HACI BAYRAM VELİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ Prof. Dr. Haydar Çakmak, “S-400 Meselesi''ni değerlendirdi

03 Ağustos 2019 14:02 Evin GÖKTAŞ
Okunma
2917
HACI BAYRAM VELİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ  Prof. Dr. Haydar Çakmak, “S-400 Meselesini değerlendirdi

Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haydar Çakmak, “S-400 Meselesi”ni Değerlendirdi

“S-400’LE BİRLİKTE TÜRKİYE, HAVA SAVUNMASINDA ABD’DEN SONRA İKİNCİ KONUMA GELECEK”

EVİN GÖKTAŞ

Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Haydar Çakmak, ABD’nin hava savunma sistemi konusunda kendisinden başka hiçbir ülkenin üstünlüğe sahip olmasını istemediğini belirterek, “S-400’ün yerleşmesi hâlinde Türkiye, ABD’den sonra hava savunma sisteminde ikinci güçlü ülke durumuna gelecek. Onun için Türkiye’nin kendisinden daha üstün bir silaha sahip olmasını istemiyor Amerika.” dedi.
Çakmak, Türk Ocağı Ankara Şubesinin düzenlediği bir panelde Türkiye’nin dış politikası ile ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Dış politikanın, “ülkelerin egemen olmadıkları platformlarda çıkarlarını savunma hareketi” olduğunu ifade eden Çakmak, şunları kaydetti:
“İç politikaya veya başka politikalara göre dış politika biraz daha zor ve çetrefil bir konudur. Güvenlik kavramını da tanımlayacak olursak eğer, tehdit ve tehlike durumunun minimum olduğu hâle güvenlik deriz. Dış politika ile güvenliği ikisini bir araya getirdiğimiz zaman her ikisinin de son derece zor alanlar olduğunu görürüz. Çünkü netice olarak birisi egemen olmadığınız bir platformda ortaya çıkıyor. Primitif insanlardan itibaren birincisi karnını doyurmak ikincisi güvenliğini sağlamak. Yaşayan her canlı için güvenlik son derece önemli. Devletler için de bu böyle. Bu nedenle bütün devletler önce halkının karnını doyurur. İkinci yaptığı iş ya da refleksi devletin, halkının ve yurdunun güvenliğini sağlamak. Her devlette olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nde de dış politika ve güvenlik prensipleri var. 20. yüzyılın başında Mustafa Kemal Paşa ve daha sonra da merhum Başbuğ'umuz rahmetli Alparslan Türkeş, Türk milliyetçiliğini ayakta tutan iki isim. Her Türk milliyetçisinin Atatürk'e çok büyük bir borcu var. Bunu bizim fark etmemiz gerekir. Türkiye Cumhuriyeti'nin prensibi Mustafa Kemal Atatürk tarafından ortaya konulmuştur. Bunlar Türk dış politikasında hepimizin bildiği şeyler. Onun çok veciz bir cümlesi var ben çok kullanırım yazılarımda. Der ki rahmetli, 'Egemenlik benim karakterimdir.' Bu çok önemli bir söz. Birincisi bu. İkincisi de şu: 'Yurtta sulh cihanda sulh.' Daha çok var ama bu iki cümle ve prensip Türk dış politikasının temelini oluşturur .”

