Bugün dünya üzerinde 220 milyon civarında Türk yaşamaktadır. Bu muazzam canlı kütlesini ifade eden adın ne manaya ve nereden geldiği konusu bir yana; bir takım çevreler, siyasi atmosfere bağlı olarak Türkiye üzerinde uygulamak istedikleri senaryolara zemin hazırlamak için tarihte Türk diye bir millet var mıydı, yok muydu tartışmasıyla suni gündem yaratmaktadır. Tabii ki bunlara bizim ilmî cevaplarımız her zaman bulunmaktadır. Ama gerçek ilim adamlarının sözlerine mi, ilim adamı sıfatıyla ortaya çıkanların söylediklerine mi itibar edildiği konusunda tereddütteyiz.
Her devrin adamlarının dediklerini bir kenara bırakacak olursak, tarihçiler ve diğer sosyal bilimcilerinin çoğunun yakından bildiği gibi, Türk ismi hususunda bugüne kadar çeşitli iddialar ve görüşler ortaya atılmıştır. Bununla birlikte bu adı Kök Türkler çağında hem tek, hem de iki heceli biçimde görmek mümkündür. Türk tarihinin ve kültürünün temel kaynaklarından olan, Orkun Kitabelerinde adımız Türk (krüt) ve Türük (Xrüt) şekillerinde kaydedilmiştir. Buna rağmen birileri çıkıyor, tarihte Türk diye bir kavim yok diyor. Bakın, 8. asra ait Kök Türk yazıtlarının bir yerinde: “Türk bodunıg atı-küsi yok bolmazın tiyin, kangım kaganıg, ögüm katunıg kötürmiş Tengri, il birigme Tengri, Türk bodun atı-küsi yok bolmazın tiyin özümin ol Tengri kagan olurtı”[1], şeklinde yazıyor diyorsunuz, ama inanmıyorlar. Bunları belge saymıyorlar. “Bundan başka var mı” diye güya sizi zorlamaya çalışıyorlar. O vakit Çin kaynaklarını delil gösteriyorsunuz. “Pekçok Çin yıllığında Türk milletine ait bölümler olduğunu, Türk denen kavmin Hunlardan geldiğini” söylemenize rağmen bunu da kabul etmiyorlar.
Şimdi ben sizlere belgelerin ışığında Türk adı nasıl ortaya çıkmıştır, onu göstermeye çalışacağım. Bunu yaparken de Türkçe kaynakları değil, yukarıda da söz ettiğim üzere, Orta Asya Türk tarihinin en mühim vesikalarından sayılan Çin yıllıklarından yola çıkacağım. En eski Çince kaynakların başında gelen Shih Chi adlı yıllığa göre; Hunların bir T’u-chüeh (Chü-ch’ü/Türk) boyundan bahis vardır. Bu ismin eski bir Hun unvanı olduğu ve Türk adına karşılık geldiğini aşağı-yukarı bütün büyük Sineloglar ve tarihçiler kabul eder. Daha sonra kabile ismi olmuş ve büyük bir insan camiası için kullanılmaya başlanmıştır. Bu muazzam kitlenin içinde ise iki meşhur aile vardır ki; bunlardan biri Börülüler (A-shih-na), diğeri de Arslanlardır (A-shih-te). İşte Türk diye adlandırılan bu halkın idarecileri neredeyse M. sonra 8. asrın ikinci yarısına değin hep Börülülerden çıkmıştır ki, Ata İllig de (Attila) dâhil, bütün Hun hükümdarları bu ailedendir. Yani bu T’u-chüeh (Chü-ch’ü/Türk) kabilesinin bir boyu olan Börülüler büyük Hun kaganı Börü Tonga’nın (Mo-tun) urugu olduğu gibi, ondan sonra gelen Türk kaganlarının da ailesidir.
