ahmet gibi) olduğu gibi, yer adları da vardır.[29] Dünyada, “nevruz”u kabile adı olarak kullanan Türklerden başka bir millet yoktur.[30] Makalemizi Âşık Feymani’nin bir şiiriyle bitirelim. Âşık Feymani şöyle sesleniyor:
 
  Altaylardan Viyana’ya,
  Nevruz Türk’ün bayramıdır.
  İlân ediyorum cihana,
  Nevruz Türk’ün bayramıdır.[31]
 
 
KAYNAKÇA
 
Abdulhalûk M. ÇAY; Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Türk Kültürü Araştırma Vakfı Yayınları,
  5. Baskı, Ankara, 1993.
Ali GÜLER; Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i Anlamak, Truva Yayınları, İstanbul, 2010.
Bayram AKCAN; Kemal Çaprazın Kaleminden Türk Dünyası, Bilgeoğuz Yay., İstanbul, 2012.
Bedrettin KELEŞTİMUR; “Nevruz Çiçeği, Baharın Habercisi”, Erciyes Dergisi, yıl: 35, sayı: 412,
  Nisan 2012.
Çetin İMİR; “Nevruz”, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Ü. Yay., Ank., Mart 2012.
Doğan KAYA; “Nevruz Geleneği ve Kırgızlarda Nevruz”, www.dogankaya.com.tr.
Hanım HANLIOVA; “Türk Dünyası’nda Nevruz, www.turkocaklari.org.tr.
Necati DEMİR; “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz ve Tarihî Alt Yapısı”, www.necatidemir.net.
Necati GÜLTEPE; Türk Mitolojisi, Yeni Araştırmalar Işığında, 3. baskı, Resse Yay., İstanbul, 2013.
Özen TOPÇU; “Atatürk ve Soyadı”  Atatürk Haftası Armağanı Dergisi, 10 Kasım 2014.
Ramazan SARIÇİÇEK; “Eski Türk Edebiyatında Nevruz ve Nevruziye”, Türk Dili Dergisi,
  sayı: 663, Mart 2007.
Reşat GENÇ; “Nevruz’a Dair”, Makaleler-1, Yay. haz. E. Semih Yalçın, Uğur Ünal, Togay S.
  Birbudak, Berikan Yay., Ankara, 2009.
___________; “Türk Düşüncesi, Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil”,
  Makaleler-1, Yay. haz. E. Semih Yalçın, Uğur Ünal, Togay S. Birbudak, Berikan
  Yay., Ankara, 2009.
Salim KOCA; Türk Kültürünün Temelleri-II, KTÜ Yayınları, Trabzon, 2000.
Tamilla Abbashanlı ALİYEVA; “Türk Dünyasının Bahar Bayramı Sultan Nevruz”, ”, Erciyes
  Dergisi, Yıl: 35, sayı:412, Nisan 2012.
Yüksel MERT, İsmail ÇORBACI; Bilinmeyen Atatürk, AZ Kitap, Ares Yayıncılık, İstanbul, 2014.
 


[1] Bayram AKCAN, Kemal Çaprazın Kaleminden Türk Dünyası, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2012, s. 366.

[2] Bedrettin KELEŞTİMUR, “Nevruz Çiçeği, Baharın Habercisi”, Erciyes Dergisi, yıl: 35, sayı: 412, Nisan 2012,
  s. 24.

[3] Necati GÜLTEPE, Türk Mitolojisi, Yeni Araştırmalar Işığında, 3. baskı, Resse Yayınları, İstanbul, 2013. s. 381, 382.

[4] Abdulhalûk M. ÇAY, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Türk Kültürü Araştırma Vakfı Yay., 5. baskı, Ankara, 1993, s. 15, 16. GÜLTEPE, age., s. 387.

[5] Tamilla Abbashanlı ALİYEVA, “Türk Dünyasının Bahar Bayramı Sultan Nevruz”, ”, Erciyes Dergisi, yıl: 35,
  sayı: 412, Nisan 2012, s. 31.

[6] ÇAY, age., s. 78.

[7] Salim KOCA, Türk Kültürünün Temelleri-II, KTÜ Yayınları, Trabzon 2000, s.1.

[8] Hanım HANLIOVA; “Türk Dünyası’nda Nevruz, www.turkocaklari.org.tr.

[9] ÇAY, age., s. 236,237.

[10] Necati DEMİR, “Türklüğün En Eski Bayramı Nevruz ve Tarihî Alt Yapısı”, www.necatidemir.net.

[11] Çetin İMİR, “Nevruz”, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Ü. Yay., Ank.,Mart 2012, s.87.

[12] Doğan KAYA, “Nevruz Geleneği ve Kırgızlarda Nevruz”, www.dogankaya.com.tr.

[13] ÇAY, age., s. 3.

[14] Ramazan SARIÇİÇEK, “Eski Türk Edebiyatında Nevruz ve Nevruziye”, Türk Dili Dergisi, sayı: 663, Mart 2007,
  s. 230.

[15] İMİR, agm., s. 89.

[16] SARIÇİÇEK, agm., s. 231.

[17] Reşat GENÇ, “Nevruz’a Dair”, Makaleler-1, Yay. haz. E. Semih Yalçın, Uğur Ünal, Togay S. Birbudak, Berikan Yay., Ankara, 2009, s.285.

[18] Ali GÜLER, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i Anlamak, Truva Yayınları, İstanbul, 2010, s.300.

[19] GÜLER, age., s. 302.

[20] İMİR, agm., s.90.

[21] GÜLER, age., s. 303.

[22] Yüksel MERT, İsmail ÇORBACI; Bilinmeyen Atatürk, AZ Kitap, Ares Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.114.

[23] AKCAN, age., s. 279.

[24] Özen TOPÇU, “Atatürk ve Soyadı” Atatürk Haftası Armağanı Dergisi, 10 Kasım 2014, s. 51.

[25] Reşat GENÇ, “Türk Düşüncesi, Davranışı ve Hayatında Renkler ve Sarı, Kırmızı, Yeşil”, age., s. 323.

[26] İMİR, agm., s.87.

[27] KELEŞTİMUR, agm., s. 24.

[28] ÇAY, age., s. 233, 234.

[29] ÇAY, age., s. 234.

[30] ÇAY, age., s. 235.

[31] KELEŞTİMUR, agm., s. 25.