EDİTÖRDEN

21 Eylül 2021 12:37 Prof. Dr.E. Semih YALÇIN
Okunma
1303

Değerli Devlet Okurları,
    Türkiye’de terörün nihai hedef olarak iç savaş çıkarmayı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ortadan kaldırmayı hedef aldığı hepimizin malumudur. Özellikle 1 Mayıs 1977'deki hadise ve Kahramanmaraş olayları ile yeni bir hız ve boyut kazanan terör ve anarşi; önce komünizmi gerçekleştirme uğrunda, karşısında en büyük engel olarak gördüğü Ülkücü kişi ve kuruluşları, ardından da tüm demokratik yapıyı ve millî değerleri hedef almıştır.
Binlerce insanımızın canına mal olan bu terör ve anarşi, şüphesiz ki iç ve dış mihrakların desteğini önemli bir ölçüde almıştır. Aynı silahlarla hem sağ hem sol görüşlü kişilerin öldürülmesi, faili meçhul kalan olaylar, ölümler ve 11 Eylül'de oluk oluk akan kanlarıın 12 Eylül günü bıçakla kesilmiş gibi durması bu büyük oyunun emareleridir. MHP Davası’nda da görüleceği gibi pek çok olayın, milliyetçilere mal edilmeye çalışılması, amacına tam olarak ulaşamayan "sistemin intikamı" olarak nitelendirilebilir.
12 Eylül mahkemelerinde merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’e yapılan tarafgir iddialar, onun mücadeleci kimliğinin yeniden belirginleşmesini sağlamış, bütün olumsuz şartlara rağmen, tüm iddialara 14 Ekim 1981'de yaptığı uzun savunmanın başında söylediği şu sözlerle suçlamalara şiddetle karşı çıkmıştır: "Bu iddianame baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım, demeçlerim, konuşmalarım, icraatım bu iddialara baştan aşağıya reddiyeden ibarettir." Bu sözleriyle tarih onu bir kez daha haklı çıkarmıştır…
Tertiplenen darbeleri, daha iyi anlamak için iç ve dış siyaseti tüm boyutuyla kavramak gerekmektedir. Bu darbeler iç ve dış siyasetteki istikrarsızlıkların körüklediği anarşi ortamıyla terör olaylarının aynı anda artmasına yol açmış, demokrasi dışı eğilimlerin amaçlarına ulaşmalarına hizmet etmiştir. Anarşi ve terör Ülkücü-milliyetçi düşüncenin gelişmesi önünde en büyük engel olmuştur. Çünkü milliyetçilik, bütün bir milleti kucaklayan birleştirici bir unsurdur ve bu fikir ancak daha demokratik bir düzende gelişip serpilebilir. Merhum Türk Sosyolog ve Psikolog Prof. Dr. Erol Güngör'ün de belirttiği gibi milliyetçilik halka dayanan bir hareket olduğu için millî iradeye azami serbestlik tanımak, yani demokratik olmak zorundadır.
Gerçekleşmesi hedeflenen darbelerden en sonuncusu, 15 Temmuz 2016 hain FETÖ darbe girişimi olmuştur. “Önce ülkem ve milletim sonra partim ve ben.” diyen Milliyetçi-Ülkücü Hareketin bilge liderine ve Ülkücü iradeye çarpan bu yapılanma, Sayın Genel Başkan’ımız Devlet Bahçeli’nin, kurmaylarını MHP Genel Merkezinde toplayarak “Bir saldırı vuku bulduğunda burada mukavemet edeceğiz.” talimatıyla bu menfur teşebbüse karşı dimdik durmuş ve bu hainler daha baştan kaybederek tarihin tozlu sahnesinde yerini almıştır. Darbeye karşı ilk cesur siyasi çıkışı yapan MHP Lideri Devlet Bahçeli, kalkışmanın kabul edilemez olduğunu ifade etmiş, meşru Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin ve demokrasinin yanında olduklarını belirtmiştir. Böylelikle Ülkücü irade geçmişte olduğu gibi lideri ile bütünleşmiş maşerî vicdanın yansıması ve Türklüğün varlık sigortası olmaya devam etmiştir ve öyle kalacaktır.

Esen kalınız efendim…