DOĞUMUNUN 103’ÜNCÜ YIL DÖNÜMÜNDE BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İ ANARKEN

18 Ocak 2021 11:48 Dr.Ali GÜLER
Okunma
2548
DOĞUMUNUN 103ÜNCÜ YIL DÖNÜMÜNDE BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞİ ANARKEN

DOĞUMUNUN 103’ÜNCÜ YIL DÖNÜMÜNDE BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İ ANARKEN

Dr. Ali GÜLER*
 
Ailesi ve Doğumu
Bilindiği üzere milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var. Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünde meskûn Avşar obalarından Koyunoğlu ailesi, bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.
25 Kasım 1917’de öğle vakti, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve Larnaka doğumlu eşi Fatma Zehra Hanım’ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

İngiliz İşgali Altında Kıbrıs’ta Geçen Çocukluk: İlk ve Ortaöğrenimi Yılları
1921’de ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokuluna gönderilir. İlkokul ve Rüştiye yıllarında Ali Arslan ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruna sahip hocalarından feyzalır. Onlar, küçük Ali Arslan’a müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanı sıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız, esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Rüştiyedeki (ortaokul) Hocalarından Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını senin adın "Alparslan olsun." ve “Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol.” diyerek değiştirir. “Alparslan” yapar. Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs’ın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklalini kaybetmesinin ne demek olduğu onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.  Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk dünyası fikirlerinin oluşmasında öncelikle ailesinin içinde bulunduğu durum, yani İngiliz işgali altındaki Kıbrıs’ta yaşıyor olmaları, baba ve annesi başta olmak üzere aile fertlerindeki Türklük bilinci ve nihayet eğitim süreçleri etkili olmuştur. Kendisi anılarında hocalarının bu konulardaki etkisini şu şekilde anlatmaktadır: “Hocalarımız Kıbrıslı Türklerdi. Uyanık insanlardı. Faiz Kaymak Bey, Hüsnü Bey, ilkokulda Mehmet Asım Bey, Selahattin Bey ve Ragıp Tüzün Bey, hepsi milliyetçi kişilerdi. Bunlardan o duyguları alıyordum. Özellikle Turgut Bey Hoca’mızdan, yeryüzünde yaşayan Türkler hakkında bilgi aldık. Türkistan, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Balkan Türkleri konusunda çok şeyler öğrendik. Bu soydaşlarımızın esaret altında olduklarını işitince milliyetçilik duygularımız kabardı. Dünyayı tanımayı öğrenmiştik. 14-15 yaşımdaydım.”
Merhum Alparslan Türkeş’in çocukluğunda yaşadığı bazı olaylar da onun bilgi birikimi ve Türklük bilincinin oluşmasında doğrudan etkili olacaktır. Bu bilincin “tarih şuuru” ile şekillendiği de anlaşılmaktadır. Aşağıda değineceğimiz 1944 Olaylarını anlattığı “1944 Milliyetçilik Olayı” isimli eserinin “Başlangıç” bölümünde yetiştiği, çocukluğunun geçtiği dönemle ilgili olarak şunları anlatmıştır:
“Çocukluğum; Balkan Savaşı, Birinci Cihan Savaşı ve Türk Millî Kurtuluş Savaşı’nın acı tatlı hikâyeleri içinde geçti. İlkokul ve ortaokul sıralarında da derslerimizin konusunu bu üç savaşa ait olaylar teşkil etti. Türk milletini yok etmek isteyenlerin, giriştikleri tecavüz ve hıyanet faaliyetleriyle buna karşı kendini kurtarmak için, milletimizin yapmış olduğu olağanüstü mücadeleler ele alınarak derslerimizde incelendi. Türk milletinin zayıf ve düşkün durumdan kurtulması ve eski çağlardaki kudret ve şereflerine tekrar ulaşması için nasıl çalışması, neler yapması gerektiği üzerinde duruldu. O günlerden bu yana, benim de başlıca düşünce ve kaygılarım bunlar olmuştur. Türk milletinin tarihini, hâlihazır durumunu ve geleceğini derinden inceleyerek bunlar için açık ve gerçek, uygun görüş elde etmeye ve olumlu planlar hazırlamaya çalışmayı zevkli ve aynı zamanda vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirdim.”  

