TARİH ONU HAKLI ÇIKARDI: BAĞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN TÜRK DÜNYASI VİZYONU (OLUŞUMU VE KAPSAMI)

26 Mart 2018 12:13 Dr.Ali GÜLER
Okunma
7163
TARİH ONU HAKLI ÇIKARDI: BAĞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞİN TÜRK DÜNYASI VİZYONU (OLUŞUMU VE KAPSAMI)

TARİH ONU HAKLI ÇIKARDI:

BAĞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN TÜRK DÜNYASI VİZYONU

(Oluşumu ve Kapsamı)

 

Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER*

 

Tarihte olduğu gibi bugün de sayı itibarıyla,vasıf itibarıyla, kültür itibarıyla Türk milleti yeryüzünün en kalabalık, enbüyük milletlerinden biridir. Bu sebepten kendini Türk bilen her insanın,Türklük şuuruna sahip olan her insanın iç ve dış Türkler diye bir ayrıma dahi lüzum görmeden, böyle bir ayrım yapmadan, ‘Yeryüzünde bir Türk meselesi var,bir Türk varlığı var. Bu bir realitedir.’ diyerek bunun üzerinde düşünmesi,araştırma yapması lazımdır.**

 

Giriş: “Tarih Beni İki KonudaHaklı Çıkardı”

İlkgençlik yıllarımızdan beri şahsında ve düşüncelerinde Türk milliyetçiğidavasını, Ülkücülüğü öğrendiğimiz Merhum Bağbuğ’umuz Alparslan Türkeş ileyakından tanışma, birebir sohbetlerinde bulunma fırsatını doksanlı yıllardabulabilmiştim. Askerî öğretmen olarak Kara Harp Okulunda görev yaptığımyıllardı. Başbuğ’umuzun kutlu yolundan şerefle yürüyen, ülkemizin vemilletimizin zor zamanlarında Ülkücü olmanın çilesini çeken, bulunduklarıkonumlarda şartlar ne olursa olsun yılmadan Türk milliyetçiliği davasınahizmete devam eden askerî öğretmen, doktor ve hukukçu arkadaşlar olarakBaşbuğ’umuzla sohbet için, daha doğrusu Başbuğ pınarından kana kana içmek içinbir araya geliyorduk.

MerhumBaşbuğ, sohbete de uygun olan bu yemekli toplantılara partili bazı arkadaşları,milletvekilleri ile gelir, yemek yenir, sonrasında da Türkiye ve dünyameseleleri hakkında konuşurdu. Bu arada bizlerin sorularını da cevaplandırırdı.

Yine,yaklaşık yirmi civarında asker arkadaşımızın katıldığı böyle dar kapsamlıgerçekleştirdiğimiz bir toplantıda her zamanki gibi çok önemli tespitleryapmıştı. Zannederim 1994 yılı idi. 1989’da Berlin duvarı yıkılmış, 1945’tenberi devam eden iki kutuplu Soğuk Savaş Dönemi’nin sonuna gelinmişti. SovyetlerBirliği Gorbaçov’un başlattığı “glasnost ve perestroyka” politikaları ile içbünyesinde yeni düzenlemeler yapmaktaydı. 20. yüzyılın en totaliter ve en kanlıideolojisi komünizm tarihe karışmıştı. Sovyetler Birliği’nin esaretinde bulunanTürk Cumhuriyetleri 1990’dan itibaren birer birer bağımsızlıklarını ilanetmekteydiler. Soğuk Savaş sonrasında dünya yeniden şekilleniyordu. MerhumBaşbuğ’umuz, genel bir değerlendirmeden sonra mealen şunları söyledi:

Arkadaşlar tarih beni iki konuda haklı çıkarmıştır. Ben Türk milliyetçiliği davasının lideri olarak baştan beri komünizmin Türk milletinin ve insanlığın aleyhine bir ideoloji olduğunu söyledim ve bu konuda milletimizi ve özellikle gençlerimizi ikaz ettim. Bu konuda haklı çıktım.

İkinci konu “Esir Türkler” veya “Dış Türkler” konusudur. Yıllardır, Sovyetler Birliği ve Çin’de esir bulunan Türk dünyasının varlığından bahsettim, devletimizin,milletimizin ve gençlerimizin dikkatini bu konuya çektim. Türk dünyasının hürriyetine kavuşması için uğraştım. Allah şükürler olsun şimdi esir Türklerin hürriyetine kavuştuğuna, bağımsız birer devlet olarak tarih sahnesine çıktığına şahit oluyoruz. Bu konuda da haklı çıktım.