TÜRKİYE’NİN HAVA SAVUNMA SİSTEMİ YETERİNCE GÜÇLÜ DEĞİL

Çakmak, güvenliği sağlamak için ne yapmak gerektiğini ifade ederken Atatürk’ün bununla ilgili de birtakım kurallar koyduğunu hatırlattı. Atatürk’ün, bununla ilgili olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği millî unsurlar, millî güçler üzerine kurulmalıdır.” prensibini hatırlatan Çakmak, şöyle devam etti:
“Bu birinci şarttır. Güvenliği kim planlıyorsa onların bu güvenlik planlamasında temeline millî güçleri koyması gerekir. Yani güçlerin millî olması gerekir. Bunun dışında yapılan planlamalar millî olmadığı gibi son derece de tehlikelidir. Minimum tehlike ve tehdidin olduğu duruma güvenlik denir. Ama devletlerde ‘minimum güvenlik tehdidi’ diye bir sorun yok. Devletlerde çok sayıda güvenlik sorunu var. Peki devletler öncelikli olarak neyi korur? Devletlerin önceliği nedir? Birinci önceliği, sınırlarını korumaktır. İkinci önceliği, halkın bütünlüğünü korumaktır. Üçüncü önceliği halkın mirasını ve ekonomisini korumaktır. Bunlara dönüp baktığımızda aslında bütün devletlerin bu tür bir planlaması vardır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de vardır. Bu son iki ay müddetince her tarafta bir şey işittik. ‘Beka sorunu’ diye. Biraz önce güvenlikle ilgili kavramları açıklarken, bu beka sorunu acaba nerede vardı? Sınırlarla ilgili bir sorun mu vardı yoksa halkın bütünlüğünde mi vardı? Ekonomide ya da millî miraslarda mı vardı? Devletlerin dış politikası ile güvenliğini birlikte yürütmek gibi bir zorunluluğu vardır. Bu iki kavramı farklı şekilde yürütür ya da farklı şekilde izah ederseniz eğer o devletin beka sorunu yaşamaması mümkün değildir. Bunun için iki tane örnek vermek istiyorum. Çünkü burada dış politika ile güvenlikte ne kadar hata yapıldığını belirtmek istiyorum. Bir tanesi hatalı bir örnek birisi de düzgün bir örnek. Dış politikada düzgün kararlar alındığı takdirde nasıl isabetli olduğunu, yanlış kararlar alındığında da güvenlikle ilgili nasıl zafiyetler oluştuğunu iki örnekle anlatmaya çalışacağım. Birinci örnek yani iyi örnekten başlayacak olursak S-400 hadisesi. Bunun şimdilik iyi örnek olduğunu düşünüyorum. Çünkü elimizdeki veriler gazetelerde ve çeşitli haber ajanslarından aldığımız veriler. Henüz ortada gerçekleşmiş olan bir hadise yok. S-400’ün ne olduğuna bakacak olursak eğer: S-400 bir hava savunma sistemidir. Hava egemenliği, deniz egemenliği ve kara egemenliği diye egemenlikler var. Hava egemenliği, millî sınırlar içerisinde havada uçan cisimlerin kontrol altına alınabilmesidir. İstediğiniz zaman onu kontrol edebilmenizdir. Peki, Türkiye bunu bugün yapabiliyor mu? Çok az kısmını yapabiliyor. Türkiye hava sahasına tam olarak hâkim değil. Ancak, klasik yöntemlerle uçaklarla filan savaş yapabilir. Ama kendi sınırları ve sınır dışında hava konusunda çok güçlü değil.”
 
