MİLLİYETÇİ HAREKETİN DESTANI

21 Mart 2019 15:09 Gazi KARABULUT
Okunma
4965
MİLLİYETÇİ HAREKETİN DESTANI

MİLLİYETÇİ HAREKETİN DESTANI

                                                                                                                Eğitimci ve Yazar Gazi KARABULUT

 “Bizim Türk milliyetçileri olarak davamız, Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır.”
Alparslan Türkeş

Tarihin derinliklerinden süzülerek günümüze ulaşan bir hareketin uzun destanını anlatmak ancak Türk’ün tarihî misyonunu anlamakla mümkün olabilir.
Türk milliyetçiliği fikrinin, Türk’ün tarih sahnesine çıktığı anlar itibarıyla, Mete Han ve Çiçi Yabgu’nun ifadelerinde göze çarpar. Tanrı adına yeryüzüne adalet yaymak ve Türk töresine uymak, şeklinde başlayan mücadele, hanlar, hakanlar aracılığıyla bütün Türk devletlerinin temel felsefesini oluşturmuştur.
Yakın tarihimiz açısından 1904 yılında Yusuf Akçura’nın yazdığı ve yaşadığı dönemin fikir hareketlerini ortaya koyduğu üç tarzı siyaset makalesinde yer bulan “Türkçülük” ideolojisi ve ardından 25 Aralık 1908’de kurulan Türk Derneği somut ilk adımlar olarak karşımıza çıkar.
1911 yılında çıkan Türk Yurdu dergisi ve 25 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelini atan “Türkçülük” şuurunu, siyasal zemine hâkim kılmıştır.
Ancak, özellikle 1940’lı yıllarda başlayan kurucu felsefeye yabancılaşma tutumu 1944’te “Türk milliyetçiliğine karşı bir zulüm seferberliğine” dönüşmüştür.
İşte o dönem de 1944 yılında emekli olan Mareşal Fevzi Çakmak, 1948 yılında Osman Bölükbaşı’nın da içinde yer aldığı bir grup ile Millet Partisini kurmuş ve milliyetçi muhafazakâr kavramları, Türk siyasetine taşımıştır.
Osman Bölükbaşı liderliğinde 1954 yılında kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi, 1958’de Türkiye Köylü Partisi ile birleşerek önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi daha sonra da 1969 yılında da Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi, 12 Ekim 1969 Seçimlerinde sıcak bir mücadele ortamına rağmen, “güçlü ve müreffeh bir Türkiye” hedefini ortaya koymuştur.
O yıllarda Türkiye’deki fikrî karmaşa; tıpkı Osmanlının 1900’lü yılların başında yaşadığı belirsizliklere benzemeye başlamıştı. İşte bu siyasal düzlemde, 1900’lü yıllarda Ziya Gökalp’i arayışa iten ve “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde ifade ettiği yaklaşımın bir benzeri Alparslan Türkeş tarafından ortaya konmuştur.
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” yaklaşımı ile ifade edilen fikrî akım; 1967 yılında 9 Işık olarak biraz daha siyasal boyuta bürünmüştür.
Tabii Alparslan Türkeş’in 9 Işık ile ilgili ilk açıklamasını 1 Haziran 1966’da Taksim Meydanı’nda ardından da 2 Haziran 1966’da Milliyet gazetesinde açıkladığı bilinmektedir. 
9 ışık, hem CKMP’nin hem de 1969 yılı itibari ile MHP’nin ideolojik görüşü olmuştur.
Yeniye talip olurken köklerinden de kopmayan Türk milliyetçiliği hareketi o dönemde “öğrenen organizasyon” şeklinde ifade edebileceğimiz Ülkücü şuur temelli bir eğitim anlayışı ile “anlamlı bir müfredat” tarzında gençliğe ve Türk milletine umut olmuştur.
Alparslan Türkeş bu tezini, “Başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktrinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek”    için ortaya koymuştur.
Alparslan Türkeş, açmış olduğu yeni yol ile gençliği yetiştirmeyi ilk hedef olarak ortaya koyarken Türk milletinin meselelerine çözüm üretmeyi de esas almıştır. Bunu gerçekleştirmek için de millî hedeflere ihtiyaç olduğunu belirten Alparslan Türkeş dört noktaya dikkat çekmiştir.
1.    Sağlam manevi inanç ve yüksek ahlak sahibi olmak
2.    Kuvvetli millî şuur ve milliyetçilik ruhu taşımak
3.    İlim ve teknikte en yüksek seviyeye ulaşmak
4.    Sanayi ve tarımda modern, kitle hâlinde çok üretim yapabilmek.
Bu yaklaşımlar o dönem için toplumun içinde bulunduğu ekonomik ve sosyolojik meselelerin teşhisi ve çözümü adına bir anahtar niteliğindeydi. Yabancı doktrinlerin, Türk gençliğini ve Türk milletini başka milletlerin kontrolüne sokacağı endişesi ile ihtiyaç duyulan yeni yolda, yeni bir nesil yetiştirmek gayesi ön plana çıkıyordu.
Öyle ki, kundurası eski, ceketi yamalı, pantolonu ütüsüz ama ak alınlı, dik başlı Anadolu çocuklarının yabancı ideolojilerin kucağında ve kendine yabancı inançlarla kendinden koparılıyor olması, gençliğin kendi öz cevheri ile tanışmasını mecbur kılıyordu.
Bunun için Ülkü Ocakları adı altında yepyeni bir teşkilat kuruldu.
Ancak 1968 de Ruhi Kılıçkıran’ın şehadeti ile başlayıp, Yusuf İmamoğlu, Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen gibi her biri geleceğin Milliyetçi Büyük Türkiye’sinde kilometre taşı olacak nice yiğitler birer birer toprağın bağrına düştüler.
Acı dolu yıllar, ölümler, terk edilen okullar, gözü yaşlı bir nesil…
İşte oldukça sıcak yılların yaşandığı o mücadele zamanlarında Milliyetçi Hareket daima “güçlü ve müreffeh Türkiye” ilkelerini esas gaye olarak koymuştur. Gençliğe millî şuur aşılayabilmek için özel eğitim programları uygulamış, bunu yapının temelini inşa eden Ülkü Ocakları vasıtası ile gerçekleştirmiştir.
 Ve 1980 İhtilali ile acıların katmerlenerek devam etmesi…
1980 İhtilali’nin ardından teşkilatların dağıtıldığı, fikrin siyasi organizasyonu olan Milliyetçi Hareket Partisinin kapatıldığı, yuvaların yıkıldığı o demlerde hem cezaevlerinde hem de dışarıda her şeye rağmen yeni yapılanmaların içine girilmiştir.
1983’te Muhafazakâr Parti.
1985’te Milliyetçi Çalışma Partisi.
Ve nihayet 1993’te yeniden Milliyetçi Hareket Partisi olarak kervan yola koyulmuştur.