Aile İstanbul’a Ana Vatana Taşınıyor
Yıl 1933 ve Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu hâlde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; İtalya’ya ait Viyana Vapuru ile İstanbul’a gelirler. Tarihler 3 Haziran 1933’ü göstermektedir.

Askerliğe İlk Adım: Kuleli Askerî Lisesi Yılları
Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askerî Lisesine kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. Üç yıllık Kuleli eğitimi ve İstanbul’daki hayatı Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk dünyası ile ilgili fikirlerinin oluşmasında, mevcut düşüncelerinin pekişmesinde âdeta bir dönüm noktası olacaktır. Onun Kuleli eğitimine başladığı yıl genç Cumhuriyet’in 10. yılıdır. Coşkulu bir şekilde kutlamalar yapılmaktadır. Atatürk’ün Türklük ve Türk dünyası ile ilgili dil ve tarih çalışmalarının olanca hızıyla devam ettiği yıllardır. Kulelideki hocalarının çoğu İstiklal Harbi’ne, Millî Mücadele’ye katılmış sivil ve askerlerdir. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. Kuleli Askerî Lisesine girişini sağlayan, önündeki bazı engelleri kaldıran da Fevzi Çakmak Paşa’dır. Okula kayıt için bütün evrakları hazırlayarak Babasıyla birlikte Kuleliye giden Türkeş kayıt sırasında şöyle bir olay yaşamıştır:
“Beraberimde ortaokul diplomamı ve pasaportumu götürmüştüm. Hadi Bey isminde bir binbaşı ile Muzafferettin Bey adındaki Fransızca öğretmeni öğrenci kayıtlarında görevliydi.
Muzafferettin Bey bizi çok sert karşıladı. ‘Siz Türk değilsiniz, sizi asla kaydedemem!’ şeklinde tavır koydu. Babam, bu beklemediğimiz çıkışma karşısında çok bozuldu. Sonra… Muzafferettin Bey’le aramızda şu tartışma geçti:
-Biz Türk oğlu Türk’üz!
- Ama pasaportunuz, İngiliz pasaportu…
-Kabahat sizin, bizi İngilizlerin eline bıraktınız!
-Çocuğunuzu kaydedemeyiz, buyrun gidin…”

Alparslan Türkeş ile birlikte dokuz öğrencinin dahi kaydı yapılmamıştı. Diğer öğrenciler de Kıbrıs’tan gelmişlerdi. İzmir Milletvekili Sırrı Bey, kendilerine yardımcı olma vaadi verdi. Sırrı Bey Fevzi Çakmak Paşa’ya ulaştı. Önce geçici kayıt yaptılar, Türk vatandaşlığına geçince de asli kayıt yapıldı.   Türkeş, Kuleli Askerî Lisesinde ağırlıklı olarak fen dersleri okuması rağmen, edebiyata düşkün bir öğrenciydi. Yatılı okuldaki günlerinde derslerden boş kalan zamanlarda ilk fırsatta kütüphaneye gider, saatlerce okurdu. Vaktinin çoğunu okul kütüphanesinde geçirirdi. Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu” isimli kitabını bu yıllarda okumuştur. Bu dönemde şiir de yazmıştır. İlk okuduğu yazarlar arasında Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Namık Kemal gibi isimler vardır.

