DEVLET GAZETESİ, TEZ KONUSU OLDU

29 Ocak 2020 10:32 Evin GÖKTAŞ
Okunma
6467
DEVLET GAZETESİ, TEZ KONUSU OLDU

DEVLET GAZETESİ, TEZ KONUSU OLDU

Dergimizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Deniz Ağca, Avrupa’ya göç eden Türklerin, “göç, gurbet, dil, din, asimile ve entegrasyon” gibi sorunlarıyla ilgili yüksek lisans tezi hazırladı. Ağca, “Avrupa’ya İşçi Göçüne Yönelik Türk Milliyetçiliği Yaklaşımı ve Devlet Gazetesi Örneği” başlıklı tezinde, merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’in Avrupa Türkleri için yurt dışında ve yurt içinde verdiği siyasi, hukuki mücadeleleri ile  kültürel ve sosyal faaliyetlerini de değerlendirdi.

Türk düşünce hayatında önemli bir yere sahip olan, 2014 Ocak ayından beri de “iki aylık fikir ve kültür dergisi” olarak yayım hayatına devam eden Devlet gazetesi, üniversitede tez konusu oldu.
Dergimizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Deniz Ağca, Avrupa’ya göç eden Türklerin, “göç, gurbet, dil, din, asimile ve entegrasyon” gibi sorunları ile ilgili yüksek lisans tezi hazırladı.
“Avrupa’ya İşçi Göçüne Yönelik Türk Milliyetçiliği Yaklaşımı ve Devlet Gazetesi Örneği” başlıklı tezinde, tüm bu sorunlarla birlikte Avrupa’ya göç etmiş olan Türk işçilerinin mücadelesini Türk milliyetçiliği çizgisi açısından anlamak için, Devlet gazetesinin 1968-1977 yılları arasında yayımlanan sayılarını inceleyen Ağca, “Devlet gazetesindeki içerik incelendiğinde, Avrupa Türklüğü ile ilgili yazılı haber, makale ve röportajların geniş bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu yazılarda Alparslan Türkeş Bey’in Avrupa Türklüğü için yaptığı seyahatler, çalışmalar ve yerinde tespitler, Avrupa teşkilatlarının fiziki durumu, kültürel, sosyal ve siyasi faaliyetler, Avrupa Türklüğünün sorunları, Avrupa’daki Türkler için Türkiye’de verdiği siyasi ve hukuki mücadele yer almaktadır.” dedi.
Ahmet Deniz Ağca, yüksek lisans tezi ile ilgili olarak 15-17 Kasım 2019 tarihleri arasında Gazi Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Türk-Rus Dünyası Akademik Araştırmalar Kongresinde (UTRAK)” sunum da yaptı.
Ağca’nın, görseller eşliğinde ve tez hocası Dr. Öğretim Üyesi Hüdayi Sayın ile birlikte gerçekleştirdiği sunumu aynen şöyle:

GİRİŞ
İnsanlık geçmişten bugüne ekonomik, sosyal veya siyasal sebeplerden dolayı göç ederek hayatını devam ettirmiştir. Türkiye’de yaşayan Türklerin son 50 yıllık tarihinde göçün yönünün özellikle Batı Avrupa ülkelerine doğru olduğu görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış olan Avrupa, ekonomik problemleri ve iş gücü eksikliğinden dolayı 1950’li yılların başında yurt dışından işçi alımına başlamıştır. O dönem iş gücü fazlalığı ve ekonomik problemler yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1961 yılında Avrupa ülkeleri arasında iş gücü anlaşmaları imzalamış ve bu anlaşmalar neticesinde yüz binlerce Türk vatandaşı Avrupa’ya göç etmiştir. Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre günümüzde Avrupa’da 5.5 milyon Türk varlığından bahsedebiliriz.
Avrupa’ya göç eden Türkler, göç, gurbet, dil, din, kültür zorluklarıyla karşılaştıkları gibi asimile olma ve asimilasyon ile beraber yanlış entegrasyon sorunları ile karşılaşmışlardır. Ayrıca göç ettikleri ülkelerde sosyal, ekonomik ve siyasi zorluklar başından beri kendini göstermiş ve tüm bunlar birleştiğinde mücadele edilmesi gereken sorunlar bütünü hâline gelmiştir. Çalışma, bu bakış çerçevesinde yukarıda bahsedilen sorunlar bütünü ile Avrupa’ya göç etmiş olan Türk işçilerinin mücadelesini Türk milliyetçiliği çizgisinden anlamak adına Devlet gazetesinin 1968-1977 yılları arasında yayımlanan sayıları kapsamında incelenmiştir.

