KIBRIS TÜRK MÜCADELE DÖNEMİNDE İLETİŞİM: TAKSİ POSTASI
Prof. Dr. Ulvi KESER
GİRİŞ
Yunanistan’ın tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu üzere İngiltere’nin ittirmesiyle Batı Anadolu’ya çıkması gibi İkinci Dünya Savaşı’nın işgal, açlık ve ölüm acıları hâlâ taptazeyken yine bir sinsi planın gereği olarak Kıbrıs Adası’nı ilhak etmeye kalkışması göçler ve sorunlar adası olan Kıbrıs’ı bir kere daha gündeme getirir. Önce Birleşmiş Milletler vasıtasıyla Ada’yı ele geçirmeye çabalayan Yunanistan bunda başarılı olamayınca eski bir Yunan yarbayı olan Georges Grivas’a kurdurttuğu EOKA tedhiş örgütü vasıtasıyla 1 Nisan 1955 tarihinden itibaren Ada’yı tam anlamıyla bir cehenneme ve kan gölüne çevirir. Hayatın yaşanmaz hâle geldiği, Kıbrıs Türklerinin can,mal ve namus güvenliklerini koruyabilmek amacıyla mahallî örgütlenmeler peşinde koştukları süreçte çaresizlik, yalnızlık ve savunma duyguları karmakarışık bir hâl alır ve Kıbrıs Türkleri 1974 tarihli Kıbrıs Barış Harekâtı sürecine kadar bir benzeri daha dünya savaş tarihinde de dünya askerî posta tarihinde de bulunmayan inanılmaz usuller kullanmak suretiyle haberleşmeye gayret ederler.Bu çalışma çerçevesinde bu son derece karmaşık, çok boyutlu ve neredeyse hiç bilinmeyen 1955–1974 sürecinin “Yenişehir Postanesi, Kızılay Postası, H/M ve Kokkina Postası, İskenderun Postası” gibi birçok farklı ve inanılmaz askerî yazışma ve haberleşme usulünden sadece bir askerî haberleşme usulü, “Taksi Postası” konusunda bilgi verilecektir. Bu araştırmada bahsedilen ve resimleri verilen Taksi Postası belgeleri hâlen araştırmacının kendi şahsi koleksiyonundadır.
TMT’DE HABERLEŞME
Türk Mukavemet Teşkilatı, Kanlı Noel olarak bilinen 21 Aralık 1963 günü Rumların top yekûn imhaya yönelik olarak ve Akritas Planı çerçevesinde başlattıkları saldırı gününe kadar gizliliğini büyük ölçüde korumayı başarmıştır. Şüphesiz Kıbrıs gibi küçük bir adada ve üstelik iki ayrı toplumun yaşadığı bir adada yürütülen faaliyetlerin başarıya ulaşması ve istenilen sonucun elde edilebilmesi için gerekli olan en önemli şart muhaberenin gizlilik prensibi dâhilinde yapılmasından geçmektedir. Özellikle EOKA’nın tedhiş faaliyetlerine karşı koyabilmek ve savunma tertibatlarını zamanında ve etkin bir şekilde alabilmek için gizlilik vazgeçilmez ön şarttır. Bunun bir sonucu olarak teşkilat içerisinde bu prensibe azami özen ve dikkat gösterilmektedir. Bugün bile sistemin çok iyi işlemesinin bir sonucu olarak TMT dünyanın gizini en çok koruyan yeraltı teşkilatlarından birisidir. Faaliyetlerini çok büyük bir gizlilik içerisinde yürüten teşkilatın doktrini de “Hem görürüm hem görmem uykudaki göz gibi. Hem dururum hem yürürüm üzengi deki ayak gibi. Hem varım hem yokum gül suyundaki koku gibi. Hem susarım hem konuşurum kitaptaki yazı gibi.”[i] ifadesinde olduğu üzere tamamen gizlilik üzerinedir.