S-400’ÜN TEKTİN ÖZELLİKLERİ ABD’Yİ RAHATSIZ EDİYOR

Prof. Dr. Haydar Çakmak, bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 30-40 yıldan beri bu işin peşini bir türlü bırakmadığını belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bazen para olmadığı için yapamadı bazen de alamadı. Bundan altı yıl önce Malatya’da Kürecik’e bir hava savunma sistemi yerleştirildi. Oraya yerleştirilen hava savunma sistemi Türkiye’den ziyade İsrail’e İran ya da başka devletler tarafından yapılabilecek hava saldırılarını önlemek amacıyla oraya kurulduğu söylendi. Bu tam olarak olmasa bile kısmen doğru. Çünkü bundan altı yıl önce Türkiye’nin güvenliğine birtakım tehditlerin olduğunu biliyoruz çünkü Kürecik’e bir hava savunma sistemi yerleştirilecek kadar bir tehlike yoktu. Hatta o zamanki gazetelere bakacak olursanız eğer İsrail’i savunmak için yazılıp çizilmişti. Bu kısmen doğrudur ama Türkiye’nin günümüzün şartlarına uygun bir hava savunma sistemi yok. Bu sebeple hükûmet bunu yapmak istedi. Daha önceki hükûmetler de yapmak istedi ama bu hükûmet önce Çinlilerle ‘HK-9’ adı altında bir hava savunma sisteminin bir pazarlığını yaptı. Fakat Amerikalılar buna şiddetle karşı çıktı. Bunun üzerine hükûmet bundan vazgeçti. Hükûmet daha sonra Ruslarla anlaştı. S-400 füzesi için anlaştığını 2017 yılında resmî olarak duyurdu. Görüşmeler çok daha önce başlamıştı. Türkiye 2017 yılında uluslararası camiaya ‘Ben Ruslardan S-400 hava savunma sistemi alacağım.’ diye resmen duyurdu. Duyurduktan sonra Batılı müttefiklerimiz başta ABD olmak üzere bundan çok rahatsız oldular. Türkiye’nin bunu almaması için ellerinde gelen baskıyı uyguladılar ve uygulamaya da devam ediyorlar. Peki, niçin bu baskıya devam ediyorlar? Bir kere S-400’ün teknik özelliklerine baktığımız zaman bu Amerikalıları rahatsız ediyor. Ne var içinde? S-400, 600 kilometre gibi çok önemli bir mesafede içerisinde havadaki tüm cisimleri tespit edebiliyor. Patriotlar bu kadar etkili değil, sanıyorum 400 kilometre civarında. S-400’ler 400 kilometre içerisinde buna kilitlenebiliyor ve 250 kilometre yaklaştığında da bunu yok edebiliyor. S-400’ü sınıra yakın bir yere yerleştirirseniz eğer ki amaç budur. Bunun anlamı budur. Türkiye sınırlarına 250 kilometre mesafedeki kötü niyetli hava cisimlerini yok etme imkânına kavuşacak. Dolayısıyla bunu fevkalade önemli bir karar ve başarı olarak değerlendirebiliriz.  Çünkü Türk hava savunma sistemine sınıf atlatacak bir durum. Amerikalılara bunu niçin istemiyor? Amerikalılar bunu birçok sebepten dolayı istemiyor. Birincisi, NATO üyesi ve Batı müttefiki bir ülkenin Rusya gibi bir ülkeden böyle bir silah almasını istemiyor. İkincisi, bu kanıtlanmış bir şey değil. Askerî silah uzmanların yazılarına göre, ispat edilmemiş olmakla birlikte S-400’ün alış ve görüş gücü Amerikalıların F-35 savaş uçağı ki çok iddialı bir savaş uçağı, F-35 radarlar tarafından görülmeyen bir elementle kaplanmış dolayısıyla bu şekilde bunun reklamını yapıyor Amerika.”

S-400 ABD’NİN ÇIKARDIĞI F-35 SAVAŞ UÇAĞINI GÖREBİLİYOR

Çakmak, “S-400, Amerikalıların yeni çıkardığı F-35 savaş uçağını görebiliyor. Bir kere böyle olunca ticari olarak F-35 ölü doğacak bir uçak modeli.” dedi.
Türkiye’nin S-400’ü yerleştirmesi hâlinde Amerika’dan sonra hava savunma sistemi konusunda ikinci duruma geleceğini vurgulayan Çakmak, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Çünkü diğerlerinde böyle bir şey yok. Ayrıca Patriot sistemi de Rusların S-400 füzelerinden daha geride olan bir silah. Onun için Türkiye’nin kendilerinden daha üstün bir silaha sahip olmasını istemiyor Amerika. Üçüncüsü, aslında bu niyetle ilgili. Çok dedikodu yapılıyor ama işin içine girip baktığınızda ya da olayları birbiriyle ilintili hâle getirdiğiniz zaman çok da dedikodu olmadığını görürsünüz. Amerikan Deniz Kuvvetleri 2015’te bir manevra yapıyor. Manevra sırasında Amerikan generalinin arkasında Türkiye haritası görülüyor ve orada Türkiye’yi paramparça yapıyorlar. Kürdistan, Ermenistan vs. gibi. Sonra NATO başka bir manevra yapıyor Türkiye’yi hedef ve düşman olarak gösteriyor. Amerikalılar dolaylı olarak Türkiye’nin düşman bir devlet olduğunu bize söylüyor ve saklamıyor da bunu. Çizdiği haritalarla, Türkiye’yi hedef gösteren antrenmanları ile bunları bize birçok defa parça parça söyledi. Amerikalıların eğer böyle bir niyetleri varsa ki ben olduğuna inanıyorum, ileriki tarihlerde bu kadar sofistike bir hava savunma sisteminin Türklerin elinde bulunmasını istemiyor. Çünkü o zaman Türkiye kendi savunmasını çok daha iyi yapacaktır. Bu sebeple bunu istemiyor. Bunun dışında bir başka amacı şu: Türkiye bu sistemi kurarsa yol olur ve bu defa başka NATO müttefikleri de NATO üyesi ülkeler ve Avrupa ülkeleri bu yolu takip ederler ve Ruslar bu ülkelere silah satmaya başlar. Hem ben silah satamam hem de müttefiklerim Rus radarları ile dolar. Dolayısıyla bunu istemiyorum. Sebeplerinden birisi de bu.”