Şüphesiz bu, tarih ve insanlık önünde haklılığı ispatlanan, devlet adamı ciddiyeti içinde derin bir fikrî/ideolojik zemine oturan, aynı zamanda kendisini“tabutluklarda” işkenceden Mamak zindanlarında çile çekmeye kadar götüren şerefli bir mücadele sürecine de işaret eden çok önemli bir tespitti.

Başbuğ’un bu sözlerinde âdeta, Atatürk’ün, “Mesudum. Çünkü muvaffak oldum.”sözlerini hatırlatan haklı bir gurur da vardı. Haklıydı… Çünkü daha Harp Okulu yıllarından itibaren “Türklük davasına” inanmış ve onun uğrunda mücadele etmişti. Şimdi o mücadelenin sonuç verdiğini, başarıya ulaştığını görüyordu.Vizyon sahibi bir liderdi… Çünkü Sovyet tehdidi dolayısıyla kimsenin ağzına almayı bırakın, düşünmeye dahi cesaret edemediği bir konuyu dile getirmiş,Türklük davasını omuzlamış, teorisini ortaya koymuş, konuyu gençliğe ve millete mal etmişti.

Bu araştırmada rahmetli Bağbuğ Alparslan Türkeş’in Türk dünyası vizyonunun ne olduğunu, hem kavramsal hem fikrî/ideolojik düzeyde ortaya koymaya çalışacağız.Aynı zamanda Başbuğ’un bu konuda neler yaptığını örnekleriyle anlatmaya çalışacağız.

Şüphesiz Türklük meseleleri, “Türkiye dışında yaşayan Türkler” konusu Türkçülük tarihi içinde ele alınmalı, Gökalp, Atatürk ve Atsız çizgisi iyi takip edilmelidir. Kendi yaşadıklarıyla birlikte bu çizginin Başbuğ’un fikrî/ideolojik kaynağı olduğu açıktır.

 

Türklük ve Türk Dünyası Bilincinin Oluşumu

Bilindiği üzere milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var. Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünde meskûn Avşar obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgünedilir.

25 Kasım1917’de öğle vakti, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve Larnaka doğumlu eşi Fatma Zehra Hanım’ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

1921’deve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokuluna gönderilir.

İlkokul ve Rüştiye yıllarında Ali Arslan ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruna sahip hocalarından feyzalır.

Onlar,küçük Ali Arslan’a müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını,Osmanlı Devleti’nin bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanı sıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız, esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler.

Rüştiyedeki(ortaokul) Hocalarından Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını senin adın"Alparslan olsun." ve “Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol.”diyerek değiştirir. “Alparslan” yapar. Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs’ın tamamı İngiliz işgali altındadır veTürk'ün istiklalini kaybetmesinin ne demek olduğu onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmaya başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

Yıl 1933 ve Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder,aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu hâlde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı,boynunun eğik olmadığı toprakların, ana vatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler;İtalya’ya ait Viyana vapuru ile İstanbul’a gelirler. Tarihler 3 Haziran 1933’ü göstermektedir.

Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesine kaydolmak olur. Artık o yüreğinin onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir.

Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesini pekiyi derece ile olarak bitirince o yıl İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış bulunan Kara Harp Okulu ve Ankara yılları başlar. 1938'de Harbiyeden mezun olur, artık o Türk ordusunun genç bir teğmenidir ve Türk milletinin emrindedir.[i]

Alparslan Türkeş’in Türklük ve Türk dünyası fikirlerinin oluşmasında öncelikle ailesinin içinde bulunduğu durum, yani İngiliz işgali altındaki Kıbrıs’ta yaşıyor olmaları, baba ve annesi başta olmak üzere aile fertlerindeki Türklük bilinci ve nihayet eğitim süreçleri etkili olmuştur.

