DEVLET-İ ALİYYE’DEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE

11 Nisan 2017 12:18 Prof. Dr.Temel ÇALIK
Okunma
13158
DEVLET-İ ALİYYEDEN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE

DEVLET-İ ALİYYE’DEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE

Prof. Dr.Temel ÇALIK

Arş. Gör. Emre ER

                                                                    

Giriş               

Günümüzün medeni milletleri kendi tarihleri hakkında, somut ve ortak bir anlayışa sahiptirler. Bu anlayış, medeni bir millet olmanın önemli bir şartlarından biri olarak kabul edilir. Söz konusu milletler, tarihlerinin nereden başladığını, hangi çağlara ayrıldığını,kimlerin tarihlerine yön vermiş olduğunu bilirler ve bunlarla ilgili değişmez kanaatlere sahiptirler. Bize gelince; her konuda olduğu gibi tarih anlayışında da toplum olarak acıklı ve anlaşılmaz bir kargaşa içinde bulunmaktayız.Tarihimizin başlangıcı, hangi devirlere bölündüğü, kimlerin tarihimize yön verdiği ve kimin kahraman kimin vatan haini olduğu konusunda farklı toplum kesimlerinin, birbirlerine tamamen zıtbir anlayışa sahip olduğunu görmenin burukluğunu yaşamaktayız.

Geçmişte tarih anlayışımızın daha düzgün ve istikrarlı olduğu söyleyebiliriz. Eski Türk tarihi, Oğuzhan ile başlatılır ve Selçuklularla bitirilirdi. Yakın dönem Türk tarihi ise Anadolu Selçukluları hakkında kısa bir başlangıçtan hemen sonra Osmanlılara geçerek devam ettirilir,diğer Anadolu Beyliklerinden ve özellikle de büyük olanlarından Türkiye’nin bir bölümünün meşru hükûmetleri olarak söz edilir ve saygıyla anılırdı. Son dönem Türk tarihi denildiğinde, Anadolu’nun kurtuluşunun ifadesi olan Cumhuriyet, herkesçe kabul edilirdi. Şüphesiz bu tarih anlayışının toplumun önemli bir bölümü tarafından kabul görmesi olumlu olarak nitelendirilebilir.

Milletlerin varlıkları tarihsel süreklilik içerisinde ele alındığında, kadim zamanlardan bugüne bütün kültürlerin,milletlerin ve medeniyetlerin belirli bir değişim ve dönüşüme uğrayarak varlıklarını devam ettirdikleri görülmektedir. Sosyal olguların ne zaman ve nerede başladığı, aynı şekilde nasıl son bulduğu çoğu zaman farklı görüşler ortaya atıldığından belirsizleşmektedir. Örneğin Osmanlı Devleti’nin kuruluşuile ilgili birçok farklı yaklaşım arasında İnalcık’ın görüşleri dikkat çekmektedir. Ona göre Osmanlı Devleti; yaygın ve resmi bilgilerin aksine 1302 yılında kurulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde Lale Devri’nden, II.Meşrutiyet’e kadar uzanan sürede yapılan değişimler, genellikle Avrupalı devletlerin çeşitli alanlarda sağladıkları görece üstünlüklerine karşı bir tepki olarak görülebilir. Batının özellikle ekonomik ve askerî alanda kaydetmiş olduğu ilerlemeye karşı koymak amacıyla yine Batılı uzmanlardan yardım alınarak bir anlamda Batı’ya ancak Batı’nın silahlarıyla karşı konulabileceği anlayışı yaygınlaşmıştır. Ancak gerçekleştirilen değişim sürecinde elde edilen sonuçlar yeterince etkili olmadığından, her reform sürecini yenisi izlemiştir.


Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Süreci

Özellikle 20. yüzyılın başlarında dünya siyasi tarihi açısından, birçok yeni devletin kuruluşuna, sınırların değişmesine veya mevcut sınırlar içerisindeki demografik ve etnik yapının farklılaşmasına tanık olunmuştur. Ülkemiz söz konusu zaman dilimlerinde yukarıda sıralanan bütün değişimleri yaşamıştır. Sınırların kısa sürede değişmesi ve demografik yapının dönüşmesi süreçlerinin ardından gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı ile yeni bir devletin kurulması mümkün olmuştur. Oldukça önemli sayılabilecek bu değişimler çok kısa bir süredegerçekleştiğinden Saltanat, Meşrutiyet ve Cumhuriyete şahitlik eden bir kuşak var olmuştur. Devlet ve millet kavramlarına yüklenen anlamın değişmesi ile birlikte her ikisine de düşen görev ve sorumluluklar bu süreçte yeninden tanımlanmıştır.

 Osmanlının dağılma süreci birçok millet için bağımsızlığını kazanma mücadelesi iken; Türkler açısından elde kalan sontoprakları müdafaa etme ve vatansız kalmama adına verilen bir mücadele olarak değerlendirilmektedir. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonucunda ağır yenilgiler alan Osmanlı, Kurtuluş Savaşı neticesinde son bir direniş hattı oluşturabilmiş ve mevcut sınırlarda egemenlik iddiasını devam ettirebilmiştir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emekleri olan askerî liderlerin, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Trablusgarp’tan başlayarak muhtelif zaman ve cephelerde Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirebilmesi için canlarını ortaya koyarak gerçekleştirdikleri mücadeledir. Uzun süren ve çoğu yenilgiyle sonuçlanan savaşlar sonrasında söz konusu askerî liderlerin kararlılığı ile buna yürekten inanmış Türk milleti dışında bir imkândan bahsetmek oldukça zordur. Mustafa Kemal Atatürk, bir Osmanlı subayı olarak öncelikle mevcut vatanın müdafaası için gayret göstermiştir.Özellikle Trablusgarp’ta yaşanan şiddetli çatışmalar esnasında Mustafa Kemal Atatürk’ün gözünden yaralandığı ve bir süre tedavi gördükten sonra yeninden cephelere döndüğü bilinmektedir. Birçok cephede sınırlı imkânlarla yürütülen var oluş mücadelesi esnasında Atatürk ve silah arkadaşlarının en güçlü motivasyonu vatan topraklarının bütünlüğünü sağlama ve Türk milletine daha büyük acılar yaşatmamaktır.

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş süreci, siyasi coğrafyadaki birçok örnekleri gibi sıkıntılı ve sancılı bir dönemi içerisinde barındırmaktadır. Siyasi, sosyal ve askerî kurumların bir kısmı işlevini yerine getiremezken, çağın gerektirdiği ihtiyaçları karşılayacak birçok kurumun da henüz ortaya çıkmadığı bilinmektedir. Danıştay, Polis teşkilatı, İtfaiye teşkilatı, Kızılay, TCDD, Jandarma Teşkilatı ve Ziraat Bankası gibi birçok kurum Cumhuriyet’e Osmanlı Dönemi’nden miras olarak kalmıştır. Bu kurumlar modern Türkiye’nin tesisinde ve ilerlemesinde önemli rol oynamalarının yanında devlet geleneğinin devam ettirilmesi ve uzun bir süredir büyük bir coğrafyada yönetim kapasitesi olan bürokratik sınıfın tecrübe ve kabiliyetlerinden yararlanılmasını sağlamıştır. Cumhuriyet’i kuran kadroların önemli bir kısmı Osmanlı bürokrasisinde yetişmiş değerli devlet adamlarıdır. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar, savaşların ortaya çıkardığı psikolojik, sosyal ve ekonomik etkiler, sanayi alanındaki önemli gelişmelerin takip edilemeyişi,kapitalist ekonomik düzene uyum sağlamayı zorlaştırarak Türkiye’yi hızlı bir fakirleşme ve ekonomik durağanlığa sokmuştur. Osmanlıdan devralınan borçların bir bölümünün bitirilmesi 1954 yılına kadar uzanırken, bono ve değerli kâğıt olarak aktarılan borçların tamamen kapatılması 1989 yılına kadar devam etmiştir.

