12 EYLÜL 1980 DARBESİ VE MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
Prof. Dr. Nasrullah UZMAN**
“12 Eylül zulümdür, zillettir, hezimettir, rezalettir, cinayettir; 12 Eylül cuntasına beden ve beyin olanlar ise tek kelimeyle zalimdir.”
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet BAHÇELİ
12 Mart 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri hükûmete muhtıra vermiş ve Süleyman Demirel başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştır. Necmettin Erbakan’ın Millî Nizam Partisi laikliğe aykırı faaliyetler bulunduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Demirel’den sonra da Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu gibi isimler tarafından kısa süreli hükûmetler kurulmuştur. Esasen 12 Mart Muhtırası ile birlikte Türkiye yeniden koalisyon hükûmetleriyle yönetilmeye başlanmıştır. Bu koalisyonların ömrü oldukça kısa olmuştur. Öyle ki 1971’den 1980’e kadar geçen 9 yılda toplam 11 kez hükûmet değişmiştir. Bu dönem şiddet ve anarşinin tırmandığı, terörün yaygınlaştığı, toplumun kutuplaştırıldığı Türk siyasetinde oldukça çalkantılı bir süreci ifade etmektedir. Kahramanmaraş, Çorum ve Tariş olayları; Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Gün Sazak ve Nihat Erim cinayetleri ve Güneş Motel/11’ler hadisesi bu dönemde yaşanmıştır. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kendi ifadesiyle olayları önlemek yerine darbe yapmak için şartların olgunlaşmasını beklemiştir. Oysa 12 Eylül 1980 öncesinde ülkede sıkıyönetim uygulaması vardı ve birçok şehirde yetki askeriyeydi. Evren, şiddet, anarşi ve terörü önlemek yerine darbe yapmak için şiddet, anarşi ve terörün tırmanmasını beklemeyi, asayiş ve güvenliği darbeden sonra sağlamayı tercih etmiştir. Evren’in bu tercihi, Türkiye’ye pahalıya mâl olmuştur. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren komutasındaki Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980 tarihinde darbe yaparak yönetime el koymuştur. Bir kez daha sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, siyasi partiler kapatılmış, siyasiler tutuklanmış, TBMM feshedilmiş ve 1961 Anayasa’sı yürürlükten kaldırılmıştır. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş ise Uzunada'ya sürgüne gönderilmiştir. Bu liderlerin birlikte siyaset yaptığı arkadaşları ve teşkilat mensupları da hapse atılmıştır. 12 Eylül askerî darbesinin bilançosu da son derece ağır olmuştur. Darbe kapanması zor yaralara ve toplumsal bir travmaya sebep olmuştur. 650 bin kişi gözaltına alınmış, 210 bin dava açılmış, 230 bin kişi yargılanmış, 7 binden fazla kişi hakkında idam cezası istenmiş, 517 kişi idam cezasına çarptırılmış, bu cezalardan 50’si infaz edilmiş, 14 bin kişi vatandaşlıktan, 30 bin kişi de işten çıkarılmıştır . 1980 yılı itibariyle Türkiye’nin nüfusunun 44 milyon civarında olduğu düşünüldüğünde 650 bin rakamının ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Hatta 1980 yılı itibarıyla birçok Anadolu şehrinin nüfusu 200 binin altındadır. Kenan Evren'in idamlarla ilgili “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü, darbe yönetiminin bakış açısını ortaya koyduğu gibi toplumsal hafızadaki canlılığını da korumaktadır. Kelimenin tam anlamıyla 12 Eylül, Türkiye açısından bir travma, Türk demokrasisi açısından bir kırılma noktası olmuştur.
12 Eylül, 27 Mayıs’ın aksine emir komuta zinciri içerisinde yapılmıştır. Kenan Evren’in başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşmuştur. Yasama ve yürütme yetkilerini Millî Güvenlik Konseyi, dolayısıyla Kenan Evren üstlenmiştir. Evren’in başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi TBMM’yi ve Hükûmeti feshetmiştir. 1961 Anayasa’sını yürürlükten kaldırmıştır. Siyasi partileri kapatmıştır. Sendika faaliyetlerine son vermiştir. Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç bütün derneklerin faaliyetlerini durdurmuştur. Sıkıyönetim ilan etmiştir. Yurtdışına çıkışları yasaklamıştır. Sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’i Hamzakoy’a; Millî Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Demirel ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i ise Uzunada’ya sürgüne göndermiştir. Bu liderlerin birlikte siyaset yaptığı arkadaşları ve teşkilat mensupları da hapse atılmıştır.
