SAVAŞ DÖNEMİNDE KADIN OLMAK; 1958-1974 SÜRECİNDE KIBRIS ÖRNEĞİ

07 Temmuz 2022 14:59 Prof. Dr.Ulvi KESER
Okunma
1222
SAVAŞ DÖNEMİNDE KADIN OLMAK; 1958-1974 SÜRECİNDE KIBRIS ÖRNEĞİ

SAVAŞ DÖNEMİNDE KADIN OLMAK; 1958-1974 SÜRECİNDEKIBRIS ÖRNEĞİ

 

Prof. Dr. Ulvi KESER

Giriş

Erkek egemenbir toplumda ailede evin bireyleri tarafından, sosyal hayatta çevre tarafından,resmiyette ise devlet eliyle kanunlar ve kurallarla ezilmiş bir kadın olmak, buyetmezmiş gibi anne olmak ve üstelik bütün bunları bir savaş ortamında yaşamakve savaş ortamında kadın olmanın zorluklarına katlanmak doğaldır ki kolay kolayüstesinden gelinemeyecek bir yük getirir insanın omuzlarına. Savaşın belki deen berbat ve acımasız yönü sivillere ve genellikle de kadınlara yöneliktarafıdır. Yakın dönemde Eski Yugoslavya’da, Bosna-Hersek’te, Kosova’da,Arnavutluk’ta, hemen ardından Afganistan ve Irak’ta savaşın kadınlara yüklediğiağır ve insanlık aybı yük hâlâ belleklerdedir. Bu bağlamda savaşınacımasızlığını en yakından yaşayan kadınların bulunduğu bir başka nokta daKıbrıs Adası olmuştur. Kıbrıs Adası özellikle 1950’li yıllardan itibaren Ada’dayaşayan bütün toplumlar için yaşanması zor bir yer hâlini almaya başlamıştır.Yunanistan’ın Ada’da önce bir halk oylaması girişiminde bulunması, ardındanKıbrıs konusunu BM’ye taşıyarak konuyu uluslararası bir sorun hâline getirmeteşebbüsleri BM tarafından reddedilip onaylanmayınca Yunanistan destekli EOKAterör örgütüyle ilgili hazırlıklar Atina’da hızlandırılır ve emekli bir Yunansubayı olan Georges Grivas bütün altyapının ve hazırlıklarının tamamlandığıişaretini alınca 1 Nisan 1955 günü düğmeye basar ve Ada’nın neredeyse tamamıtam bir kan gölüne döner. 1 Nisan 1955 günü EOKA tarafından önce İngilizlerekarşı başlatılan terör ve tedhiş hareketleri daha sonraki süreçte Ada’dakiKıbrıslı Rumlara ve Kıbrıs Türklerine de yansımaya başlar. Bu çalışma 1950’liyıllardan başlayarak 1974 yılına kadar geçen süreçte Ada’da yaşanılanları 1950-1960 ve 1970li yıllar olarak üç ayrı zaman dilimi içerisinde ve savaştan en çoketkilenen kadınların ağzından aktarmak üzere hazırlanmıştır. Bu kapsamda buçalışmaya konu olan kadınlar 1950-1960 dönemiyle ilgili olarak Gülten Keser,1960lı yıllarda savaşı en acı şekilde yaşayan ve bunu hayatıyla ödeyen Mürüvvetİlhan ve 1974 Dönemi’nde Kıbrıslı Rumlar tarafından esir alınan HülyaKoçer’dir. 

 

1950li Yıllar ve Savaşta Kadın Olmak

1Nisan 1955 tarihinden itibaren EOKA’nın Ada’yı kan gölüne çevirmesi ve hayatıyaşanılmaz hâle getirmesinin ardından Ada tam anlamıyla bir korku ve teröradası hâline gelir. Bundan en çok etkilenenler ise şüphesiz kadınlar veçocuklar olur. O dönemde sadece hayatta kalma çabası bile yeterince ağır biryükken ve toplumda her daim ikinci sınıf varlık muamelesi görerek dışlanan veyok sayılan, kimliğini alması ve kişiliğini bulması hep engellenmiş kadın biranda koruyucu melek, şefkatli bir anne ve zor günlerin tahammül taşı hâlinegetirilir. Bütün bunlara ayrıca sosyal hayatın her alanında kadınların mutlakpaylaşımı ve iş bölümü de eklenir. Kıbrıs Adası’nda ise bu durum çok dahafarklı bir şekilde ortaya çıkar. Örneğin EOKA tedhiş örgütünün illegalfaaliyetleri için son derece sık stifade ettiği bisikletler neredeyse her zamangenç kızlar ve kadınlar tarafından kullanılmaktadır (Dünya, 26 Temmuz 1958).İngiliz yönetimi EOKA konusunda uygulamaları sıklaştırmasına ve pek çok EOKAmensubu tutuklanmasına rağmen dağlarda gizlenen EOKAcılar şehirlerde ne olupbittiğini anında öğrenebilmektedirler. Daha sonraki süreçte Kıbrıs’taki İngilizValiliği 27 yaşın altındaki erkeklere uygulanan bisiklete binme yasağının aynıyaştaki kadınları da kapsadığını açıklarmak zorunda kalacaktır (Dünya, 3Haziran 1958). Çünkü İngilizlere o dönemde en büyük tehlike bu bisikletli EOKAmensuplarından gelmektedir (Dünya, 3 Haziran 1958);

Şehirde olan biten her şey dağ başındaki EOKA’cılar tarafındanbilinmekteydi. Bütün bunları yapan, EOKA listelerinde adı sanı olmayan gençkızlardı. Bu Rum kızları hâlen de faaliyet hâlindedir. Kıbrıs’ta herhangi bircaddeden geçerken göreceğiniz dört beş bisikletli kız bahsettiklerimizin takendileridir. Grup grup bisikletler üstünde geçerlerken bir tomar beyaz kâğıtdüşürürler. Hangisinin attığını tespit edemeyeceğiniz bu kâğıtlar aslındaEOKA’nın o günkü beyannameleridir. Hemen ilave edelim ki bu beyannameler Ada’nınkuzeyindeki Girne ilçesinde mesela saat 17’de dağıtılmaya başlanmışsa Ada’nınen güneyinde Limasol yahut ortasındaki Lefkoşe’de de aynı saattedağıtılıyordur. EOKA’nın bu beyanname dağıtma işi bahsettiğimiz Rum kızlarınınbaşlıca görevidir...”

