MALAZGİRT ZAFERİ’NE TÜRK DEVLET FELSEFESİ BAĞLAMINDA BİR BAKIŞ

13 Eylül 2022 10:48 Gazi KARABULUT
Okunma
928
MALAZGİRT ZAFERİNE TÜRK DEVLET FELSEFESİ BAĞLAMINDA BİR BAKIŞ

MALAZGİRT ZAFERİ’NE TÜRK DEVLET FELSEFESİ BAĞLAMINDA BİR BAKIŞ

Gazi KARABULUT
Türk tarihi büyük zaferlerle doludur. Her zafer, bulunduğu tarihî sürecin akışını etkilemiş ve zaman itibarıyla mevcut devletin gücüne güç katmıştır. Yazılı kaynaklarda tarihte bilinen ilk Türk devleti, MÖ 220 yılında bugünkü Moğolistan bölgesinde yani Çin’in kuzeybatısında kurulan Hun İmparatorluğu olduğu ifade edilmiş olsa da Sakaların hüküm sürdüğü tarihî dönemece bakıldığında MÖ 7’nci yüzyılın bugünkü Türkistan coğrafyasından daha geniş bir alanda hâkimiyet kurduğunu görürüz. İşte o tarihten bugüne kadar Türklerin, tarihin her safhasında etkin bir role sahip olduğunu görürüz. MÖ 214 yılında Hunların taarruzları karşısında Çinliler çaresiz kalırken 4’üncü yüzyıl sonlarına doğru artan Hun akınları Avrupa’nın etnik yapısını değiştirmiş ve tarihteki meşhur “Kavimler Göçü” gerçekleşmiştir. Atilla zamanında Hun hâkimiyeti Manş Denizi ve Po Ovası’na kadar ulaşmıştır. 639 yılında Kürşad’ın 39 kişi ile kurduğu ihtilal komitesi, Türk’ün tarihe kanlarıyla yazdığı ve Göktürk bağımsızlığının sembolleştiği destanlardan biridir. Türk milletinin il (devlet) ve töre(kanun) çizgisindeki tutumunu Orhun Abideleri’nde Bilge Kağan şöyle anlatır:
“Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun üzerine büyük dedelerim İstemi Kağan, Bumin Kağan hükümdar olmuşlar. Türk milletinin iline, töresine çekidüzen vermişler. Dört taraf hep düşman imiş... Ordular gönderip dört taraftaki milleti hep idaresi altına almış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş.”
Göktürklerde ve bütün Türk devletlerinde, Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi özlemini görürüz. Mefkûrenin temelinde içte birlik, dışta dirlik ve adaletli bir dünya için Türk’ün hâkimiyeti gereklidir, anlayışını görürüz. 700’lü yıllarda Uygurlar yerleşik hayata geçerken; Karlukların hemen ardından Yağma ve Çiğil boylarında, sonrasında ise Oğuzlar arasında İslamiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devletlerinden olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1037) kurdular. 1040 yılında Tuğrul ve Çağrı Beylerin yanında birlik komutanı olarak Dandanakan Savaşı’na katılan Alparslan, daha çocukluk çağından yeni çıkmıştı. Bu savaşta Gazneli ordusunun yenilmesi ile başlayan Büyük Selçuklu efsanesi, aslında o dönemde Bizans emperyalizmi altında inleyen Anadolu’ya doğacak güneşin de müjdecisi olacaktı.
Prof. Dr. Erol Güngör’ün Tarihte Türkler adlı kitabında oldukça enteresan, enteresan olduğu kadar da gerçek şöyle bir tespit görürüz.
“Eğer Türk ve İslam tarihinin son 900 yıllık tarihini çizen tek bir insan göstermek mümkün olsaydı bu, hiç şüphesiz Alparslan olurdu.”