SİLAH ALIMI İLE İLGİLİ NATO İLE ABD AYNI DÜŞÜNMÜYOR

Çakmak, “Egemen bir devlet olarak Türkiye, en tabii hakkı olarak kendi savunma sistemini kurmak zorunda.” diye konuştu.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in, NATO’nun 73. yıl dönümünde yaptığı konuşmada ‘NATO üyesi olmakla birlikte her egemen ülke silahlarını istediği yerden alabilir.’ şeklindeki sözlerini hatırlatan Çakmak, şunları belirtti:
“Yani bu iş Amerikalıların işi değil, NATO’nun da işi değil normal egemen bir ülkenin yaptığı bir tercihtir. İkinci çıkarım da buradan, demek ki NATO ile ABD aynı düşünmüyor. Bu, çok önemli. Eğer NATO ile ABD aynı düşünmüş olsaydı NATO’nun en büyük idari amiri bu şekilde konuşmazdı. Dolayısıyla NATO Genel Sekreteri ile Amerikalılar aynı kanaatte değiller ve bu Türkiye için iyi bir şey.
Peki, Türkiye nasıl savunuyor kendisini? NATO üyesi olup da Rus ya da başka ülkelerin silahlarını kullanan ülkeler var. Mesela, Bulgaristan, Yunanistan, Polonya ve Slovakya gibi. Bundan üç yıl önce Kıbrıs Rum Kesimi Rusların S-300’ünü aldım dedi, Türkiye vururuz diye tehdit edince bu sefer Yunanistan Kıbrıs Rum Kesimi’ne değil kendisine götürdü ve şu anda duruyor bu ülkede. Türkiye diyor ki Amerikalılara, ‘Sen madem karşısın o zaman Yunanistan’daki bu S-300’ler ne olacak?’ Zaten Doğu Avrupa ülkesi olup da daha sonra NATO üyesi olan Polonya ve Macaristan gibi bir yığın ülke var. Bu ülkelerde eski Sovyet tipi silahlar var. Hâlen daha bunu kullanıyorlar. Bu ülkeler NATO silah sistemine bu eski silahları yerleştirirken biz niçin bunu yerleştirmeyelim? Dolayısıyla Amerikalılar burada Türkiye’nin argümansız olduğundan dolayı değil Türkiye’yi tehdit ederek bu silahın alınmamasını istiyor. Böyle bir silahı Türkiye gibi bir ülkenin mutlaka elinde bulundurması gerekir. Çünkü Türkiye’nin komşusu İsviçre ve Belçika ya da Lüksemburg olsaydı Türkiye bu silahı aldığında lüzumsuzca bir davranış olabilirdi. Ama Türkiye’nin komşuları bu ülkeler değil maalesef. Başımızda Suriye, İran ve Irak gibi sürü bela var. Batı’ya baktığımızda Yunanistan ve Bulgaristan gibi yine bize ileride sorunlar çıkartacak bir sürü ülke var. Dolayısıyla S-400 hava savunma sisteminin Türkiye’nin güvenliği için son derece önemli olduğu kanaatindeyim. Özellikle yabancı analizcilere baktığımız zaman, bu sistemin çok pahalı bir sistem olduğunu ve hiçbir zaman Türkiye’nin bu sistemi kullanamayacağını ve almasının akıllıca bir davranış olmadığını söylüyorlar. Fakat şöyle bir şey var. Minimum da olsa bir tehlike veya tehdit, mutlaka bir tedbir almanız gerekiyor. Bir ülke veya bir kişi düşünün ya da bir şirketin sahibini düşünün akşam dükkânı kapatıp evine gittiğinde huzur içerisinde her türlü tedbiri aldım hiçbir sorun yoktur diye yatan kişiden güvenlikçi olmaz. Böyle bir kişinin eline güvenlik planlaması verilmez. Çünkü tarihte de vardır minimum ve bir tehdit ve tehlike vardır. Türkiye gibi bir coğrafyada bulunan ülkelerin tehdidi de tehlikesi de eksik değildir.”

