(Cumhuriyetçilik İlkesinin Tarihî Temelleri)
Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi büyük ölçüde Atatürk’ün hareketlerine bağlıdır. Bu hareketin önemini ortaya koymak, hareketin kendisi kadar önemlidir. Atatürk’ün “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.” vecizesini de bu manada ele almak gerekir.
[1]
Atatürk’ün her sözünün, her hareketinin millî ilkeler çerçevesinde tarihî bir esasa dayandığı görülmektedir.[2] Bu bakımdan acaba Atatürk’ün “Türk milleti tabiatı itibarıyla demokrattır.”[3], “Türk milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare cumhuriyet idaresidir.”[4] şeklindeki sözlerinin tarihî esasları var mıdır, varsa nelerdir? Bu demokrasi ve inkılap fikri Atatürk’te ne zaman görülmeye başlar? Elbette, bu tarihî bir temele dayanmaktaydı. Türk tarihine vakıf olduğunu bildiğimiz Atatürk’ün bu sözleri boş yere söylemediği kesindir. Biz burada önce M. Kemal’in veciz ifadelerine kaynak olan fikirlerin hangi tarihten itibaren gelişmeye başladığını safha safha takip edecek, sonra da bunların dayandıkları tarihî esasları değerlendireceğiz.
Tespit edebildiğimiz kadarı ile Atatürk’ün (sonradan cumhuriyet fikrinin temelini oluşturacak olan) “vatan” ve “hürriyet” kavramları ile karşılaşması Manastır Askerî İdadisine girmesinden sonra olmuştur. Manastır, Batı Makedonya’da bir vilayet merkezi idi. Makedonya ise en aktif azınlıklarla, en uyanık subayların bulunduğu alandı. Avrupa Türkiye’sinde olan bu bölgenin azınlıkları, 19. asrın başlarından beri hareketlenmeye başlamışlardı. İstiklâl hareketlerine girmişlerdi. Balkanlar’ın bazı kısımlarında müstakil, hür devletler kurulmuştu. 1897 Türk-Yunan Harbi de M. Kemal’in Manastır İdadisinde öğrenci bulunduğu sırada patladı. Manastır harekât sahasına yakındı. Bu durum, mektepteki havayı da dalgalandırmıştır.[5]
Burada, M. Kemal’in Selanik Askeri Rüştiyesinden beri hayat boyunca arkadaşlıkları devam eden birkaç kişi vardır: Salih (Bozok), Nuri (Conker), Fuat (Bulca), İsmail Hakkı (Kavalalı) bunlar arasındadır. Fakat idadide bunlardan ayrı olarak Ömer Naci ile kendisine etkileri olan dostlukları olmuştur. Ömer Naci, taşkın ve heyecanlı bir gençti. Genç Türklerin 1908 İhtilali’nden sonra, ihtilâlin hatibi olarak parlamıştır. Temsillerde ateşli nutuklar veren bu Ömer Naci’nin malzemesi ise ancak Namık Kemal ve vatan edebiyatı idi. Mustafa Kemal için idadide Namık Kemal’i tanımak, duymak, onu gizlice elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini hatip Ömer Naci sağlamıştır. Böylelikle Mustafa Kemal için Manastır İdadisinde yeni bir düşünce ve görüş ufku açıldı. Bu safha; bütün fikir ve heyecan sermayesi Namık Kemal edebiyatıyla, hürriyet sahibi Mithat Paşa’nın hatırasından ibaret olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinin Paris ve İstanbul’da geliştiği sıralara rastlar. Fakat Ömer Naci ve M. Kemal gibi geleceğin liderlerinde Namık Kemal ve hürriyet anlayışı mesela Fransız Büyük İhtilali’nin temel ilkelerine kadar inebilmiş miydi? Bu yön şüphelidir.[6] O zaman için ne M. Kemal’in Fransızcası kafi, ne de bu kitapların Türkçesi mevcut idi. Bu nedenle, onu Fransız düşünürlerin etkilemesi çok daha sonraki yıllarda olacaktır. Fakat şurası bir gerçektir ki M. Kemal Manastır Askerî İdadisinde yalnız bir Osmanlı değil, aynı zamanda Namık Kemal havasında bir vatansever ve hürriyetçi oldu.[7]
