İSTİKLAL YOLUNUN ANA İSTASYONU
KASTAMONU VİLAYETİ
Prof. Dr. Temel ÇALIK
G. Türkan GÜRER
İki tepe arasında kurulu olan Kastamonu şehri, bir yandan coğrafi özellikleri, diğer yandan tarihinin derin köklerine dayanması ile misafirlerine, topraklarındaki tüm yaşanmışlıkları tecrübe ettirme fırsatı sunmaktadır. Şehrin, Paleolitik Dönem’den bugünlere kadar insanoğluna kesintisiz ev sahipliği yapmış bir yerleşim merkezi olması da başka bir özelliğidir. Bölgede sınırlı sayıda kazı çalışması yapılmış olsa da Anadolu tarihi açısından oldukça önemli bulguları topraklarında barındıran bu gizemli şehirde yerleşimin izleri, MÖ 2000’li yılarda Transkafkasya kökenli olduğu düşünülen Pala ve Tummana adı verilen ve Hititler ile Luwiler’in yakın akrabaları olduğu düşünülen kavimlerce atılmıştır. Bu izler, kavimlerin arkalarında bıraktıkları, Palaca adı verilen dilin kullanıldığı çivi yazısı formatındaki kil tabletlerle günümüze ulaşmıştır.
Anadolu tarihine bu tabletler ile merhaba diyen şehir, eşsiz tarih yolculuğuna Frigyalılara ev sahipliği yaparak devam etmiştir. Friglerin bölgede sürdükleri hüküm MÖ 7. Yüzyıla kadar devam etmiş; ancak yaşanan Kimmer istilası ile bölgenin hâkimi MÖ 546 yılına kadar Lidyalılar olmuştur. Lidyalıların ardından ise Pers İmparatorluğunu misafir eden Kastamonu, MÖ I. Bin olarak anılan bir çağa kapılarını aralamış ve şehrin bulunduğu bölge bu tarihle birlikte Paphlagonia (Paflagonya) olarak isimlendirilmiştir. Bu isimlendirmeye ise ilk kez Homeros’un Troya Savaşı’ndan bahsettiği İlyada eserinde rastlanmıştır. Paflagonya olarak bilinen bu bölgede Sümerlerin en eski kollarından biri olan Gaslar (Gaşka Türkleri), MÖ 2000-1300 yılları arasında hüküm sürmüşlerdir. Gasların bölgede birçok şehir kurdukları ve kurulan bu şehirlerden biri de “Timonion” ya da diğer adıyla “Tumanna” olduğu bilinmektedir. Bazı araştırmacılar “Gas” kelimesi ile “Timoni” ya da “Tumanna” kelimesinin “Gas ülkesi” anlamındaki birleşimi sonucunda günümüzdeki “Kastamonu” isminin kökenini oluştuğunu ileri sürmektedirler. MÖ 1. yüzyıl itibarıyla Roma İmparatorluğu’na dâhil edilen şehir, uzun yıllar Roma hâkimiyeti içinde varlığını sürdürmenin ardından MS 1211 yılına kadar da Bizans hâkimiyetinde kalmıştır. Bu tarihten sonra, Anadolu Selçuklu Devleti ile birlikte bölge, Türklerin hakimiyeti altına girmiştir. Kastamonu vilayeti, Karadeniz ile Anadolu’yu birbirine bağlayan bir geçit olmasının yanı sıra, bağımsızlık damarları kesilmiş bir milletin, yeniden doğuşuna önemli bir katkı sağlayan İstiklal Yolu’na da ev sahipliği yapmıştır. Aynı zamanda Türklerin var oluş mücadelesi verdiği dönemde Ankara’ya yakınlığı ile İnebolu Limanı’nın stratejik konumu dolayısıyla oldukça önemli bir rol oynamıştır.