Harp Okulu Yılları ve Hüseyin Nihâl Atsız İle Tanışma
Kuleli Askerî Lisesini pekiyi derece ile bitiren Alparslan Türkeş, 1 Mayıs 1936’da Harp Okuluna girmiştir. Kara Harp Okulu, o yıl İstanbul’dan Ankara’ya taşınmıştır ve artık Türkeş için Ankara yılları başlayacaktır. Henüz 21 yaşındayken 938-P.348 sicil numarası ile 30 Ağustos 1938’de piyade asteğmen olarak Harp Okulundan mezun olmuştur.  Artık o, Türk ordusunun genç bir teğmenidir ve Türk milletinin emrindedir. Türkeş’in, onu derinden etkileyecek bir başka ünlü Türkçü ile tanışması da bu yıllarda gerçekleşecektir. Bu yıllarda İstanbul’daki Türkçüler derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün o bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce dilek, o aziz ülkü, o muhteşem düşler, özellikle, bir ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşer ve yayılırdı. Kuleli öğrencisi Alparslan Türkeş’in bu çevreden haberi olmakla birlikte Atsız’la tanışmaları esasen Harp Okulu yıllarında gerçekleşecektir. Yine Harp Okulu yıllarında tarihe, Türk tarihine ve edebiyata merakı iyice artmış, bu konularda hem okumuş ve kendi kütüphanesini bu tür kitaplarla oluşturmaya başlamıştır. 1944 Türkçülük yargılamalarındaki sorgusunda Atsız’la tanışmalarını anlatırken şunları söylemiştir:
 “Efendim, ben Harbiyede iken, hatta daha eskiden beri tarihe ve bilhassa Türk tarihine ve edebiyata meraklıydım ve meraklıyım. İddia makamının elindeki kitaplarım tetkik edilirse, bunların beşte dördünün tarih ve edebiyata ait olduğu görülür.”
Hüseyin Nihâl Atsız ile Atsız’ın “komünist” ve “vatan haini” olarak suçladığı Sabahattin Ali arasındaki “hakaret davası”nın Ankara’da 3 Mayıs 1944’te yapılan ikinci duruşması sonrasında başlayan tutuklamalar Türkiye’de yeni bir dönemin başladığının habercisi idi. Devletin kuruluş felsefesi olan Türkçülük âdeta suç ilan edilmiş, “Irkçılık ve Turancılık” adı altında Türkçüler, Türk milliyetçileri bir biri ardına tutuklanmaya başlamıştır. Erdek’te üsteğmen rütbesiyle Bölük Komutanı Vekili olarak görevli bulunan Alparslan Türkeş de tutuklanan toplam 23 kişi arasındadır. İstanbul’a getirilen Türkeş, 13 Haziran 1944 günü Tophane’de Merkez Komutanlığı Cezaevine bir hücreye hapsedilmiştir. Türkeş, 20 Ekim 1944 günü mahkemeye çıkartılarak sorgulandı. Mahkeme Savcısı Kâzım Alöç, Hâkim ise Cevdet Erkut idi. Türkeş’in buradaki sorguda verdiği ifadelerden Atsız’la tanışmasının Harp Okulu yıllarında olduğu anlaşılmaktadır:
“Harbiyede Hüseyin adlı bir arkadaşım vardı. Konuşurken bana Atsız’dan bahsederdi. Edirne’de iken talebesiymiş. Bir gün Atsız’ın ‘Kahramanlık, Toprak ve Mazi’ şiirlerini okudum Kendisini bu suretle tanıdım. Şiirleri hoşuma gitmişti. Bir yaz tatilinde İstanbul’a gelirken, İstanbul’a gelmeden önce Ziya Özkaymak’a rastlamıştım. O, bana Atsız’ın adresini vererek, ‘Atsız, Türk tarihini gayet iyi bilir. Senin öğrenmek istediğin şeyleri sana anlatır. Git, kendisini gör.’ demişti… Atsız’ı bu suretle Maltepe’de ziyaret ettim. Evinde, kendisi ve eşi vardı… Babasının bir subay olduğunu, eşinin de Sarıkamış Muharebelerinde şehit düşmüş bir albayım kızı olduğunu, Türk milletinin kahramanlığında, askerliği sevdiğinden filan bahsolundu. Ben eski Türk tarihini merak edip öğrenmek istedim. Bana ‘Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar’ adlı kitabını hediye etti. ‘Şimdi onunla meşgul olun’ dedi… Bundan sonra birkaç defa daha ziyaret ettim… Bu arada, ara sıra (tevkifime kadar) mektuplaştık… Mesela ben, bir defasında Orhun alfabesini öğrenmek istedim, o da bana gönderdi. Bir başka defa, kitap istedim. O da bana ‘Türk Edebiyatı Tarihi’ adlı bir kitabını gönderdi… (Görüşmelerimizde) Irkçılık mevzuubahis olmamış, fakat Türkçülük, Türk birliği mevzuu bahis olmuştu…”
Bu sorgulama sırasında verdiği ifadelerden Alparslan Türkeş’in Harp Okulu yıllarında Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Çağlayanlar” isimli eseri ile Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları” isimli eserlerini de okuduğu anlaşılmaktadır.  Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesindeki muhakemeleri 29 Mart 1945’te sona erdi. 23 sanıktan 8-9 kişi beraat etmiş, diğerleri de 10 yıla kadar hapis cezaları almışlardır. Türkeş’in cezası 9 ay 10 gündü. Muhakeme edilenler Askerî Yargıtaya başvurdular. Askerî Yargıtay Başkanı ünlü komutanlardan Orgeneral Ali Fuat Erden Paşa idi. Ali Fuat Erden Paşa İsmet İnönü ile şahsi dostluğu olan bir insan olmasına rağmen başında olduğu Askerî Yargıtay, “1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafsızlıktan ayrılmıştır. Mahkeme 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından görülmelidir.” hükmünü verdi ve tutuklu sanıkları bıraktırdı.
2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi davayı 31 Mart 1947 günü sona erdirdi ve bütün sanıklar hakkında beraat kararı verdi.