Darbeye meşruiyet kazandırmak isteyen Kenan Evren, darbeye gerekçe olarak anarşi, terör ve bölücülüğü göstermiş; siyasileri ve anayasal kurumları suçlamış; milli ve dini değerlerin istismar edildiğini ileri sürmüş; 1978-1980 Dönemi’nde 5.241 kişinin hayatını kaybettiğini ve 14.152 kişinin de yaralandığını veya engelli kaldığını belirtmiştir. Evren, darbe yoluyla ülkeye refah ve mutluluğu; barış, birlik ve beraberlik getirdiğini; kardeş kavgasına son verdiğini savunmuştur. Evren, 12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye’yi karanlıktan aydınlığa çıkardığı propagandasını yapmış; 12 Eylül’den itibaren neredeyse yaptığı bütün açıklamalarında da bu propagandayı sürdürmüş ve darbeye halk nezdinde meşruiyet kazandırmanın telaşıyla hareket etmiştir.
Esasen 12 Eylül 1980 öncesinde Türkiye’nin manzarası iç açıcı değildi. Elbette 12 Eylül 1980 darbesine giden süreçte Türk siyasetinde hareketli anların yaşandığı, iktidar-muhalefet ilişkilerinin gerginleştiği; iktidar mücadelesini gayrimeşru zemine çekmek isteyenlerin olduğu; toplumun kamplaşma, anarşi ve terör ortamına sürüklenmeye çalışıldığı bir gerçekti. Hatta Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Eylül’e kadar gelinen süreç incelendiğinde şiddet ve anarşinin bu süreçte hiç olmadığı kadar tırmandığı, toplumun cephelere ayrıldığı, sokak mücadelelerinin mahallelere “kurtarılmış bölge” olarak yansıdığı ve cinayet haberlerinin sıradanlaştığı görülüyordu. Mesela 19 Eylül 1979’da Malatya Ülkü Ocakları başkanı Mürsel Karataş, 3 Aralık 1979’da Fedai Dergisi’nin sahibi MHP’li yazar Kemal Fedai Coşkuner, 27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gümrük ve Tekel eski bakanı Gün Sazak, 24 Haziran 1980’de de MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok şehit edilmişti. Ülkücü Hareket bu süreçte 5 binden fazla şehit vermişti ki bu rakam o tarih itibariyle birçok yerleşim biriminin toplam nüfusundan daha çoktu! Yine bu süreçte koalisyon hükümetlerinin dağıldığı, Güneş Motel olayı örneğinde olduğu gibi hiç yakışmayan pazarlıkların siyasete dâhil edildiği, Cumhurbaşkanlığı seçiminin krize dönüştüğü ve siyasi istikrarsızlığın yaşandığı da sır değildi. Fakat Türkiye’yi bulunduğu çıkmazdan kurtarmak için darbe yapmaya da gerek yoktu. Milletvekilliği genel seçimleri ile Meclis aritmetiği değişecek ve Türk milletinin teveccühüne layık olan siyasi partiler ülke yönetimini üstlenecekti. Nitekim darbe, işleri daha da kötüleştirdi. Ülkemizin onlarca yılını heba etti. Türk demokrasisinde ve toplum hafızasında onarılması mümkün olmayan travmalara sebep oldu: Anadolu Ajansı’nın verdiği rakamlara göre 12 Eylül 1980 Darbesi kapsamında yaklaşık 650 bin kişi gözaltına alındı. 1980 yılı itibariyle Türkiye’nin nüfusunun 44 milyon civarında olduğu göz önüne alınırsa 650 bin rakamının hiç de azımsanamayacak bir sayı olduğu daha iyi anlaşılır. Dahası 12 Eylül’den sonra 210 bin dava açıldı ve yaklaşık 230 bin kişi yargılandı. O dönemde birçok şehrin nüfusu 200 binin altındaydı. Yaklaşık 7 bin kişi idamla yargılandı, 517 kişi hakkında idam kararı verildi, bu kararlardan 50’si infaz edildi. Mustafa Pehlivanoğlu, Cengiz Bakdemir, Ahmet Kerse, Halil Esendağ, Selçuk Duracık, Fikri Arıkan, Cevdet Karataş ve Ali Bülent Orkan da idam edilenler arasındaydı. Evren'in idamlarla ilgili “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü halen hafızalardaki canlılığını korumaktadır. 