Manastır İdadisini başarı ile bitiren M. Kemal İstanbul’a gelerek Harp Okulunun Piyade bölümüne girdi. (13 Mart 1899) Burada Ali Fuat (Cebesoy) onun en yakın arkadaşlarındandır. Cebesoy’un anlattığına göre, M. Kemal’deki Namık Kemal sevgisi artık iyice kuvvetlenmiştir. Onlar “Büyük vatan şairi Namık Kemal’i okul idaresinin aldığı bütün tedbirlere rağmen yatakhanede gizli gizli okuyorlardı.” Cebesoy şöyle devam ediyor:
“M. Kemal’in bir gece vakti yanıma gelerek Kemal’in ‘Vatan Kasidesi’nin teksir edilmiş bir nüshasını:
-Fuat kardeşim, bunu ezberleyelim, diye bana verirken yavaş sesle fakat büyük bir heyecanla okuduğu:
Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
mısralarını nasıl unutabilirim?”[8]
Görülüyor ki 19 yaşındaki genç M. Kemal’de “vatan” ve “hürriyet” fikirleri artık tamamen yerleşmiş bulunuyordu. Bundan sonraki süreç bu iki kavramın, yeni bir devlet kurmak ve inkılap yapmak fikrine zemin hazırlaması idi. M. Kemal’in bunun için gerekli fikrî hazırlığı “Erkân-ı Harbiye”ye (Harp Akademisi) girdikten sonra (1902) tamamladığı düşünülebilir. Çünkü Lord Kinross’un da belirttiğine göre, “M. Kemal teğmen olarak Kurmay Okulu’na geçtiğinde, politik düşünceleri hızla daha belirli bir biçim almaya başlamıştır... Napolyon üzerine ne bulursa okuyor ve onu bazı yönlerini eleştirmekle beraber çok beğeniyordu. J. Stuart Mill’i okuyordu. Çağın halkçı düşüncelerine kapılmaktan kendisini alamamıştı.”[9]
11 Ocak 1905’te Harp Akademisini kurmay yüzbaşı olarak bitiren Mustafa Kemal’in kafasında artık yeni bir Türk devleti kurmak fikri vardır: (Bu tarihlerde) M. Kemal, topçu stajını yapmak üzere Şam’a gitmeden önce Beyrut’ta arkadaş grubu içinde yaptığı toplantılarda,
“Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti Çıkarmaktır.”[10] şeklinde konuşuyordu.
Bu tarihten itibaren M. Kemal’in devlet kurma işini bir inkılap hareketi olarak gördüğünü tespit ediyoruz: M. Kemal 1905’te arkadaşı Müfit Özdeş (Kırşehirli) ile birlikte Beşinci Ordu Merkezi olan Şam’a staj için gider. Burada Müfit ve Lütfü (Mürettep Kuvvet Kumandanı) ile birlikte M. Kemal, Hamidiye Çarşısı’nın bir yerinde, küçük bir dükkanda önemsiz alışverişlerle rızkını çıkarmaya çalışan birisiyle tanışıyorlar.
Burası esnaftan Mustafa Efendi’nin dükkânıdır. Mustafa Efendi, ayağında kundura yerine nalınla dolaşan babacan bir adamdır. Dükkân rahat olmadığı için sandalye getirip dükkânın önünde oturuyorlar. Fakat Mustafa Efendi’nin hali M. Kemal’in dikkatini çekiyor. Dükkânın içini görmek istiyor. Boş denecek kadar hafif raflar. Ortada bir masa… Ama masada ve bazı raflarda birçok Fransızca kitaplar. Tıbba, felsefeye, inkılâba, hatta sosyalizme (Ali Fuat Cebesoy burada sosyoloji tabirini kullanıyor: 1981, s. 90) ait eserler. Anlaşılıyor ki, Mustafa Efendi (Cumhuriyet döneminde milletvekili Mustafa Cantekin) aslında bir Tıbbiyelidir.