KİMLİK
İnsan geçmişten bu yana hep bir arayış içerisindedir. Kimlik meselesi de bu arayışlardan biridir. İnsan doğar, ilk önce kadın veya erkek olarak ayrılır. Daha sonra dil, din, ırk, kültür, renk, coğrafya olarak ayrılmıştır. Toplumda yaşanan sosyal ve kültürel olayların temelinde kimlik vardır. Araştırmada Avrupa’ya göç etmiş Türklerin yaşamış olduğu sorunlar ve bunlarla mücadeleleri ile kimliklerini koruma gayretleri ele alınmıştır.
Kimlik sahibi olma, kişinin kendisine ilişkin olarak süreklilik, tutarlılık, biriciklik gibi niteliklerin farkında olması durumudur. Kişisel kimlik duygusu, zamansal bir boyut içerdiği için bireyi geçmişi ile ilişkilendirir, birlik ve tutarlılık duygusu vererek onu farklı zamanlarda aynı kişi olduğu bilinci içerisinde tutar. Çok sayıda kimliği bütünleştirerek bireylerin sahip olduğu fiziki, hukuki, bölgesel, ulusal, etnik, sosyal ve kültürel kimlikler arasında ahenkli bir birliktelik sağlar. Bireye orijinallik duygusu verir ve bireyin kendi biricikliğinin, önemini kavramasını sağlar. Kimliğin farkına varma güven artırıcı bir etki yaratarak bireyin verimliliğini artırır, kişinin bilincine yerleşerek kişinin hem kendisinin gözünde hem de toplumun gözünde değerli olma duygusunun gelişmesine yardımcı olur. Kimlik, üyelerine amaçlar, sınırlar, kurallar ve bir sosyal bağlam vermek suretiyle somutluk, görünürlük kazandırır. Bu yolla insanlara, birbirlerini anlamayı sağlayan kodlar sunar
Ayrıca Berger ve Luckmann’ın tanımına göre kimliği sosyal süreçler oluşturur. Kimlik bir kez somutlaştırıldığında sosyal ilişkiler tarafından idame ettirilir, değiştirilir ve hatta yeniden biçimlendirilir. Kimliğin hem oluşumunu hem de idamesini içeren sosyal süreçler sosyal yapı tarafından belirlenir.

ULUSAL KİMLİK
Modern uluslar, yaşanan kapitalist dönüşümlerle matbaanın ve iletişim araçlarının ortaya çıkıp yaygınlaşmasıyla beraber dilsel çeşitliliği sabitleştirerek ortak iletişim alanları oluşturulması üzerine biçimlenmeye başlamıştır. Ulusların oluşum sürecinde diller çok önemli bir görev üstlenmiş, dilin sabitleştirilmesi ve bölgesel niteliğe çevrilmesiyle devlet tarafından “devlet dili” olarak benimsenmeye başlanan halk dilleri, güç ve ayrıcalıklı bir statü kazanmaya, bulunduğu bölgede hâkim dil olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Ortak bir iletişim alanında yaşayan bir ya da birden fazla etnik, kültürel, dilsel grup giderek ortak bir otoriteye bağlı olma duygusunu hissetmeye, bu duygu ile içinde yaşadığı gruba karşı özel bir sorumluluk taşıdığına inanmaya başlamıştır. Feodalizmden kapitalizme geçiş süreci ile yaşanan ekonomik bütünleşme, bunun ardından belirginleşmeye başlayan merkezî devlet yapısı ve iletişim imkânlarındaki gelişmenin ortaya çıkardığı kültürel devrim, ulusun, ulus devletin ve ulusal kimliğin oluşumunu kolaylaştırmış ve homojen yapıdaki devletlerin şekillenmesine yardımcı olmuştur. Böylelikle ulus devlet kavramı gitgide dünyada hâkim olmaya başlamıştır.
Modern ulus devletler, yurttaşları arasındaki etnik farklılıkların önemini reddetmiş ve etnik sınırları aşmak üzere ulusu daha yeni, kapsayıcı bir etnosa dönüştürmeyi hedeflemiştir. Böylelikle farklı etnisiteye ait olan ve belirli bir teritoryada yaşayan insanlar ortak bir “ulus devlet” fikrinde birleşip birbirleri ve bağlı bulundukları devlet ile arasındaki bağı güçlendirmektedirler.