Günlük faaliyetleri çerçevesinde hayatına devam eden TMT mensubunun gördüklerini görmezlikten gelmesi; ancak bütün olup bitenleri çok dikkatli bir gözle takip etmesi, hiç ilgilenmiyormuş ve konuyla ilgili hiçbir bilgisi yokmuş gibi davranması istihbarat ve istihbarata karşı koyma açısından bu ilk satırda “Hem görürüm hem görmem uykudaki göz gibi.”sözünde belirtildiği gibi gerçekleşir. Bu dönemde TMT’nin Türkiye-Kıbrıs bağlantısı Ankara ve Lefkoşa’da oluşturulan telsiz hattıyla gerçekleştirilir. TMT’ye bağlı sancaklara da imkânlar ölçüsünde zaman içerisinde telsiz imkânı sağlanmaya çalışılır. EOKA tedhiş örgütünü kuran Grivas’ın da Ada’ya gelir gelmez önemle üzerinde durduğu ancak pek de başarılı olamadığı muhabere ve istihbarat faaliyetlerinin aynı anda ve başarıyla yürütülmesi çalışması TMT’nin hanesine ilave puan olarak yazılır. EOKA’nın bu başarısızlığındaki en önemli faktörlerden birisi başlangıçta EOKA mensuplarının hepsinin birer kahraman oldukları ve Eski Yunan’da ki kahramanlardan bir farkları olmadığı konusunda aldatılmaları ve Kıbrıs Adası’n da köle oldukları konusunda beyinleri yıkanan Kıbrıslı Rumların yavaş yavaş gerçekleri görmeye başlamasıyla beraber işlerin tersine dönmeye başlaması ve EOKA’nın zor kullanarak kazandığı kamuoyu desteğini kaybetmeye başlamasıdır. Ayrıca “propaganda fabrikası olarak çalışan Atina Radyosunun yayımladığı yalanlarla çılgınlık noktasına varan sözde kahraman EOKA mensupları giriştikleri eylemlerde önce kendi güvenliklerini düşünmeye başladıklarından” artık hiç kimsenin beğenisini veya takdirini kazanamazlar. Her ne kadar Grivas onları tekrar eski hâllerine getirmeye çalışan umutsuz bildiriler yayımlasa da artık Ada’daki hiç kimse EOKA’cıların insanları arkadan vurmalarını, tutum ve davranışlarını,tuzaklar kurarak insanları öldürmelerini, nereye attıklarını bilmeden sağa sola bombalar atmalarını tasvip etmez. Ancak EOKA teşkilatının kurulduğu ilk günden itibaren Grivas’ın üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi propaganda vebasın-yayın kuruluşlarıyla ilişki olduğundan EOKA’cılar her fırsatta bundan azami çıkar sağlamaya yönelik girişimlere devam ederler.[ii]Türk Mukavemet Teşkilatı bünyesinde görev yapan herkes haberleşme anlamında aynı zamanda kurye vazifesi de görür. Gerek taşınan mesaj gerekse kuryenin hayatı açısından pek de emniyetli olmayan bir sistem olan kuryeler aracılığıyla yapılan özellikle sözlü haberleşme ve mesaj aktarımı genellikle önemsiz, düşman eline geçtiği zaman zarar ve tahribata yol açmayacak bilgilerden oluşmaktadır. Bu dönemde Bayraktarlık ile Kıbrıslı Türk liderler arasındaki haberleşme ve yazışmalar da azami dikkat gösterilmek suretiyle gerçekleştirilir.[iii]