Fakat hürriyetçi hareketlerinden dolayı okuldan çıkartılmıştır, Şam’a sürülmüştür. M. Kemal onunla ilgileniyor. O günkü tanışmadan sonra bir gece Mustafa Efendi’nin mütevazi evinde buluşmaya karar veriliyor. O gece Dr. Mustafa, “-İhtilâl yapmalıyız, inkılap yapmalıyız” diyor. Ve ilave ediyor: “Çok kıymetli arkadaşlarımız vardır, inkılabı yapmalıyız”. Müfit ayağa kalkarak bağırıyor: “Behemehal yapmalıyız.”
Lütfü Bey bu harekete fiilen katılmak istemez ve ayrılır. O gittikten sonra kalanlar inkılaptan, inkılap yolunda ölmekten bahsediyorlar. M. Kemal, “Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir.” diyor.[11]
Bu konuşmadan da anlaşılacağı gibi, M. Kemal devlet kurma fikrini inkılap şeklinde ifade ediyor ve onu “ideal” olarak görüyordu. Zaten o gece orada inkılap yolunda çalışmak üzere bir cemiyet kurulmuş ve buna “Vatan ve Hürriyet” adı verilmiştir. Böylece bir cemiyete Vatan ve Hürriyet isminin konması herhâlde Mustafa Kemal’de Namık Kemal etkisini gösterir. Prof. A. Afetinan’a göre “1908 İnkılabı”nın esasını Şam’da Dr. Mustafa’nın evinde aramak lazım gelir.”[12]
Bu cemiyetin Makedonya’da da kurulması sırasında M. Kemal’in yaptığı konuşma konumuz bakımından ilgi çekicidir: Aralarında hatip Ömer Naci, topçu zabitlerinden Hüsrev, sınıf arkadaşı ve o tarihte Selanik Askerî Rüştiyesi Tarih ve Edebiyat Öğretmeni Hakkı Baha, Selanik Muallim Mektebi Müdürü Hoca Mahir ve Selanik Askerî Rüştiyesi Müdürü Bursalı Tahir Bey M. Kemal’in cemiyetinin Makedonya teşkilatına ilk girenlerdendir. Hakkı Baha’nın evinde toplanırlar. M. Kemal Hüsrev’den bir tabanca alır ve masanın üzerine koyar: “Arkadaşlar!” diye hitap eden M. Kemal, “İnkılâp için bu silah üzerine yemin ediyoruz, unutmayınız ki, burada birbirimize verdiğimiz söz inkılap sözüdür ve onun olması için icabında silah kullanmaktan da çekinmeyeceğiz!” diyor.[13]
Mustafa Kemal, kurulması düşünülen yeni devletin sınırlarını da bu tarihlerde tespit etmiş bulunuyordu. General Ali Fuat Cebesoy şunları anlatıyor: “Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı sırasında Türk milletinin emelleri ve maksatlarını özetleyen ve adı İstiklâl Harbimizin başından sonuna kadar değişmeyen ‘Misak-ı Millî’ programının ilk müsvettelerini 1920 yılı Ocak ayında yazmıştır...
Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, M. Kemal, “Millî Misak’ın esaslarını bu tarihten on üç yıl önce 1907’de tespit etmiştir’[14] M. Kemal, Kareferiye’de iken (1907) General Cebesoy’a şunları söylemiştir: ‘Meşrutiyet, köhnelenmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı, düşmanlarının yani büyük devletlerin yapacağı tasfiye yerine ihtilâl idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır.”[15]
Şu hâlde, bu tarihlerde M. Kemal’in kafasında inkılap yaparak yeni bir devlet kurma fikri kadar, kurulacak bu devletin sınırlarının ne olacağı da belirmiştir. Bu sınırlar şüphesiz ki onun “millî vatan” anlayışını aksettiriyordu.[16]
M. Kemal’deki inkılap fikrinin sathi olmadığı, onun 1908 İnkılabı’nı yeterli bulmaması ve bunun tamamlanması gerektiği fikrinde olmasından anlaşılmaktadır: 1908 yılında bir kış gecesi... Selanik’te Beyazkule karşısında Askerî Kulüp’te bir konferans veriliyor. Konferansçı Tabur Komutanlarından Binbaşı Cemil Bey’dir. M. Kemal arkadaşı Binbaşı Cemil Bey’in konferansından memnundur. Onun sözlerinden çok duygulanmıştır. Bir aralık arkadaşlarına şu sözleri söyler: “İnkılâbı ikmal etmek lazımdır. Bunu biz yapabiliriz. Bunu ben yapacağım...”