Genç Üsteğmenin Özel Kütüphanesi
Başbuğ Alparslan Türkeş’in genel olarak birikimi ve özel olarak da Türk dünyası ile ilgili birikimlerinin ciddi bir okuma faaliyetine ve özel kütüphanesindeki kitaplara dayandığı bilinmektedir. Hatta 1944 tutuklamalarında Erdek’teki evi aranan Türkeş’in bütün kitapları sandıklara konularak İstanbul’a götürülmüştür. Bu kitapların içerikleri ve konuları itibarıyla görenlerin de dikkatlerini çektiğini kendi anılarında anlatmaktadır:
“Nihâl Atsız Bey’in evinde yapılan aramalar sırasında benim de bazı mektup ve yazılarım ele geçmiş bulunuyordu. Bunun üzerine bir gün mayıs ayı sonlarında o zaman görevli bulunduğum Erdek’te bir askerî heyet tarafından evim ve ilgili yerler arandı. Evimde bulunan kitaplarım arama yapan heyet üyelerinin dikkatini ve takdirini çekti. Hatta heyette bulunan Tümen hâkimi bazı kitaplarımı okuduktan sonra geri verilmek üzere kendisine verilmesini rica etti. Ve tarafımdan kabul edildi. Bundan sonra arama heyeti (ki heyet başkanı şimdi ordumuzda şerefli bir general olarak hâlâ hizmet görmektedir) bana aldıkları emirden çok müteessir olduklarını, tümen ve kolordu kumandanlarınca da sevilmekte ve takdir edilmekte bulunduğumu, onların da bu emirden dolayı üzgün olduklarını söylediler. İşin içerisinde bir yanlışlık olabileceğini, bununla beraber evimde yapılan arama ile ilgili olarak kitaplarımın da sandıklara yerleştirilip İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilmesinin faydalı olacağını, yeni üsteğmen olmuş genç bir subayın beş yüzden fazla kıymetli kitaba sahip olmasının takdirle karşılanacağını ve yapılan tahkikatın aydınlanmasının kolaylaştırılacağını söyleyerek kitaplarımın da sevk edilmesini uygun gördüler…”