Yazılı mesajların kuryelerle taşınması sırasında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Yazışmaların kodlu yapılmasına dikkat edilir, Dağarcıklamada olduğu gibi son derece kısıtlı bir şifreleme ve kod sistemiyle konuşmalar ve yazışmalar yapılır. Bu şekilde yazılı mesajların kuryeler aracılığıyla nakledilmesinde teşkilat açısından fevkalade önemli ve hayati değere haiz mesajlarla bunlar kadar önemli olmayan mesajların nakledilmesinde farklı kuryelerden istifade edilir:
“Lozan otobüsü her gün bir defa (Limasol’dan) Lefkoşa’ya gider gelirdi. Sabah gider ve öğleden sonra gelirdi.Veysi Cam’ın Lozan otobüsüyle işimizi görürdük. Bu adamların gösterdikleri özveriyi şimdi etrafı görünce aklıma getirmemeye çalışıyorum ve utanıyorum. Bu adamların yaptıklarını aklıma getirince gözlerim yaşarır. Bir gün karargâhta oturuyorum. Meşhur Kebapçı Niyazi var. Hatta Amerikan Büyükelçisi Mr. Bencher kebap yemek için Lefkoşa’dan Niyazi’ye gelirdi. Böyle meşhur bir kebapçıydı.Dediler ‘Orada havacı bir İngiliz binbaşı var ve ismen seni istiyor.’’ Kalktım gittim. Baktım orada oturuyor. ‘Bir şey arzu eder misiniz?’ dedim. ‘Bir bira alayım.’dedi. Adama bir bira ısmarladık. Birasını içtikten sonra böyle kalınca bir zarf çıkardı çantasından ve bana verdi. ‘Bu sizindir.’ dedi ve çekti gitti.Böyle heyecan ve merakla karargâha döndüm. Zarfı açtım ve içinden neler çıktı inanılacak gibi değil.
O zamanki Mısır’daki lider Albay Nasır’dır ve Rusya, Albay Nasır’a karadan havaya füzeler verdi ve Nasır da bunlardan bazılarını Makarios’a verdi ve (füzeleri) İskenderiye Limanı’nda SS (SteamShip) Europa isimli Alman bandıralı bir buharlı gemiye yüklemişler. İngiliz istihbaratı da bunların gemi üzerinde kasalar içindeki yerlerini de fotoğraflarla tespit etmiş. Tarih 1967. Silkamo bölgesinde Rumların yerleştireceği yerin koordinatını da bulmuş. Her şey hazır. Büyük bir sevinçle merdivenleri dörder dörder atlayarak çıktım Sancaktar’a ve ‘Efendi böyle böyle.’ dedim. Bir baktı ve ‘Kaça satın aldın bunları?’ dedi. ‘Bir bira ısmarladım ama para vermedim. ‘ dedim. ’Ben bunlara 10.000 Kıbrıs lirası verirdim. Aman bunları hemen Bayraktarlık’a yollayalım.’ dedi. Çünkü o zaman zannederim Güvenlik Konseyinin bir hafta sonra toplantısı vardı. Malzeme olarakbunu orada kullanacaklar. ‘Nasıl yapalım bunu? Çok mühimdir ve gitmesi lazımdır.’ dedi. ‘Komutanım, bana güvenirseniz bırakınız ben istediğim gibi yapayım. Eğer isterseniz ben hiç karışmayayım, bilmeyeyim de. Siz istediğiniz gibi yapın.’ dedim.’Tamam, bildiğin gibi yap.’ dedi. Gittim Lozan’ın Lefkoşa’ya giden şoförüne.