Arkadaşlarından biri soruyor:
“-Bundan sonra ne olacak?”
M. Kemal şu cevabı tereddüt etmeden verir: “Bundan sonra ne olacağını yapacağımız inkılap gösterecektir.” Ve sözlerine devam ederek,
“-Evet, inkılap yapacağız. Bugüne kadar yapılan inkılap kâfi sayılmaz.
Fazlasını yapacağız. Memleketi bin bir akılsız eline ve keyfine bırakamayız...”[17]
Prof. A. Afetinan, bu sözleri 1937’de Çankaya’da Atatürk’ü dinlerken aynen yazdığını söyleyerek şöyle değerlendirir: “İkinci Meşrutiyet’te hürriyet ilanı ile yapılan harekette Türk inkılabının eksik kaldığını ve bu inkılabı bizzat tamamlayacağını bir Erkân-ı Harp Kolağası iken söylemiş olan M. Kemal, idealinin mahreci üstünde hiç şaşmadan ve sapmadan yürümüş ve bütün siyasi hayatı boyunca daima ‘inkılapları ikmal etmek’ gayesini gütmüştür.”[18]
Balkan Savaşları bittikten sonra M. Kemal Sofya Askeri Ateşeliği’ne atanmıştır (27 Ekim 1913). Onun Sofya’da geçirdiği günler, fikirlerinin olgunlaşmasında büyük yararlar sağlamıştır. M. Kemâl Bulgaristan’ın çok kısa sürede akılcı ve modern metotlarla nasıl kalkındığını görmüş, Sofya’nın Avrupai yaşantısı, üzerinde etkiler yapmıştır.[19]
Bu tarihlerden sonra onun inkılap fikri ile birlikte “Türkiye’nin modernleştirilmesi”ni de düşündüğü görülmektedir. Sofya’da edindiği dostlarından Avusturyalı Madam Hilda’ya şöyle der: “Türkiye’nin bu gidişi iyi değil... Türkiye’yi modern bir memleket yapmalı. Tıpkı Batı gibi… Bu memleketi baştan aşağı değiştirmeli. Allah nasip ederse, günün birinde Türkiye’nin idaresinde söz sahibi olursam bilirim yapacağım yenilikleri.” Daha sonra Madam Hilda’nın görüşlerini ister. Madam, “Kadının hürriyeti de çok mühim.” der. Bunun üzerine M. Kemal, Türkiye’de kadının durumunun iyi olmadığını belirtir ve konuşmasını şöyle sürdürür: “... Peçeyi hemen kaldırmalı. Sonra bir erkek birden fazla kadınla evlenmemeli. Erkekler Avrupalı erkekler gibi şapka giymeli. Erkekler ve kadınlar eşit haklara sahip olmalı. Avrupalılar gibi yaşamalı.”[20]
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Anadolu’ya geçtiği sırada artık Türk çoğunluğuna dayanan yeni bir devlet kurmak ve çeşitli inkılaplarla Türkiye’yi modern bir ülke haline getirmek gerektiğini iyice kavramış ve kararlaştırılmış bulunuyordu. Nitekim, o sonradan Nutuk’unda, Samsun’a çıktığı zaman “genel durum” ve düşünülen “kurtuluş” çareleri hakkında bilgi verdikten sonra kendi kararını şu şekilde belirtir: “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardır. O da hâkimiyet-i milliyeye müstenit, bilakaydüşart (kayıtsız ve şartsız) müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!”[21]
1919 Mayıs’ından itibaren M. Kemal’in kafasındaki bu düşünceler artık onu aşarak Türk milletine mal oluyordu. 21/22 Haziran 1919’da yayınlanan “Amasya Tamimi” ile Türk İnkılâbı bir aksiyon hareketi olarak[22] siyasi ve hukuki çehre kazanıyordu. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi “irade-i milliyeyi hâkim kılmak” esasını benimseyip, ilan ederek Cumhuriyet’e giden yolu gösteriyordu.