Hakikaten Türk-İslam tarihindeki en büyük Hristiyan hücumunu yok ederek Türklere Anadolu’nun ve İslam Orta Doğu’nun kapılarını açmış olması tarihin akışını değiştirmiştir. Alparslan Gazi’den sonra İslam tarihi Türk tarihine, Türk tarihi de İslam tarihine dönüşmüştür. 1063 yılında Tuğrul Bey vefat edince Alparslan Bağdat’taki halifenin de destek ve onayıyla Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçmiştir. Yesevi felsefesinin de etkisiyle Anadolu’yu kutsal bir hedef hâline getiren Alparslan, Afşin Bey komutasında Doğu Anadolu’ya ileri hareketler düzenleyerek Bizans devletinin otoritesini sarsmıştır. Tehlikeyi sezen Bizans İmparatorluğu Romen Diyojen komutasında heybetli bir orduyla doğuya yönelmiştir. Doğu’nun ve Anadolu’nun kaderini belirleyecek bir savaşın kapıda olduğunu gören Alparslan, Bizans imparatoruna Sav Tigin’i gönderip barış istemiştir. İmparator; “Barışı Rey’de görüşeceğiz. Ordum İsfahan’da kışlayacak, hayvanlarım Hamedan’da sulanacaktır.” deyince Sav Tigin, “Atlarınız elbette Hamedan’da kışlayacak ama sizin nerede kışlayacağınızı Allah bilir.” diye cevap vermiştir. Büyük sultan, savaş için mübarek cuma gününü seçmiştir. Gün doğarken bütün komutanlarını ve askerlerini duygulandırıp coşturan kısa bir konuşma yapmıştır. Sonra atından inip secdeye kapanmış, ellerini göğe doğru açarak şöyle dua etmiştir:
“Ya Rabbi seni kendime vekil ediyorum. Azametin karşısında yüzümü toprağa sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrı’m! Niyetim halistir, bana yardım et. Sözlerimde yalan varsa beni kahret.”
26 Ağustos 1071 Cuma günü, güneşin Anadolu’ya doğduğu en güzel gün olarak tarihteki müstesna yerini almıştır. Sabahın ilk saatleriyle duyulmaya başlayan “Allah Allah!” nidalarının gönüldeki imana kattığı aşk ile Türk’ün savaşlarda uyguladığı Hilal/Turan taktiği birleştiğinde 200 bini aşan Bizans ordusu ancak 50 bine ulaşan Türk ordusu karşısında akşam saatine kadar dayanabilmiştir.
Malazgirt Ovası’nda Büyük Sultan Alparslan’ın kazandığı zafer; sadece Türk’ün tarihine değil, koca bir İslam dünyasına, hatta bütün insanlık tarihine yeni bir dönem kazandırmıştır. Bu zafer, Büyük Selçuklu Devleti’ni, İslam dünyasının lideri yaparken Bizans zulmü altında inleyen Anadolu insanına da adaletin tecelli edeceği bir ışık olarak belirmiştir. Nitekim Büyük Selçuklu hâkimiyeti, Ege ve Marmara kıyılarına kadar hiçbir direnişle karşılaşmadan yayılmış, bu yayılma sürecinde en büyük alakayı da buralarda yaşayan halktan görmüştür. Alparslan’ın; 1072 yılında kendisine sığınan bir kale komutanı tarafından hançerlenerek öldürülmesi, bütün Türk-İslam dünyasında yerin yarılıp göğün çökmesi gibi büyük bir sarsıntıya sebep olmuştur. Ancak, Alparslan’ın vasiyeti ve Nizamülmülk’ün de gayretleriyle devletin başına geçen Melik Şah Dönemi’nde Anadolu’nun Türkleşmesi noktasında aynı kararlılık devam etmiştir. Melik Şah’ın, Hasan Sabbah adlı Batınilerin lideri bir bozguncu tarafından 1092’de öldürülmesi de Anadolu’nun Türkleşmesini engelleyememiştir. Biz bu tarihî kronolojinin biraz dışına çıkıp bu büyük zaferin Türk devletleri üzerindeki tesirlerine bir nazar edelim:
Büyük Selçuklu Devleti’nin, Anadolu’yu vatan yapan maddi direkleri Alparslan Gaziler, Melik Şahlar; Anadolu’yu o isimle devlet kurup Anadolu Selçuklu Devleti yapan Süleyman Şahlar ve onun beylerinindir.  Bu büyük fetih hareketinin manevi kurucuları da Hoca Ahmet Yesevi’den feyzalan ve İslam inancı ile Türk cihangirliğini aynı kapta yoğuran Hacı Bayram Veli, Tabduk Emre, Sarı Saltuk, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Ahi Evran gibi İslam’ın ulu kişiler olduğu unutulmamalıdır.