S-400 ÇOK CAYDIRICI BİR HAVA SAVUNMA SİLAHIDIR

Prof. Dr. Haydar Çakmak, güvenlikle ilgili başka bir gerçeğe dikkat çekerken, “Ülkelerin reel gücü ile paralel olan bir gücü daha vardır, o da caydırıcılık özelliğidir. Çünkü ülkelerin savunmasını yaparken o ülkenin ne kadar caydırıcı olduğu son derece önemlidir. Onun için bu S-400 çok caydırıcı rol oynayacak bir hava savunma silahıdır.” görüşüne yer verdi.
Çakmak, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“Ama henüz kesinleşmiş bir şey yok. Kasım ayında alınıp Türkiye’ye yerleştirileceği söyleniyor. Kasım ayında bakacağız yerleştirildi mi veya yerleştirilmedi mi? Batılı basın, Türkiye’nin bunu pazarlık konusu yaptığını ve Patriot’u tekrar alabileceğini söylüyor. Türkiye S-400’e ilave olarak Patriot’u almak istiyor. Batılı analizcilere göre Türkiye bu konuda kurnazlık ve pazarlık yapıyor. Hep birlikte göreceğiz ortaya neyin çıktığını. Birinci iyi örnek buydu. İkinci örneğim güvenlik ve dış politika açısından Mısır. Biz uluslararası ilişkiler uzmanlarına göre dış politika çok güncel bir olay. Gerçi temeli tarihe dayalı olsa da güncel hadiselerle daha çok kotarılan durumlar. Türkiye’de çok konuşulmuyor ama Mısır’la çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Bana göre Mısır’la yaşadığımız iş ideolojik ve fantezi. Hepimizin bildiği gibi Mısır büyük bir devlet. 1 milyon 200 bin kilometrekare yüz ölçümü var. 100 milyon nüfusu olan bir ülke. Millî hasılası bizim yarımız kadar çok fazla değil. 350 milyar dolar gibi bir millî hasılası var. Parasal olarak çok büyük değil ama stratejik olarak çok önemli bir ülke. Birincisi Asya ile Afrika arasında bir ülke, ikincisi Arap ülkelerinin en güçlü ülkesi. Arap ülkelerinin entelektüel, sanayi ve kültür ürünlerinin üretildiği yer. Hatta veciz bir söz vardır Arap ülkelerinde. ‘Kitap Mısır’da yazılır, Lübnan’da basılır, Suriye’de okunur.’ Mısır’da entelektüel, tarım, sanayi üretimi çok fazladır. Çünkü Körfez ülkelerinde bu tür üretimler çok azdır. Dolayısıyla Arap ülkeleri içerisinde bunu yapan Mısır’dır. Dolayısıyla bu Mısır’a çok büyük bir güç verir. Bunun dışında Mısır’ın İsrail’le komşu olması, Süveyş Kanalı gibi çok stratejik bir kanala sahip olması, bir de Arap ülkelerinin lider ülkesi olması son derece önemlidir.”