Ama düzenin Ülkücüleri kullandığı düşüncesi ve çaresizlikler “balkondan seyretmek” kavramını ortaya çıkarmıştı.
Bunun sonucunda, 1980’li yıllarda Ülkücü Hareket ideolojik bir arayışın içine girmiştir. 12 Eylülden önce mücadele ortamında, ideolojik ve teori açısından bir eksiklik söz konusuydu.
Özellikle cezaevindeki Ülkücülerin bir kısmı, -sıcak mücadele döneminde fikrî temellerinin oturmamış olmasından kaynaklı- Ülkücü ideolojinin İslam’la bağdaşmadığı ya da tam olarak İslami anlayışa uymadığı düşüncesine kapıldılar. Bu durumda dışarıdan gönderilen kitapların büyük etkisi olduğu aşikârdır. Birtakım tarikat ve İran menşeili cemaatlerin cezaevlerine gönderdikleri kitaplar, dergiler, gazeteler Ülkücüler üzerinde derin tesirler bıraktı. Nihayet, yeni tanımlar ifade edilir oldu.
Yer yer cezaevlerinden dışarıya  “Müslümanlar, Müslüman Ülkücüler” gibi adlarla bildiriler ulaştırılmaya başlandı. Üstelik bir kısmı ANAP içindeki Ülkücüler, diğer kısmı ise siyasetten uzak duran Türk-İslam Ülkücüleri gibi bir ayrışmayı ve ardından cezaevinden çıkanların hareketi sorgulamaları gibi meseleler hareketin iç gündemini teşkil ediyordu.
Burada hareketin toparlanması için söylemin netleşmesi ve beklentileri karşılayacak nitelikte olması gerekiyordu. İşte, 1904-1944 yılları arasında Türkçülük-Turancılık; 1944-1980 arasında Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülük şeklinde tanımlanan hareketin üçüncü fikrî temeli  Arvasi Hoca’nın 1979-1980 yıllarında kitaplaştırılacak olan Türk- İslam Ülküsü ifadesi ile yeniden zemin buldu.
O zamana kadar devam eden fikrî tekâmül Seyit Ahmet Arvasi’nin netleştirdiği “Türk - İslam Ülküsü” kavramı ile daha bir somut hüviyet kazandı.
Fikrî ve fizikî mücadelenin beraber götürüldüğü 12 Eylül 1980 öncesi sürecin yoğun karmaşası içerisinde ideolojik olarak da milliyetçi aydınların tespitleri Türk - İslam Ülküsü çerçevesinde şekillenmiştir.
Türk - İslam Ülküsü yaklaşımı, hareketin mazi- ati köprüsünü inşa etmesine vesile olmuştur.
1983- 1993 arasında Ülkücü Hareketin yeniden dirilişi Bizim Ocak aracılığı ile sağlanmıştır.
Ocaklar açısından yanan ilk köz ise 1983’te yayına başlayan ve Ülkü Ocakları çizgisinde kurulan Bizim Ocak dergisidir.
O şartlarda ilk sözler, sunuş yazısında şöyle yer bulmuştur:
“Bizler Türk milliyetçiliği fikrine inanmış, gönül vermiş insanlarız. Bundan dolayı da aynı birtakım özelliklerimiz söz konusu. Sevgimiz, nefretimiz, düşünümüz, davranışımız, hepsinden ötesi bakış açımız bir başkadır. Başka olduğu için aynı düşüncenin sahipleri bizi rahatlıkla anlayacak, tavrımızın sebeplerini hemen bulacaktır. Varlık sebeplerimizi biliyoruz, öyleyse bildiklerimizi yasamak, yaşatmak, sahip çıkmak durumundayız. Korkaklığın, sünepeliğin bir mana ifade etmediğinin farkındayız. Ellerimizi sevgi ve birlik anlayışı ile uzatırken, zeytin dalı ile bir alakamız olmadığı bilinmelidir.