EOKA’nın bildirileri genellikle maskeli EOKA mensuplarıtarafından dağıtılmaktadır. Kiliselerde, okullarda ve halka açık yerlerdedağıtılan EOKA bildirileri ise genellikle balkonlardan ve liseli genç kızlartarafından yapılmaktadır. Ancak o dönemde gerek EOKA’nın şiddet eylemlerinegerekse İngiliz idaresinin yanlı politikasına karşı protesto eylemleri vegösteriler düzenlenir. Bu faaliyetler içerisinde görev alanlar arasında çoksayıda Kıbrıslı Türk kadın ve genç kız da bulunmaktadır (Gülten Keser, 18 Mayıs2003);

“Olaylarınpatlak verdiği o dönemde Lefkoşa'da Ortaköy'ün içinde oturuyorduk. Mağusamilletvekili olan, çok iyi görüştüğümüz, konuştuğumuz ve devamlı yardımını gördüğümüzDr. Hasan Adnan Güvener vardı. Kendisi Dr. Küçük'ün adamıydı. Bir günOrtaköy'de oturduğumuz mahalleye geldiler, bizi bir yerde topladılar. Butoplantılar genellikle spor kulüplerinde oluyordu. ‘Bizimle çalışacak kimlervar? Cesur, gözü pek adam lazım bize.’ dediler. Ayfer Hasan, Selma Hasan, UlusÜlfet’in kız kardeşi Sevim, Ümran Behiç vardı, ben vardım. Bizigörevlendirdiler. Diğer mahallelerden başkalarını da seçtiler ve buluşmayerimiz olan Kuruçeşme'deki okuldan seyyar hastaneye çevrilen yere gelmemiziemrettiler. Toplantılarımızı hep hiç kimsenin ilgisini çekmeyecek yerlerdeyapardık. Bazı akşamlar da Ortaköy Spor Kulübü binasında toplanır, gençlerin neyapacaklarını, görevlerinin ne olduğunu anlatırlardı bizlere. Hepimizinkonumumuza uygun değişik görevleri olurdu. ‘Yarın Uzunyol'a gideceksiniz, BafKapısı'na gideceksiniz. Ne konuşurlar ne yaparlar? Hangi köyü basacaklar?Öğrenmeye çalışın.’ derlerdi. O zamanlar henüz TMT kurulmadığı için yerindeVolkan vardı.”

Kıbrıslı Türklerin EOKA karşısında kendilerinimüdafaa etmeye çalışmaları ev kadınlarından kız öğrencilere kadar herkesikapsar. Daha güvenli bölgelere kaçabilmek için doğup büyüdükleri evlerini,köylerini terk etmek zorunda kalan aileler savaş şartlarıyla parçalanır,aileler dağılır ve insanlar vatan savunmasına girişir. Bütün bu mücadeleniniçerisinde özellikle kızların ve kadınların katıldıkları gösteriler debulunmaktadır;   

“...Yaptığımızmitinglerde ‘Ya Volkan Ya Ölüm!’ ‘Ya Taksim Ya Ölüm!’ diye bağırır, ‘En BüyükDesteğimiz Anavatan, Onlara Güvenimiz Tamdır. Hürriyet İmtiyaz Değil Haktır.Hakkımız Çiğnenirse Tarih Üçüncü Bir 9 Eylül Görmeğe Hazırlansın. EsarettenBıktık Usandık. Türk Öldürülür Fakat Mağlup Edilemez. Yaşasın Volkan, KahrolsunEOKA!’ şeklinde pankartlar taşırdık. Bir gün aynı şekilde Doktor'dan bize görevgeldi. Baf Kapısı'nda bir fotoğrafçı dükkânına gitmemiz emredildi. Fotoğrafçıdükkânına girdik. Rumca konuşuyoruz; ancak bizi devamlı oralarda gördüklerindenbizden şüphelendiler. Hemen bölgeyi terk etmemiz emredildiğinden bisikletlerlebölgeden çıktık; ancak onlar da peşimize düştüler. Fotoğraf stüdyosunda bulunanbir papaz ve adamları Digomo yoluna kadar, şimdiki Ortaköy İlkokuluna kadarbizi takip ettiler. Ben ve yanımdaki arkadaşım değişik istikametlere yöneldik.Arkadaşım ara sokaklara dalarken ben de o köşede bulunan bir İngiliz'in evinegirdim. Derken diğer arkadaşların yardımlarıyla kurtulduk. Ertesi gün Rumgazetelerinde daha önceleri olduğu gibi yine bizimle ilgili yazılar vardı.”

KıbrıslıTürkler bir yandan kurdukları Karaçete, Volkan, Dokuz Eylül gibi tamamenamatör, mahallî ve silahlı güçten yoksun teşkilatlarla EOKA’ya karşı mücadeleetmeye gayret ederken 27 ve 28 Ocak 1958 günlerinde Lefkoşa’da EOKA’ya ve bukanlı terör örgütünün faaliyetlerine göz yuman İngiliz idaresine karşı birgösteri düzenlenir. Bu gösteride de en başta yürüyenler yine Kıbrıslı Türkkadınlarıdır (Hürriyet, 29 Ocak 1958). Kalabalığın dağılmaya başladığı bir andagöstericilerin üzerine askerî aracın sürülmesiyle tırmanan olayların yaşandığıo gün Lefkoşa’daki gösteriye katılan ve kendisi de yaralanan Gülten (Tilki)Keser o anı şöyle anlatır (Keser, 16 Nisan 2004);

“Sarayönü’ndebüyük bir miting olacaktı. İngiliz askerleri Land Rover araçlarla mitingalanındakilerin arasına daldılar. Arabalarıyla gelişigüzel bir ileri bir gerigiderken 3-4 kişiyi gözlerimizin önünde ezip şehit ettiler. Bu arada ben deyere düştüm, İngilizler ellerime basıp geçtiler. Belimde Türk bayrağısarılıydı, bir elimde de gaz bidonu vardı. Orada Büyük Hamam’a saklanıp dahasonra Girne Kapısı’nı hemen dönünce Rumların meşhur Ford Garajı’nı yaktık.İngilizler, bizim isimlerimizi bulamayınca miting sırasında çektiklerifotoğrafları gazeteler ve televizyon aracılığıyla yayımlayıp bizi de karalisteye aldılar ve hakkımızda ölüm emri verdiler. Hatta ben bundan yaklaşık 2yıl sonra evlenmek üzere Larnaka’dan gemiyle İskenderun’a gidiyordum. Hiçunutmuyorum 21 Nisan 1960 günüydü. Geminin kalkmasına az bir süre kalmıştı vebenim pasaportumu kontrol eden polis ‘Burada bekleyin.’ diyerek gemiden indi vekendi binasına girdi. Başlangıçta hiç şüphelenmemiştim ancak beni tanıyan,soyadını şimdi hatırlayamadığım Mustafa Bey ‘Kızım seni tutuklayacaklar. Hemengeminin içinde bir yerlere saklan.’ deyince pasaportumu ve kimliğimi bırakıp gemininiçinde bir yerlere saklandım. Gelip beni buluncaya kadar da geminin hareketetmesi gerektiğinden ben de canımı kurtardım; ancak Türkiye’ye pasaportsuz vekimliksiz olarak gittim.”

Buolaydan sonra da Rum baskılarına maruz kalan, Ada içerisinde seyahat etmeözgürlükleri kısıtlanan, can emniyeti hiç olmayan ve Ada’nın belli bölgelerindetoplanmak zorunda kalan pek çok Kıbrıslı Türk gibi Gülten Keser de eğitimhayatına devam edemez. Sıkıntılı ve can korkusunun yaşandığı sürecin ardından16 Ağustos 1960 tarihinde İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğündekurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sorunları çözeceği düşünülse de bu düşünceninyanlışlığı çok geçmeden anlaşılacak ve Kıbrıslı Türkler nispeten daha güvenlibölgelerde göçmen çadırlarında yaşamaya mahkûm olacaklardır. Bu araştırmanınyazarının annesi olan Gülten Keser (Tilki) bugün bile kollarında ellerininüzerinden geçen İngiliz askerî araçlarının izlerini taşımaktadır.