Kendisi anılarında hocalarının bu konulardaki etkisini şu şekilde anlatmaktadır: “Hocalarımız Kıbrıslı Türklerdi. Uyanık insanlardı. Faiz Kaymak Bey, Hüsnü Bey, ilkokulda Mehmet Asım Bey, Selahattin Bey ve Ragıp Tüzün Bey, hepsi milliyetçi kişilerdi.Bunlardan o duyguları alıyordum. Özellikle Turgut Bey Hoca’mız dan, yeryüzünde yaşayan Türkler hakkında bilgi aldık. Türkistan, Azerbaycan, Doğu Türkistan,Balkan Türkleri konusunda çok şeyler öğrendik. Bu soydaşlarımızın esaret altında olduklarını işitince milliyetçilik duygularımız kabardı. Dünyayı tanımayı öğrenmiştik. 14-15 yaşımdaydım.[ii]

Merhum Alparslan Türkeş’in çocukluğunda yaşadığı bazı olaylar da onun bilgi birikimi ve Türklük bilincinin oluşmasında doğrudan etkili olacaktır. Bu bilincin “tarih şuuru” ile şekillendiği de anlaşılmaktadır. Aşağıda değineceğimiz 1944 Olaylarını anlattığı “1944 Milliyetçilik Olayı” isimli eserinin “Başlangıç”bölümünde yetiştiği, çocukluğunun geçtiği dönemle ilgili olarak şunları anlatmıştır:

Çocukluğum;Balkan Savaşı, Birinci Cihan Savaşı ve Türk Millî Kurtuluş Savaşı’nın acı tatlı hikâyeleri içinde geçti. İlkokul ve ortaokul sıralarında da derslerimizin konusunu bu üç savaşa ait olaylar teşkil etti. Türk milletini yok etmek isteyenlerin, giriştikleri tecavüz ve hıyanet faaliyetleriyle buna karşı kendini kurtarmak için, milletimizin yapmış olduğu olağanüstü mücadeleler ele alınarak derslerimizde incelendi. Türk milletinin zayıf ve düşkün durumdan kurtulması ve eski çağlardaki kudret ve şereflerine tekrar ulaşması için nasıl çalışması, neler yapması gerektiği üzerinde duruldu. O günlerden bu yana, benimde başlıca düşünce ve kaygılarım bunlar olmuştur. Türk milletinin tarihini,hâli hazır durumunu ve geleceğini derinden inceleyerek bunlar için açık ve gerçek, uygun görüş elde etmeye ve olumlu planlar hazırlamaya çalışmayı zevkli ve aynı zamanda vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirdim.[iii]

Üç yıllık Kuleli eğitimi ve İstanbul’daki hayatı Alparslan Türkeş’in Türklük veTürk dünyası ile ilgili fikirlerinin oluşmasında, mevcut düşüncelerinin pekişmesinde âdeta bir dönüm noktası olacaktır. Onun Kuleli eğitimine başladığı yıl genç Cumhuriyet’in 10. yılıdır. Coşkulu bir şekilde kutlamalar yapılmaktadır. Atatürk’ün Türklük ve Türk dünyası ile ilgili dil ve tarih çalışmalarının olanca hızıyla devam ettiği yıllardır. Kuleli’deki hocalarının çoğu İstiklal Harbi’ne, Millî Mücadele’ye katılmış sivil ve askerlerdir.Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır.

Kuleli Askeri Lisesine girişini sağlayan, önündeki bazı engelleri kaldıran da FevziÇakmak Paşa’dır. Okula kayıt için bütün evrakları hazırlayarak babasıyla birlikte Kuleli’ye giden Türkeş kayıt sırasında şöyle bir olay yaşamıştır:

Beraberimde ortaokul diplomamı ve pasaportumu götürmüştüm. Hadi Bey isminde bir binbaşı ile Muzafferettin Bey adındaki Fransızca öğretmeni öğrenci kayıtlarında görevliydi.

Muzafferettin Bey bizi çok sert karşıladı. ‘Siz Türk değilsiniz, sizi asla kaydedemem!’ şeklinde tavır koydu.

Babam,bu beklemediğimiz çıkışma karşısında çok bozuldu. Sonra… Muzafferettin Bey’le aramızda şu tartışma geçti:

-Biz Türk oğlu Türk’üz!

- Ama pasaportunuz, İngiliz pasaportu…

-Kabahatsizin, bizi İngilizlerin eline bıraktınız!