Kastamonu’nun Tarihi
1211–1212 tarihlerinde I. Alaeddin Keykubad döneminde Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı olup, yöredeki geniş Türkmen kitleleriyle birlikte bir uç beyliğinin başında olan ve Melikü’l-umera (beylerbeyi) unvanını taşıyan Emir Hüsameddin Çoban Bey tarafından Anadolu Selçuklu Devleti’nin topraklarına katılan Kastamonu, Çobanoğulları Beyliği’nin kurulmasına da şahit olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başladığı bu dönemde Kastamonu ve Sinop çevresinde Candaroğlulları olarak isimlendirilen bir Türkmen beyliği kurulmuştur. Çobanoğulları Beyliği’nin yerini alan Candaroğulları’nın tarih sahnesine çıktığı döneme (1291), İlhanlı hükümdarının ölümü ve bölgede çıkan kargaşa sonrasında Anadolu Selçuklu Şehzadesi Kılıç Arslan Selçuklu hükümdarı olmak amacıyla Anadolu’ya gelmiştir. Kılıç Arslan, müttefiki olan Çobanoğulları ile birlikte ağabeyi Sultan II. Gıyaseddin Mesud’u yenmiş olsalarda, Sultan Mesud, Şemseddin Yaman Candar’ın yardımı ile Kılıç Arslan’ı yenmiştir. Yaman Candar’a yardımı karşılığında Eflâni mıntıkası ikta olarak verilmiştir. Kılıç Arslan’a karşı kazanılan savaş sonucunda mükafat olarak nitelendirilen Eflani bölgesinde (bugünkü Kastamonu) Şemseddin Yaman Candar’ın önderliğinde Candaroğlulları Beyliği kurulmuştur. 1295’li yıllardan sonra kurulan beyliğin bu dönemlerde ilim ve sanat merkezi hâline geldiği ve bu tarihten sonra şehrin, Türk-İslam dünyası içinde saygın bir konuma sahip olduğu bilinmektedir.
Candaroğulları Beyliği, II. Süleyman Paşa (1385–1392) döneminde Osmanlı Devleti ile yakın ilişkilerde bulunmuş ve Kosova Savaşı’nda Osmanlıya yardım etmiştir. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in fethiyle Osmanlı Devleti sınırlarına katılarak, devletin önemli sancaklarından biri hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin sınırlarını geliştirerek bir imparatorluk haline geldiği süreçte Kastamonu sancağı, geçmişten gelen yönetim merkezi olma özelliğini Cumhuriyet’e kadar korumuştur. Cumhuriyet’e kadar yönetim merkezi özelliği ile ön plana çıkan Kastamonu, Millî Mücadele’nin ağır sorumluluğunu omuzlarına yüklenerek bir milletin varoluş destanına imzasını atması ile birlikte Anadolu’nun sessiz kahramanlardan biri olmuştur.
Millî varoluş mücadelesinde, ebediyete uğurladığı eşi, kardeşi, babası ve evladının acısını vatan sevdası ve mücadelesi ile dindiren yiğit Türk kadını, İstiklal Yolu’nda gerek kağnılarla gerekse omzunda taşıdığı mühimmatla işgal altındaki Anadolu’ya bir nefes olmuştur. Dokuz aylık bebeği ile cepheye silah taşırken donarak şehit olan Kastamonulu Şerife Bacı’nın yanı sıra bu varoluş mücadelesinin kahramanlarından olan daha nice vatan sevdalısı Halime Çavuşlar, Necibe Nineler yazdıkları destanla birlikte bu toprakların tarihine vurulan bir başka mühür olmuştur.
Millî Mücadele’de Türk kadının vefasına şahit olan Rauf Orbay, Kasım 1921’de gerçekleştirdiği Ankara yolculuğu sırasında gördüklerini şöyle dile getirmiştir: “İnebolu’dan Çankırı’ya kadar cephe gerisindeki geri hizmetlerin %90’nının kadınlar tarafından erkekleri mahcup edecek derecede gayret ve fedakârlıkla yapılmakta olduğunu görmekteyiz. Bu fedakâr kadınların arkasında emzikte çocukları olan mübarek analar da vardır. Yavruları kucaklarında, kağnıları önlerinde, övendereleri ellerinde, Ankara’ya ve cepheye naklediyorlar.”
Kastamonu Havalisi Komutanı Muhittin Paşa ise Genelkurmay Başkanlığına verdiği raporda milletin fedakârlığını şu sözlerle rapor etmiştir: “İnebolu’nun vatansever halkının şimdiye kadar askerlere dolayısıyla millete yaptıkları hizmet ve yardımları takdire şayandır. Yollamalar başladıktan bu yana her gün arkası kesilmeyen taşımalarda malzemenin teslim ve yollanmasında parasız bir mükâfat beklemeden çalıştıklarını gördüm.”