Her dönemi kendi gerçekliğe içerisinde değerlendirmenin hakkaniyetli olacağı düşünüldüğünde, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi şartlarında ekonomide devletçi politikaların ön plana çıkmasının ve Türk parasının korunması gibi tedbirlerin alınmasının haklı gerekçeleri olduğu söylenebilir. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Batılı ülkelerin ortalama millîgelirleri 6000 dolar civarında iken Türkiye’de sadece 700 dolar düzeyinde seyretmektedir. 1930’lu yıllarda özellikle gelişmiş ülke ekonomileri açısından sarsıcı etkiler yaratan ve “Büyük Buhran” olarak bilinen ekonomik kriz dönemi sonrasında Batılı ülkelerin ortalama millî gelirleri 4300 dolar seviyelerine gerilerken, Türkiye’de ortalama millî gelir iki katından fazlasına çıkarak 1730 dolara ulaşmıştır. (Kişi başına gelir Geary-Khamis 1990 uluslararası dolarına göre hesaplanmıştır.).  Sadece bu örnek dahi, birçok kaynaktan yoksun genç bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bağımsızlığını pekiştirmesi ve uluslararası alanda saygınlığını koruması açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden tamamen ayrı bir devlet olduğunu iddia etmek yanlış bir yaklaşımdır. Son Osmanlı padişahı Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’ın deyimiyle; “İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi, bugünkü Cumhuriyet de Türk’ün malıdır.”Tarihî serüveni içerisinde Türklerin kurmayı ve yaşatmayı başardığı devletler arasında Osmanlı Devleti’nin saygın yerini koruma, anlatma ve araştırma sorumluluğu en başta Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Tarihi birbirinden tamamen ayrı dönemler olarak ele almak akademik çalışmalar yapmak açısından belirli bir dönemin özelliklerini daha derinlemesine anlamak için gerekli görülebilir. Ancak, tarih bilinci oluşturmak amacıyla, milletlerin devamlılığını sağlamak açısından dönemlerin, devirlerin, liderlerin ve hatta devletlerin anlamı ve önemi,milletin varlığını ve birliğini sürdürmesi ile ölçülebilir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’ne sağladığı kaynaklar kadar problemli konularıda miras olarak bıraktığı bir gerçektir. Cumhuriyet’in, Osmanlıdan devraldığı tebaayı vatandaş olarak kabul etme, modernleşme ve kalkınma süreciyle başlayan uluslaşma süreci yönetilirken zaman zaman toplumsal dirençle karşılaşıldığı da görülmüştür. Saltanat, meşrutiyet ve cumhuriyet birer rejim şekli olarak devletin devamlılığını sağlamak açısından araç olarak görülmelidir. Ortaylı’ya göre Osmanlıdan, Cumhuriyete devlet devam etmektedir, değişen sadece devletin rejimidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş başta olmak üzere zafer ve bayramları çeşitli etkinliklerle kutlandığı gibi Osmanlı’nın zaferleri ve kuruluşu da aynı coşkuyla kutlanmaktadır.

Atatürk'ün Fatih Sultan Mehmet hakkındaki düşünceleri Cumhuriyet’in tarihe bakışı açısından önem taşımaktadır. Atatürk,Osmanlının hoşgörüsünden ve yabancı unsurların inanç ve âdetlerine saygısından şu övgü dolu sözlerle bahsetmektedir. "Başka dinlere saygılı tek millet biziz diyerek, Fatih İstanbul'da bulduğu dinî ve millî teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı ve Ermeni Katoğikos'u gibi Hıristiyan dinîreisleri imtiyaz sahibi oldu. Kendilerine her türlü serbesti bahşedildi.İstanbul'un fethinden beri Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar, milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekâr ve civanmertbir milleti olduğunu ispat eder." Benzer şekilde Atatürk, Eskişehir'deyaptığı konuşmada Fatih'in İstanbul'u fethederek Doğu Roma'yı tevarüs ettiğinive onun ikinci amacının Roma'yı almak ve Batı Roma İmparatorluğu'nun da tacını başına koymak olduğunu ifade etmiştir.