Yine Milattan sonra 3. yüzyılın bitimine doğru, Türkler ile Mogolların birlikte kurdukları Tabgaç Devletinin temelleri atıldığı sırada bunların güneyinde, Börü Tonga’nın (Mo-tun) torunlarından biri olduğu söylenen Liu Yüan (maalesef isminin Türkçe karşılığını bilemiyoruz. Belki Yügen) adlı bir Türk beyinin idaresinde Hunların ondokuz kabilesi yer alıyordu. Çin kaynakları bu ondokuz ailenin ayrı ayrı yaşadığını ve en asillerinin Türkler (T’u-chüeh/Chü-ch’ü) olduğunu söylerler. Bu halkın da dayandığı iki ana tayfa vardı ki, onlardan biri idareci aile Börülüler (A-shih-na), diğeri de Arslanlar (A-shih-te) idi. Bunlar Ordos ve Kansu bölgesinde hayat süren yabancı kavimler arasında sayıca da fazla ve kuvvetli olduklarından, büyük bir itibara da sahiptiler. Gençliğinde Çin’i gören ve Çin hayat tarzının Türklere son derece ters olduğunu bilen bu bey, halkının Çin ülkesine gitmesini istemiyordu. Çünkü orada yozlaşıp, erimekten korkuyordu. Liu Yüan’ın (Yügen) hanedanlığı şöyle veya böyle 4. asrın başlarına kadar Han ve Chao sülalesi isimleriyle devam etti. Bunların hâkimiyeti yitirmeleriyle beraber Sarı Nehrin kuzey-batı taraflarında, Türkler bu kez de kabilenin içerisinden çıkan başka bir ailenin etrafında toplandılar.
Daha sonraları bu T’u-chüeh (Chü-ch’ü/Türk) adı, 5. asrın başlarından itibaren, meşhur beyleri Bengü’nün faaliyetleri ve kahramanlıkları sayesinde etrafa yayılarak, biraz daha ünlenmiştir. Bengü Kagan’ın halk içinde itibarlı bir yere sahip, çok çalışkan ve bilgili, gök olaylarıyla yakından ilgilenen, cesur, alçak gönüllü, planlı hareket eden, çevresine kolayca uyum sağlayan bir kişi olduğu söylenmektedir. Çok zekice politikalar yürüten bu Türk, Çin’in kuzeyinde yaşayan pekçok yabancının da gelip kendisine sığınmasını sağlıyordu. Unutulan Türk adını yeniden canlandırmayı ve Hun Devletini eski görkemli günlerine çıkarmayı hedeflemişti. Onunla birlikte Türk ismi geniş bir insan kitlesini ifade ediyor olmaya başladı ve kendisine Türk Bengü Kagan diyordu. Bengü’nün soyadı aynı zamanda Börü (Aşina) idi. Çünkü onlar kendilerinin kurttan türediğine inanıyorlardı. Bengü özellikle bölgenin diğer hanedanlıkları ile de kıyasıya bir mücadeleye girdi. Neredeyse Ordos’un batısındaki bütün topraklara hâkim olarak, buralarda adaletli bir yönetim kurdu.
O ilk başlarda yıldızı parlayan Tabgaçlarla iyi geçinmeye çalıştı. Birbirleriyle kız alıp-verdiler. Ama bir süre sonra araları açıldı ve iki sülale kanlı-bıçaklı hale geldiler. Hunlardan sonra Türk devletinin başına geçecek olan Kök Türklerin temelini meydana getiren bu Börülüler ailesinin kahraman beyi Bengü, muhtemelen 433’lerde ağır bir hastalığa yakalanarak, öldü.
Türklerin (T’u-chüeh/Chü-ch’ü) bu Börülüler boyuyla, Tabgaçlar arasında akrabalık olmasına rağmen, Juan-juan seferine çıkan Tabgaç ordusunun bir bölümüne saldırdıkları için 439 senesinde bozguna uğratıldılar. Türk prens ele geçirildiyse de, kardeşleri direnişi sürdürdüler. Ancak 441’de güçlü Tabgaç ordusuna karşı koyamadılar. Bu mağlubiyetten sonra Türklerin bir kısmını oluşturan Börülülerin (Aşinalar) 500 ailelik bir kitlesinin Altay Dağları mıntıkasına geldiği söylenmektedir, ki bununla bağlantılı olarak, Chou Shu adlı Çin kaynağında; “Altay Dağlarından birisinin tepesi tolgaya (miğfer) benziyordu. Onların dilinde tolgaya “Türk” derlerdi. Bu sebeple onlar da böyle isimlendirildiler”, denir[2].