 

1960’lı Yıllarve Savaşta Kadın Olmak

Rumların ve EOKA’nın bütün baskı, tedhiş veolumsuz davranışlarına karşılık TMT’nin özellikle komuta kademesinde görevyapanların sağduyulu ve soğukkanlı girişimleriyle sivil Rumların zarargörmesinin de önüne geçilir. Ne acıdır ki özellikle Aralık 1963 tarihindeKıbrıslı Türklerin sağduyulu yaklaşımları ve TMT’nin sivil Rumları korumayayönelik girişimleri aynı karşılığı Rumlardan görmeyecektir. Bu dönemde TürkMukavemet Teşkilatı bir yandan Rum saldırıların akarşı koymaya çalışırken biryandan da hayatı normalleştirmeye ve özellikle savaştan en çok etkilenenkadınları ve çocukları korumaya yönelik girişimlerde bulunur. Özel Yardım Dairesi Başkanı Hatice Tahsintarafından Bayraktarlığa verilen ve 21 Nisan 1964-21 Ekim 1970 Dönemi’ndeyapılan sosyal hizmetlerle ilgili 9 Kasım 1970 tarihli ve çok ayrıntılı rapordayapılan faaliyetler sıralanır;[1]

“1-Dairemize aksedip muhtelif aile geçimsizlik ve anlaşmazlıklarını önleyicitedbirlerin alınması

2-Moral ve fiziki tehlikede olan çocukların kurtarılması

3-Düşmek üzere olan genç kız ve kadınlarımızın kurtarılması için eldeki bütün imkânlarınkullanılması

4-Göç ve felaketler yüzünden bakıma muhtaç çok yaşlı olan veya yatalak olanlarınbakımlarının temini

5-Vazifede olması yüzünden ailesinin ciddi olan sıhhi durumları ile ilgilenemeyenmücahitlerimizin ailelerine gerekli yardım ve delaletin yapılması. TedavileriTürkiye’de yapılması gerekenlere pasaport vs için yardım yapılması

6-Türk Cemaat Mahkemesinin zaruri ahvalde küçük yaşta evlenme izni ısdarı içinmahkemenin istediği tahkikatın yapılıp rapor hazırlanması

7-Evlatlık Kanunu gereğince lüzumlu ziyaretlerin yapılıp mahkemenin istediğiraporun hazırlanması

8-Karılarından ayrılmış ve çocuklarının nafakasını imkânları olduğu hâlde kastenihmal eden mücahitlerin her türlü çareye başvurduktan sonra adalet huzurunaçıkarılmaları için çocukların anneleri tarafından Türk Cemaat Mahkemesi’ndealeyhlerine dava açılması

9-Çok kalabalık olup bir odada gayrisıhhi şartlar içinde yaşayan mücahit vegöçmenlere nispeten daha iyi yerler temin etmek ki bu sonradan mesul GöçmenDairesi yetkililerinin yardımları sağlanmak suretiyle olmakta idi.

10-Kızılhaçın temas etmesi gereken ailelerle arada vasıta olup tercümanlık vesaireyardım yapmak

11-Kızılhaçın göçmenlere yapacağı giyecek yardımı için gerekli listelerin yapılmasınısağlamak, tevziatı için bilfiil yardımda bulunmak ve bu hususta raporhazırlamak

12-Lefkoşa haricinden Genel Hastaneye gelmiş olan hasta veya yaralı olan mücahitveya aileleri ile ilgilenip gerekli yardımı sağlamak için alakadar makamlarabilgi vermek veya ihtiyaçlarını temin için tasviplerini sağlamak

13-Dağ bölgesi de dâhil bütün mevzilerde temizlik vs için işçi kadın temin etmek

14-Mevzilerin ihtiyaçları olan mutfak eşyası vs halktan hibe olarak temin etmek(Bu 1966’dan bu yana durdurulmuştur.)

15-Tali okul tahsili yapmak üzere Lefkoşa’ya gönderilen 78 Erenköylü (kız, erkek)öğrencinin iaşe, ibate, tahsil ve terbiyeleri mesuliyetini deruhte etmek

16-Poliolu mücahit çocuklarının ameliyat ve tedavilerinin sağlanması içinKızılhaçla iş birliği yaparak bu bedbaht çocukların kurtarılmasına yardımcıolmak

17-Nesebi gayrisahih çocukların alınlarındaki karadan kurtarılmaları. (Bu husustayardım yapılabilmesi için Dairemizin yıllarca ihmale uğramış kanunun meriyetegeçmesi hususunda müspet çalışmaları olmuştur.)

18-Veremli mücahit veya aile efradının sağlığının korunması için gerekli maddiyardımın sağlanması hususunda yardım

19-Evlenmeden anne olmuş mücahit kızlarının rehabilitasyonu ve çocuğun korunması

20-Ortaokul ve liselere devam eden mücahit çocuklarının okul duhuliyetlerininbağışlanması için mesul komiteye ailenin mali durumu hakkında raporla gereklibilgiyi vermek

21-Mücahidin sosyal tahkikatını gerektiren raporun hazırlanması

22-Çalışmak zaruretinde olan mücahit aile efradına (eşlerine ve çocuklarına) iştemini hususunda delalet”

 

Bütün bu faaliyetlerdışında Rumlara karşı mevzilerde mücadele eden Kıbrıslı Türklerin geridebıraktıkları eşleri ve çocuklarının sosyal hayatlarını düzenlemeye vedüzeltmeye yönelik rehabilitasyon faaliyetleri de söz konusudur ve bunlarınbaşında da ailevi geçimsizliklerin halledilmesi, mücahit ailelerinin tedavilerive sağlık problemlerine çözüm bulunması, kanuni yaş haddinden önce ve zaruri hâllerdeevlenme izni verilmesi, Kızılhaçla iş birliği yapılarak hastalıklara karşıtedavi yolları bulunması, akıl hastanelerinden taburcu edilen ve psikolojiktedaviye ihtiyaç duyan insanlara ve diğer aile bireylerine yönelik yardım vedestek girişimleri, nafaka gibi hukuki sorunların çözümlenmesi, nesebigayrisahih çocuklarla yakından ilgilenilmesi, sosyal ve kültürel alanlardaözellikle mücahit ailelerine destek sağlanması, yangın, zelzele ve benzerifelaketlere uğramış olan ailelere ivedi olarak yardım sağlanması, verem gibihastalıklara yakalanmış olan mücahit ve mücahit ailelerine destek sağlanması,moral ve motivasyonu artırmaya yönelik tedbirlerin alınması gelmektedir. Öteyandan aynı dönem Kıbrıs yakın tarihine Kanlı Noel olarak geçen bir trajediyede sahne olacaktır.