Aynı kongre kararları içerisinde yer alan, “Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil eder (yüceltir).” ifadesi de adeta, yapılması düşünülen inkılapların, çağdaşlaşma hareketinin habercisi idi. Bu tarihten Cumhuriyetin ilanına kadar geçen tarihî süreç, hem Türk milletinin yaşama azmini ifade edecek, hem de zafer sonucunda kurulacak yeni devletin şeklini belirleyecektir. 23 Nisan 1920’de TBMM.’nin açılması ile gerçekleştirilen “millî irade” veya “millî hâkimiyet” esası siyasi rejimin ifadesi olmuştur. 29 Ekim 1923’te gerçekleştirilen Cumhuriyet’in ilanı ise buna açıklık kazandırmıştır.[23]
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa)’na göre “Cumhuriyet” terimi, hem siyasi toplumun adını (devletin kuruluş şeklini) hem de siyasi iktidarın kullanılış şeklini ifade etmek gibi çifte anlama ve amaca sahiptir.[24]
“Cumhuriyet’in bir “hükûmet şekli” olarak M. Kemal’in zihninde canlanması ise bu tarihlerden çok daha önce olmuştur. Safha safha gördüğümüz gibi, ondaki millî sınırlar içinde yeni ve modern bir devlet kurmak ve inkılaplar yapmak fikri, 1919’un Temmuz’unda “Zaferden sonra şekl-i hükûmet cumhuriyet olacaktır.” şeklinde ifade bulacaktır.
Mazhar Müfit Kansu’nun yazdığına göre; “Erzurum Kongresi sırasında M. Kemal Mazhar Müfit’i çağırtır. Not defterini getirtir, 7-8 Temmuz 1919 sabaha karşı tarihini koydurtur ve şunları yazdırtır:
“-Zaferden sonra şekl-i hükûmet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda gayriihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu, gözlerin bir takılışta birbirine çok şeyler anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-Neden durakladın? deyince,
-Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var dedim, gülerek:
-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz... Dedi. Yazmağa devam ettim.
-Paşam kâfi... Kâfi... Dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış insan edası ile:
-Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile:
-Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın diyerek yanından ayrıldım”[25]
Mustafa Kemal ile M. Müfit arasında böyle bir konuşma geçmiş midir? Kesin olarak bilemiyoruz. Fakat M. Kemal’in önceki muhtelif sözleri dikkate alınırsa, böyle bir konuşmanın yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Zaten, M. Müfit’in de belirttiği gibi olaylar “Mustafa Kemal’i teyit” etmiştir: Atatürk, şapka inkılabını ilan edip Kastamonu’dan Ankara’ya geldiği sırada orada bulunan M. Müfit’i çağırtıp;
“-Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz, notlarına bakıyor musun?” Diye sormuştur. Mazhar Müfit bunu şöyle değerlendirir: “Bu bir latifeydi fakat, mahçup eden bir latife... Ve hakikaten bu büyük adam geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi, millî bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış, ve zamanı idaresine ram edebilmişti. Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer hakikat abidesi olarak karşıma bütün endamı ile boy gösteriyordu!”[26]
Görülüyor ki Mustafa Kemal Atatürk, öğrencilik yıllarından başlayarak zihninde oluşan vatan, hürriyet, inkılap, yeni bir devlet kurmak, millî vatan, yenilik yapmak, modernleşmek gibi kavramların fikriyatını yapmış ve bu kavramlar ondaki Cumhuriyet fikri ve idealinin temelini oluşturmuştur. Devlet adamı olarak, belli bir strateji içinde kurduğu yeni Türk devletinin rejimini ve esaslarını da millî, laik, demokratik cumhuriyet şeklinde belirlemiştir.