Harp Akademisi Yılları ve Askerî Meslek Hayatı
Bundan sonraki süreç; Alparslan Türkeş’in kurmaylık sınavını ikinci kere kazanması (1951)  ile başlayan Harp Akademileri Eğitimi, kurmay binbaşı olarak yurt içi ve yurt dışında önemli görevler yapması ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin “kudretli Albayı” hâline gelmesi şeklinde gelişecektir. 30 Ağustos 1942’de üsteğmenliğe; 30 Ağustos 1946’da yüzbaşılığa; 30 Ağustos 1949’da kıdemli yüzbaşılığa; 30 Ağustos 1952’de binbaşılığa; 30 Ağustos 1955’te kıdemli binbaşılığa; 29 Şubat 1960’ta albaylığa terfi etmiştir.  Yukarıda verilen bilgilerden hareketle Türkeş Bey 21 yaşında asteğmen, 25 yaşında üsteğmen, 29 yaşında yüzbaşı, 32 yaşında kıdemli yüzbaşı, 35 yaşında binbaşı, 38 yaşında kıdemli binbaşı, 43 yaşında albay olmuştur. Alparslan Türkeş Bey, 1948 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından eğitim amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilmiş; 1948-1949’da Amerikan Piyade Okulunda ve Harp Akademisinde eğitim almıştır. Amerika’daki eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş; Türk Piyade Okulunda taktik öğretmenliği yaptığı gibi Ordu Dergisi’nde de askerî konularda makaleler kaleme almıştır. 1955-1957 döneminde Washington’da Daimî Grup nezdinde Türk Genelkurmayı Temsil Heyeti Üyeliği görevini üstlenen Alparslan Türkeş Bey, bu süre içerisinde Washington D. C.’de University of America’da uluslararası ekonomi ve İngilizce kompozisyon eğitimi almıştır. Amerika’dan döndükten sonra Atom ve Nükleer Okulunda tahsil görmek üzere 1958 yılında Almanya’da bulunmuştur. Türkeş Bey, aynı zamanda, Millî Savunma Bakanlığı NATO Koordinasyon Şube Müdürü olarak görev yapmış; bu görev süresince 27 Mayıs 1960 tarihine kadar Avrupa’da çeşitli NATO toplantılarına ve askerî manevralarına Türk Genelkurmay Başkanlığını temsilen katılmıştır.  TBMM Arşivi’nde yer alan özlük dosyasındaki bilgilere göre Türkeş Bey, İngilizce, Fransızca ve Yunanca bilmektedir.  Alparslan Türkeş Bey, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden hemen sonra kurmay albay rütbesindeyken, 30 Mayıs 1960’ta, 43 yaşında iken Başbakanlık Müsteşarlığına atanmıştır.  Kurmay Albay Türkeş Bey, Millî Birlik Komitesi Üyesi ve Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapmaktayken dönemin Millî Savunma Bakanı Hüseyin Ataman’ın imzasını taşıyan 13 Kasım 1960 tarih ve 4184-60 sayılı yazıyla, beraberindeki 11 kişi ile birlikte, emekliye sevk edilmiştir. 30 Ağustos 1938’de 938-P.348 sicil numarası ile piyade asteğmen olarak göreve başlayan Türkeş Bey, emekliye sevk edildiği 13 Kasım 1960 tarihine kadar toplamda 22 yıl, 2 ay, 14 gün devlet hizmetinde fiilen görev yapmıştır.  Millî Birlik Komitesi, Alparslan Türkeş Bey’i emekliye sevk edip görevden uzaklaştırmakla yetinmemiş, onu Türkiye’den uzaklaştırmak da istemiştir. Bu amaçla bir nevi sürgüne yollanan Türkeş Bey, Yeni Delhi Büyükelçiliğine 1080 sicil numarasıyla müşavir olarak atanmış ve 21 Kasım 1960’ta buradaki görevine resmen başlamıştır.  Yaklaşık 2 yıl kadar Yeni Delhi’de çalışmış; ancak onu buraya atayan irade, onun buradaki varlığına da tahammül edememiştir. Böylelikle 7 Aralık 1962 tarih ve 1507 sayılı kararnameyle merkeze alınan Türkeş Bey, merkezde kadrosu olmadığı gerekçesiyle 24 Aralık 1962 tarihli müzekkere ile ikinci kez emekliye sevk edilmiştir.  Alparslan Türkeş Bey, Türk Silahlı Kuvvetlerinde 30 Ağustos 1938’de piyade asteğmen olarak göreve başlamış ve emekliye sevk edildiği 13 Kasım 1960 tarihine kadar toplam 22 yıl, 2 ay, 14 gün görev yapmıştır. 27 Mayıs 1960’tan 13 Kasım 1960’a kadar 5 ay, 16 gün Millî Birlik Komitesi Üyesi; 30 Mayıs 1960’tan 13 Kasım 1960’a kadar da 5 ay, 13 gün Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapmıştır. Yeni Delhi Büyükelçiliği’nde göreve başladığı 21 Kasım 1960 tarihinden müzekkere ile yeniden emekliye sevk edildiği 24 Aralık 1962 tarihine kadar toplamda 2 yıl, 1 ay, 3 gün müşavir olarak görev yapmıştır. 23 Mart 1963’te Türkiye’ye dönen ve aktif siyasete atılan Alparslan Türkeş Bey, Talat Aydemir’in darbe girişiminin bir parçası olduğu suçlamasıyla tutuklu yargılanmak üzere Mamak Askerî Cezaevi’ne sevk edilmiş, 4 aylık tutukluluk sürecinden sonra suçsuz bulunarak beraat etmiştir.