Tarih23 Aralık 1963, günlerden Salı, yer Lefkoşa’nın Kumsal bölgesinde Mehmet ÂkifCaddesi ve İrfan Bey Sokağı (Bugünkü Mürüvet İlhan Sokağı). Saat akşamüstü 19.00civarıdır. 23 Aralık gecesi,  ev sahibiHasan Yusuf Gudum, karısı Feride Hasan Gudum, Meriç köyünden Ayşe Cankan,kucağında iki yaşındaki kızı Işıl ve Ayşe Hanım’ın kız kardeşi Növberİbrahimoğlu daha güvenli olduğu düşüncesiyle Kıbrıs Türk Alayında görevli TabipBinbaşı (Em. Tuğgeneral) Nihat İlhan ile eşi Mürüvet Hanım’ın evine sığınırlar.Ailenin bir başka düşüncesi de İlhan ailesini yalnız bırakmamaktır. Olayıngerçekleştiği gün Kıbrıs Türk Alayı’nda da Komutan Kurmay Albay Nuri Ersöztarafından alarm verilir. Amerika görevi sonrasında 20 Mart 1963 tarihindeKıbrıs’ta göreve başlayan ve bu görevi 28 Aralık 1963 günü 9 ay 10 gün gibi sonderece kısa bir süre sonunda ve beklenmedik bir şekilde sona eren Binbaşı Nihatİlhan da göreve gitmek üzere saat 04.00 sularında 1963 model Volkswagenarabasına biner ve evden çıkar.[2]EOKA teröristlerinden oluşan ve Yunan subaylarının komuta ettiği bir Rum birliğiise evin kuzeyindeki Severis Un Fabrikasına mevzilenmiş, fabrikanın en üstkatına da kum torbalarından yüzü Türk bölgesine dönük küçük bir korugan yaparakiçine 1 adet A4 tipi makineli tüfek yerleştirmiştir. Hasan Yusuf Gudum dışarıdabir süre gözcülük yaparken Mürüvet Hanım da çocuklarını pijamalarını giydirip kahvaltıtürü bir şeyler yedirmiş ve onları yatırmaya hazırlanmaktadır. Bugün Kanlıdereolarak bilinen dere yatağından silah sesleri gelmeye başlaması üzerine eviniçine de telaş, korku ve heyecan hâkim olur. Yaşlı bir erkek dışında evde 4çocuk ve 4 çaresiz ve silahsız kadın bulunmaktadır.  Evdeki insanlar çaresizlik içinde sığınacakbir yer aramaya çalışırken dışarıdan da yağmur gibi mermi yağmaya başlar. Mutfağınönündeki yemek odasının tehlikeli olduğunu ve eve pencerelerden girenkurşunlardan kendilerini koruyamayacağını hisseden masum ve savunmasız 9 insanderhâl elektrikleri kapatır ve evin nispeten daha güvenli olduğunu düşündükleriyerlerine saklanmaya çabalarlar. O sırada Kıbrıs Türk Alayında görevde olan Dr.Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvet Hanım ise kendinden önce çocuklarını korumakkaygısı içindedir ve daha 6 aylık olan en küçük oğlu Hakan’ı kucaklar veardından 6 yaşındaki Murat ile 4 yaşındaki Kutsi’yi de ellerinden tutarak evinsol arka köşesinde yer alan banyoya doğru koşar. Arkasından Növber Hanım vekucağında kızı Işıl’ı sıkı sıkı tutan Ayşe Hanım ile Hasan Yusuf Gudum hepbirlikte banyoya girer ve saklanmaya çalışır. Üzerinde gri bir palto olan MürüvvetHanım, pijamalarını giymiş olan çocuklarını kucaklar ve hep birlikte banyoküvetinin içine uzanarak pencerelerden giren mermilerden kendilerini korumayaçalışır. Ayşe Hanım, kucağında kızı Işıl ile sağ köşeye, lavabonun sağ tarafınaçömelir. Növber Hanım ise kapıyı eli ile sıkı sıkıya kapatabilmek için kapınınhemen yanına sağ tarafa oturur. Ev sahibi Hasan Yusuf Gudum ise eşi Feride Hanım’ıtuvalette kapının arkasına saklar ve banyoya gelerek lavabonun sol tarafınabüzüşür. Aynı anda  “Terezepilos” kodadlı Yunan subayının komutasında EOKA’cılar da bölgeye gelmiştir.  3 kişi yolun solundaki eve doğru yönelirken, 5kişi de sağ köşedeki beyaz tek katlı binaya yönelir. Doğrulanmamakla birlikte mahalledeyaşayan bir Ermeni’den gelen bilgiye göre bu binada Türk Alayı’nda görevli birTürk subayı, eşi ve üç çocuğu yaşamaktadır. Evden kendilerine ateş açılmayıncadaha da cesaretlenen Rumlar ateş ederek içeri girerler. Bu odada işleri bitincehızla önlerindeki ara kapıdan geçip mutfağın önündeki hole gelirler ve soldakiikinci yatak odasına da ateş ederler. Arkadaki grup da önce sağdaki misafirodasına dalar, sonra da ateş ederek mutfağa geçer.

Evin soltarafındaki odaları boş bulan iki Rum cani, evin arka sol tarafındaki kapılarısıkı sıkıya kapalı olan banyo ve tuvalete yönelirler ve “Enosis” çığlıklarıaltında tüm mermilerini kapıların üzerinden içeriye boşaltır. Kapıyı eli ilesıkı sıkı kapalı tutmaya çalışan Növber Hanım, elinden kötü bir yara alır ve kapınınönüne yığılır. Kapının tam karşısındaki küvetin içindeki Mürüvet Hanım ve üççocuğu ise küvetin içine yığılırlar. Silahlı Rumlar, Növber Hanım’ın kapınınönüne yığılmasından kapıyı tam açamazlar ve aralıktan sağa sola rastgele ateşederler. Vefakâr anne ve çocukları işte o anda hayatlarını kaybeder. Etraf biranda kan gölüne dönünce Rumlar hepsini öldürdüklerini sanarak tuvalete yönelir.Kapıyı açamazlar ama içeriye onlarca mermi sıkarlar.  Kapının arkasına saklanmış olan Feride Hanımbaşına isabet eden kursunlardan hemen hayatını kaybeder ve yere yığılır. İçerdekilerin öldüğüne inanan iki Rum geriçekilir ve diğer üç Rum da banyo kapısının önüne gelip sıra ile aralıktaniçeriye ateş eder. Acımasızca silahsız, korumasız ve masum insanlara ateş edenRumların silahından çıkan kurşunlardan birisi önce küçük Işıl’ın diziniparçalar, sonra da Ayşe Hanım’ın bir bacağından girip diğer bacağından çıkar. Feride Hanım ile banyoya saklanan Mürüvet Hanım veçocukları şehit olurken, Hasan Yusuf Gudum (KGMA. K. 4634, D.1964-65,9/4) ile birlikte Ayşe Hanım, kızı Işıl ve Növber Hanımağır yaralanır.  23 Aralık gecesiKumsal’a yapılan bu baskına Yunan subayların ve askerlerin de katıldıkları saldırganlarıngeri çekilirken bıraktıkları Yunan çelik başlığı ve sadece Yunan ordusununkullandığı mermi kovanlarından anlaşılır.

Tarihe “Kumsal Katliamı” olarak geçen ve “tek suçlarıbabalarının bir Türk subayı olması olan masum çocukların Rumlar tarafındankatledildiği” (Daily Telegraph, 15 Şubat 1964) bu olayın gerçekleştiği ev dahasonra evin sahibi Hasan Yusuf Kudum tarafından “Barbarlık Müzesi” hâline getirilir.Öte yandan Nikos Sampson taraftarları ve KKTC’de yaşayan bazı kişilertarafından yıllar sonra bu katliamı Türklerin yaptığı (Yılmaz Bora, 13 Temmuz2003) ve Rumlara karşı bir tahrik unsuru olarak kullanılmak istendiği şeklindebazı iddialar ileri sürülür (Denktaş, 8 Temmuz 2003);

“...Bunusöyleyen, yani Rum söylese neler yaptığını, Rum söyler bunu Türk’e mal etmekiçin ama bunu Rum’dan alıp ta içimize yaymak isteyen birkaç kişi var. Tabiitutarsız bir şeydir. Kumsal bir bölge içerisinde bir ev değil bir yöredir.Kumsal bölgesi içerisinde gelip de katliamı yapanların kimler olduğunu bilen vehatta bunlara karşı av tüfeğiyle savaşan insanlar vardır. Onun için bu iddiatutar bir şey değildir. Mesela mahkeme mukayyeti Hasan Bey vardı. Hasan Bey gelenlerinsakallı, sakalları uzamış Rumlar olduğunu, komando kılığında Yunanlılarolduğunu, bunların etrafında Rumlar olduğunu gören ve bunlara karşı savaşan birinsandır. Dolayısıyla bu tutmayan bir yalandır...”  