Nihayet bu hadiselerin ardından, Börülüler (Aşina) ve Juan-juanların kapışmaları neticesinde Bengü Kagan’ın torunlarından olan Bumın, 552 tarihinde o muhteşem Kök Türk Devleti’ni kurdu. Orkun Yazıtlarında hem Türk’ün bir kavim adı şeklinde geçmesi ve hem de kaganlığın tesisi hususunda: Üze Kök Tengri asra yagız yer kılundukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglınta üze eçüm apam Bumın Kagan, İstemi Kagan olurmış; olurıpan Türk bodunıng ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş[3], denmektedir.
Bununla birlikte Türk adının çeşitli anlamlara geldiği de söylenmektedir, ki bunların içinde; “miğfer, terk edilmiş, olgunluk çağı, deniz kıyısında oturan adam, cezp etmek” vs. manaları sayabiliriz. Ayrıca kelimenin etimolojisi üzerinde duran âlimler umumiyetle Türk sözünü “türemek, töreli, güçlü-kuvvetli” şeklinde anlamlandırıyorlar. M. önceki çağlarda adlarına rastladığımız beş soylu Hun boyunun ileri gelenlerince ve yargıçlık yapanlar tarafından kullanılan bir unvan (T’u-chüeh/Chü-ch’ü) şeklinde karşımıza çıkmasına bağlı olarak, Türk isminin “töreli, yasalı, nizamlı” manalarına da gelmesi ilginçtir.
Herkesçe malumdur ki, aşağı-yukarı dünyadaki pek çok millete adlarını komşuları vermiş ve kendilerinden ayrı gördükleri bu insanların bazı özelliklerine bakarak isimlendirmişlerdir. Türklerin adı da böyle mi ortaya çıktı, bunun hakkında bir şey söyleyemeyiz ama Kaşgarlı Mahmud şöyle diyor: “Tanrı yarlıgasın, Türk, Nuh’un oğlunun ismidir. Tanrı, Nuh oğlu Türk’ün çocuklarına bu adı vermiştir. Türk sözü, Nuh’un oğlunun ismi olunca tek bir kişiyi, oğullarının adı yerine kullanılınca çoğul, yani milleti bildirir. Dolayısıyla Türk ismini bu halka Tanrı koymuştur. Ayrıca bir hadiste: Yüce Tanrı benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir halka kızarsam onları üzerlerine musallat ederim, diyor. Bu Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür”[4].
Tabi, Kök Türk Yazıtlarını ve Çin yıllıklarını delil olarak saymayan cahiller, Kaşgarlı Mahmud’un bir kavim adı diye açıkladığı “Türk” kelimesine de karşı çıkacaklardır. Bizler elbette bu samimiyetsiz insanlara şaşırmayız. Türk’ün bir şahıs ve kavim ismi şeklinde kullanıldığına dair belgelerimiz çoktur. Mesela İmami tarafından 17. asırda (1663) yazılan meşhur Han-name’de; Yafes’in çocuklarından Maruh’un lâkabı Türk idi. Türkçeyi o icat ettiğinden dolayı ona Türk diyorlar[5], sözüyle karşılaşmaktayız. Yine Cami’üt-Tevarih ve Şecere-i Terakime’ye göre düzülen Oguz Kagan Destanı’nda: “Yafes’e, Türkler Olcay Han derler. Bunun Nuh’un oğlu ya da torunu olduğunu katiyetle bilmezler. O, konar-göçer olarak, çadırlarda yaşıyordu. Yaylak ve kışlağı Türkistan’da olup, yazları Inanç şehri yakınlarındaki Or Tag ve Kür Tag’da; kışları da bu bölgeye yakın olan Karakurum’daki Porsuk adlı yerde geçiriyordu. Burada iki şehir vardı: Birisi Talas, diğeri de Karı Sayram’dır ki, bu şehrin kırk kapısı mevcuttur. Şehri görenler bir başından, öbür ucuna bir günde gidildiğini söylerler. Olcay Han’ın merkezi buradaydı. Onun sekiz tane oğlu vardı ve bunlardan birisi de Türk’tü. Olcay Han (Yafes) öleceği zaman, Türk’ü yerine oturttu ve diğer çocuklarına dedi ki: “Türk’ü kendinize han bilin, onun sözünden çıkmayın”. O, babasından daha meşhur bir hükümdar oldu. Türk’ün de Dib Yabgu adında bir oğlu dünyaya geldi. Onun da heybeti, şevketi ve askeri babası kadar vardı. Karısı ona dört oğul verdi. Bunların adı Kara Han, Or Han, Kür Han ve Küz Han’dı. Bu sırada henüz Türkler Müslüman olmamışlardı”[6], deniyor.