Bağımsızlık mücadelesi içindeki bir milletin, cephedeki yiğitlerine mühimmatı taşıdıkları bir kader yolu olan İstiklal Yolu’nun başlangıç noktasına ev sahipliği yapan Kastamonu-İnebolu Limanı ile Anadolu’nun can damarı olan Ankara’nın dışarıya açıldığı ve temas kurduğu, stratejik açıdan da yeri doldurulamaz kadim şehirlerinden olmuştur. Kastamonu-Çankırı kara yolu aracılığıyla Ankara’ya taşınan mühimmat, Ankara’yı ayakta tutan tek yoldu; çünkü şehre çıkan diğer tüm yollar düşmanın işgali altındaydı. Kısacası, İstiklal Yolu’nda atılan her bir adım, toprağa işleyen her bir ayak sesi bir milletin kaderini tayin ediyordu.
İnebolu halkının canı pahasına 3 yıl boyunca İstanbul’dan binbir güçlükle tekne ve takalarla İnebolu’ya taşıdığı cephanelerin Ankara’ya ulaştırılması ile mücadelenin devamlılığı sağlanmış ve vatan için gösterilen hizmet, 11 Şubat 1924 tarihinde TBMM’nin 99. oturumunda 66 numaralı Kanun’la İnebolu Mavnacılar Loncasına, “Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası ve Beratı” taltif edilmiştir. İnebolu Mavnacılar Loncasına verilen bu beyaz şeritli altın madalya ve berat, kayıkçıların şahsında tüm İnebolu halkına verilmiş bir madalyadır.
“Gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da…” diyerek Kastamonu’nun Milli Mücadele’deki önemini vurgulayan Mustafa Kemal, isimsiz kahramanlarla birlikte yedi cihana karşı galip gelmiş ve bir millet, yeniden küllerinden doğmuştur.
Tarihi bilmenin güveninden yola çıkarak Kurtuluş Savaşı süresince milleti umutsuzluğa kapılmaması konusunda bilinçlendiren Mehmet Akif Ersoy, millî hareketin büyümesi için Anadolu’nun her bir köşesinde vaazlar vermiştir. Mehmet Akif’in verdiği en önemli vaazlardan biri Kastamonu Nasrullah Paşa Camii’nde verdiği vaazdır.
Kastamonu’dan tüm Anadolu’ya uzanan bu vaazlar ile milletlerin topla, tüfekle, zırhlı ordularla ve tayyarelerle yıkılmadığı; milletlerin ancak herkesin kendi derdine kendi menfaatine düştüğü zaman yıkılabileceğini atalarımızın bir ifadesi olduğunu “Kale içinden alınır.” sözleri ile işaret eden Mehmet Akif’in yüreğine İstiklal Marşı’nın tohumları da Kastamonu’da düşmüştür…
Mustafa Kemal’in işgallerin prostesto edilmesini istediği Havza Genelgesi’nin ardından tüm ülke genelinde protesto ve mitingler başlamıştır. Kastamonu’da üç binden fazla kadının birlikte düzenlediği miting ise Türk tarihindeki ilk kadın mitingi olmuş ve işgaller protesto edilmiştir. 10 Aralık 1919 Çarşamba günü Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) bahçesinde Kastamonulu kadınlar bir araya gelerek Anadolu’da yapılan zulmü, mitingin tertip komite başkanı olan Zekiye Hanım “Kardeşler, hemşireler! Daha bir sene evvel kırmızı rengi ile başımızda dalgalanan ulu sancağımız, görüyorsunuz ki siyahlara, matemlere büründü. (…) Büyük felaketlerimiz önünde evlatlarımızın, kardeşlerimizin kanıyla suladığı yurdumuzun işgaline, kardeşlerimizin felaketine susacak mıyız?” sözleri ile tasvir etmiştir.
Bağımsızlık mücadelesi sonrasında Anadolu’da yurt gezilerine çıkarak halkın ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenme fırsatı yaratmaya çalışan Gazi Mustafa Kemal, daha önce hiç tanışma fırsatı bulamadığı Kastamonu’ya 1925 yılında ilk kez gelmiştir. 23 Ağustos 1925’te Kastamonu ve İnebolu’ya yapmış olduğu bu seyahat boyunca büyük bir sevgi ve coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal, halkın kendisine olan bu sevgi ve ilgisine olan saygısını halkın arasına katılıp onlarla birlikte oyunları izleyip kendisi için düzenlenen gösterilere alkışları ile eşlik ederek göstermenin yanı sıra gezisi boyunca kendisi ile görüşmek isteyen her bir vatandaşa zaman ayırmaya çalışması ile Anadolu insana ne kadar değer verdiğini bir kez daha kanıtlamıştır.