-Çocuğunuzu kaydedemeyiz, buyrun gidin…[iv]

Alparslan Türkeş ile birlikte dokuz öğrencinin dahi kaydı yapılmamıştı. Diğer öğrencilerde Kıbrıs’tan gelmişlerdi. İzmir Milletvekili Sırrı Bey, kendilerine yardımcı olma vaadi verdi. Sırrı Bey Fevzi Çakmak Paşa’ya ulaştı… Önce geçici kayıt yaptılar, Türk vatandaşlığına geçince de asli kayıt yapıldı.[v]

Türkeş,Kuleli Askeri Lisesinde ağırlıklı olarak fen dersleri okuması rağmen, edebiyata düşkün bir öğrenciydi. Yatılı okuldaki günlerinde derslerden boş kalan zamanlarda ilk fırsatta kütüphaneye gider, saatlerce okurdu. Vaktinin çoğunu okul kütüphanesinde geçirirdi. Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu” isimli kitabını bu yıllarda okumuştur. Bu dönemde şiir de yazmıştır. İlk okuduğu yazarlar arasında Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Namık Kemal gibi isimler vardır.[vi]

Türkeş’in,onu derinden etkileyecek bir başka ünlü Türkçü ile tanışması da bu yıllarda gerçekleşecektir. Bu yıllarda İstanbul’daki Türkçüler derlenip toparlanmışlar,Türklük, Türkçülük ülküsünün o bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce dilek, o aziz ülkü, o muhteşem düşler, özellikle, bir ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle,dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşer ve yayılırdı. Kuleli öğrencisi Alparslan Türkeş’in bu çevreden haberi olmakla birlikte Atsız’la tanışmaları esasen Harp Okulu yıllarında gerçekleşecektir.

Yine Harp Okulu yıllarında tarihe, Türk tarihine ve edebiyata merakı iyice artmış,bu konularda hem okumuş ve kendi kütüphanesini bu tür kitaplarla oluşturmaya başlamıştır. 1944 Türkçülük yargılamalarındaki sorgusunda Atsızla tanışmalarını anlatırken şunları söylemiştir: “Efendim, ben Harbiyede iken, hatta daha eskiden beri tarihe ve bilhassa Türk tarihine ve edebiyata meraklıydım ve meraklıyım. İddia makamının elindeki kitaplarım tetkik edilirse, bunların beşte dördünün tarih ve edebiyata ait olduğu görülür.[vii]

Hüseyin Nihal Atsız ile Atsız’ın “komünist” ve “vatan haini” olarak suçladığı Sabahattin Ali arasındaki “hakaret davası”nın Ankara’da 3 Mayıs 1944’te yapılan ikinci duruşması sonrasında başlayan tutuklamalar Türkiye’de yeni bir dönemin başladığının habercisi idi. Devletin kuruluş felsefesi olan Türkçülük âdeta suç ilan edilmiş, “Irkçılık ve Turancılık” adı altında Türkçüler, Türk milliyetçileri bir biri ardına tutuklanmaya başlamıştır. Erdek’te üsteğmen rütbesiyle Bölük Komutanı Vekili olarak görevli bulunan Alparslan Türkeş de tutuklanan toplam 23 kişi arasındadır. İstanbul’a getirilen Türkeş, 13 Haziran 1944 günü Tophane’de Merkez Komutanlığı Cezaevi’ne bir hücreye hapsedilmiştir.

Türkeş,20 Ekim 1944 günü mahkemeye çıkartılarak sorgulandı. Mahkeme Savcısı Kâzım Alöç, Hâkim ise Cevdet Erkut idi. Türkeş’in buradaki sorguda verdiği ifadelerden Atsızla tanışmasının Harp Okulu yıllarında olduğu anlaşılmaktadır:

Harbiyede Hüseyin adlı bir arkadaşım vardı. Konuşurken bana Atsız’dan bahsederdi.Edirne’de iken talebesiymiş. Bir gün Atsız’ın ‘Kahramanlık, Toprak ve Mazi’şiirlerini okudum Kendisini bu suretle tanıdım. Şiirleri hoşuma gitmişti. Bir yaz tatilinde İstanbul’a gelirken, İstanbul’a gelmeden önce Ziya Özkaymak’ a rastlamıştım. O, bana Atsız’ın adresini vererek, ‘Atsız, Türk tarihini gayetiyi bilir. Senin öğrenmek istediğin şeyleri sana anlatır. Git, kendisini gör.’demişti

Atsız’ı bu suretle Maltepe’de ziyaret ettim. Evinde, kendisi ve eşi vardı…

Babasının bir subay olduğunu, eşinin de Sarıkamış Muharebelerinde şehit düşmüş bir albayım kızı olduğunu, Türk milletinin kahramanlığında, askerliği sevdiğinden filan bahsolundu.