Evindeolup bitenlerden habersiz olan Binbaşı Nihat İlhan’a acı haberi çoban Hüseyingetirir. Kendisine çocukların sütünü, ekmeğini götürüp götürmediğini soranBinbaşı İlhan’a Çoban Hüseyin “Hayır götürmüyorum. Çocuklarınız artık ne ekmekyiyor ne peynir yiyor. Onlar Allah’ına kavuştu.” cevabını alır (Nihat İlhan, 25 Haziran 2007);

“… Ondan sonra telefonettik ve Alay Komutanı olarak Hasan Sağlam geldi yerine. Ondan sonra dedim ki‘Efendim bakın bir çoban vardı ve bana gelip dedi ki ‘Sizin çocukları Faruk diyebir üsteğmene söylemiş binbaşımı göreceğim diye. Ne su içiyorlar, ne ekmekyiyorlar. Allahlarına kavuştu onlar. Ben de Binbaşı’mın istediklerinigötürmüyorum, haberi olsun.’ demiş. Faruk geldi, böyle sarsıntı geçirmiş,ağlamış falan. ‘Faruk neden ağlıyorsun, ne oldu?’ dedim. ‘Böyle böyle olmuş.’dedi. ‘Yahu yalandır, sen bakma, yalandır.’ dedim ve ona inanmadım. Ondan sonraHasan Sağlam gelince ona söyledi ve o da ‘Yok öyle bir şey.’ dedi. ‘Beni evekadar götürür müsünüz?’ dedim, ‘Hayır, götüremem ama sen gelmek istiyorsan.’dedi. Bakın artık ayın 27’si olmuş. 18’inden 27’sine. O rahmetliler ayın 23’ündekatledilmişlerdi ‘Ben seni götüremem ama sen gelmek istiyorsan ambulansla gelama asker sözü ver ki eve uğramayacağız.’ dedi. Ben evden Alay’a gelirken oKanlıdere’nin kenarından geliyorum. Söz uğramayacağım, dönüp bakmayacağım bileeve.’ dedim. Elçiliğe gittim. Elçilikte Yzb. Diş Hekimi İlhan Cumhur Türkervardı, Hâkim Süleyman Alan vardı ve Hâkim Süleyman Alan beni karşıladı. Üstümbaşım toz olmuş, sakalım uzamış. Dedim ki ‘Ne jilet makinem var ne de tıraşsabunum var. Bu elçilikte tıraş malzemesi var mı? Şöyle bir yıkanayım, banyonuzvar mı? Bir de tıraş makinesi verirseniz tıraş olayım.’ dedim. Neyse tıraşsabunu bulamadılar ve el sabunuyla tıraş oldum, çıktım ve gene etrafta kimseyok. Ne Hasan Sağlam var ne de herhangi bir subay var. ’Elçi Bey seni istiyor.’dediler ve elçinin odasına girdim ve ‘Hayrola?’ dedim. Dedi ki ‘Böyle böyleişte, kaybettiniz çocuklarınızı. Katledildi eşin ve çocukların.’ dedi.” 

Binbaşı Nihat İlhan’ın Elçiliktekendi telaşıyla boğuştuğu bir anda doğum sancıları çeken karnı burnunda bir Rumkadınla korkudan tir tir titreyen kocası ve iki çocuğu da oraya getirilir. Hamilekadının derhâl hastaneye yetiştirilmesi gerekmektedir ve ilginçtir ki bu Rumkadın uzun süredir çocukları olmadığı için tedavi görmektedir ve belki de buson şansları olacaktır. Her şeyden önce bir insan olduğunu bir hekim olarakHipokrat Yemini ettiğini ve hangi ırk ve milletten olursa olsun herkese yardım etmesigerektiğini belirten Bnb. İlhan bir Türk subayı olarak da sivil ve çaresiz birinsana yardım etmek dışında bir şey yapamayacağını belirterek derhâl kadınayardımcı olur ve onu Adiloğlu Polikliniğine gönderir. Hamile kadının hastaneyegönderilmesinin ardından Bnb. İlhan tekrar kendi derdine düşer. Bu dönemdenhafızalara kazınanlar ise belki de savaşın acımasız yüzünü en trajik şekildebanyo küvetinde katledilmiş anne ve üç çocuğunun cansız hâlinde gösteren vegizlice Türkiye’ye getirilip bütün dünyaya aktarılan o resim olur.

 

1970’li Yıllar ve SavaştaKadın Olmak

Savaştakadın olmanın sıkıntılarını en yakından yaşayanlardan birisi de Hülya Koçer’dirve bu öykü 1974 yılında Kıbrıslı Türklerin çektikleri sıkıntıların son bulduğu20 Temmuz 1974 sonrasında bir ailenin başına gelenleri anlatır. Misakımillîsınırları çerçevesinde hudutları belirlenmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’niyeni maceralardan korumasını bilen Mustafa Kemal Atatürk “Savaş ancak kaçınılmazsa olmalıdır. Aksitakdirde bir cinayettir.” derken bir yandan bütün dünya milletlerine veonların haklarına saygılı olduğumuzu göstermek için “Yurtta sulh, cihanda sulh“ ilkesinden hareketle hiçbir zaman savaş taraftarı olmamış, başkasının birkarış toprağına da göz koymamıştır. Ancak bu herkes için geçerli değildir veörneğin Kıbrıs özellikle Yunanistan’ın devamlı kaşıması, Megali İdea ve Enosissaplantısı yüzünden hep kanayan yara olmuştur. Burada anlatılacak olan öykü debu badireleri atlatmış ancak pek çok sıkıntılara göğüs germek ve katlanmakzorunda kalan Güzelyurt’un Gaziveren köyünden 21 Ocak 1952 doğumlu HüseyinKaramehmet’in hikâyesidir. Hüseyin özellikle o bölgenin bütün delikanlılarıgibi çetin tabiat şartlarında yetişmiş yiğit bir delikanlıdır. Bütün günüçalışmakla geçmektedir. Kara yağız görüntüsünden dolayı bütün köyde onu herkes “Blacky” olarak bilmekte veçağırmaktadır. Hüseyin’in ailesi kalabalıktır ve eldeki topraklar evin geçiminisağlamaya yetmemektedir. Bu yüzden aile fertleri herkesten daha fazla çalışmakzorunda kalır. Yıl 1974’tür ve 22 yaşında fidan gibi bir delikanlı olan BlackyHüseyin, Lefkoşa’da mütevazı bir düğün yaparak eşi Hülya ile evlenir. Aslındaevlendikten sonraki düşünceleri Gaziveren’de değil artık Lefkoşa’da yaşamaktır.Hüseyin’in elinden her iş gelmektedir. Tarlada çalışmıştır yıllarca. Demircilikyapar, fırında çalışır. Boş durmayı sevmez hiç Hüseyin. Ancak bütün bu pembehayallerin ortasında bir de Kıbrıs gerçeği vardır ve maalesef “Su uyur düşman uyumaz.” sözü bir keredaha gerçekleşir. Kıbrıs’ta önce EOKA, daha sonra da EOKA-B tedhiş örgütünüfaaliyete geçirip yüzlerce masum insanı katleden Grivas’ı destekleyen Yunan cuntasınınEOKA-B’ ye Makarios’a karşı harekete geçilmesi emri vermesiyle beraber durumunciddiyetini gören Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Yunanistan CumhurbaşkanıGizikis’ten Ada’daki Yunan subaylarını geri çekmelerini ister. RMMO’da askerliksüresi kısaltılır ve bir temizlik hareketi başlatılır. 12 Temmuz 1974 tarihindeEOKA-B’nin ileri gelenlerinden 125 kişinin bu örgütle ilgili olarak arandığı,74 kişinin tutuklandığı ve 149 kişinin de gözlem altında tutulduğu açıklanır veEOKA-B örgütüne karşı operasyon hız kazanır. Yunanistan darbeyi organize etmeküzere 14 temmuz 1974 tarihindeTuğgeneral Mihail Georgitsiz komutasında bir grup subayı Lefkoşa’ya gönderir.Makarios’un milis ve polis teşkilatında aldığı çok sıkı tedbirler üzerineplanlanan bu darbenin gündüz yapılması kararlaştırılır ve Afrodit-3 Harekâtı,15 temmuz 1974 tarihinde saat08.00’de Cumhurbaşkanlığı Sarayı civarında verilen “O Aleksandros İsilten İsdoMesokomon/Makarios Hastaneye Girdi.“ şifre mesajıyla başlatılır, darbegerçekleşir ve makarios’unkaçtığı Baf hariç bütün bölgeler Sampson’un adamlarınca kontrol altına alınır.Maakarios’u ortadan kaldırmak ve bir zamanlar adı “ Kasap“olarak anılan, insanöldürmediği zaman rahat etmediğini söyleyen, arkalarından kurşunlayarak pek çokmasum insanı katleden Nikos Sampson’u “KuklaBaşkan“  yapmak düşüncesiyle başlatılangirişimin nihai halkası Enosis hedefine yönelik olarak ve aynı zamanda adanınNATO’nun savunma ağı içine girmesini arzulayan ABD’nin bilgisi dâhilindeMakarios’tan kurtulup Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasını sağlamak ve Ada’dayaşayan Türklerin yok edilmesidir. darbeninyapıldığı 15 Temmuz 1974 günü kendisini Devlet Başkanı ilan eden NikosSampson’a Türk toplumundan ilk tepki Rauf R. Denktaş’tan gelir ve Denktaş,Sampson’un devlet başkanlığını “ Adolf Hitlerin İsrailDevlet Başkanlığı kadar  kabul edilemez “bir durum olarak niteler.[3]        