MİLLİYETÇİLİK
Milliyet, bireyin bağlı olduğu ulusu gösterir. Bu bağlamda milliyet, kimliğin siyasal boyutuna gönderme yapan bir ögedir. Milliyetçilik kavramının TDK’de karşılığı şu şekildedir; “Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm.” Aynı zamanda kavram temel olarak incelendiğinde, bağlı bulunan “ülkenin çıkarlarını gözetmek” ana düşüncesinden hareketle bu durumu hayatın her aşamasına yansıtma gerekliliği vurgulanmaktadır.
Aydın Taneri bu konuda milliyetçiliği 4 ayrı maddede incelemiştir. Bunlar sosyolojik, kültür, doktriner ve ideolojik milliyetçiliktir.
Sosyolojik milliyetçilik, milliyetçiliğin ilk basamağıdır. Duyguya, aşka dayanır. Ernest Renan’ın 1890’larda yaptığı tarife göre “Millet ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur.” Bu tariften hareketle sosyolojik milliyetçilik bir millete mensup fertlerin mensup oldukları millete besledikleri bağlılık duygusu ve şuurudur.
Tarihten önceki devirlerde ve bugünde milletlerin yok olup gitmesine mâni olan duygu bahsedilen bağlılık duygusudur. Çünkü hem şahıs olarak fertler için hem de milletler için yaşamanın ve yaşayabilmenin temel şartı var olmak ve var kalmak azim ve iradesidir. Bu tanıma göre fertlerin var olma iradesine “kendini koruma”, milletlerin var kalma iradesine ise “milliyetçilik” diyebiliriz.
Kültür milliyetçiliği, bir milletin siyasi, askerî ve medeniyet tarihini yani hukukundan devlet anlayışına, sanatından ekonomisine kadar bütün dalların ilmî ölçülere göre incelenmesi ve bu gerçeklerin millete mensup fertlerinin zihnine işlenmesidir.
Doktriner milliyetçilik, milletlerin meşru hükûmet şeklinin kendilerini yönetmek olduğu esasına dayanır.
İdeolojik milliyetçilik, siyasi ve içtimai bir doktrini olan bir hükûmetin, bir partinin, bir dernek veya sendikanın hareketlerine yön veren düşünce ve görüş sistemine denir.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
Osmanlı Devleti’ni kurtarma amacıyla ortaya atılan fikir akımları arasında; Osmanlıcılık, İslamcılık, Garpçılık (Batıcılık) ve Türkçülük fikirleri yer almaktadır. Türk milliyetçiliği, Osmanlı Devleti’nin çeşitli din ve milliyetlerden meydana gelen kozmopolit yapısı içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak doğmuştur. Yakın dönem düşünce tarihimizde modern manası ile millet fikrinin ortaya çıkması ve bu fikre dayalı olarak gelişen milliyetçilik, Türkçülük hareketinin olgunlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkmıştır.
Diğer milliyetçilik hareketlerinde olduğu gibi Türk milliyetçiliğinin de dil, edebiyat ve tarih alanındaki çalışmalarla kültürel temelleri atılmıştır. Kültürel Türkçülüğün gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan gelişmeler (siyasi, ekonomik, toprak kayıpları, göçler, çağdaşlaşma hareketleri vb.) o dönem Osmanlı Devleti içindeki Türklerin milliyetçiliğe yönelmekten alıkoyacak fren mekanizmalarını yavaş yavaş ortadan kaldırmıştır. Böylece temelleri atılan Türkçülük, Rus “Çarlık” baskısından kaçan Türk aydınlarıyla beraber siyasi Türkçülükle birleşince, imparatorlukta Türk unsuruna ağırlık verilmesi düşüncesini kuvvetlendirmiştir. Böylece Türkçü aydınlardaki Osmanlıcılık anlayışının dayandığı temeller yıkılmış, Osmanlı topraklarında yaşayan herkesi herhangi bir ayrım yapmadan Osmanlı sancağı altında toplama anlamına gelen “ittihadı anasır” yani “unsurların birliği” politikasını fiilen iflas etmiştir. Bu durum, Türk milliyetçiliğinin hızla yükselmesine yol açmıştır.