Bütün bu destanlarda Türk yine kavim ve şahıs adı olarak anılmaktadır. Haydi bunları da geçtik. Çin kaynaklarında Türklerin ortaya çıkışıyla alâkalı rivayetler konusunda da şunlar söylenmektedir. Chou Shu isimli Çin yıllığında; “Türklerin ataları Hunların kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden (Orkun Havzası) türemişlerdir. Kabile reisine A-pang-pu (Apa Bangu) denirdi. Onun onyedi tane kardeşi vardı. Küçük kardeşlerinden birinin adı İ-chi Ni-shu-tu (İçik İni Kutlug) idi. Bu çocuk kurttan olmuştu. Bütün kardeşlerinin yaradılışları doğuştan biraz zayıf olduğundan dolayı, devletleri düşmanları tarafından süratle yok edildi. Tabiatüstü bir kudrete ve özelliklere sahip olan İ-chi Ni-shu-tu’nun (İçik İni Kutlug) yağmur yağdırma ve rüzgar estirme yetenekleri vardı. O iki eşe sahipti.
Bu iki kadından biri dört tane çocuk doğurdu. Onlar soğuktan çok muzdarip idi. Dört çocuğun en büyüğü burada ateşi bulmuş ve onları ısıtarak beslemişti. Böylece kabile ölümden kurtuldu. Bu sebepten, diğer üç kardeş birleşerek en büyüklerini başkan seçtiler. Büyük kardeş han olunca da, kendisine “Türk” unvanı verildi. Onun gerçek adı Na Tu-lu (Apa Tuglu) idi. On tane karısı bulunuyordu. Bu kadınların doğurdukları erkek çocukların hepsi de, soyadlarını annelerinin isimlerinden almışlardı. Börülü ailesi ise, Türk’ün küçük karısının neslinden geliyordu.
Türk ölünce, on değişik anneden doğan çocukları toplandılar ve aralarından birini kagan yapmak istediler. Hepsi, büyük bir ağacın altına gittiler ve orada şuna karar verdiler: Ağaca doğru kim daha yükseğe zıplarsa, o başkan olsun. Börülü’nün oğlu diğerlerinin içinde en genç olması hasebiyle, en yükseğe zıpladı. Böylece, onu önder seçtiler”, denmektedir[7].
Birileri tarihte Türk denen bir halk yok diye avazı çıktığı kadar bağırsalar da, bu asil milletin sözlüğünü yazan ve adını da Divanü Lûgat-it-Türk veren Kaşgarlı Mahmud bu muhteşem kavim için şöyle diyor: “Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi sayısız iyilikler görülmektedir”. Kaşgarlı Mahmud’un dışında da pek çok Türk ve yabancı bu milletin sözlüğünü yazmıştır ki, bunların arasında; 14. asrın ilk yarılarına ait Ebu Hayyan’ın “Kitabü’l-İdrak Li Lisânü’l-Etrak”ını, yine 14. yüzyılın ilk çeyreklerinde kaleme alındığı sanılan ve yazarı belli olmayan “Kitâb-ı Mecmû-i Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî” adlı sözlüğü, 15. asrın ilk yarılarında Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah et-Türki’nin “Kitabü Bulgati’l-Müştak Fi Lugâti’t-Türk ve’l-Kıfçak”ını, yine aynı vakitlerde yazılan, ama naşiri belli olmayan “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-lugâti’t-Türkiyye” gibi eserleri sayabiliriz. Herhalde onlar durup-dururken böyle bir zahmete girişmiş olamazlar.