Kastamonu’nun Coğrafi Özellikleri
Tarihle doğanın iş birliğinin en güzel örneklerinden birisi de Kastamonu coğrafyasıdır. Her mevsimde ağaçların farklı renklere bürünerek doğanın sessizliğinin asaletiyle dile gelen; bulutların ağaçların arasında usulca gezdiğini görmenin, kuşların sesi ile sessizliğinizi bölmesine kalbinizin gülümsemesi ve zamanın durmasını istemenin adıdır Kastamonu. Kuzeyinde Küre Dağları’nın uzandığı ve Karadeniz ikliminin özelliklerinin görüldüğü; güneyinde Ilgaz Dağları’nın ve karasal iklimin hâkimiyetini sürdüğü; 170 km’lik kesintisiz sahil şeridi ile her mevsim yeşilin her tonunu taşıyan ormanların can bulduğu Kastamonu’da ıhlamur ağaçlarının kokusu içinde bitki örtüsünün zenginliğini görmemek mümkündür. Ihlamur ağacı yanında; köknar, kayın, kestane, karaağaç, gürgen, mersin, kavak, dişbudak ve ahlat türlerinin yanı sıra kızılçam, sarıçam, karaçam, porsuk, kayın, meşe, kızılağaç, şimşir, yabanıl fındık, gürgen ve çınar gibi ağaçlarında içinde bulunduğu zengin bir bitkisi örtüsüne sahiptir. Yeşilin, denizin mavisiyle bağını hiç koparmadığı bu ilde, kış mevsiminde birbirinden farklı kar tanelerinin yere düşmesiyle masalsı bir diyar olan Ilgaz Dağları’nın keyfini günümüzde kış sporları ile çıkarmak mümkündür. Yaz mevsimi ise, ister rüzgârın usul usul estiği yemyeşil yaylalarda veya uzun sahil şeridi boyunca masmavi deniz kumsallarında yaşanabilir.
İbni Batuta, Kastamonu’nun pazardaki ürünlerin ucuzluğuna dikkat çekerek kentin yaşamaya elverişli olduğunun seyahatnamesinde vurgulamıştır. Bölgenin geçiş iklimi özelliğine sahip olması ise yetiştirilen tarım ürünlerinin bolluğunun günümüzdeki kanıtı gibidir. Yer yer mikroklima özelliği göstermesiyle de özellikle meyve üretimine oldukça elverişlidir. Kastamonu ekonomisi genel olarak tarıma dayanmakta; ancak tarıma elverişli ekim alanı sınırlıdır. Tarımın yanı sıra orman bakımından Türkiye’nin zengin illerinden biri olan Kastamonu’da ormancılık da gelişmiştir. Hayvancılık için oldukça müsait olan ilde, doğanın zenginliğinden faydalanan arıcılık başta olmak üzere Ankara ve Konya’dan sonra tiftik keçisinin yetiştiriciliği gelişmiştir. Tüm bunların yanı sıra diğer büyükbaş hayvanların yetiştiriciliği de gerçekleştirilmektedir.
Yer üstü zenginlikleri kadar yer altı zenginlikleri ile de farklılığını ortaya koyan Kastamonu’da, bakır ve bakırlı pirit oldukça fazladır. Son yıllarda gelişen sanayiciliğinin bir sonucu olarak pirit madenciliğinin başlıca sanayi ürünleri arasındaki yerini aldığı görülmektedir. Tüm bunların yanı sıra çeşitli el sanatları atölyelerine de önem veren Kastamonu, geçmişin izlerini geleceğe aktarmada kararlıdır. Alfabetik sıralamayla Abana, Ağlı, Araç, Azdavay, Bozkurt, Cide, Çatalzeytin, Daday, Devrekani, Doğanyurt, Hanönü, İhsangazi, İnebolu, Küre, Merkez, Pınarbaşı, Seydiler, Şenpazar, Taşköprü, Tosya ilçelerine sahip olan bu ilin her bir köşesinde ayrı bir değerin var olduğunu bilmek, kendisini ziyarete gelenlerde heyecan uyandırmaktadır.
