Sosyal Bütünlük

11 Şubat 2025 11:34 Prof.Dr.Hakan AKDAĞ
Okunma
65
Sosyal Bütünlük

Sosyal Bütünlük
Hakan AKDAĞ*

Sosyal Bütünleşme Hakkında
Toplum, değişik grupları ve kültür öğelerini içerisinde barındıran geniş bir toplumsal sistem ve ilişkiler ağıdır. Dolayısıyla toplum içerisinde hem bireysel farklılıklar hem de farklı gruplaşmalar ve farklı düşünceler doğal olarak mevcuttur. Ancak toplum, bu farklılıklara ve farklı gruplaşmalara rağmen varlığını sürdürmek ve amaçlarını gerçekleştirmek zorunda olan bir varlıktır. Bir sosyal yapı; statü, rol, düşünce ve kültür açısından heterojen bir niteliğe sahiptir. Sosyal yapılarda görülen bu çeşitliliğe, sosyal farklılaşma denilmektedir (Nirun, 1991: 106). Sosyal farklılaşmalarda uyumun sağlanması sosyal bütünleşmeyi meydana getirmektedir. Bu yönüyle sosyal bütünleşme, toplumu meydana getiren farklı grupların bağımlılık ve uyumu toplumsal düzeni bozmadan karşılıklı etkileşim çerçevesinde sürdürmeleri olarak adlandırılmaktadır (Günay, 2003:343).
Toplumsal hayatın devamlılığı için insanlarda birlikte yaşama kararının olması gerekmektedir. Toplumda farklı düşüncelerin birlik içerisinde olması bu açıdan önem taşımaktadır. İnsanlar sosyal uyumun sağlanması ve huzurlu bir toplum barışının tesis edilmesi için sosyal paylaşımda bulunmak durumundadırlar (Türkkahraman ve Tutar, 2009:2). Sosyal bütünleşme, toplumun farklı kesimleri arasında uyum ve işbirliği sağlamayı amaçlar. Bu süreç, sosyal sermaye, güven, aidiyet duygusu ve karşılıklı saygı üzerine inşa edilir. Sosyal bütünleşmenin sağlanması, toplumsal barışın ve sürdürülebilir kalkınmanın temelidir. Sosyal ilişkiler toplum içinde yakınlıklar üzerinden kurulmaktadır. Toplum içinde küçük sosyal gruplar arasında ağırlıkla daha sıkı ilişkilerin kurulduğu görülmektedir. Sosyal bağların toplumsal bütünlüğe yönelik etkileri bağlamında hemşehrilik kültürü, akrabalık kültürü vb. gibi küçük gruplaşmalar önemli rol oynamaktadır. Tarihsel bağlamda ele alındığında, millî birliğin sağlanmasında bu grupların birbirleri ile ve devletle olan ilişkilerinin yönü ve boyutu etken unsur olabilmektedir. 
Türkiye’de Sosyal Bütünleşmenin Sağlanması
Türkiye, Osmanlı Devleti’nden miras kalan birçok kültürü bir arada sentezleyen bir yapıya sahiptir. Cumhuriyet dönemi ile birlikte, ulus-devlet inşası sürecinde farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşaması için çeşitli politikalar izlenmiştir. Ancak, zaman zaman sosyal bütünleşme sürecinde zorluklar yaşanmıştır. Genel olarak bakıldığında, Osmanlı Devleti  zamanından bu yana görülen ve Şerif Mardin tarafından Türk sosyolojisine kazandırılan Merkez-Çevre ilişkilerinin yönü ve geriliminin sosyal bütünlük üzerinde etkili olduğunu belirtmek gerekir. Merkezi teşkil eden siyasî elitler ile bürokratik elitlerin aldıkları kararlar, çevre üzerinde olumlu-olumsuz etkiler oluşturmaktadır (Mardin, 1973). Özellikle vatandaşların devlet ile bütünleşmesi hususunda merkezin kapsayıcı, çevre ile bütünleşmeyi sağlayıcı bir rol üstlenmesi beklenmektedir. Ayrılıkçı etnik yapıların ülke vatandaşının devlete karşı olumsuz tavırlarını körükleyeceği, toplumsal bütünlüğün altını kazacağı ve ülke genelinde farklı düşüncelere sahip insanlar arasında düşmanlığı arttıracağı unutulmamalıdır.