TÜRK DÜNYASI KAVRAMI, AVRUPA TÜRKLÜĞÜ
Türk dünyası sözü ile ilgili ortak bir tanımlama ve coğrafi sınır anlayışı tam olarak oluşmamıştır. Bir değerlendirmeye göre, Türk dünyası bir bütün olarak; kuzeyden
Rusya Federasyonu; doğudan Çin, güneyden Pakistan, Afganistan ve İran; güneybatıdan Arap ülkeleri ve batıdan ise Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır. Türk dünyasının yüz ölçümünün toplamı, tahminî bir hesaplama ile 10,5 milyon kilometrekareyi bulmaktadır.
Osmanlı Türkleri İkinci Meşrutiyet’in ilanına (1908) paralel olarak Avrupa’da öğrenci olarak “Türk Yurdu Derneği” çatısı altında teşkilatlanmıştır. 1960’a kadar bu yıllarda Avrupa’da etkin bir Türk nüfusu yoktur, fakat İkinci Dünya Savaşı sonrası 1950’li yılların başında emek açlığı çeken Avrupa, 1961 senesinden itibaren bu eksiklikleri gidermek üzere Türkiye’den planlı bir şekilde işçi alımı gerçekleştirmiştir. Dışişleri Bakanlığının açıklamasına göre yaklaşık olarak 5.5 milyon Türk’ün Avrupa’da yaşadığı söylenmektedir. Bu durumda Avrupa’da yoğun bir Türk varlığından bahsedebildiğimiz gibi Avrupa Türklüğü kavramından da bahsedebiliriz.


DEVLET GAZETESİNDE AVRUPA TÜRKLÜĞÜ
Alparslan Türkeş’in Avrupa Türklüğü için yaptığı seyahatler, çalışmalar ve yerinde tespitler, Avrupa teşkilatlarının fiziki durumu, kültürel, sosyal ve siyasi faaliyetler, Avrupa Türklüğünün sorunları, Alparslan Türkeş’in Türkiye’de Avrupa’daki Türkler için verdiği siyasi ve hukuki mücadele yer almaktadır.
Gazetede 19 Nisan 1971 tarihinde başlayıp, 16 Ağustos 1971 tarihinde sona eren toplam 12 bölümden oluşan Seyyah-ı Zengin Murat Çelebi kod adıyla “Biz Evropa’da İken” isimli yazı dizisi yer almıştır. Bu yazıda Devlet gazetesinin sahibi İbrahim Metin, Ortadoğu gazetesinin sahibi Hasan Sami Bolak, Galip Erdem ve Nihat Yazar’ın Almanya’ya çeşitli imkânsızlıklar içerisinde Tevfik Fikret Kılıçkaya isimli arkadaşlarından ödünç aldıkları bir araçla yaptıkları seyahat ve analizler yer almaktadır.

AVRUPA TÜRKLÜĞÜNÜN GENEL SORUNLARI
1950’li yılların başında 2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış olan Avrupa kendi kalkınma planına göre yurt dışından çeşitli işçi alımları gerçekleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 1961 yılında yürürlüğe giren 18. maddede yazan “Herkes, seyahat hürriyetine sahiptir; bu hürriyet, ancak millî güvenliği sağlama ve salgın hastalıkları önleme amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.”dir. Bu Kanun Türk insanının yurt dışına çıkışını kolaylaştırmış ve teşvik etmiştir. Böylece yüzbinlerce işçi yurt dışına göç etmiş, büyük bir kısmı da orada kalmıştır.