15 Temmuz1974 tarihinde Yunanistan, Kıbrıs’a müdahale ile ilgili olarak Türkiyetarafından resmen uyarılır ve ültimatom verilir. Hemen akabinde, 16 temmuz günü Türk hükûmeti İngiltere’yeGaranti Anlaşması’nın iş birliği yapılarak uygulanması için nota verir. başbakan Bülent Ecevit, 17 Temmuz’da Londra’da İngiltere BaşbakanıHarold Wilson ve Dışişleri Bakanı James Callaghan ile görüşür. GarantörlükAnlaşması’na bağlı olarak Ada’daki oldubittiye müdahale ve ortak harekâtkonusunda İngilizler son derece isteksiz davranırlar. Bu tarihten itibaren Ada’datam bir kargaşa hâkimdir. Bütün resmî faaliyetler gibi posta ve telefonhizmetleri de yapılamamaktadır. Devreye bu dönemde BM ve Kızılhaç girer veinsanlara yardımcı olmaya başlar. Ada’da Nikos Sampson komutasında başlatılandarbe girişimi sonrasında Kıbrıslı Türkler de Ada’nın dört bir yanına dağılmışakrabalarını, çocuklarını, anne babalarını merak etmeye ve onlara bir şekildeulaşmaya çalışırlar.  Bu aşamada devreyeKızılhaçın sivil halka dağıttığı matbu haberleşme kâğıtları (Message Form)devreye girer. Rumların Rio de Janerio’da 12–25 Eylül 1979’da yapılanuluslararası bir toplantıda kullanılmasına artık müsaade etmeyeceğiniaçıkladığı Kızılhaç Mesaj Formları savaş veya karışıklık olan bütün bölgelerdeinsanların haberleşmesini sağlamak için özellikle savaş esirlerinin kullandığıbir sistemdir ve Ada’da baş gösteren karışıklıklarla beraber Kızılhaç veKızılay öncelikle yakınlarından haber alamayan ailelere yardıma koşar. Önceleriİngilizce, Almanca ve Fransızca olarak hazırlanan bu mesaj formları daha sonraRumca, Türkçe ve İngilizce olarak değiştirilmiştir. Ön yüzünde gönderenin nüfusve adres bilgileri bulunan bu formları 25 kelimeyi geçmeyecek şekilde ve sadeceaile haberleri yazarak dolduran kişi formu Kızılhaç görevlisine teslimeder. 

Kızılhaç,Kızılay veya BM barış Gücütarafından da teslim alınan bu mesajlar doğrudan alıcıya ulaştırılmakta,alıcının da cevabi mektubunu arka sayfaya yazmasından sonra form tekrar ilkgönderen kişiye teslim edilir. 25 kelimeyi aşmama sınırlaması daha sonra 12 kelimeyeindirilir. Özellikle Limasol Esir Kampı’nda kalan Türk esirler kısıtlı imkânlarlada olsa zaman zaman bu formlardan istifade etme imkânı bulurlar. Hâlen Bosna-Hersek’tenKosova’ya pek çok yerde kullanılan bu mesaj formları savaş dönemi haberleşmesininen güzel örneklerindendir. 15 Temmuz 1974 günü Gaziveren’de yaşayan kızı Hülyave damadı Hüseyin’i merak eden Saadet Mehmet de Ortaköy, Marmara bölgesindekievinde yazdığı bu mektubu BM temsilcisine teslim eder;

“Sevgili Kızım Hülya vedamadım Hüseyin,

Bizler iyilikte, sizinsağ ve selamette olmanızı bize bildirmenizi rica ederim. Hüseyin’in ailesinimerak ediyoruz. Bize en erken bir zamanda bildirin.”

         Gaziveren’deki aile o an itibarıylatehlikede değildir ancak zaman ne gösterecek kimse bilemez. Bu mektubu Kızılhaçaracılığıyla alan Hülya Karamehmet, 17 Temmuz 1974 günü aynı mesaj formununarkasına kendi cevabını yazar ve annesine gönderir;

“Canım anneciğim vekardeşlerim,

Ben, Hüseyin ve bütünailemiz iyiyiz. Merak etmeyin. Kaynım Kıbrıs’a geldi. Size geldi mi bildirin.Neneme ve bütün aileye selam. Türk askerlerimiz bizi kurtardı. Semrakaynanasına haber yollasın, çok merak eder. Hülya-Hüseyin.”