Toplumlar zamanın akışı içerisinde sürekli değişmek zorunda kalırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği noktada sadece belirli slogan ve kavramlar yardımıyla daha gelişmiş bir ülke olmak mümkün değildir. Osmanlının torunları ve Cumhuriyet’in çocukları olarak mevcut mirası daha ileriye taşımanın yolu tarihimizi iyi analiz etmek ve anlamaktan geçmektedir. Daha iyisini kurmanın yolu, yapılan hatalardan dönülmesi ve tarihten ders çıkarılmasıyla mümkündür.

Tenkit ve methiyede ölçülü olmak gerekmektedir. Osmanlıya özlem duymak Cumhuriyet’e karşı olmak anlamına gelmeyeceği gibi, Cumhuriyet’e duyulan hayranlık da Osmanlı düşmanlığını ortaya çıkarmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti sınırlı imkânlar ile yer üstü ve yer altı kaynaklardan mahrum olarak, diplomatik, askerî ve ekonomik açılardan ağır yenilgileri takiben elde edilen zaferler neticesinde kurulabilmiştir. Anadolu insanı için vatan olmasının yanı sıra, kaybedilen topraklar sonucunda gidecek bir yeri kalmayan Türk milletine yurt olmuştur. Bu bakımdan Türkiye, bir geleneğin vücut bulmuş hâli, bir milletin son kalesi ve dört bir yanı cehenneme dönmesine rağmen kurtarılabilmiş bir bölgedir.

Sonuç

Bütün toplumlar tarihin akışı içerisinde sürekli değişim içerisindedirler. Osmanlı Devleti’nin dâhilî ve haricî olarak karşılaştığı önemli sorunlara çözüm bulunamaması sonucunda 18. yüzyıldan itibaren devleti dönüştürme çabaları genişleyerek Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte nihayete ulaşmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye Cumhuriyeti, neredeyse yüzyıldır mağlubiyeti kabul ederek değişmeye gayret eden bir milletin iradesinin yansımasıdır. Bununla birlikte idari teşkilatlanma, eğitim, sağlık ve maliyegibi bir devletin temel organları da Osmanlı Devleti’nin kökleri üzerinden kurgulanmıştır.

Son günlerde geniş bir toplumsal mutabakat ile vurgulanan kurucu değerler ve devletin yeniden bu değerler çerçevesinde tasarlanması gerekliliği aslında Osmanlı Devleti’nin son zamanları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamaları süreçlerinin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Osmanlıyı savunma refleksi ile Türkiye Cumhuriyeti’ne kin ve nefret duymak ne kadar yanlışsa, Osmanlıyı potansiyel bir tehlike olarak göstererek aslında Türk tarih ve kültürüne hakaret etmek o kadar yanlıştır.Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlının antitezi olduğu fikri tarihî olguların yeterince bilinmemesinin yanı sıra zaman zaman kasıtlı olarak ileri sürülmektedir. Tarihini reddederek ilerleyebilmiş bir millet yoktur. Aynı zamanda geçmişin zaferleri ve mağlubiyetleri ile sürekli meşgul olmak da anlamsızdır. Sosyal sistemlerin dengesini daima gelecekte kurgulamak gerekmektedir. Dünya döndüğü sürece, insanlar; topluluklar ve doğal olarak devletler hâlinde yaşayacaksa, Türk milleti de en akılcı, güçlü ve vicdani yapılanmayı gerçekleştirmek zorundadır. Bunun yolu ise ifrat ve tefritten uzak, sadece siyah ve beyaz yerine gri alanlarından varlığından haberdar olunarak ortaya konacak sosyal bilimler ve özellikle tarih anlayışının geliştirilmesindedir.