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ VE AVRUPA’DA YAŞAYAN TÜRK İŞÇİLERİNE YÖNELİK ANTİKOMÜNİST MÜCADELE
Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş olan Türk insanı Avrupa’da çeşitli uyum sorunları ile karşılaşmıştır. Bu sorular, “göç, gurbet, dil, din, kültür” temaları yanında “asimile olma ve asimile olup gittiği ülkeye yanlış entegre olma” tehlikesini de taşımıştır.
Bunların yanı sıra 1968-1979 yılları dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Soğuk Savaş gerilimi, ideolojik olarak komünizm ile mücadelenin hız kazandığı yıllar olarak kayıtlara geçmektedir.
Avrupa’da yaygınlaşan komünist faaliyetler göçmen Türk işçiler üzerinde bir etki yaratmaya başlamıştır.
Aynı dönemde Avrupa’da göçmen Türk işçilerine yönelik toplu saldırılar düzenlendiği görülmektedir.
Devlet gazetesinin 21.08.1972 tarihinde çıkan haberine göre Mehmet Gönüştaş adında bir Türk’ün Rotterdam’da ev alarak Hollanda vatandaşı olan birine kiralaması ve aralarında çıkan anlaşmazlık ile beraber Hollanda vatandaşları  tarafından kalabalık grup hâlinde darp edilmesi olayı yaşanmıştır. Gazetede bu konulardan yüzlerce olduğu da bahsedilmektedir.
Gazetenin 3 Aralık 1973’li nüshasında Milliyetçi Hareket Partisi Almanya Teşkilatları Genel Başkanı Necati Uygur 1973 Seçimlerinde Türkiye’de seçim çalışmalarına katılıp döndükten sonra Almanya teşkilatlarına gönderdiği mektupta bu konudan bahsetmektedir.
Gazete’nin 28.04.1975 yılında çıkan sayısında Öztürk Altaylı, Fransa ile alakalı yazısında Fransa'nın sosyalist ve kızıl sendikası olan (CGD) ve (CFDT) Türkiye’den Fransa’ya göç etmiş olan komünist ideolojiye inanmış Türklerle iş birliği içerisinde işçilerimize çengel atmayı başardıklarını, aldıkları aidatlarla da beynelmilel davalarını daha da güçlendirdiklerini söylemektedir.

DEVLET GAZETESİNDE AVRUPA TÜRKLÜĞÜNÜN SORUNLARI
Gazeteye göre, bu sorunlardan bazıları Avrupa’da yaşayan Türklerin yaşadığı komünizm tehlikesi ve komünist grupların yapmış olduğu propagandalardır. Bu durumun yarattığı etki ile yanlış entegre olma durumu ortaya çıkmıştır.
Gazetenin 9 Eylül 1974 tarihli nüshasında ise Avrupa’nın çeşitli yerlerinde gasp ve hırsızlık faaliyetleri de sürdürmekte olan komünist grupların Türk işçilerin Almanya’da Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı için topladıkları 100.000 markı (525.000 TL) da gasbederek Türk ordusuna gitmesini engelleyip, amaçlarını ortaya koyduklarından bahsedilmektedir.
Gazetenin 2.2.1976 yılında Nur Oraltay’ın kaleme aldığı, “Büyük Türkelinden; Batı Almanya TV’sinde Gösterilen İki Kazak Filmi Hakkında” başlıklı yazıya göre komünist faaliyetler aynı zamanda medyada da etkisini göstermektedir.
Yazıda, 1975 ve 1976 senelerinde Almanya’da yayımlanan iki Kazak filmi incelenmiştir. Filmlerden ilki 19.9.1975 günü ARD televizyonunda gösterilen “Kurtların Altında”, ikincisi ise 25.12.1975 günü ZDF televizyonunda gösterilen “At ve Arkadaş” filmleridir. Oraltay’a göre, Kurtların Altında filmi Bolşevik İhtilali’nden evvelki dönemde Kazak bozkırında sınıf mücadeleleri anlatılmakta ve At ve Arkadaş filmi ile birlikte komünizm propagandası yapılmaktadır.

AVRUPA’DAKİ TÜRK İŞÇİLERİNE YÖNELİK ANTİKOMÜNİST FAALİYETLERİN TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARI
Türkiye’den Avrupa’ya belirli bir plan dâhilinde göç eden ve Türk devletinin güvencesi altında olması gereken Avrupa Türklüğü, teşkilatlanıp bulundukları ülkenin kanunları çerçevesinde çeşitli dernekler ve topluluklar kurmayı başarmıştır. Kurulan bu teşkilatlar vasıtası ile sorunlarını çözüme ulaştırmaya çalışıp seslerini hem bulundukları ülkeye ve ana vatanları olan Türkiye’ye duyurmak istemişlerdir.
Alparslan Türkeş’in Avrupa’ya yapmış olduğu ziyaretlerin en büyük nedeni Türk devletinde o dönemlerde Avrupa Türklerinin sorunları ile ciddi bir şekilde ilgilenen bir makamın olmadığı tespitidir. Türkeş onların sorunlarını anlamak ve bu sorunları tespit ettikten sonra çözüme kavuşturmak için ilk ziyaretini 1970 yılının Ağustos ayında yaptıktan sonra defalarca Avrupa’ya ziyaretlerde bulunmuş; bu ziyaretlerin sonucunda elde ettiği verileri soru önergesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisine taşımış, bu konularda devletin bilgi sahibi olup önlemler almasına katkı sağlamıştır. Yapmış olduğu bu ziyaretler Alman basınında da yer almıştır.
Bu konu ile ilgili 1971 yılında Alparslan Türkeş Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına önerge vermiştir. Bu önergeden sonra kabine, işçilerin sorunlarına eğilmiştir. Hatta bu konu ile alakalı Çalışma Bakanı Almanya’daki işçilerimizin sorunu vardır demiştir.