Fakat Yunusça, Mevlanaca, Hacı Bektaş Velice bir sevgiyi sürekli taşıyacağız. Allah’a ve onun Resulüne itaatkârız. Allah’ın kitabına ise her dinibütün Müslüman gibi kayıtsız şartsız bağlanmak yaşama hikmetimizdir. Türk milletinin birliği ve istiklâli için şehit düşenlere minnetimiz sonsuzdur. Türk vatanının birliğine, bütünlüğüne, bağımsızlığına yönelecek saldırılara karşı gözümüzü açık tutabilmek zaruretini de biliyoruz.” 
1980 sonrasında Bizim Ocak yapılanmasının yanı sıra Alparslan Türkeş’in cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı çalışmalar hareketi yeniden toparlamış, aynı zamanda devletle de yeniden barışılmıştır.
Dağılmayı önlemek için, Türkeş devreye girerek, Türklük ve İslam anlayışını bütünleştiren çekilen çileler ve geleceğe ait hedefleri ortaya koyan tavrı ile kervanı bir kez daha yola dizmiştir.
Ancak 1980 sonrası cemiyet ideolojilerden kopmuş, kendini kapitalist yaklaşımların kucağını bırakmış, yeni yetişen nesil ise fikirsiz bir hüviyet kazanmıştır. Sosyolojik bir travma yaşanmıştır.
1990 öncesi bir sendrom yaşamış; 70’lerde binlerce gencini şehit vermiş, 80’lerde binlercesi esir edilmiştir. Bu da yeni bir nesil ile yeni anlayışları doğurmuştur.
Türk milliyetçiliği hareketi bu sakat anlayışın önüne geçmeyi esas ilke olarak belirlemiş ve idealist bir gençlik yetiştirme mücadelesini devam ettirmiştir. Bunun için Alparslan Türkeş gençlere yaptığı bir konuşmasında "Ülkücüler milletin aydınlık yarınlarıdır."  hatırlatmasıyla Türk gençliğine yeniden dinamizm kazandırmaya çalışmıştır.
Nitekim geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan hareket, bireyin gen aktarımına benzer nitelikte bir örgütsel davranış benzeşimini devam ettirmiş ve gelişimi esas almıştır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareketin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’in 4 Nisan 1997’de vefat etmesiyle başlayan kongreler sürecinde Devlet Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisinin yeni lideri olmuştur. Devlet Bahçeli ilk konuşmasında alışılmışın dışında bazı kavramları gündeme taşımış, küreselleşmeden bahsetmiş, 2023 Lider Ülke Türkiye idealini devletle tanıştırmıştır.
18 Nisan 1999 Seçimleriyle partiyi iktidara taşımış, dünyanın dikkatini Milliyetçi Hareketin üzerine çekmiştir. Hükûmet üzerinde oynanan oyunlar üzerine 3 Kasım 2002 tarihinde Bursa Kocayayla Şöleninde erken seçim çağrısı yapmış ve o tarihten sonra Türk siyasetinde belirleyici bir pozisyona sahip olmuştur. Yine alışılmışın dışında partizanlıktan ziyade “Önce ülkem ve milletim, sonra patim ve ben.” sloganını Türk siyasetinin merkezine yerleştirmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisinin dünden bugüne yaşadıklarını “Türk Siyasetinde MHP Üzerine Notlar”  kitabında anlatan Dr. Hayati Bice, partinin hedefi ile ilgili net bir ifade kullanır. “Türk milliyetçilerinin, rahmetli Başbuğ’umuzun manevi rehberliğinde kuruluşunun 100. yılı olan 2023’te Türkiye’yi lider ülke, havzasında stratejik bir güç, ve küresel gelişmeleri etkileyen bir kutup ülke yapma hedefi vardır.”