Barış Harekâtı20 Temmuz 1974 günü sabahı başlamıştır; ancak bu mesajda Hülya Karamehmet’in Türk askerlerimiz bizi kurtardı.”şeklindeki ifadesi ilginçtir. Burada kastedilen o anda Kıbrıs’ta görevli KıbrısTürk Alay Komutanlığı’na bağlı askerler mi yoksa Türk Mukavemet Teşkilatımensubu mücahitler midir bilinmez. 18 temmuz1974 günü Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco kanalıyla Yunanistan’agönderilen bir ültimatomla Sampson’un Başkanlıktan kayıtsız şartsız ve derhâlçekilmesi, Rum Millî Muhafız Ordusundaki 650 Yunan subayının geri gönderilmesive Ada’nın tam bağımsızlığının sağlanması istenir. Yunanistan’ın umursamaz veisteksiz davranışları sonucunda garantör devlet sıfatıyla Türkiye’ye müdahalehakkı doğar ve harekât 20 temmuz1974 sabahı Girne’nin doğusunda bugün Yavuz Çıkarma Plajı olarak bilinenPladini Plajı’nda başlatılır. Harekâtın başlayacağı, Lefkoşa Büyükelçisi Asafİnhan ve dönemin TMT Bayraktarı Kur. Alb. Arif Eryılmaz aracılığıyla rauf Denktaş’a da iletilir. Artık savaşbaşlamıştır. Aynı günlerde Gaziveren’de bulunan Hülya Karamehmet yine Lefkoşa,Marmara bölgesinde yaşayan annesine bir mektup daha yazar,

“Anneciğim ve kardeşlerim ben ve Hüseyin diğerailemiz sağ ve salimiz. Merak etmeyin. Durumunuzu arkaya yazın.”

Bu mesajSaadet Mehmet’e teslim edilir; ancak savaş koşullarının zorluğu yüzünden cevabıne yazık ki geri götürülemez. Savaşın başlamasıyla beraber gerek Kıbrıs’a ayakbasan Türk askerleri, gerekse Türk uçakları Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri adınabildiriler ve Emniyetle Geçiş Belgeleri dağıtmak suretiyle Kıbrıs’ta bulunuşgayelerini ve kan dökmek istemediklerini göstermişlerdir. Buna göre, mukavemetgöstermeyen, elindeki silahını teslim eden Rum veya Yunanlar koruma altınaalınacak ve kendilerine zarar verilmeyecektir. Bu bildiriler Kıbrıs’ın değişikbölgelerinde dağıtılmış veya cadde ve sokaklara asılmak suretiyle herkesin bilgilendirilmesisağlanmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ada’ya barış ve huzur getirmek maksadıylabaşlattığı Barış Harekâtı devam ederken Ada’nın Rumbölgelerinde kalan Türkler de canlarını ve namuslarını kurtarabilmek içinbuldukları her türlü imkânları kullanmak suretiyle daha güvenli olan kuzeyinedoğru kaçmağa başlarlar. Bu arada Gaziveren’de bulunan Hüseyin ve Hülya çiftide kendilerini merak eden Lefkoşa’daki ailelerine bir mesaj daha göndermeyibaşarırlar;

“Sevgili anneciğim veçocuklar,

Bizleri merak etmeyin,iyiyiz. Yollar açılır açılmaz oraya geleceğiz. Hiçbir yaralanma veya ölüm sözkonusu değildir. Sevgilerle.”

Ancak Ada’daen çetin mücadelelerden birisinin yaşandığı Gaziveren-Omorfo bölgesinde durumhiç de iyi değildir. Bölgenin coğrafi özelliği ve konumu yüzünden asılbirliklerden çok uzakta olması sonucunda ve harekâtın yoğun olarak özellikleGirne-Mağusa-Lefkoşa üçgeninde cereyan etmesi sebebiyle bu bölgede silah veaskerî güç açısından kendilerinden mukayese edilemeyecek kadar güçlü durumdabulunan Rumlara karşı direnen Gaziveren-Omorfo bölgesinin mücahitleri vegençlerinin durumu da giderek kötüye gitmektedir. İmkânsızlıklar içerisindeellerindeki av tüfekleriyle ve kısıtlı cephaneyle Rumlara karşı gelmeye çalışanGaziverenlilerin cephaneleri tükenince yapacak fazla bir şey de kalmaz. Durum okadar kötü bir hâl almıştır ki bölgeyi savunan bir avuç Kıbrıslı Türk ancakgörerek ve Rumların gecenin karanlığında attıkları izli mermileri takip etmeksuretiyle ateş etmekte ve cephanelerini mümkün olduğunca ekonomik kullanmağaçalışmaktadırlar. Günler sonra mermilerinin bitmesi yüzünden neredeyse göğüsgöğüse mücadelelerden sonra pek çok şehit vermek suretiyle ve çaresizlik içindeteslim olmak zorunda kalırlar. Rumlar köye girince kadın, çoluk çocuk herkesiesir alırlar ve köyün camisine, ilkokuluna kapatırlar. Burada çeşitlipsikolojik işkencelere maruz kalan bu insanlara günlük öğün olarak verilen isebirkaç tane zeytin ve bir parça ekmektir. Türk tarafının ısrarlı tutumu veBirleşmiş Milletlerin araya girmesiyle kadın, çoluk çocuk ve yaşlılar serbestbırakılırlar. Köy düşüp Rumların eline geçince Rumların esir aldığı birkaçGaziverenli arasında yeni evli Hüseyin Karamehmet de vardır ve o da diğer Türkesirleriyle beraber Limasol Esir Kampı’na götürülür. Rum esir kampları 20 temmuz 1974 sonrasında Rumların esiraldığı Türkler için kurulmuştur ve Ada’nın değişik yerlerinden toplanan 16-70yaşları arasında, eli silah tutup Rumlara mukavemet edebileceği düşünülenTürkler için kullanılmıştır. Rumların esir aldığı Türkler için kurduğu esirkampları esas olarak Baf’ta bulunan Rum Millî Muhafız Ordusu (RMMO) EğitimKampı’ndaki Yeroşibu, Limasol, larnakave Geçitkale (Köfünye) Esir Kampı’dır. Bu esir kamplarına ilaveten İngilizüslerinde bulunan göçmen kamplarındaki Kıbrıslı Türklerin durumu da içleracısıdır ve onlar da âdeta esirden farksız durumdadırlar. Episkopi İngilizüssünde çadırlarda ve perişan vaziyette yaşamak zorunda kalan Ayşe Gusseli deKarpaz’daki Balalan köyünde bulunan akrabası Hanife Gusseli’ye bu mesajformlarıyla haber göndermeyi başaranlardandır;

“Episkopi İngiliz üsleri göçmen kampındayız. Hepimizailece iyiyiz. İnşallah yakında kavuşuruz. Bol selamlar. Ayşe.” 

Aynıgünlerde Mağusa’nın Balalan köyünde yaşamakta olan Karaayşe Batsali isimliKıbrıslı Türk de kendilerinden haber almaya çalışan İngiltere’nin Yorkshirebölgesinde yaşayan William Taylor isimli bir arkadaşına 24 Temmuz 1974tarihinde bir mesaj göndermeyi başarır,

“Sevgili Taylor, İyilikhaberlerimizi Kızılhaç vasıtasıyla araştırdığın için çok teşekkürler. Hepimiziyiyiz. Lütfen iyi dileklerimizi eşine ilet. Sevgilerimle. Karaayşe.”

Mermileribitince teslim olmak zorunda kalan ve EOKA-B, RMMO ve Rum polisinin eline esirdüşen bu Kıbrıslı Türkler, Limasol Türk hastanesibahçesinde toplanırlar. “Zito Kipros, Zito sampson(Yaşasın Kıbrıs, Yaşasın Sampson!)”  diyezorla bağırttırılan türkler 21 Temmuz’dan itibaren Limasollu Rumlarınhakaretleri ve küfürleri arasında Limasol Stadı’na götürülür. 2.000’den fazlaTürk’ün burada 14 gün sürecek sıkıntılı günleri de böylece başlar. Sadecezeytin, peynir ve ekmeğe müsaade edilen bu kamplarda yaşı 16 ila 60 arasındakiTürk insanları vardır. Kantinden sadece sigara ve gazoz alabilmelerine müsaadeedilen Türk esirlere 15 günde bir Kıbrıs Türk Yönetimi tarafından yine Kızılhaçvasıtasıyla para yardımında bulunulur. Bu esirler daha sonra Ayios YannisOkulu’na nakledilirler. Limasol Esir Kampı’na getirilen Hüseyin Karamehmet dedurumunu BM Milletler, Kızılhaç Teşkilatı aracılığıyla ailesine haber verebilmekiçin hemen harekete geçer ve Gaziveren’de bulunan ailesine 24 Ağustos 1974tarihinde haber gönderir;

“Hülya ben iyiyim.Sizleri merak ediyorum. Annenden, kardeşlerinden haber var mı? Para gönderin.Eniştelerim iyidirler. Selamlar.”