Yıllardır süre geldiği gibi, son zamanlarda artan bir şekilde çeşitli basın yayın organlarında Osmanlı ve Cumhuriyet hakkında ileri geri anlamsızca ifade edilen övgü ve yergilerin olduğunu görmekteyiz. Bu durumun bilimsel anlayış ve yaklaşımdan uzak olduğu apaçık ortadadır. Karşılıklı olarak aşağılayıcı ve suçlayıcı ifadelerin milletimiz tarafından kabul görmediği bilinmelidir. Hatta bu durum toplumsal sinir uçlarına dokunmakta ve toplumun birliği konusunda telafisi mümkün olmayan yaralar açmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi Osmanlı ulu bir çınar, Cumhuriyet ise onun köklerinden filizlenmiş taze bir fidandır. Değerlendirmelerin bu bağlamda ve bu yaklaşımla yapılması devletin bekası ve milletin geleceğine olumlu katkılar yapacaktır. Yıkıcı ve bozucu anlayışların hiçbir millete fayda getirmediği bilinmektedir. Ortak tarih şuurunun milletler açısından ne kadar önemli olduğunu her toplum tecrübe etmiştir. Aydınların tarih konusunu ele alırken,akıldan, bilimden ve sağduyudan ayrılmadan çalışmalarını yürütmesi geleceğimiz açısından oldukça önemlidir.

 

 

Kaynaklar

 

 

Acun, F. (1999).“Osmanlıdan Cumhuriyete Değişme ve Süreklilik”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 16, 155-167.

Acun, F.(2007). “Osmanlı’nın Torunları Cumhuriyetin Çocukları: Osmanlıdan Cumhuriyete Değişmeve Süreklilik”, Süleyman DemirelÜniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (15), 39-64.

Aslan, S. veAlkış, M. (2015). “Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Türkiye’nin ModernleşmeSüreci: Laikleşme ve Ulusal Kimlik İnşası”, AkademikYaklaşımlar Dergisi, 6(1), 18-33.

Atsız, N. H.(2014). Türk Tarihinde Meseleler,İstanbul: Ötüken Yayınları.

Aydemir, Ş. S.(2004). Suyu Arayan Adam, İstanbul:Remzi Kitabevi.

BaşbakanlıkDevlet Arşivleri (2007). Osmanlı BelgelerindeMillî Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk, Ankara: Başbakanlık.

Berkes, N.(1973). Türkiye’de Çağdaşlaşma,İstanbul: Bilgi Yayınları.

Eğilmez, M.(2011). Osmanlı'dan Devraldığımız Borçlar. http://www.mahfiegilmez.com/2011/12/osmanlidan-devraldigimiz-borclar.html

Güler, A. veAkgül, S. (2008). Atatürk’ün DüşünceDünyası, Ankara: Berikan Yayınları.

İnalcık, H. veSeyitdanlıoğlu, M. (2006). Tanzimat:Değişim sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara: Phoenix Yayınları.

Kaymakçı, Ö. B.(2015). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tarihi-DüşünselBir Deneme: Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Berikan Yayınları.

Kızılkaya, O.ve İlyas, A. (2013). “Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçiş Sürecinde SolidaristKorporatizmin Türk Sosyal Hayatına Yansıması”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages,Literature and History of Turkish or Turkic, 8 (11), 203-217.

Mumyakmaz, H.(2008). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Vatandaşlık,Yayımlanmamış doktora tezi. Gazi Üniversitesi, Ankara.

Ortaylı, İ.(2016). Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek,İstanbul: Timaş Yayınları.

Tör, V. N.(1976). Yıllar Böyle Geçti, İstanbul:Milliyet Yayınları.

Yalçın, E. S. (1999).“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş ve 19 MayısRuhu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,15 (45), 835-860.

Yalçın, E. S.(2005). Türkiye Cumhuriyeti TarihininKaynakları, Ankara: Berikan Yayınları.