Ben eski Türk tarihini merak edip öğrenmek istedim. Bana ‘Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar’ adlı kitabını hediye etti. ‘Şimdi onunla meşgul olun.’ dedi…

Bundan sonra birkaç defa daha ziyaret ettim… Bu arada, ara sıra (tevkifime kadar)mektuplaştık… Mesela ben, bir defasında Orhun alfabesini öğrenmek istedim, o da bana gönderdi. Bir başka defa, kitap istedim. O da bana ‘Türk Edebiyatı Tarihi’ adlı bir kitabını gönderdi… (Görüşmelerimizde) Irkçılık mevzuu bahis olmamış,fakat Türkçülük, Türk birliği mevzuu bahis olmuştu…[viii]

Bu sorgulama sırasında verdiği ifadelerden Alparslan Türkeş’in Harp Okulu yıllarında Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Çağlayanlar” isimli eseri ile Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları” isimli eserlerini de okuduğu anlaşılmaktadır.[ix]

Atsız,Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesindeki muhakemeleri 29 Mart 1945’te sona erdi. 23 sanıktan sekiz dokuz kişi beraat etmiş, diğerleri de on yıla kadar hapis cezaları almışlardır. Türkeş’in cezası 9 ay 10 gündü.

Muhakeme edilenler Askerî Yargıtaya başvurdular. Askerî Yargıtay Başkanı ünlü komutanlardan Orgeneral Ali Fuat Erden Paşa idi. Ali Fuat Erden Paşa İsmet İnönü ile şahsi dostluğu olan bir insan olmasına rağmen başında olduğu Askerî Yargıtay, “1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafsızlıktan ayrılmıştır.Mahkeme 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından görülmelidir.” hükmünü verdi ve tutuklu sanıkları bıraktırdı.

2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi davayı 31 Mart 1947 günü sona erdirdi ve bütün sanıklar hakkında beraat kararı verdi.[x]

Başbuğ Alparslan Türkeş’in genel olarak birikimi ve özel olarak da Türk dünyası ile ilgili birikimlerinin ciddi bir okuma faaliyetine ve özel kütüphanesindeki kitaplara dayandığı bilinmektedir. Hatta 1944 tutuklamalarında Erdek’teki evi aranan Türkeş’in bütün kitapları sandıklara konularak İstanbul’a götürülmüştür.Bu kitapların içerikleri ve konuları itibarıyla görenlerin de dikkatlerini çektiğini kendi anılarında anlatmaktadır:

Nihat Atsız Bey’in evinde yapılan aramalar sırasında benimde bazı mektup ve yazılarım ele geçmiş bulunuyordu. Bunun üzerine bir gün mayıs ayı sonlarında o zaman görevli bulunduğum Erdek’te bir askerî heyet tarafından evim ve ilgili yerler arandı. Evimde bulunan kitaplarım arama yapan heyet üyelerinin dikkatinive takdirini çekti. Hatta heyette bulunan Tümen Hâkimi bazı kitaplarımıokuduktan sonra geri verilmek üzere kendisine verilmesini rica etti. Ve tarafımdan kabul edildi.

Bundan sonra arama heyeti (ki heyet başkanı şimdi ordumuzda şerefli bir general olarak hâlâ hizmet görmektedir) bana aldıkları emirden çok müteessir olduklarını,tümen ve kolordu kumandanlarınca da sevilmekte ve takdir edilmekte bulunduğumu,onların da bu emirden dolayı üzgün olduklarını söylediler. İşin içerisinde bir yanlışlık olabileceğini, bununla beraber evimde yapılan arama ile ilgili olarak kitaplarımın da sandıklara yerleştirilip İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilmesinin faydalı olacağını, yeni üsteğmen olmuş genç bir subayın beş yüzden fazla kıymetli kitaba sahip olmasının takdirle karşılanacağını ve yapılan tahkikatın aydınlanmasının kolaylaştırılacağını söyleyerek kitaplarımın da sevk edilmesini uygun gördüler…[xi]

Bundan sonraki süreç; Alparslan Türkeş’in kurmaylık sınavını ikinci kere kazanması (1951)[xii]ile başlayan Harp Akademileri Eğitimi, Kurmay Binbaşı olarak yurt içi ve yurtdışında önemli görevler yapması ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin “kudretli albayı” hâline gelmesi şeklinde gelişecektir. Bu sürecin Başbuğ Türkeş’in Türk tarihi, Türkçülük, Türk birliği ve Türk dünyası hakkındaki görüşlerinin olgunlaşmasında, gelişmesinde ciddi etkiler yaratacaktır. Ülkemizde ve dünyadaki siyasi gelişmeler de bunda rol oynayacaktır.