O adam hâlâ hayattadır. Ona ‘Bir zarf vardır ve Lefkoşa’ya Bayraktarlık’a gitmesi lazımdır. Çok mühimdir. Götürür müsün?’ dedim. ‘Götürürüm hocam.’ dedi. Döndüm tekrar ve ‘Çok mühimdir. Mutlak surette gitmesi lazımdır. Götürür müsün?’ dedim.Sözleri hâlâ aklımdadır adamın. Aradan 40 sene geçmiş. ‘Hocam, canımı veririm,bu zarfı vermem.’ dedi. ‘Al o zaman zarfı, ben gidiyorum. Nereye koyacağını, ne yapacağını bilmek de istemem.’ dedim ve gittim. Sancaktar’a ‘Saat 08.30’da hareket ve 10.30’da Lefkoşa’da olacak.’ dedim. Saat 10.30 oldu ve haber yok. 12.00 oldu ve haber yok. Saat 13.00 oldu ve Lefkoşa’dan bir yıldırım telgraf geldi. ‘Gönderdiğiniz evrakı Rum polisi Laça kontrol noktasında yakaladılar ve aldılar. Muhteviyatını bildiriniz.’ diyor. Sancaktar beni çağırdı ve ‘Ne yaptın Macit?’ dedi. İnanır mısınız dünyanın başıma yıkıldığını sandım. Hayatımda hiç ama hiç ben bu kadar üzüldüğümü hatırlamam.Odama geçtim ama kafam öyle çalışmaz. Kafamı koydum böyle masaya ve aradan bir saat daha geçti. Şahin Sineması ile Lefkoşa arasında tek bir telefon bağlantısı vardı. Şoför Lefkoşa’dan Şahin Sinemasına telefon ediyor ve ‘Lefkoşa’ya geldim.’ diyor. Olacak iş değil. Eğer evrakı yakalasalar, şoförü bırakma olanağı yok. Hemen Sancaktar’a çıktım ve ‘Efendi böyle böyle bir durum var. Bu işte bir yanlışlık var.’ dedim.
Neyse sonunda öğrendik durum nedir? Rumlar hakikaten arabayı durdurmuşlar ve arabayı parça parça sökmüşler. O zaman da posta yoktu. Herkes şoföre ‘Aman şunu al, bunu al ve Lefkoşa’ya götür.’şeklinde tembihlerdi. Rum polisler bir deste alelade mektup bulmuşlar ve mektuplarla beraber alıp kendisini Baf Kapısı Polis Karakolu’na götürmüşler.Herhâl de Bayraktarlık’ın istihbaratçıları da bunları takip ediyordu. Bu olayı gidip Bayraktar’a bildiriyorlar. O da zannediyor ki evrak bulundu. Rumlar mektupları polis karakolunda okuduktan sonra ‘Hadi be da defol, çık git.’diyorlar. Aradan bir yarım saat daha geçtikten sonra bir yıldırım teli daha geldi Bayraktar’dan bugün gibi hatırlarım. Aynen diyor ki ‘Gönderdiğiniz evrakı aldım. Çok, pek çok teşekkür ederim. İmza; Bayraktar.’ Ve ben bir günde hayatımın en acı ve en sevinçli anını yaşadım.”[iv]
TMT açısından hayati öneme haiz mesajların sıradan insanlar aracılığıyla gönderilmesi söz konusu değildir. Bu gibi durumlarda TMT içerisinde söz sahibi olan, yönetim kademesi tarafından güvenilir ve itimada şayan kişiler seçilir ve mesajlar onlar vasıtasıyla gönderilir. Nispeten daha önemsiz mesajların gönderilmesi sırasında ise TMT mensupları kadar TMT dışında kalan ancak yürütülen çalışmaları destekleyen olumlu kişilikleriyle tanınan güvenilir kimselerden istifade edilir. Bu kişilerde genellikle yaptıkları işin gereği olarak pek çok kişiyle muhatap olan ve bu açıdan dikkat çekmeyen gazete dağıtıcısı, postacı, köy muhtarları, makinistler,ayakkabı boyacıları olur:
[i] Soyalp Tamçelik, “Türk Mukavemet Teşkilatı’nda Muhabere Sistemlerinin Özellikleri”,Journal For Cypriot Studies, Cilt 3, Sayı 2, Mağusa, 1997, s. 127.
[ii] KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası, No. 1318 ve 1319.
[iii] O dönemde Dr. Fazıl Küçük’le beraber çalışan Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu.
[iv] TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.