ARAPLARA GÖRE, “MISIRSIZ SAVAŞ, SURİYESİZ BARIŞ OLMAZ”

Çakmak, Arap ülkelerinde. “Mısırsız savaş, Suriyesiz barış olmaz.” şeklindeki veciz sözü hatırlatarak, şunları ifade etti:
“Bu doğru bir sözdür. 1948’den bugüne kadar İsrail’le yapılan üç savaşta da başrolü hep Mısır oynamıştır. Nereden bakarsanız bakın Mısır hem Arap dünyası için hem İslam dünyası için hem de uluslararası ilişkiler için son derece önemli bir ülkedir. Bu durum karşısında biz ne yapıyoruz? Türk devleti ve Türk milletinin Mısır devleti ve halkıyla hiçbir sorunu yok. Dış politika ve güvenlik planlamacıları buna bakar. Milletin ve devletin bu millet ve devletle bir sorunu var mı yok mu? Bu planlamayı yapan insanlar buna bakarlar. Dönüp baktığımız zaman hiçbir surette Mısır devleti ve halkıyla Türk devleti ve milletinin hiçbir sorunu yok. Peki, ne oldu da bizim 2003’ten bu tarafa orada bizim büyükelçimiz yok? Orta Doğu’nun üç önemli ülkesi olan Suriye’de büyükelçimiz yok, Mısır’da büyükelçimiz yok, İsrail’de büyükelçimiz yok. Sizin büyükelçiniz yoksa eğer bunlarla nasıl konuşacaksınız? Dış politikada ben küstüm olmaz. Ben küstüm diyorsanız eğer bunlara Türk milletinin hakkını ve hukukunu savunmuyorum demektir. Bu olacak iş değil. Mısır’daki rejim düzgün bir rejim olsa amenna. Anlayışla karşılar ya da sesini keser, diplomatik bir üslup kullanır. Rejim aynı mayadan olduğu için boş durmuyor. Tutuyor Yunanlılarla iş birliği yapıyor. Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz arıyor. Mısır’ın teknolojisi yok, finans kaynağı yok. Burada petrol ve gaz bulduğu takdirde Mısır üzerine de geçme ihtimali yok. Güzergâh da buna müsait değil. Peki, sen o zaman niçin gidip Yunanlılarla birlikte bizim yanımızda gaz arıyorsun? Bunun anlamı şudur: Ben belamı arıyorum. İki tane yönetim karşı karşıya gelirse tıpkı trafik kazası gibi bir olay olur. Yemen ve Suriye’deki gibi durum yaşanır. Dolayısıyla dış politikayı ve güvenliği planlayanlar kimlerle dans ettiklerini kimlerle nasıl konuşulacağını ve sorun var mı yok mu bunu görmeleri lazım. ‘Niçin biz bunu yapıyoruz?’ diye sorulabilir. Yapıyoruz çünkü Müslüman Kardeşler iktidarını 2012’de seçimle geldiler ve yaklaşık bir yıl sonra askerî bir darbeyle General Sisi, Amerikalıların, İsrail’in, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile birlikte Müslüman Kardeşleri devirdiler. Bunu devirenlerin içinde Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başrolü oynadı. Desteği Amerika ile İsrail verdi. İslamcı Başbakan Mursi’yi gönderdiler. Bu doğrudur. Haksız bir iş yapılmıştır ancak dünyada sadece haksız iş Mısır’da mı yapılıyor? Bize ne oluyor da Mısır’ın iç işlerine karışıyoruz? Mursi’nin gönderilmesinden sonra Müslüman Kardeşler taraftarı dünyadaki bütün siyasi İslamcılar, (Müslüman Kardeşlerin bir özelliği vardır. 1928’de El Benna isimli bir din hocası tarafından kurulmuştur. Sünni İslam’ın günümüzde en ileride olan örgütlenmesidir. Bütün Sünni siyasi İslamcıların sempati duyduğu bir yapılanmadır. Ben bir Türk olarak elhamdülillah Müslüman’ım ama 1928’de kurulan Müslüman Kardeşlerin benimle ne ilgisi olabilir? Türk devleti ve milletiyle sen ilgisi olabilir? Sırf orada Müslüman Kardeşler örgütünü baştan attılar diye Mısır’a neredeyse savaş ilan edecek duruma gelmek devlet yönetimi ve millet sorumluluğu ile izah edilecek bir durum değildir.”