Bugün itibarı ile Türkiye’de sosyal bütünleşme hususunda etkili olan etnik ve dini çeşitlilik, göçmenler ve mülteciler, kentsel ve kırsal kültür yapısı arasındaki farklılıklar gibi belli başlı faktörler bulunmakta ve devlet yapısı iç huzuru sağlamak için bu faktörleri gözeterek politikalar geliştirmek durumunda kalmaktadır. Sosyal bütünlüğün sağlanması için aynı şekilde bütüncül bir eğitim politikası, toplumsal ayrışmayı en aza indirecek sosyal politikalar ve bunları hayata geçirirken önemli rol oynayabilecek sivil toplum kuruluşları desteğinin sağlanması gerekmektedir. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan savaş süreci, Türkiye’nin sosyal bütünleşmesini ve toplumsal istikrarın sağlanmasını daha önemli kılmaktadır. Özellikle ayrılıkçı-bölücü faaliyetlerin ve terörize olmuş yapıların ülke içinde hareket alanını kısıtlamak, mümkün mertebede ortadan kaldırmak için Türk Devletinin gerekli tedbirleri alması gerektiği, bunun için de sosyal bütünlüğün sağlanmasına yönelik politikalar geliştirmesi söylenebilir. 
Türk Milleti 1914’ten başlayarak sömürge, manda zihniyeti karşısında askerî safhası 1922’de biten ve o tarihten sonra sivil safhası devam edecek olan bir varlık-yokluk mücadelesi vermiştir. 1922’deki zaferin altında yatan ana düşünce, Büyük Türk aydını Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu “ben, sen o yok; biz varız” anlayışıdır. Türk Milleti için de Gazi Mustafa Kemal Atatürk, söz konusu bu anlayış çerçevesinde, zamanın şartlarında yokluk içinden bir devlet vücuda getirmiştir. Büyük savaş ve yokluk döneminde iç ve dış tehditlerin gücüne rağmen toplumsal birliğin, bütünlüğün sağlanması sayesinde Türk Milleti Millî Mücadele’den muzaffer ayrılmıştır. Unutulmamalıdır ki, tarih, tarihten ders almayan toplumlar için bir felaket mezarlığıdır. Geçmişte yaşanan sıkıntıların temelinde, genel olarak Türk Toplumu’nun ayrışması, birlik duygusu içinde hareket edememesi şeklinde ifade etmek yanlış olmaz. 
Millî birliğin ve bütünlüğünün sağlıklı bir şekilde devamlılığın sağlanmasının en uygun yolu toplumsal farklılıkları göz ardı etmeden, demokratik bir anlayış çerçevesinde millî kültürün aşılanması, geliştirilmesi ve sosyal toplulukların varlıklarının millî birliğin tesis edilmesi ile doğru oranlı olduğunun anlaşılmasına bağlıdır (Akyol, 1991:261). Bu bağlamda yeni nesillerin millî bir bakış açısı çerçevesinde yetiştirilmeleri, buna uygun eğitim-öğretim planlamasının oluşturulması ve devletin bu süreçte yönlendirici/denetleyici olarak aktif bir pozisyon üstlenmesi gerekmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki toplumsal bütünlük anlayışlarına baktığımızda farklılıkların bir arada bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirilmesinin yanında siyasi ünite olarak devletin vatandaşlarına karşı yaklaşımı da son derece önemli olduğu söylenebilir. Özellikle demokratik toplum yapılarının oluşmasında eğitim, kültür, ekonomi, güvenlik, sağlık vb. birçok politika önemli yer tutmaktadır. Bunların dışında adaletli bir yönetim anlayışının da etkili olduğunu söylemek mümkündür.  Bu kapsamda Türk Devleti de belirtilen hususların gereklerini fazlasıyla yaptığı söylenebilir. Tabi ki kadim Türk Kültürünün sahip olduğu birçok değer ve özellikte sosyal/toplumsal bütünlük kapsamında değerlendirilebilir. Hoşgörülü ve birleştirici olma, inancımızın sosyal ve kültürel temalarını değerlendirme vb. örnek olarak sunulabilir. Bu hususta Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışının toplumsal bütünleşmenin sağlanmasında önemli bir harç görevi üstleneceği örnek olarak gösterilebilir. 
Millî kimlik, bireyselliğin ve etnik farklılaşmanın arttığı bu süreçte aynı vatanda aidiyet duygusu içerisinde beraber var olabilme bakımından toplumsal bütünleşmenin önemli bir yolu olarak görülmelidir (Özyurt, 2005:116). Ülke içindeki farklılıkların ayrışmadan ziyade bir zenginlik olarak görülmesi, sosyo-kültürel açıdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti paydasında ortak bir gelecek vücuda getirilebilmesi toplumdaki yer alan tüm feretlerin geleceğe huzurlu bakabilmelerini sağlayacaktır. Aksi halde ayrılıkçı/bölücü düşünce yapısının ülke insanlarına da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne de hiçbir faydası olmayacaktır.
Sonuç