12 Eylül’den sonra yaklaşık 30 bin kişi işten, 14 bin kişi de vatandaşlıktan çıkarıldı. Cezaevlerinde yüzlerce kişi can verdi. Kelimenin tam anlamıyla 12 Eylül, Türkiye açısından bir travma, Türk demokrasisi açısından bir kırılma noktasıdır. Meseleyi sağlıklı değerlendirmek adına şu soruyu sormakta fayda var: “12 Eylül öncesinde yaşanan olaylar ya da daha fazlası darbeyi gerektirir miydi?” Ne 12 Eylül öncesinde yaşanan olaylar ne de daha fazlası darbeyi gerektirmezdi. Darbeden nemalananlar ve Türkiye düşmanları dışında herkesin bu soruya vereceği tek yanıt “Hayır!” olmalıdır. Hatta net bir şekilde ifade etmek durumundayız ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst merciindeki kişi olarak Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, isteseydi Türkiye’deki şiddet, anarşi ve terör olaylarını rahatlıkla önleyebilirdi. Fakat o, darbeyi önlemek yerine kendi ifadesiyle bir yıl önce darbeyi planlamış; darbeye zemin oluşturmak için olayları önlemek yerine 1 yıl boyunca şartların olgunlaşmasını beklemişti. Oysa 12 Eylül 1980 öncesinde ülkede sıkıyönetim vardı ve birçok şehirde yetki/idare Türk Silahlı Kuvvetlerinin uhdesindeydi. Hükûmet de askerin asayiş ve güvenlik adına istediği adımları atmaya hazırdı. Fakat Kenan Evren, şiddet, anarşi ve terörü önlemek yerine darbe yapmak için şiddet, anarşi ve terörün tırmanmasını beklemeyi, asayiş ve güvenliği darbeden sonra sağlamayı tercih etti. Kenan Evren’in bu tercihi, Türkiye’ye pahalıya mâl oldu. Elbette Evren, bu tercihi bilinçli yaptı! 12 Eylül 1980 Darbesi, Türk demokrasisinin üzerinden silindir gibi geçti. Fakat 12 Eylül Darbesi’nden en çok da Milliyetçi Hareket Partisi etkilendi! MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle “12 Eylül zulümdür, zillettir, hezimettir, rezalettir, cinayettir; 12 Eylül cuntasına beden ve beyin olanlar ise tek kelimeyle zalimdir.” Milliyetçi-ülkücü hareket, 12 Eylül askeri darbesinin gerçek anlamda çilesini ve müşkülatını yaşamış; bunun bedelini de işkencelerle ve idamlarla ağır bir şekilde ödemiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, kuruluşundan itibaren Alparslan Türkeş’in de ifade ettiği gibi en kötü demokrasinin bile en iyi darbeden daha iyi olduğu anlayışıyla hareket etmiş; milli iradeye önem vermiş; demokratik siyasetten yana tavır almış ve milli iradeye yönelik her türlü müdahalenin karşısında olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milliyetçiliğini kuruluş felsefesi olarak benimsemiş, milliyetçilik ve demokrasiyi birbirini tamamlayan iki temel kavram olarak değerlendirmiştir. Milli iradeye yönelik antidemokratik hiçbir müdahaleyi tasvip etmemiş; hizmetine talip olduğu Türk milletinin problemlerini demokratik çerçevede/hukuki zeminde çözmeye çalışmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, 12 Eylül Darbesi’nin hedefi hâline gelmiştir. 12 Eylül, âdeta Türk demokrasisine ve MHP’nin üzerine inmiş bir balyoz gibidir: 12 Eylül’le birlikte MHP kapatılmış, Lideri Alparslan Türkeş’in siyasi faaliyetleri yasaklanmış, partinin yöneticileri ve mensupları hakkında da MHP ve Yan/Ülkücü Kuruluşlar Davası açılmıştır. 1969 yılından itibaren oy oranını istikrarlı bir şekilde artıran ve iktidara yürüyen MHP’yi, seçmeni ve yöneticileri ile birlikte derinden sarsan 12 Eylül askeri darbesi, kapanması mümkün olmayan yaralar açmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, 1969 Seçimlerinde 1 milletvekili; 1973 Seçimlerinde 3 milletvekili; 1977 Seçimlerinde de 16 milletvekili ile TBMM’de temsil hakkı elde etmişti. Hatta diğer partilerden istifa edenlerle birlikte MHP’nin milletvekili sayısı da artmıştı. TBMM’de önemli bir konuma yükselen MHP, 39. Demirel Hükümetinde (31 Mart 1975-21 Haziran 1977) ve 41. Demirel Hükümetinde (21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978) koalisyon ortağı olmuştu. Kurulduğu yıl olan 1969’dan 1977’ye kadar katıldığı her seçimde oy oranını ve milletvekili sayısını istikrarlı bir şekilde artırmıştı. Dolayısıyla 12 Eylül 1980 darbesi MHP’nin iktidar yürüyüşüne set vurdu.
Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Alparslan Türkeş’le birlikte yüzlerce Ülkücü tutuklandı ve 945 sayfalık bir iddianame ile “MHP ve Yan/Ülkücü Kuruluşlar Davası”nda yargılandı. Cezaevleri masum insanlarla dolduruldu. Alparslan Türkeş’in 10 yıl süreyle siyasî faaliyette bulunması yasaklandı. MHP ve Yan/Ülkücü Kuruluşlar Davası toplam 2.168 gün sürdü. 587 sanık yargılandı. Alparslan Türkeş de dâhil olmak üzere 220 kişi hakkında idam cezası istendi. Bu sanıklar suçsuz oldukları hâlde büyük haksızlıklara ve hukuksuzluklara uğradı. “TCK'nın 149 ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak” suçlamasına maruz kaldı. Nasıl ki MHP ve Ülkücüler 12 Eylül öncesinde şiddet, anarşi ve terör eylemlerinin hedefindeyse, saldırılara maruz kalıyorsa; 12 Eylül sonrasında da bu kez darbeci cuntanın hedefi oldu. Türk demokrasi ve siyasi tarihine kara bir leke olarak geçen bu 12 Eylül’de Türk milliyetçileri, darbe mahkemelerinde hukuksuz bir şekilde yargılandı. MHP’nin iktidar yürüyüşü engellendi ve milliyetçiler cezaevlerinde işkenceye ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Sonuçta bu davanın bir kurgu olduğu anlaşıldı.
CIA’nin Türkiye Şefi olarak görev yapan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a 12 Eylül darbesini “bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti. MHP lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle “Bu çocuklar Türk milletinin çocukları değil, Türkiye düşmanlarının at uşaklarıdır. Onların 15 Temmuz'daki iş birlikçi terörist yandaşları da analarından doğduğuna pişman edilmişler, hain teşebbüslerinin sonuçlarına katlanmaktan başka çareleri kalmamıştır. Aynısıyla 15 Temmuz'da olduğu gibi, 12 Eylül'de dış bağlantılıdır, emir komuta hiyerarşisinin içinde olanlar müdahale kararlarını yabancı başkentlerin müsaadesine göre ayarlamışlardır. Darbeci Kenan Evren'in 10 Ekim 1980 tarihinde dönemin ABD Başkanına yazdığı mektupta minnet duyan, boyun eğen, diz çöken bir anlayışın küllenmemiş izleri açık seçik görülürken, Yunanistan'ın NATO'nun askerî kanadına alınmasına ön şartsız onay da vardır.”
Kaynakça
Resmî Gazete 12 Eylül 1980
www.aa.com.tr
Nasrullah Uzman, “İki Darbe Arası Dönemde MHP’nin TBMM’de Temsili”, Ülkü Ocakları Aylık Eğitim ve Kültür Dergisi, Temmuz 2015, S. 143, s. 37-41.
_____________________, “Cumhuriyetin En Uzun Gecesi: Zor Zamanda Bozkurt Duruşu ve MHP", Devlet, S. 497, Eylül-Ekim 2021, s. 49-52.
_____________________, “Milletvekili Olarak Nevzat Kösoğlu”, Nevzat Kösoğlu Armağanı, Ed. Ayşe Melek Kösoğlu Özyetkin, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2019.