Kastamonu’nun Doğal ve Kültürel Değerleri
Kastamonu, tarihinin zenginliklerinin tabiatının güzellikleriyle bütünleşerek varlığını korumaya devam ettirmesi, şehrin mütevazı asaletinin günümüzdeki en değerli örneklerindendir… Renklerin dansını doğanın içinde keşfettiğiniz Kastamonu’nun bu tabii güzelliği tüm dünyada yankı bulmuş ve Avrupa’nın panparkı listesi içinde eklenen 13. panparkı Küre Dağları Millî Parkı olmuştur. Sadece millî parkıyla değil; dünyanın en büyük 4. mağarasına, dünyanın en derin 2. kanyonu olan Valla Kanyonu’na sahip olması ile ziyaretçilerini kendisine hayran bırakan gizemli bir şehirdir Kastamonu… Tarihî konakların tüm yaşanmışlıklarıyla geleceğe taşındığı bu şehir, her birinin özgünlüğünü yansıttığı birçok konağıyla masalsı bir yolculuğun merkezi gibidir. Bugün Kastamonu şehrinin mimari dokusunu oluşturan bu konakların temelleri, günümüzde Karabük ilinin sınırları içinde olan Safranbolu’nun 1870 yılında Osmanlı idari yapısında Kastamonu sancağına bağlı olması sonucunda Safranbolu evlerinin zenginliklerini taşımakta olup; Osmanlı mimarisi, şehir hayatı ve kültürünün en güzel yansımalarını yaşatmaktadır. Osmanlı dönemine ait han, hamam, konak, çeşme, cami ve köprülerle birlikte binlerce tescilli eseri de içinde barındırmaktadır.
Küre Dağları Millî Parkı; Küre Dağları Millî Parkı, 157 endemik bitki türüne yapmış olduğu ev sahipliği ile sadece ülkemizin değil dünyanın da gözbebeği olmuştur. Doğası, mikrokliması, derin vadi ve kanyonları, akarsu ve şelaleleri ile ender bulunan bir alan olmasından dolayı 2000 yılında millî park statüsünde korumaya alındıktan iki yıl sonra panpark olarak ilan edilmiş ve Avrupa Seçkin Millî Parklar Ağı içindeki yerini almıştır. Bu özelliği ile Avrupa’nın 13. panparkı olan Küre Dağları Millî Parkı, Türkiye’nin ilk panparkıdır. Doğa yürüyüşleri, dağ ve kaya tırmanışları, bisiklet turları, atlı sporlar, safari gibi birçok aktiviteyi gerçekleştirebilmek mümkündür.
Valla Kanyonu; doğanın insanoğlunu sarıp sarmaladığına şahit olunan ve insana huzur veren bu kanyon, saklı bir cennet gibidir. Pınarbaşı›nın 26 kilometre kuzeyindeki Muratbaşı köyü yakınlarında, Devrekani Çayı ile Kanlıçay›ın buluştuğu yerde başlayan; geçilmesi zor ve tehlikeli olan Valla Kanyonu’nda uçurumların yüksekliğinin yer yer 1200 metreyi bulduğunun kanıtlarını yüksekliğe meydan okurcasına havada süzülen kartalları, atmacaları, doğanları gördüğünüzde gözlemleyerek tecrübe edersiniz… Bu yönüyle birçok ekstreme sporu için de ev sahipliği yapan kanyon, 800 metre ile dünyanın en derin ikinci kanyonudur.
Ilgarini Mağarası; Küre Dağları’nın içindeki saklı cennette karşınıza çıkabilecek ve ziyaretçilerini ayrı bir yolculuğa sürükleyecek olan Ilgarini Mağarası, Prehistorik Dönem’e ait bulguların yer aldığı bir mağaradır. Ilgarini Mağarası, 3 ve 4. zamanda oluşan mağaralar içerisinde dünyanın en büyük 4. mağarası olması yönüyle de farklılığını gözler önüne sermektedir..
Ilıca Şelalesi; kayalıkların arasından süzülen her bir damla suyun, ağacın yelişi ile birleştiği yerdir Ilıca Şelalesi. Suyun söylediği şarkılarla dans ettiği, çevredeki yeşilin tüm renkleriyle şelaleden akan suyun her bir zerresine eşlik ettiği bu eşsiz manzarayı izlemek bir başka güzelliktir.