SONUÇ
1961 yılında Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanmış olan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkan Avrupa’nın iş gücü sorununu çözmeyi amaçlayan “Yeniden Atak” projesi için Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden yüz binlerce insan “misafir işçi” sıfatıyla göç etmiştir. Türkiye en çok işçiyi Batı Avrupa’ya göndermiştir. Başlıca ülkeler ise Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İsveç ve Avusturya’dır.
Türkiye’nin kendi iş gücü fazlası ve kalifiye eleman azlığından dolayı yapmış olduğu bu anlaşmanın amacı; giden işçilerin Avrupa’nın teknolojisini öğrenip kalifiye birer eleman olarak geri dönerek ülkenin kalkınmasında rol almalarıdır. Fakat giden işçilerin birçoğu geri döndüklerinde kendilerine uygun iş bulamadıkları için veya maddi anlamda gittikleri ülke daha fazla para kazandırdığı için Avrupa’da yaşamayı tercih etmişlerdir. Böylece Türkiye’nin Avrupa’ya göndermiş olduğu misafir işçiler gelecekte gitmiş oldukları ülkenin vatandaşı olup oranın ekonomisine katkı sunmaya devam edeceklerdir.
Avrupa’ya göç etmiş olan Türklerin çeşitli sorunları olmuştur. Bu sorunların en başında gelen konular; göç etmiş olmak, gurbet (ana vatan özlemi çekmek), gidilmiş olan ülkenin dilini ve kültürünü bilmemek, kendi dinini istediği şekilde yaşayamamak, yüzyıllardır atalarından gelen kültürü yaşayamamak, asimile olmak ve asimile olduktan sonra yanlış entegre olmaktır.
Yukarıda yazılmış olan sorunlara çözüm bulmak maksadıyla ve yapılan çalışmanın 1968-1977 yılları arasında Devlet gazetesindeki içerik incelendiğinde, Avrupa Türklüğü ile ilgili yazılı haber, makale ve röportajların geniş bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu yazılarda Alparslan Türkeş Bey’in Avrupa Türklüğü için yaptığı seyahatler, çalışmalar ve yerinde tespitler, Avrupa teşkilatlarının fiziki durumu, kültürel, sosyal ve siyasi faaliyetler, Avrupa Türklüğünün sorunları, Avrupa’daki Türkler için Türkiye’de verdiği siyasi ve hukuki mücadele yer almaktadır.
Öyle ki, gazetede 19 Nisan 1971 tarihinde başlayıp,16 Ağustos 1971 tarihinde sona eren toplam 12 bölümden oluşan Seyyah-ı Zengin Murat Çelebi kod adıyla “Biz Evropa’da İken” isimli yazı dizisi yer almıştır.
Bu yazıda Devlet gazetesinin sahibi İbrahim Metin, Ortadoğu gazetesinin sahibi Hasan Sami Bolak, Galip Erdem ve Nihat Yazar’ın Almanya’ya çeşitli imkânsızlıklar içerisinde Tevfik Fikret Kılıçkaya isimli arkadaşlarından ödünç aldıkları bir araçla yaptıkları seyahat ve analizler yer almaktadır.
Gazeteye göre Türkiye’den Avrupa’ya göç etmiş olan yüz binlerce vatandaşımızın çeşitli sorunları olmuştur. Avrupa’nın ve işçilerimizin karşı karşıya olduğu komünizm tehlikesi, işçilerimizin Avrupa’ya gittikten sonra gereken uyum süresi ve gittikleri ülke tarafından işçilerimizden beklenen kalkınmaya katkı sağlama durumu, 1960’ların sonunda Batı Avrupa’da yaşanan ekonomik duraklama bunlardan birkaçıdır.