Bu mesajdanda anlaşıldığı üzere esir kampında bulunanlar arasında Hüseyin Karamehmet’inbaşka akrabaları da vardır. Bu mektup Hüseyin Karamehmet tarafından eşineyazılmış olmasına rağmen esi daha güvenli olacağı için Gaziveren’den ayrılarakLefkoşa’da bulunan annesinin evine gitmiştir. 28 Ağustos 1974 tarihindeKızılhaç tarafından Gaziveren köyüne getirilen bu mektuba aile bireyleri dederhal cevap yazarlar;

“Oğlum Hüseyin bizleri daima haberdar et. İyilikhaberlerini bekleriz. Hülya ile devamlı görüşürüz. Hasan köydedir. Eniştenlerede selam ederiz oradaysalar. 5 lira gönderiyoruz.”

 

Aynımektubun devamında Hüseyin Karamehmet’in kardeşi Hasan da duygularını birkaçkelimeyle ifade eder;

“Kardeşim Hüseyin, Benşimdi köyde ailemizin yanındayım. Hülya dâhil tüm aile iyidir. Kayınvaliden veçocuklar da iyidirler. Şahsen onları gördüm. Hülya şimdi Lefkoşa’dadır. Ondanda merak etme. Tüm aile iyidir. Sizleri merak ediyoruz. Haberlerinizi bekleriz.Kardeşin Hasan Karamehmet.” 

RMMO tarafındanHüseyin Karamehmet’e verilen esir kartında esir alındığı tarih 21 Temmuz 1974olarak görünmektedir. Temmuz sıcağında, aç susuz, ağır hakaretler altında,açıkta ve yerlerde yatan ve tuvaletsiz perişan olan özellikle TMT mensuplarıyladiğer Türk esirler ayrıca çok farklı işkencelere de maruz kalırlar. KendilerineRMMO tarafından Savaş Esiri Kimlik Kartı verilen Türkler hücreye kapatılır, açbırakılır, yaz sıcağında kasıtlı olarak ve zorla su ihtiyacını arttıracak tuzluyiyecek yedirilir. dayak yerler,tırnakları sökülür, vücutlarında sigara söndürülür. Psikolojik olarak yıpratmakve moral bozmak için tuvalete gönderilmeyen veya bir dakikalık bir süredeihtiyacını karşılaması istenen Türkler bu süre dolmadan yaka paça dışarıyaatılırlar. Çekilen bütün bu sıkıntılara ve eziyete rağmen Hüseyin Karamehmetyine de kendisi için endişe eden ailesinin gönlünü hoş tutmaya çalışır. Budurum 30 Ağustos 1974 tarihli mektubuna da yansır;

“Sevgili anneciğim, Bençok iyiyim. Sizleri merak ediyorum. Çocuklar ne âlemde. Gözlerinden öperim.Hepsine selamlarımı iletin. Saygılarımla Hüseyin Karamehmet.”

Bu mektubamaalesef hemen cevap gelmeyecektir; ancak Lefkoşa’da bulunan Hülya Hanım dahaönce yazdığı bir mektuba cevap alamamasına rağmen 9 Eylül 1974 tarihinde eşinehaber göndermeyi başarır;

“Sevgili Hüseyin, Sanaikinci mesajım. Bunu bizim eve gönder çünkü ben yarın anneme gidiyorum. Benimerak etme, çok iyiyim. Selamlar, sevgiler. Hülya.”

23 Eylül1974 tarihinde teslim edilen bu mektupla beraber yine 9 Eylül 1974 günügönderilen ikinci bir mesaj da esir kampına ulaşır;

“Sevgili Hüseyin, Nasılsın? Mesaj gönderdiğinde annemin yanındaydım, okuyamadım.Bizler hepimiz iyiyiz. Sizinkiler de iyidirler. Tek düşüncemiz sensin. Parayı(5 Kıbrıs lirası) aldın mı? Daha istersen yaz. Yakında kurtulacaksınız.Selamlar. Hülya Hüseyin.”

Bu esirkampında 500’ü mücahit ve asker 2500 civarında Türk esir olarak tutulmaktadır.BM’nin devreye girmesi ve taraflar arsında mekik diplomasisinin başlatılmasısonrasında Avrupalı tarafsız gözlemciler tarafından “utanç kampı” olaraknitelendirilen bu kamptan kurtulma ihtimali doğar. Hülya Hanım 15 Eylültarihinde eşine bir mektup daha gönderir. 24 Eylül günü teslim alınan bu mektupHüseyin Karamehmet’e 22 Ekim 1974 günü teslim edilir;

“Sevgili Hüseyin, Gönderdiğinmesajı annemler aldı. Mesajı ben sakladım. Biz hepimiz iyiyiz. Annem veçocuklar da hep iyidir. Tek üzüntümüz sensin. Sizi Tanrı kurtarsın. Ben anneminyanındayım. Mümkünse çıktığında buraya gele. Selamlar.”

25 kelimesınırlaması olan ve sadece sağlık, aile haberlerinin yazılabileceği bu mesajlaradaha sonra 12 kelime sınırlaması getirilir; ancak bazı BM gözlemcileri bukonuda esirlere ve esir ailelerine müsamaha gösterirler. Bu mesaj da 12 kelimesınırlaması içine alınanlardandır. Bu mektubu alır almaz Hüseyin Karamehmet demesajın arka yüzüne hemen kendi mesajını yazar ve gönderir;

“Hülya, Beni merak etmeyin. Ben ve eniştelerim iyiyik. Hülya babambana para göndermiş fakat ben almadım. Bana mümkünse para gönderin. Babamasöyle ne yapsın bana para göndersin. Nesrin ve Cemaliye’ye selam söyleyin.Tahmin ederim oraya geldiler. Hüseyin’e, Semra’ya selamlar. Sevgilerimle.Hüseyin.”

Yapılangörüşmelerin olumlu sonuçlar vermesi üzerine 16 Eylül 1974 - 28 Ekim 1974tarihleri arasında aralıklarla serbest bırakılan veya 26 Ekim 1974 tarihindeRum esirlerle mübadele edilen ve aralarında 12 Türk askerinin de bulunduğu 3341Türk savaş esiri,  BM barış Gücünün kontrolünde Türk kesiminegeçerler. Serbest bırakılan bu esirler arasında Hüseyin Karamehmet debulunmaktadır.

 

 

 

 



[1]Aydın Akkurt, Kod Adı; Lale, Mücahide Hatice Tahsin’in Anıları ve Yaşamı,Akdeniz Haber Ajansı Yay., Kasım 2000, Lefkoşa, s. 138-140.

 

[2]Emekli Tuğgeneral Nihat İlhan’la 13 Aralık’ta Ankara’da yapılan görüşme.

[3]Pierre Oberling, The Road To Bellapais, New York, 1982, s. 160