Gideros Koyu; Karadeniz’in hırçın dalgalarının durgunlaştığı koy Gideros’tur. Antik Dönem’de sadece bir tersane olarak değil aynı zamanda da korunaklı bir yer olarak kullanılan bu koyla ilgili tarihin ilk coğrafyacısı Strabon, koydaki yerleşimin 3500 yıl önce kurulduğunu yazmıştır. Evliya Çelebi gibi pek çok seyyah, bu koyun ormanlık oluşu ve coğrafi konumu sebebiyle gemi yapımcılığının yaygın olarak yapıldığı ve küçük bir limana da sahip olduğu notlarını tarihe düşmüşlerdir. Homeros ise İlyada Destanı’nda bu koyun güzelliğinden bahsetmiştir…
Kastamonu Kalesi ve Saat Kulesi; tüm şehrin hâkimiyetine sahip bir tepede bulunan ve mimarisi Orta Çağ son dönemlerindeki Bizans mimarisinin izlerini yansıtan bu kalenin 12. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Kale, Kastamonu isminin kökenlerinin atılmasına da konu olmuştur. Buna göre; Bizans İmparatoruluğu’nun bölgeye hâkim oldukları zaman diliminde Romalılar, günümüzde Taşköprü olarak bilinen Kastamonu ilçesini, eyaletlerinin merkezi hâline getirmişlerdir. Taşköprü, Romalılar için bir eyalet merkezi iken Kastamonu, küçük bir kasaba olup Bizanslılar ve özellikle de Kommenler soyu zamanında gelişim gösteren bir yerleşim yeri olarak varlığını sürdürmüştür. Kommenler soyu, zaman içinde bu kasabaya bir kale yaptırmışlar ve buraya Kommenlerin kalesi anlamına gelen “Kastra Kommen” adını vermişlerdir. Zaman geçtikçe verilen bu ad “Kastamonu” şekline dönüşmüş ve günümüze ulaşmıştır. Şehrin, bir başka tarihi değeri olan Kastamonu Saat Kulesi, 1885 yılında Vali Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılan ve şehrin en hâkim bölgelerinden birine inşa edilen ya da efsanelere göre sürgün edilen kule bugün birçok misafirleri gölgesinde, yorgunluk çayını ikram ederek eşsiz Kastamonu manzarasını kendilerine sunmaktadır.
Mahmut Bey Camii; Çivisiz Camii olarak da bilinen Mahmut Bey Camii, 1366 yılında Candaroğulları tarafından yaptırılmıştır. Beyliğin ahşap ve mimari noktanın zirvesi olan ve tamamı ahşaptan, çivi kullanmadan çekme sistemi kullanılarak yapılan camiinin dış cephesi taşlarla örülü iken; iç cephesi ahşap el işçiliğiyle birlikte ince kalem işçiliğinin kök boyasıyla birleşmesiyle âdeta bir yetenek ürünü olmuştur. Daday yakınlarındaki Kasaba köyünde bulunan bu camii, sahip olduğu tüm bu eşsiz güzellikleri sebebiyle 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmıştır.
Atabeygazi Camii; Bizanslılardan cuma güne alındığı ve ilk cuma namazının kılındığı tahmin edilen Atabey Gazi Camii, Atabey Muzaffereddin Yavlak Aslan Bey tarafından 13. yy.in ikinci yarısında 1273 yılında yaptırılmış olup şehrin bilinen en eski camisidir. Türk-İslam geleneğinde bu tür camiler “Fetih Camii” olarak isimlendirilmektedir. Fetih ruhuyla birlikte 800 yıllık bir hatıranın canlandığı bu camilerde, cuma ve bayram namazı hutbelerinin okumak için minbere çıkan imamın kılıç kuşanması geleneği hâlâ yaşatılmaktadır. Kırk direğin üstüne oturtulan ahşap tavanlı olan bu cami, halk arasında “Kırk Direkli Camii” olarak da bilinmektedir.
İsfendiyar Bey Camii; Candaroğlu İsfendiyar Bey tarafından, yapıldığı bilinen; ancak kitabesi olmadığı için hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmeyen caminin çevresinde İsfendiyar Bey tarafından yaptırılmış mederese, imarethane gibi yapılar olduğu bilinmesine karşın günümüzde bu yapılardan hiçbiri ayakta değildir. Halk arasında daha çok Oklu Camii olarak da bilinir. 1712, 1838 ve 1948 yıllarında tamir gören cami, günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde ibadete açıktır.