Acaba Mustafa Kemal’deki bu cumhuriyet fikrinin, demokrasi fikrinin tarihî temelleri var mıdır? Atatürk, “Medeni Bilgiler Kitabı”na kendi el yazısı ile “Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarında, bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut (bağlı) olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerle başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır” sözlerini yazmıştır.[27]
Bu sözleri onun cumhuriyet ve demokrasi anlayışında Türk tarihine istinat ettiğinin ifadesinden başka bir şey değildir. Hele hele, Atatürk’ün bunun için “kurultay” kurumunu misal olarak vermesi çok anlamlıdır. Kurultay, kökü Türkçe ve eki Moğolca olan bir sözdür: Kurultayın asıl Türkçe karşılığı “Kengeş Meclisi”dir. Bu meclis, bir çeşit danışma meclisidir. Çingiz Han Devleti’nde, yalnızca devlet kurucuları ile hanedan kurultaya katılırdı. Türklerin Kengeş Meclisine ise boy beyleri ile halk arasında yetişmiş büyükler de gireceklerdi. Bu bakımdan ünlü Rus Türkoloğu W. Barthold “Türkleri demokrat, Çingiz Han Devleti’ni de aristokrat” bulmuştur. Oğuzlar’da hakan ok gönderince beyler gelir ve büyük bir toplantı olurdu. Büyük toy ve ziyafetler yapılırdı. Mevkiler (orun), damgalar, semboller (ongun) ve unvanlar hep bu kurultayda verilirdi. Hükümdar seçimleri de bu kurultaylarda yapılırdı. Göktürklerde hakanın, tahta çıkma törenlerinde keçe üzerine konup kaldırılmasını[28] Prof. M. Fuat Köprülü, halkın da hakan seçimine katılması olarak görmüştür.[29]
[1] M. A. Köymen, “Atatürk’ü Anlamak”, Milli Kültür D., s. 11.
[2] M. A. Köymen, a.g.m., aynı yerler.
[3] E. Kuran, Atatürkçülük Üzerine Denemeler, Ankara, 1981, s. 38.
[4] U. Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971, s. 74.
[5] Ş. Ş. Aydemir, Tek Adam, C. II., İstanbul, 1981, s. 68.
[6] Ş. Ş. Aydemir, Tek Adam, C. I., İstanbul, 1981, s. 72.
[7] Ş. Ş. Aydemir, age., s. 72.
[8] A. F. Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1981, s. 30-31.
[9] L. Kinross, Bir Milletin Yeniden Doğuşu Atatürk, İstanbul, 1981, s. 45.
[10] A. F. Cebesoy, age., s. 108.
[11] A. Afetinan, M. K. Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, 1981, s. 50-51.
[12] A. Afetinan, age., s. 51.
[13] A. Afetinan, age., s. 56-57.
[14] A. F. Cebesoy, age., s. 114.
[15] A. F. Cebesoy, age., s. 114.
[16] A. Güler. “Atatürk’te Milli Vatan Anlayışının Tarihi Esasları”, Milli Kültür D., Sy: 46, s. 19-22.
[17] A. Afetinan, age., s. 75 vd.
[18] A. Afetinan, age., s. 77.
[19] A. Mumcu, Türk Devriminin Temelleri, İstanbul, 1981, s. 59.
[20] S. Borak, Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, İstanbul, 1980, s. 86-87.
[21] M. K., Atatürk Nutuk, C: I. Yayına Hazırlayan: Z. Korkmaz, Ankara, 1984, s. 9.
[22] E. Eroğlu, Türk İnkilap Tarihi, Ankara, 1982, s. 179.
[23] H. Eroğlu, age., s. 383.
[24] T. Z. Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul, 1981, s. 294.
[25] M. M. Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I., Ankara, 1966, s. 131 vd.
[26] M. M. Kansu, age., s. 132.
[27] A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, s. 30
[28] A. Güler, Türk Yönetim Anlayışının Kaynakları, Ocak Yayınları, Ank., 1996, s. 101 vd.
[29] B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 2. bsk., İst., 1979, s. 216.