Diğer taraftan dokuzuncu asırda Türklerin faziletlerini anlatan El-Cahiz’in: “daima sözünde duran, hile bilmeyen, aldatmayı sadece savaşta yapan, ancak bu duruma bile üzülen bir millet”[8] dediği Türklerin maalesef bütün bu güzel hasletlerinden uzaklaştırılarak önüne türlü türlü tuzakların çıkarıldığını biliyoruz.
Cahiz Türklerle alâkalı şu tespitlerde de bulunuyor: “Türk’e karşı hiçbir şey duramaz. Hiçbir kimse onu yutulacak bir lokma olarak göremez. Türk ancak korkulması gerekenden korkar, ümitsiz bir şeyden medet ummaz. İçi de, dışı da birdir. Yaltaklanma, münafıklık, riya, kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, sahtekarlıkla başkalarının malını helal saymazlar”[9].
Onüçüncü asrın ikinci yarılarında Mogol hanlarını ziyaret eden Plano Carpini, Kuman yurdunun güneyindeki halkları anlatırken Türkler için “Turci” kelimesini kullanır. Bunlar bir yana İlhanlı veziri ve devlet adamı Reşideddin tarafından kaleme alınan Ergenekun Destanı’nda ise; “Mogol boyları genel olarak Türk kabilelerinin bir bölümüdür. Her iki kavmin fikirleri ve dilleri birbirine benzer. Bunların hepsi Nuh Peygamber’in oğlu Bulca Han’dan türemişlerdir. Bulca Han bütün Türk kavimlerinin atası idi. Aradan uzun yıllar geçti. Bu uzun asırlarda olayların bir kısmı unutuldu”, diyor[10].
Sadece birkaç örnek verdiğimiz belgelerden yola çıkarak bile insanlar, Türk kelimesinin bir kavim adı olarak kullanıldığı sonucuna rahatlıkla ulaşabilir. Güneşin balçıkla sıvanamayacağı misali biz de bütün bunları bir kenara bıraktıktan sonra, Türk kelimesini Türk Devletinin resmi adı şeklinde ilk kullanan siyasi teşekkülün Kök Türk Kaganlığı olduğunu biliyoruz. Kök Türklerin dışında, Türk adıyla tarihte kurulmuş ikinci devlet ise, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Her iki devlette de Türk milli kimliği en üst düzeyde tutulmuştur. Elbette ki, Kök Türk birliğinin içerisinde Oguz, Karluk, Uygur, Kırgız, Türgiş vs. gibi Türk boyları bulunuyordu. Bunun benzeri olarak, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da halkın esas kütlesi Türklerin Türkmen-Oguz boyu olmakla birlikte, sınırlar dâhilinde Türkmenlerin haricindeki Türk gruplarına da rastlamak mümkün idi. Büyük Atatürk, isteseydi yeni kurulan bu devletin adını Türkmen Cumhuriyeti olarak verdirebilirdi, ancak o da tıpkı Kök Türk atalarımız gibi devletin içerisinde yer alan hiç kimsenin yadırgamayacağı ve aynı soydan gelenlerin kabulleneceği bir siyasi adı, yani Türk’ü seçmiştir.
Bütün bunlar günümüz itibarıyla Türk isminin belirli bir topluluğa mahsus etnik bir ad değil, kendilerini aynı köken ve kültürde birleştiren insanlara ait siyasi bir isim olduğunu ortaya koymaktadır. Kök Türk Kaganlığının kuruluşundan itibaren önce Börülü sülalesinin, daha sonra kaganlığa bağlı, kendi özel isimleriyle anılan diğer Türklerin ortak ismi olmuş, zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek için milli ad seviyesine yükselmiştir.