Bu sorunlardan Avrupa’da yaşayan Türklerin yaşadığı komünizm tehlikesi ve komünist grupların yapmış olduğu propagandaları yanlış entegre olma açısından Devlet gazetesinde yer aldığı şekli ile daha detaylı bir şekilde bahsedecek olursak; komünistler bir yandan Türk işçileri arasında misyonerlik faaliyetlerine girişirken diğer yandan Türk işçileri arasında kendi menfur emellerini yaymak hareketlerine hız vermişlerdir. Örneğin; Batı Avrupa’da teşkilatlanmış olan ve komünist gruplar; Batı Berlin Türk Toplumcular Ocağı, Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu, Münih Türk Kültür Birliği, Köln Türk Gençlik Kulübü, Fransa Türk Öğrenciler Birliği gibi teşkilatlarını kullanarak çeşitli günlerde yürüyüşler ve propagandalar ve eylemler yapmaktadırlar. Bunun dışında Avrupa’nın çeşitli yerlerinde gasp ve hırsızlık faaliyetleri de gerçekleştirmişlerdir.
Avrupa’daki okullarda, Avrupa’ya okumak gayesiyle gelen öğrencilerin bir kısmı komünist faaliyetleri orada da sürdürmekte olup Avrupa’daki kendisi gibi düşünmeyen ve Türk milliyetçiliğine gönül vermiş Türk öğrencilere baskı kurmaktadırlar.
Bu ve bunun gibi birçok olayı önlemek, Türk kültürü çerçevesinde birleşmek ve çoğu yerde MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) adı ile teşkilatlanmış olan Avrupa’daki milliyetçi işçiler, yaşanan bu olaylar karşısında çeşitli bildiriler yayımlamış, yaşanan bu olayları kınamış ve eylemler, toplantılar yapmışlardır.
Yapılan çalışmada Alparslan Türkeş’in Türk dünyası vizyonu ve Avrupa’ya göç etmiş olan Türk vatandaşlarına vermiş olduğu önemi defalarca yaptığı ziyaretlerden anlaşılmaktadır. Öyle ki gittiği yerlerde tek lider, son ümit tezahüratlarıyla karşılanmaktaydı.
Alparslan Türkeş’in Avrupa’ya yapmış olduğu ziyaretlerin en büyük nedeni Türk devletinde o dönemlerde Avrupa Türklerinin sorunları ile ciddi bir şekilde ilgilenen bir makamın olmadığı tespitidir. Türkeş onların sorunlarını anlamak ve bu sorunları tespit ettikten sonra çözüme kavuşturmak için ilk ziyaretini 1970 yılının Ağustos ayında yaptıktan sonra defalarca Avrupa’ya ziyaretlerde bulunmuş; bu ziyaretlerin sonucunda elde ettiği verileri soru önergesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisine taşımış, bu konularda devletin bilgi sahibi olup önlemler almasına katkı sağlamıştır. Türkeş’in yapmış olduğu bu ziyaretler Alman basınında da yer almıştır.
Ayrıca 1970’lerde başlayan ziyaretler ve konferanslar Alparslan Türkeş ve MHP’nin Türk hükûmetinde güçlenmesi ile beraber kurumsal bazda ziyaretlere dönüşmüş olup bu ziyaretler sonucunda hazırlanan raporlar Türk hükûmetine sunulmakta ve Türk hükûmeti, Avrupa’da yaşayan işçilerin haklarını teslim alması konusunda önlemler almaktadır. Bu durumdan rahatsız olan Alman hükûmeti Milliyetçi Hareket Partisinin Almanya’da yasa dışı, Alman milletinin onurunu kırıcı şekilde eylemlerde bulunduğunu iddia etmiştir. Böylece bir mektup üzerine harekete geçen Almanya İçişleri Bakanlığı Türkiye’ye bu konuda araştırma yapılması için baskılarda bulunmuş. Bu baskılar sonucu konu Cumhuriyet Başsavcısı Kazım Akdoğan tarafından Türkiye’de Anayasa Mahkemesine taşındıktan sonra, 22 Haziran’da toplanan Anayasa Mahkemesi karara bağlayamamıştır.
Ayrıca Avrupa’daki milliyetçi Türk toplulukları ve dernek teşkilatlanmaları Türk toplumunun Avrupa’da kültürel olarak özünü unutmaması gerekliliğinden hareketle, çeşitli faaliyetler gerçekleştirip, gerek Türkiye’deki önemli olaylara gerek Avrupa’da yaşanan toplumsal sıkıntılara tepkilerini kuruldukları günden beri göstermişlerdir.