Siyaset Yılları: Türkeş Türk Milletinin Demokrasi Mücadelesinde
27 Mayıs 1960 ve sonrasında yaşanan olaylardan derin dersler çıkartan Alparslan Türkeş, “En kötü hukuk sistemi (demokrasi), en iyi darbeden daha iyidir.” diyerek Türk milletine siyaset yoluyla hizmet etmek düşüncesiyle 29 Mart 1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katıldı. Alparslan Türkeş Bey, 48 yaşında, 31 Temmuz 1965’te bu partinin genel başkanlığına seçilmiştir.  Türkeş Bey, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanlığına seçileli henüz 3 ay olmuşken yapılan 10 Ekim 1965 tarihli milletvekili genel seçimlerinde Ankara milletvekili seçilmiştir.  Türkeş Bey’in liderliğinde, 1965-1969 döneminde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinde ciddi bir yapılanmaya gidilmiş; bu yapılanma parti içinde değişim ve dönüşümü beraberinde getirmiş ve 8-9 Şubat 1969’da Adana’da yapılan olağanüstü kongrede CKMP ismi Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiştir.  Türkeş Bey, MHP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada “Nazizme, faşizme veya yabancı bir diğer sisteme özentiyi Türk milliyetçisi olarak reddettiklerini.” ifade etmiştir.  1969 Kongresinde, aldığı karara uygun olarak MHP Yönetim Kurulu yeni bir amblem arayışına girmiş ve bugün de kullanılan kırmızı zemin üzerine üç hilali, parti bayrağı olarak kabul etmiştir. Gençlik kolları için de “hilal içinde bozkurt” amblem olarak seçildi. Bu amblemi daha sonra Ülkü Ocakları ve Genç Ülkücüler Teşkilatı kullanacaklardır. MHP’nin üç hilalli bayrak ile girdiği ilk seçim, 12 Ekim 1969’da yapılan milletvekili genel seçimleri olmuştur. 1969-1973 döneminde MHP’yi TBMM’de Adana Milletvekili ve Genel Başkan olarak Türkeş Bey temsil etmiştir.
Türkeş Bey, 14 Ekim 1973’te yapılan milletvekili genel seçimlerinde yine Adana’dan milletvekili seçilmiştir.  1975-1977 döneminde MHP, koalisyon ortağı olarak hükûmette yer almış; Türkeş Bey de 39. Demirel hükûmeti (31 Mart 1975-21 Haziran 1977) Dönemi’nde -58 yaşında- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev üstlenmiştir.  Türkeş Bey, 5 Haziran 1977’de yapılan milletvekili genel seçimlerinde de MHP Adana Milletvekili olarak TBMM’ye girmiş,  41. Demirel hükûmeti (21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978) döneminde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görevine devam etmiştir.

En Kötü Hukuk Sistemi En İyi Darbeden Daha İyidir
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi ile 63 yaşında tutuklanan Alparslan Türkeş’e yine tabutluklar, hücreler göründü. Türkeş ve arkadaşları, 2 bin 168 gün süren 587 sanıklı MHP ve Yan/Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın 7 Nisan 1987 tarihli duruşmasında 144 kişi ile birlikte beraat etmiştir.  Beraat ettikten sonra siyasî yasakların da kaldırılmasıyla birlikte Türkeş Bey, 4 Ekim 1987’de Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığına seçilmiştir. 20 Ekim 1991’de yapılan milletvekili genel seçimlerinde Milliyetçi Çalışma Partisi, Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakı yapmış,  bu ittifak neticesinde Türkeş Bey de bu kez Yozgat milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir. 1965 yılında aktif siyasete atılan Türkeş Bey; 1965, 1969, 1973, 1977 ve 1991 yıllarında yapılan milletvekili genel seçimlerinde TBMM’ye girme hakkı elde etmiş ve toplam 19 yıl milletvekili olarak görev yapmıştır. Birbirinin devamı niteliğinde olan CKMP (1965), MHP (1969), MÇP (1987) ve yeniden MHP’de (1992) genel başkan olarak görev üstlenmiştir.