Bir cins isim ve sıfat olarak Türk adı herhalde M. önceki çağlardan itibaren vardı. Ama Altay kavimlerini veya Turanlı halkları belirtmek üzere Çin yıllıklarında (Shih Chih M.Ö. 255-M.Ö. 207, Han Shu M.Ö. 206-M.S. 24, Chou Shu 557-579), Farsça belgelerde (5. yüzyılın ilk yarısı), batıda Bizanslı tarihçilerin eserlerinde (Agathias, ölm. 582), Arapçada (600 yılı civarlarında Nabiga ve A’şa’nın şiirleri), Maniheist ve Tibetçe metinler (8-9. yüzyıllar) ile Slavcada (12. yüzyıla ait ilk Rus kroniğinde) zikredilmiştir[11].
Ayrıca Türk milletinin yurdu demek olan Türkiye tabiri de 20. yüzyılda orta çıkmamıştır. Türkiye adı ilk defa 6. yüzyıla ait Bizans kaynaklarında Orta Asya ve Türkistan, 9-10. asırlarda İdil’den Orta Avrupa’ya kadarki bölge, 12. yüzyılda Anadolu, 13. asırda Mısır ve Suriye ile yine Türkistan için kullanılmıştır[12].
“Türk milleti yok olmasın, yitmesin diyen Tanrı’nın”[13] sözüne rağmen bugün, bu asil milleti sessizleştirmek, elini-kolunu bağlamak, yeryüzünden silmek, adını unutturmak için çeşit çeşit entrikalar yapılmaktadır. Onun Anadolu yarımadasındaki mevcudiyetinden bile rahatsızlık duyulmakta, her şeyi ile inkâr olunmaya çalışılmaktadır. Tanrı’nın adaletini yaymak amacıyla yaratılmış bu kavim, bütün dünyaya karşı yüzlerce yıldır varlık ve yokluk savaşı vermektedir. İşte bu yüzden Türk olmak zordur.
[1]Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Doğu tarafı, 25-26; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu tarafı, 20-21: “Türk milletinin adı-sanı yok olmasın diye, İl-teriş Kagan’ı ve İl Bilge Katun’u yükseltmiş olan, İl veren Tanrı, Bilge Kagan’ı da tahta çıkarmıştır”.
[2] S.Gömeç, Türk Destanlarına Giriş, Ankara 2009, s.189-190.
[3]Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Doğu tarafı, 2-3; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu tarafı, 1-3: “Yukarıda mavi gök, aşağıda yagız yer yaratıldıktan sonra, ikisinin arasında insan oglu yaratılmış, insan oglunun üzerine atalarım Bumın ve İstemi Kagan oturmuş; oturduktan sonra Türk milletinin ülkesini, töresini idare etmiş, düzenlemiş”.
[4] Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi, C. I, Çev. B.Atalay, 2. Baskı, Ankara 1988, s.350-352.
[5] O.Ş.Gökyay, “Hanname”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, s.286.
[6] Yafes’in sekiz çocuğu ve bunlardan birisinin adının da Türk olduğu hakkındaki bilgi Reşideddin’de yoktur. Bu bilgi Ebu’l-gazi ve İmamî’ye aittir. Ebu’l-gazi’de Yafes’in çocuklarının adı Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimeri ve Tarih iken, Kazan Oguznâmesi’nde onbir olup, bunlar; Türk, Çin, Saklap, Menseç, Kimeri, Kalaç, Hazar, Rus, Sedsan, Guz, Tarih’tir (bakınız, Gömeç, a.g.e., s.58-61).
[7] Gömeç, a.g.e., s.191-192.
[8] Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s.352; El-Cahiz, Hilâfet Ordusunun Menkîbeleri ve Türklerin Faziletleri, Çev. R.Şeşen, Ankara 1967, s.77.
[9] El-Cahiz, a.g.e., s.70-77.
[10] L.Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Çev. S.Karatay, 2. Baskı, Ankara 1986, s.95; Gömeç, a.g.e., s.195.
[11] S.Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, 2. Baskı, Ankara 2012, s.16; S.Gömeç, Türk-Hun Tarihi, Ankara 2012, s.16.
[12] Gömeç, Türk Kültürünün…, s.18-19.
[13]Bakınız, Ongin Yazıtı, Ön taraf, 3: “Türk bodun yitmezün tiyin, yuluk ermezün tiyin üze Tengri tir ermiş”.