Nihayet 9 Şubat 2019, Milliyetçi Hareketin siyaset arenasındaki ellinci yılını ifade etse de Türk milletinin maziden alıp atiye taşımayı ülkü edindiği Kızılelma’sının en somut duruşudur aslında.

Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi, sadece bir siyasi parti değildir. Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği mücadeleyi anlamak için Türk milletinin tarih boyunca vermiş olduğu mücadeleyi anlamak gerekir.

Milliyetçi Hareketi anlamak, Mete Han'ın, babasına niye başkaldırdığını bilmek; Türk'ün, tarihindeki ilk düzenli ordusundaki disiplinini kavramak demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, Kürşad'ın ihtilalini kavramak, Göktürk Devleti ile bir milletin yeniden dirilişini sağlamak demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, Satuk Buğra Han gibi yeni bir yol açıp tarihe altın harflerle geçmek demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, Alparslan'ın ordusunda Anadolu'yu yurt yapmak, Kılıçaslan gibi haine haddini bildirmek demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, Osman Bey'in ülküsünü anlamak, Fatih gibi çağ açıp çağ kapatmak demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, Atatürk gibi "Geldikleri gibi giderler." deyip yedi düveli dize getirerek Devlet kurmak, demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak,  vazgeçmeyi hiç ama hiç düşünmemek demektir.
Milliyetçi Hareketi anlamak, devlet ve millet için, mazi-ati köprüsünü kurarak güçlü ve müreffeh bir Türkiye ve Türk birliğine koşmak demektir.
Yani Milliyetçi Hareketi anlamak, şahsiyetli olmak, yarının Milliyetçi Türkiye'si için kınayanların kınamasına aldırmadan yola revan olmaktır.

Sonuç Yerine
Elli yıllık bir siyasi hareket, beş bin yıllık Türk tarihini kucaklayıp geleceğe taşırken; bunu, Türk’ün tarihî mücadelesini bir bütün olarak görmesiyle ve Kızılelma’ya olan inancıyla başarmıştır.
Bugün Milliyetçi Hareketin geldiği nokta sadece kendi duruşunu değil, devletin duruşunu belirlemektedir. Belki de sonuç yerine ifade edilebilecek en güzel söz; Milliyetçi Hareketin tarihten alıp günümüze taşıdığı ve günümüzden de atiye taşımayı arzuladığı şu satırlar olsa gerek:

“Bu dava, Türk milletinin her türlü düşman taarruzuna karşı en büyük silah ve gücü olan millî birlik ve beraberliğimizle, millî güvenlik ve savunmamızla da doğrudan doğruya ilgilidir. Bunu söylerken asla mübalağa etmiyorum…
İslami, insani, millî ve medeni bir prensip olarak milletimizle birlikte biz iman etmişizdir ki, ”Adalet mülkün temelidir.” Zulme sapan, adalete gölge düşüren, mülkün, yani devletin temellerine dinamit koymuş olur.
Adaleti çiğneyen insaniyeti çiğnemiş olur, İslamiyet´i çiğnemiş olur! Zulüm ve adaletsizlik her şeyden önce Allah´a isyandır.
İnancı olmayanlar, kalbi mühürlü ve küfürle kararmış olanlar bilmeseler ve inanmasalar da büyük Türk milleti böyle bir isyanı bağışlamaz. Türk milletini zulümle idare etmenin, adaletsizliğe razı ve ram etmenin imkânı yoktur.
Milletimizden aldığımız bu ilham ve inançladır ki biz, her zaman ve her yerde “lekesiz ve gölgesiz bir adaletin” savunucusu olmuşuzdur. Mücadelesini yaptığımız değerlerin başında “lekesiz ve gölgesiz bir adalet” şiarı yer almıştır.
Hakka riayet ve adaletle hükmetmek de şahıslarımızı çok aşan, milli ve ilahi bir mesuliyet davasıdır…”