Gençlik ve Gençliğin Eğitimi: Ülkü Ocakları
Şüphesiz, Başbuğ Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk milliyetçiliği misyonu bakımından bir gençlik örgütlenmesi olarak Ülkü Ocaklarının kuruluşu çok önemlidir. 1960’lı yılların sonunda CKMP’nin adının ve ambleminin değiştirilmesi tartışılırken, parti ile organik bir bağı olmayan derneklerin kurulması gereği de kısa zamanda ortaya çıkmıştı. Türk gençliğinin örgütlenmesi ve millî ve manevi konularda yetiştirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla üniversitelerde ve yüksekokullarda açılacak Ülkü Ocaklarının kuruluş çalışmaları 1967 yılında hızlandırıldı. Tüzük hazırlanmış ve teksir edilmişti. 1967 sonu 1968 yılı başlarında Ülkü Ocakları kurulmaya başlandı. Ülkü Ocakları 1968 yılında “Ülkü Ocakları Birliği” çatısı altında toplandı. Fakat bu kuruluş 12 Mart 1971 Muhtırası ile kapatıldı. 1973’te “Ülkü Ocakları” adıyla yeniden kurularak faaliyetine devam etti.

Türkiye’den Türk Dünyası’na Uzanan Çileli Yol
Merhum Başbuğ, bir mülakatta hayatının yaklaşık elli yıldan fazla bir kısmında “Türk milletinin hür, bağımsız olması ve el ele vermesi için çalıştığını” ve “bu ülküye gönül verdiğini” söylemektedir. Türk dünyasının yetiştirdiği ünlü bilim ve fikir adamları ile de tanıştığı bu kutlu yolda çok çile çeken Alparslan Türkeş, neler yaşadıklarını ve meseleye nasıl baktığını da şu şekilde anlatmaktadır:
“Ben hayatımda elli yıldan fazla bir zamandan beri Türk milletinin hür, bağımsız olması ve el ele vermesi için çalıştım. Bu ülküye gönül verdim. Bunu da gayet olağan bir olay ve kutsal bir hak olarak gördüm. Çünkü Türk varlığı yeryüzünde bir realitedir. Bunu başka milletlerin haklarını çiğnemek veya başka milletlere bir düşmanlık olarak düşünmedim. Milletimin esir olmamasının, başkalarının boyunduruğu altında bulunmamasının, bağımsız olması ve birleşmesi fikrinin en tabii hak olduğunu düşündüm. Bunun için çalıştım. Bütün Türklerin yaşadıkları ülkeleri, insanları ve grupları incelemeye çalıştım. Hepsiyle temas kurmaya uğraştım. Ve temas kurdum. Türk illerinin ileri gelen liderleriyle tanıştım, görüştüm. Mesela Azerbaycan’ın büyük lideri Resulzade Mehmet Emin Bey’le birçok defa bir araya geldik, konuştuk. Türkiye’de bulunmadığı zaman da kendisiyle daima irtibat hâlinde oldum. Mektuplaştık, haberleştik. Eski Azerbaycan Milletvekillerinden Mehmet Sadık Aran Bey’le daima irtibat hâlinde oldum. Yine Azerbaycan’ın değerli devlet adamlarından Mustafa Vekiloğlu Bey’le Azerbaycan Şairlerinden Hüseyinzade Bey’le irtibatım oldu. Ağaoğlu Ahmet Bey’in bütün eserlerini inceledim. Türkistan’da yaşamış olan Özbek ve diğer Türk gruplarından liderlerle tanıştım. Zeki Velidi Togan Bey’le çok yakındık, daima beraberdik. Abdülkadir İnan Bey’le, Doktor Salih Erginkol Bey’le beraberdik yani bunlar saymakla bitmez. Gaspralı İsmail Bey’in “dilde, fikirde, işte birlik’ ilkesini Türk milletinin kuruluşu için temel görüş kabul ettim. Bu yönde daima gayret gösterdim ama Türk milletinin düşmanları, bunlardan kendi menfaatlerinin bozulacağını düşünen emperyalist niyetliler bu ülküyü taşıyan hareketleri daima söndürmeye çalıştılar.  Bizler için ‘faşist, Nazi ve gerici’ olduğumuz yönünde birçok iftira ve suçlamada bulundular. Elli küsur yıllık mücadelemde dört defa tutuklandım, sıkıyönetim mahkemelerine çıkarıldım, idamla yargılandım. Her seferinde suçlama milliyetçilik, Turancılık ve ona ek olarak faşistlik, Nazilik oldu. Yani Turancılığı, faşistlik ve Nazilik olarak lanse ettiler. Turancılığı kötülemek için insanların nefret duyduğu faşistlik ve Nazilikle bizleri itham ettiler. Turancılığı, faşistlik ve Naziliğe hissedar etmek istediler ve bu yolda propaganda yaptılar. Bunun neticesinde büyük acılar çektik. Şahsi olarak çektiğimiz acılar önemli değildir ancak Türk milletinin uğradığı haksızlıklar bizi daima üzmüştür. Bu sebepten milletimiz elde edeceği birçok nimeti elde edememiştir. Türk halkı, Türk aydını uyandırılmamıştır, gerekli gerçekleri öğrenememiştir.”