İsmailbey Külliyesi; MÖ 7. yüzyıla ait iki adet kaya mezarına sahip Şahinşah Kayası üzerinde yer alan külliye Candaroğlulları Beyliği’nin son hükümdarı İsmail Bey tarafından yapılmıştır. Külliyenin içerisinde cami, türbe, medrese, han, hamam ve kütüphaneden oluşmakta ve beylikler döneminin en güzel örneklerindendir. Külliyede yer alan medrese, Candaroğulları Beyliği Dönemi’ne ait ayakta kalabilmiş tek medresedir. Külliyenin içindeki deve hanı ve medrese Kastamonu Valiliği tarafından yeniden düzenlenmiş ve günümüzde turizm amaçlı yöresel mutfak ve el sanatları merkezi olarak hizmet vermektedir.
Nasrullah Kadı Külliyesi; Kastamonu’nun merkezine kurulan, kentin en büyük camisi olan ve Mehmet Akif Ersoy’un Millî Mücadele döneminde vermiş olduğu vaazlarla halkın cesaretini arttırdığı Nasrullah Camii II. Bayezıd döneminde 1506 yılında Nasrullah Kadı tarafından köprü ve şadırvan içindeki su havuzları ile birlikte yaptırılmıştır.1746 yılına kadar genişletilen camii 6 kubbeli bir yapıdan 9 kubbeli bir yapı hâline gelmiştir. Bu yapı, zaman içinde camii etrafına şadırvan, köprü ve medrese eklenmesi ile birlikte külliyeye dönüşmüştür..
Yakupağa Külliyesi; 16. yüzyılın Kastamonu yapısının görkemli yapılarından olan Yakupağa Külliyesi, Yavuz Sultan Selim’in hocası Halimi Çelebi tarafından yaptırılan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın hazine reisi Yakup Ağa tarafından 1547’de onarımı gerçekleştirilmiş olan külliye; medrese, imaret, misafirhane ve sıbyan mektebinden oluşmaktadır. Kesme taşlarla yapılan ve kurşunla örülü kubbelerden oluşan cami, yapılı tekniği yönüyle oldukça kıymetli mimari bir eserdir. Caminin kapısı ise diğer Osmanlı mimarisi eseri camilerde olduğu gibi ahşap ve sedef işçiliğin zarifliğiyle dikkat çekmektedir.
Türkiye’nin ilk Kent Tarihi Müzesi’nin açıldığı yer olan Kastamonu’da, tarihî dönemlerden her birinin kanıtını müzelerinde ziyaretçilerine sunmaya devam ediyor. Kastamonu’nun Arkeoloji Müzesi’nde Hellenistik Dönem’den tutun da Roma ve Bizans Dönemlerini de içine alan dönemsel eşya ve sanatsal objelerinin yanı sıra Atatürk’ün Kastamonu gezisi sırasında kullandığı eşyalar da sergilenmektedir.
1870 yılında inşa edilen ve 1979 yılında kamulaştırılan bir konak olan Liva Paşa Konağı ise 1997 yılında Liva Paşa Konağı Etnografya Müzesi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Her bir odasında Kastamonu’nun sahip olduğu sanatların yaşatıldığı bu müzede, Kastamonu tarihinin sahip olduğu zenginlikleri yakından keşfetme imkânı bulunmaktadır. Ayrıca şehir merkezinde ve bağlı ilçelerde 18. yüzyıldan itibaren yapılmış çok sayıda tarihî evler ve konaklar, yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk şehir kültürünün günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır.