Malazgirt Zaferi’nin Türklere Anadolu kapılarını açması kadar, Anadolu’nun Türk yurdu yapılıp cihan devletine, oradan da millî devletin kurulmasına vesile olan ruhun temelinde “fisebilillah” duygusunu gönüllere aşılayan gazi dervişlerin bulunduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. Anadolu’nun Türklere vatan olmasını sağlayan Malazgirt Zaferi, bir bütün olarak değerlendirdiğimiz Türk tarihinde bir dönemecin de adıdır. Bazı tarihçiler, Türk tarihini incelerken “İslamiyet’ten önce” ve “İslamiyet’ten sonra” veya Orta Asya ve Anadolu Türk tarihi gibi bölümlere ayırmaktadır. Bize göre Türk tarihi; geçmiş-gelecek çizgisi, kültürel özellikleri ve hedefleri açısından ele alındığında bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Hüseyin Nihâl Atsız’ın bu konudaki değerlendirmesi Türk tarihinin bir bütün olduğunu hanedan değişikliklerinin yaşandığını ifade etmektedir. Bu genel ilke çerçevesinde Malazgirt Zaferi’nin önemi, ebedî karargâhın belirlenmesi noktasında olmuştur. Malazgirt’e kadar komuta merkezi hep değişkenlik arz etmiştir. Ama Anadolu’nun ebedî vatan olmasından sonra merkez, hep Malazgirt ile mühürlenen bu kutsal topraklar olmuştur. Her iki Selçuklu Devleti de Osmanlı Devleti de ve en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti de karargâhın adını Anadolu olarak belirlemiştir. Türkler, Orta Asya’da hükümranlık sürerken devrin gazi dervişleri devletin başındaki hakanlara hedef olarak Anadolu’yu göstermişlerdir. Bu kutlu hedef, Alparslan’la gerçekleşmiş ve kıyamete kadar Türklerin ana yurdu belirlenmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra kurulan Osmanlı Devleti, üç kıta yedi denize hâkim olduğu dönemlerde idare merkezi olarak Edirne hariç, Anadolu’nun dışında bir mekânı düşünmemiştir. Türk’ün ateşle imtihanı diye ifade edebileceğimiz Millî Mücadele Dönemi’nde de tarihte haçlı zihniyetini hatırlatan yedi düvelin savleti yine bu topraklarda kırılmış ve millî devlet yine bu kutlu topraklar üzerinde kurulmuştur. Bir gün bütün cihan hâkimiyetimiz altına girip “gök çadırımız, güneş bayrağımız” olsa da çadırın direği hiç şüphesiz Alparslan’ın emaneti, şühedanın gül bahçesi Anadolu olacaktır. İşte Anadolu topraklarına güneşin en güzel doğduğu gün olan 26 Ağustos 1071, Türk’ün ebedî yurdunun tapulanmaya başladığı gündür.
Türk ve İslam dünyası o mübarek cuma sabahı tekbirlerle hücuma kalkan, Büyük Sultan Alparslan’a ve ardındaki elli bin yiğide olan şükran borcunu hiçbir zaman unutmayacaktır.