Evlilikleri ve Çocukları
Alparslan Türkeş Bey’in toplam 7 çocuğu vardır. İlk eşi Muzaffer Hanım’dan 27 Kasım 1940 Isparta doğumlu Ayzıt Hanım; 18 Ocak 1943 Erdek doğumlu Umay Hanım; 13 Aralık 1944 Bandırma doğumlu Seven Bige Hanım; 5 Şubat 1947 Bandırma doğumlu Selcen Hanım; 1 Aralık 1954 İstanbul doğumlu Yıldırım Tuğrul Bey dünyaya gelmiştir. Muzaffer Hanım’ın vefatından sonra Türkeş Bey, 17 Ekim 1976’da Seval Hanım  ile ikinci evliliğini yapmıştır. Seval Hanım’dan ise 2 Ekim 1977 Ankara doğumlu Ayyüce Hanım ve 16 Ekim 1978 İstanbul doğumlu Ahmet Kutalmış Bey dünyaya gelmiştir.  

Alparslan Türkeş: Bir Kutlu Davanın Başbuğ’u
1965 yılından vefat ettiği 1997 yılına kadar -cezaevinde geçirdiği günler de dâhil olmak üzere- kesintisiz 32 yıl aktif siyasetin merkezinde yer alan Türkeş Bey, toplam 80 yıllık ömrünün 22 yılını asker, 32 yılını da siyasetçi olarak tamamlamıştır.  İlk kez 3 Mayıs 1944 Türkçülük olayları ile kamuoyu tarafından duyulan “Alparslan Türkeş” ismi; 27 Mayıs 1960’ta, Milli Birlik Komitesi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğunu kamuoyuna radyodan açıklamasıyla birlikte “İhtilalin Kudretli Albayı” olarak hafızalara kazınmıştır. Asker, siyaset, devlet, fikir ve dava adamı olarak yakın dönem Türk siyasi hayatına derin izler bırakan Alparslan Türkeş Bey, eylemleri ve söylemleriyle yalnızca Türkiye Türklüğünü değil dünya Türklüğünü de etkilemiş, milyonlarca taraftar edinmiş, kitleleri peşinden sürüklemiş, Başbuğ sıfatıyla özdeşleşmiş bir liderdir. 1965 yılından itibaren aktif siyasetin içerisinde olan Türkeş Bey, kısa sürede kitleler tarafından benimsenmiş, “Başbuğ” sıfatıyla özdeşleşmiş ve “Lider” olarak Türk siyasetindeki yerini almıştır. Şüphesiz ki Alparslan Türkeş Bey, asker, siyaset ve fikir adamı olarak yakın dönem Türk siyasi hayatına iz bırakan ender siyasetçilerden biridir.