Sonuç
“Bitkin düşen yolcuların, medeni ve müreffeh bir görünüme sahip Kastamonu şehrine ulaştıklarında rahata kavuşmuş olmalıydılar…” notunu seyahatnamesine düşen İbni Batuta’nın da bahsettiği gibi Kastamonu, medeniyetinin zenginlikleri ile her dönem misafirlerine kapısını aralamıştır. Bir yanda tüm dünyanın imrendiği doğal güzellikleri diğer yanda tarihin derinliklerinden günümüze uzanan eşsiz serüvenleri ile gizemli yüzünü gösteren Kastamonu, sahip olduğu tüm bu değerleriyle benzersizliğinin sessiz asaletini taşımaktadır. Vatan sevdasının mukaddes değerleriyle perçinlendiği uzun bir yolculuğu İstiklal Yolu boyunca Anadolu topraklarının tarihine kazıyan, Atatürk’ün “Bir Türk, dünyaya bedeldir!” sözüne şahitlik eden, sahip olduğu zengin kültür birikimini günümüze taşıyarak TÜRKSOY 2018 kapsamında Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak seçilen ve geçmişten gelen yönetim merkezi olma sorumluluğunu Millî Mücadele Dönemi’ne de yansıtmış olan İstiklal madalyalı bir şehirdir Kastamonu... Tüm Anadolu şehirlerinin bir harmanı olan; Oğuz ve Kıpçak Türkçesinin temellerini şivesine katmış; el sanatlarının yaşatıldığı; birbirinden farklı konakları ve geleneksel mutfağının sarımsağın şifası ile harmanlandığı, damakları çatlatan lezzetlerinden olan biryan kebabından, simit tiridine ekmeğinizi bandığınız, çekme helvasıyla ağzınızı tatlandırdığınız; doğasında ruhunuzu dinlendirdiğiniz Kastamonu, adeta Anadolu’ya vurulan bir Türk mührüdür.
Kaynakça
Albayrak, M. (2018). Candaroğulları Beyliği’nin kuruluşu ve Osmanlı Beyliği ile Münasebetlerine Dair Bir Değerlendirme. Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, 4(7), 73-100.
Atatürk, M. K. (2016). Nutuk. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Eski, M. (1993). Kastamonu’da Yapılan İlk kKdın Mitingi. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 9(27), 653-662.
Eyüpgiller, K. (1999). Bir kent tarihi: Kastamonu. İstanbul: Eren Yayıncılık.
İbret, B. Ü., Aydınözü, D., & Uğurlu, M. (2015). Kastamonu Şehrinde Kültür ve İnanç Turizmi. Marmara Coğrafya Dergisi, (32), 239-269.
Karasalihoğlu, M. (2014). Antikçağ Kaynaklarında ve Sonraki Seyahatnamelerde Kastamonu Kıyıları. Mediterranean Journal of Humanities 4(2), 151-165. DOI: 10.13114/MJH.201428435
Kılınç, A. Ç. (2017). Kurtuluşa Giden Yolda Kastamonu Vilayeti. Düşünce ve Tarih Dergisi, 4(37), 51-58.
Koçyiğit, T. (2009). İbn Battuta’nın Karadeniz Seyahati Üzerine Bazı Mülahazalar. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 9(1), 53-73.
Maden, F. (2016). Seyyahların Gözüyle Kastamonu. Roza Yayınevi.
Serin, N. (2018). Selçuklu ve Beylikler Dönemi Kastamonu Camileri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
Şahin, S. (2017). Millî Mücadele Dönemi’nde Mehmet Akif Ersoy’un Kastamonu Vaazı Üzerine Bir İnceleme. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(2), 311-338.
Şahingöz, M. (2002). Millî Mücadele’de Protesto ve Mitingler. Türkler, XV, Ankara.
Uzunçarşılı, İ. H. (1988). Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri. Türk Tarih Kurumu Basımevi.
https://www.atam.gov.tr/duyurular/sapka-ve-kiyafet-devrimi adresinden erişilmiştir.
http://www.cografya.gen.tr/tr/kastamonu/ekonomi.html adresinden erişilmiştir.
http://www.inebolu.bel.tr/inebolu.asp?Id=21&inebolu=turk-ocagi-ve-sapka-nutku adresinden erişilmiştir.
http://karabuk.gov.tr/safranbolu-ilcesi adresinden erişilmiştir.
http://www.kastamonu.gov.tr/ataturkun-kastamonuya-gelisi---sapka-ve-kiyafet-devrimi adresinden erişilmiştir.
https://kastamonu.ktb.gov.tr/ adresinden erişilmiştir.
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/kastamonu/genelbilgiler adresinden erişilmiştir.
https://www.ntv.com.tr/seyahat/dunyanin-en-derin-ikinci-kanyonu-olan-valla-kanyonuna-rehbersiz-girmek-yasak,1aLJnVmWA0eCBteo7YOPbQ adresinden erişilmiştir.