1960 İhtilali sonrasında yaşananlar, 14’lerin Millî Birlik Komitesinden tasfiyesiile yurt dışında çeşitli yerlere “sürgüne” gönderilmesi, dönüşte Başbuğ Alparslan Türkeş’i siyaset yapma, siyaset yoluyla millete hizmet etme düşüncesine getirecektir. Önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP),ardından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 12 Eylül 1980 sonrasında Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve nihayet tekrar MHP çatısında Genel Başkan olarak Türk siyasetine yön veren bir Alparslan Türkeş vardır.

Şüphesiz,Başbuğ Alparslan Türkeş’in Türk dünyası vizyonu bakımından bir gençlik örgütlenmesi olarak Ülkü Ocaklarının kuruluşu çok önemlidir.

1960’lı yılların sonunda CKMP’nin adının ve ambleminin değiştirilmesi tartışılırken,parti ile organik bir bağı olmayan derneklerin kurulması gereği de kısa zamanda ortaya çıkmıştı. Türk gençliğinin örgütlenmesi ve millî ve manevi konularda yetiştirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla üniversitelerde ve yüksek okullardaaçılacak Ülkü Ocaklarının kuruluş çalışmaları 1967 yılında hızlandırıldı. Tüzük hazırlanmış ve teksir edilmişti. 1967 sonu 1968 yılı başlarında Ülkü Ocakları kurulmaya başlandı.

Ülkü Ocakları 1968 yılında “Ülkü Ocakları Birliği” çatısı altında toplandı. Fakat bukuruluş 12 Mart 1971 Muhtırası ile kapatıldı. 1973’te “Ülkü Ocakları” adıyla yeniden kurularak faaliyetine devam etti. CKMP’nin 8-9 Şubat 1969 tarihlerinde Adana’da yapılan Kongresinde partinin adı “Milliyetçi Hareket Partisi” (MHP),amblemi de “üç hilal” oldu. Gençlik kolları için de “hilal içinde bozkurt”amblem olarak seçildi. Bu amblemi daha sonra Ülkü Ocakları ve Genç Ülkücüler Teşkilatı kullanacaklardır.[xiii]

 



* Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi, MHP MYK Üyesi.

** Alparslan Türkeş ile Mülakat”, Bizim Ocak Dergisi, Temmuz1991.

[i]Tarihte Türkler ve Alparslan Türkeş, Cilt: I., Editör: E. S. Yalçın, Yeni Düşünce Yayınları,Ankara, 2012, s. 21-22.

[ii] H. Turgut, Türkeş’in Anıları ŞahinlerinDansı, ABC Yayınları, İstanbul, 1995, s. 8-9.

[iii] A. Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, 2.Baskı, İstanbul, 1972, s. 10.

[iv] H. Turgut, age., 15.

[v] A. Tekin, Alparslan Türkeş ve Liderlik, BerikanYayınevi, Ankara, 2011, s. 87.

[vi] A. Tekin, age., s. 88.

[vii]Başbuğ Türkeş ve Dokuz Işık, Hazırlayan:İ. Bahar, Kamer Yayınları, İstanbul,2017, s. 26.

[viii]Başbuğ Türkeş ve Dokuz Işık, Hazırlayan:İ. Bahar, s. 19 vd.

[ix]Başbuğ Türkeş ve Dokuz Işık, Hazırlayan:İ. Bahar, s. 29.

[x]Başbuğ Türkeş ve Dokuz Işık, Hazırlayan:İ. Bahar, s. 32. 3 Mayıs 1944 Davasıve Alparslan Türkeş konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız: E. S. Yalçın, “1944Yılı Türkçülük – Turancılık Davası ve Alparslan Türkeş”, Siyasete Dair Yazılar-I (Ocak1998-Nisan 2011), 2. Baskı, Berikan Yayınları, Ankara, 2017.

[xi] N. Uzman, TürkeşKonuşuyor, Alparslan Türkeş’in Hatıraları (1939-1961), Berikan Yayınları, Ankara, 2017, s. 37-38.

[xii] Kazandığı Harp Akademi Sınavı’nın ilki 1944’tetutuklu bulunduğu sıradadır ve savcı tarafından sınavı kazandığı kendisinebildirilmemiştir.

[xiii]Başbuğ Türkeş ve Dokuz Işık, Hazırlayan:İ. Bahar, s. 58.